H42 ♂️

Merhaba tarçınlı keklerim ♥️
Sizlere bu kez umutla değil, sevgiyle geldim. Finale az kaldı. Nasıl bir son istediğinizi biliyorum. Aklımdaki final birinci bölümden beri değişmedi. Umarım güzel hisler bırakmaya devam ederim.

Keyifli okumalar. 🍁

▪️

Günaydın Umut'um.

Keçeli kalemle yapışkanlı not kağıdına yazdığım iki kelimeye gülümseyerek baktım ve yatağın kenarındaki komodinin üzerine yapıştırdım. Bir yerden başlamak gerekiyordu. Dün gece hastanede fazla durmayıp eve geri dönmüştük. Umut'a bir türlü iyi olduğumu anlatamamıştım. Hatta abime bile haber vermeye kalkmıştı ama kesin bir dille reddetmiştim. Bana kızdığı için böyle bir şey yapmak istediğinin farkındaydım. Çünkü asla abime haber vermek istemeyeceğimi biliyor olmalıydı.

Elime başka bir not kağıdı aldım.

İlaçlarını almayı unutma.

Kalemi dişlerimin arasına aldım ve not kağıdını tekrar okuduktan sonra Umut'un ilaç poşetini de alarak odadan çıktım. En son salonda oyun oynuyordu. Sabah bir oyun keşfettiğini ve benimle oynamak istediğini söylemişti ama ben önce bu not olayını halletmek istemiştim. Yapmadan önce ondan izin almıştım. Bana İstediğim yere istediğim notu asabileceğimi söyledi.

"Begüm?" İrkilerek arkama döndüm. Kalem hala dişlerimin arasındaydı. Üzerimde Umut'a ait bir tişört ve kendi şortum vardı. Umut beni süzdükten sonra mutfak dolabının üzerine astığım nota baktı. Kalemi elime alıp yutkundum.

"Bitti mi oyunun?"

"Hıhı." Bana yaklaştı ve yanağıma bir öpücük bıraktıktan sonra başını omzuma yasladı. Tebessüm ettim. "Abinle yemek yiyelim mi?" diye sorduğunda elimi ağır ağır saçlarına çıkardım ve okşamaya başladım.

"Olur. Benden haber bekliyordu."

"Tamam o zaman. Ara da buluşalım."

Korkuyordum. Umut'un kendini kötü hissetmesinden çok korkuyordum. İkimiz de sırayla duş aldık ve ben o duştayken abime mesaj atmıştım. Abimin seçtiği bir mekanda yemek yiyecektik.

"Olmuş muyum?" Saçlarımı toplarken ona döndüm. Spor bir beyaz gömlek ve siyah kot pantolon giymişti. Gülümsedim ve yanına gidip yanağını öptüm.

"Olmuşsun." Yüzüne bir gülümseme yayıldı ve yatağın üzerindeki ilacını alıp bana uzattı.

"Çantana koyar mısın?" Başımı sallayıp ilaç kutusunu aldım. Siyah bir tulum giymiştim ve kollarım çıplaktı. Ara sıra evden kıyafet almaya gidiyordum ve abimle Umut'u bir araya getirme fikri masaya yatırıldığında hazırlıklı olmak için bir iki tane şık kıyafetimi yanıma almıştım.

Evden çıkarken eline aldığı deri ceketine bakıp sorgulayıcı bir bakış attım. "Hava sıcak."

"Belki sen üşürsün diye." dedi omzunu silkerek. Koluna girdim ve omzuna küçük bir öpücük bıraktım. Arabayı onun kullanmasını istemiştim ama riske atmamak için kabul etmemişti.

"Abin gitmiş midir?" diye sorduğunda ona yandan bir bakış attım. Heyecanlı görünüyordu.

"Az önce mesaj attı, yeni gitmiş."

"Güzel." dedi ve parmaklarıyla dizinde ritim tutmaya başladı. "Begüm?"

"Efendim canım?" Duraksadı ve sevecen bir ifadeyle bana baktı. Güldüm. "Evet, canımsın sahiden."

"Güzelim ben diyorum ki, abine bahsetsek? Şu evlilik meselesinden yani." Gözümü yoldan ayırıp ona baktım. Gayet ciddiydi.

"Olur, kendini iyi hissedeceksen söyleyebiliriz."

"Sonuçta yirmi altı yaşındayım. Aklım başımda olmasa da, seni seviyorum." Gözlerimi devirdim. Yüzümde buruk bir ifade oluştu.

"Aklın beni sevecek kadar başında Umut."

"Bana Umut dediğinde geriliyorum." dedi düz bir sesle.

"Sinirlendirme beni o zaman."

"Bana canım de." dediğinde ona baktım. Muzip bir ifadeyle bana bakıyordu. Kendimi tutamayıp güldüm.

"Geldik."

Çantamı alıp arabadan indim ve anahtarı valeye bıraktım. Umut bir eline ceketini aldıktan sonra yanıma geldi ve elini bana uzattı. Birlikte içeri girdiğimizde elimi tutuşu sıkılaştı.

"Gevşe biraz." diye fısıldadım.

"Gevşememe yardımcı ol o zaman." dediğinde kaşlarımı çattım.

"Seni öpünce yanlış anlıyorsun." diye homurdandım. Gülüşünü duydum ama bakmadım. Abimi görünce Umut'u yanına doğru çektim. Sırtı bize dönüktü. Umut'un elini bırakıp abimin arkasına geçtim.

"Test kitapların nerde evladım?"

Abim aniden arkasına dönünce güldüm. Çatılan kaşları, Umut'u görünce gevşedi. Ayağa kalkarak beni kolunun altına çekti ve diğer elini Umut'a uzattı.

"Merhaba, ben Onur."

Umut abimin elini sıktı ve tebessüm etti. "Umut, memnun oldum."

"Otursana." dedi ve bana dönerek saçlarıma öpücük kondurdu. "Cadısın cadı." dediğinde sırıttım.

Umut'u yalnız bırakmamak için abimi tek bırakıp Umut'un yanına oturdum. Abime Umut'a asla ailesiyle ilgili sorular sormamasını söylemiştim. Umarım pot kırmazdı.

"Kardeşim evin yolunu unuttu Umut." dedi imayla. "İyi anlaşıyorsunuz sanırım."

"Evet." Birbirleriyle göz teması kurmaları hoşuma gitmişti. "Aslında aynı evde yaşamamızı desteklemediğinizin farkındayım."

"Sizli konuşmayalım lütfen."

"Tabi." diyen Umut'a baktım. Hala heyecanlıydı. Bu kadar gerileceğini düşünmemiştim.

"Evet desteklemiyorum. Begüm yirmi üç değil de otuz üç yaşında olsaydı tepkim aynı olurdu. Ben bir abiyim."

Dirseklerimi masaya yaslayarak onları dinlemeye devam ettim. Birbirlerini tanıyacaklarını düşünmüştüm ama konu Umut değil, bizdik. Yemekler geldiğinde yaşanan bir dakikalık sessizlik, garsonların ardından kesildi.

"Mersin'e yaşıyordun, değil mi?"

Çatalıma batırdığım ton balığıyla bakıştım. Bunları abime zaten söylemiştim.

"Evet, üç ay öncesine kadar öyleydi."

İkisi de bir çatal yemek, bir kepçe sohbetle yemeğe devam ediyorlardı.

"Ne iş yapıyordun orada?"

"Barda çalışıyordum." dedi hiç düşünmeden. Abim gözlerini kıstı.

"Begüm ile nereye kadar aynı evde yaşamayı düşünüyorsunuz?"

Umut göz ucuyla bana baktı. Cesaret almaya çalışıyor gibiydi. Ona tebessüm ettiğimde abime döndü.

"Sizin de, yani babanızın da izni olursa evlenmeyi düşünüyoruz."

Arkama yaslandım ve abimin tepkisini an be an takip ettim. Şaşırmışa benzemiyordu ama dudaklarını birbirine bastırdığında aklından geçenleri az çok tahmin edebiliyordum. Yalnız kaldığımızda bana soracağı ilk soruyu bile kafamda hazırlamıştım.

Babamın annemi beklediği gibi, ömür boyu Umut'un seni hatırlamasını mı bekleyeceksin?

Evet bekleyeceğim.

Ben bu ilişkiye yarım bırakmak için başlamamıştım. Umut'un hala iyileşmek için bir şansı vardı. İleri evreye geçmediği sürece ölüm ona uzak bir kelimeydi. Geçmemesi için de elimden geleni yapacaktım.

"Kararınıza saygı duyarım. Fakat biraz daha beklemenizden yanayım." Abimin gözleri bana döndü. Uyarıcı bir bakış sezdim. "Babamla da konuşmalıyız, değil mi Begüm?"

Başımı salladım. Oldukça gergin bir yemek olmuştu. Umut'un elleri genelde kucağındaydı. Ona dokunmak istesem de yapamadım. Abimin soruları değil de, hastalığı korkutuyordu onu.

"Birbirinize sahip çıkın."

Dışarıda arabalarımızı beklerken abimin kurduğu cümle içimi ısıtmıştı. Başımı göğsüne yasladım ve kulağına doğru fısıldadım. "Teşekkür ederim abi." Cevap olarak alnımı öptüğünde geri çekildim. Umut'un karşısına geçti ve elini omzuna atarak dostça sıktı.

"Burada bir abiniz olduğunu unutmayın."

Umut tebessüm ederken başını salladı. Biraz rahatlamış görünüyordu. Geceyi sakin atlatmıştık, şimdilik.

Umut Atıfoğlu

Eve gidene kadar birbirimize ucu açık bakışlar atmak dışında konuşmadık. Dilimizle değil, gözlerimizle konuştuk. Abisiyle olan yemeği uzun zamandır bekletmiştim. Çünkü Begüm'ün aile üyesinin yanında olası bir kriz geçirmekten korktum.

Bundan aylar önce, 2019'un Ağustos ayındayken attığım bir tweetin bizi buralara getirmesi benim için olasılıktan bile uzaktı. Ben o tweeti atarken Allah'tan bir yardım dilenmiştim.

Bana bir iyilik yap.

Ve Allah onu bana gönderdi.

Hastalığım onu bana defalarca unutturdu. Yedi yıldır cebelleştiğim hastalığım, bir ona yenildi. Bir süre sonra onu hatırlamaya başladım. Biri vardı, biri... diye diye hatırladım onu. Alarmlarıma adını vererek, uyumadan önce komodinimin üzerine yapıştırdığım notları okuyarak; onu aklımda tutmayı başardım.

"Begüm'e gel soluma dedin.
Solunda olduğunu hatırla."

Altı yıl önce Ecmel'in elini tutup karşıdan karşıya geçerken, bir araba üzerimize doğru sürmüştü. Polis beni kenara çekip "Yayalara kırmızı yanıyordu evladım." dediğinde anlamıştım hastalığımın daha derinlere kök salmaya başladığının.

Kardeşimi fotokopicinin önündeki parkta bırakıp beni beklemesini söylemiştim. Bekledi, ama ben dönmedim. Onu parkta bıraktığımı hatırlayınca elimdeki çıktıları savura savura parka koşmuştum. Meraklı insan kalabalığının arasından kendime bir geçit açarak izledikleri filme bakmıştım.

Ecmel'in minik bedeni yerdeydi, kanı her yerde.

"Ecmel."

Bu ona son seslenişim oldu. Onu koruyamadım. Bana hep Halaskar derdi, ama beynimin bana ihaneti onu korumama engel oldu.

Begüm'e kardeşimin nasıl öldüğünü hiç anlatmadım. O da sormamıştı. Bunun için ona minnettardım. Hatırlamaya cesaretim yoktu, unutmaya da.

"Nasıl hissediyorsun?" Elimdeki ceketi vestiyere bıraktıktan sonra arkamda dikilen Begüm'e döndüm. Bana bakışını seviyordum, gözlerini izleyerek bile sarhoş olunabilirdi.

"İyiyim güzelim." dedim tebessüm ederek. Elimden tuttum ve salona ilerledim. Onunla paylaşmam gereken bir konu vardı.

"Abimin soruları sıkmadı seni, değil mi?" Oturduktan sonra onu da yanıma çektim ve kolumu sırtına doladım. Elini göğsümün üzerine koydu.

"Sıkmadı, sormak hakkıydı."

"Seni sevdi. Abim yabanidir ama sana yumuşak davrandı." Kıkırdadığını duyunca güldüm. Şampuanının kokusu burnuma doluyordu.

"Yarın doktor randevum var." Başını kaldırdığında alnı dudaklarıma değdi ve vakit kaybetmeden alnını öptüm.

"Neden söylemedin?" Sesindeki hayal kırıklığı anlık kötü hissetmeme neden olmuştu. Diğer elimi kaldırıp yanağına dokundum.

"Bu sabah aldım, sen notları yapıştırırken." diye fısıldadım.

"Birlikte gideceğiz." dedi emin olmaya çalışır gibi.

"Birlikte gideceğiz."

"Ben iyi olacağına inanıyorum." dediğinde doktorla konuşmadan bu konuşmayı yapmaya hazır olmadığımı fark ettim. Tekrar konuşmasına izin vermeden dudaklarımızı birleştirdim. Beni bekletmeden dudaklarını araladı. Benden önceki sevgilisiyle öpüştüğünü tahmin edebiliyordum ama konusunu açıp onu utandırmak istemediğim için benden öncesini yok saydım.

Bense her şeyimle tam bir bakirdim.

Öpüşümüz derinleştiğinde oturduğum yerde doğruldum ve kanepeye uzanmasını sağlayarak üzerine çıktım. Bu atağım onu memnun etmiş olacak ki, ellerini sırtıma çıkararak parmaklarını sıkıca tenime bastırdı.

Dudaklarımızı ayırdım ve öpücüklerime boynunda deva ettim. Şu an durmayıp daha fazlası için devam etsem beni durdurmayacağını biliyordum. Ama ilerisi için ikimiz de hazır değildik. O sadece beni memnun etmeye çalışıyordu o kadar. Bense o yanımdayken yeterince memnundum.

Ellerini ikimizin arasına götürüp düğmelerimi çözmeye başladığında boynuna doğru güldüm ve oyunu yarım bırakan yaramaz bir çocuk gibi geri çekildim. Bana kaşlarını çatarak baktı.

"Benden daha nazlı çıktın Atıfoğlu." dediğinde son kez dudağını öpüp geri çekildim.

"Evlenmeden olmaz." dedim ve kalkarak salonun kapısına ilerledim. Arkamdan kendi kendine konuşmaya devam etti.

Ah Dora...

Üzerimi değiştirdikten sonra yatağa oturdum. Komodinin üzerindeki kağıda baktım.

Günaydın Umut'um.

Gülümsedim. Güne onunla başlamak günün ayması için yeterliydi. Komodinin üzerindeki not kağıtlarına bakarken odanın kapısı açıldı. Elinde bir bardak su vardı. Yanıma gelip bardağı bana uzattığında çatık kaşlı yüzünü süzdüm.

"Al iç." dedi yüzüne tezat bir sesle. "Su içmek iyidir."

"Seni ısırabilir miyim?" diye sorduğumda omzunu silkti.

"Evlenmeden olmaz." Sesli bir şekilde güldüm ve elinden suyu alıp birkaç yudum aldım. "Kaçta gideceğiz? Alarm kurayım."

"Kurdum ben. Üzerini değiştir de uyuyalım." Bardağı komodine bırakıp yatağa uzandım ve rahatça giyinebilmesi için sırtımı döndüm. Bu odada giyiniyorduk ama ikimiz de birbirimize bakmıyorduk. Bana güveniyor olması ona güvenmemden daha değerliydi.

"Bu neymiş? Aa senin tişörtün." Dudaklarımı birbirine bastırıp gülüşümü gizlemeye çalıştım.

"Tabi ki giyebilirsin." dedim.

"Bundan sonra evde cıbıldak gezmek yok." diye homurdandı kendi kendine.

"Cıbıldak?"

"Üstün çıplak işte."

"Ne alakası var? Sen de şort giyiyorsun. Ben boxer giyiyor muyum?"

"Sen boxer giymiyor musun?" diye sorduğunda doğrularak ona döndüm. Üzerini giyinmişti. Makyajını siliyordu.

"Sen ciddi misin?" diye sordum. "Evin içinde yalnızca onunla gezmekten bahsediyorum."

"Benim de şortumun içinde çamaşırım var hatırlatırım." dedi aynadan bana cins cins bakarak.

"Hayal edeyim diye konuşuyorsun. Boş yapma yatağa gel." dediğimde beni taklit etti.

"Boş yopmo yotoğo gol."

Sırıttım ve yatağa gelişini izledim. Çarşafın altına girdiğinde işaret parmağımla tepemizdeki ışığı gösterdim.

"Işık?"

"Kalsın bu gece."

"Korkuyor musun?" diye sordum ilgili bir sesle. Bana döndü ve ellerini yanağının altına aldı.

"Yo. Senin için."

Gözlerimi evim olarak bildiğim gözlerine birkaç saniye mühürledim. Söyleyecek bir şey bulamadığımı anlayınca bana yaklaştı ve başını göğsüme koydu.

"Canımsın." diye fısıldadı. Başımı yastığa koydum ve elimi gözlerinin üzerine kapattım. O karanlıkta uyumayı severdi.

"Canım mıyım sahiden?" diye sordum neşeden uzak bir sesle.

"Canımsın sahiden."

O uykuya dalana kadar bekledim. Bir eli tişörtümü sıkıca kavramıştı.

"Göğsümdeki ağırlığın hiç gitmesin." diye fısıldadım.

Sabah alarmdan önce uyanarak dün geceyi hatırlamaya çalıştım. Abisiyle yemek yemiştik ve olası bir sevişmenin eşiğinden dönmüştük.

Hızlı bir duş aldım ve odaya döndüğümde hala uyuyor olduğunu gördüm. Bir eli yastığımın üzerindeydi.

"Çirkin." diye fısıldadım ve komodinin üzerindeki not kağıtlarını alıp salona gittim. Unutmaktan korktuğum anlarımıza ait cümleleri farklı not kağıtlarına yazmaya başladım.

Eğer sevgiyi tekrar hissedersem tek izim sen olursun.

Artık içimde sen varsın.

Gel soluma.

Son hatırladığım şey sen değilken ölmek istemiyorum.

İyilik Meleğim.

İstediğim tek renk sensin.

Yazdığım cümleleri tek tek okuduktan sonra evin çeşitli yerlerine yapıştırdım. Mutfak dolabına yapıştırdığı ilaç notunun yanına da Benim ilacım sensin yazılı bir not yapıştırdım. İçimden bir ses bunları görünce salya sümük ağlayacağını söylüyordu. Elimdeki son kağıtla yatak odasına döndüm ve onun tarafındaki komodinin üzerine notu yapıştırdım.

Günaydın umudum.

Varlığımı hissetmiş gibi kıpırdandı ve bana doğru döndü. Şişmiş göz altlarına bakarken sırıttım.

"Kalk bakalım güzelim."

Gözlerini kısarak gülümsedi. "Güzelin miyim sahiden?" diye sordu çocuksu bir sesle. Dudaklarımı 'bilmem' der gibi kıvırdım ve ayağa kalktım.

"Tartışılır."

"İnsan günaydın der." diye homurdandı. Dolabın kapağını açtım ve bir tişört çıkardım. Üzerine giymek için spor bir gömlek de aldıktan sonra ona döndüm. Komodinin üzerindeki nota bakıyordu. Yüzünü bana çevirdiğinde gözlerinin dolduğunu fark ettim.

"Şş, ağlamak yok." dedim ve elimdekileri yatağa bırakıp ona yaklaştım. Diğer notları görünce ne yapacaktı acaba?

"Umut..." dedi titrek bir sesle. Önünde diz çöktüm ve yanaklarını avuçlarımın arasına aldım. "Gel soluma." dedi ve kollarını açtı. Başımı göğsüne yasladım ve zayıf bedenini sıkıca sardım.

"Solundayım."

"Senden bir şey isteyeceğim." dedi ve burnunu çekti.

"Ne istersen."

"Doktordan döndükten sonra anneni aramanı istiyorum." Gözlerimi kapattım. Bir gün bunu isteyeceğini biliyordum. Yıllar önce annemi bıraktığım o yerin artık o yer olmadığını biliyordum. Ben vefasız bir evlattım. Kardeşimin elini bırakmama rağmen benim elimi sıkıca tutan annemi terk etmiştim.

"Bunu yapamam." diye fısıldadım.

"Yapabilirsin. Anneni aradığında seninle konuştuğunu söylemiştin. Yine konuşacak ve sen de cevap vereceksin."

"Begüm, bu hastalık ortalama on yıl yaşatır. Normal şartlarda üç yılım daha var." Saçlarımda dolaşan elleri duraksadı. Tekrar burnu çektiğini duydum.

"Deme öyle."

"Gerçek bu. Ben annemin nasıl eridiğimi görmemesi için terk ettim onu." İkimiz de sustuk. Elleri tekrar saçlarımda dolanmaya başladı. Kalp atışları ninni gibiydi.

"Aramanı istiyorum." dedi tekrar. "Eğer seninle konuşmadan, seni bir kere daha görmeden onu kaybedersen çok pişman olacaksın. Ben bu duyguyu yaşamana izin vermeyecek kadar çok seviyorum seni." Saçlarımın arasına bir öpücük bıraktı. "Kendimden biliyorum, bunu annene yapma."

Geri çekilerek yüzüne baktım. Gözyaşları yanağında kurumuştu. Benden bir cevap bekliyor gibi bakıyordu. Doktorla konuşmadan söz vermemin haksızlık olacağına inandığım için sessiz kaldım.

"Yüzünü yıka çirkin." dedim ve üzerimdeki sweatshirtü çıkarıp tişörtümü giydim. Sessizce odadan çıktı. Bunu fırsat bilerek çalışma masasının altındaki büyük resim çantasını çıkardım. Resim çizdiğimi ona söylemiştim. Birkaç karakalemimi ona göstermiştim ama izinsiz resimlerime dokunmuyordu.

Resim kağıtlarının arasına koyduğum resmi çıkardım ve dikkatle rulo haline getirip çekmeceye koyduğum kırmızı kurdeleyi aldım. Kırıştırmamaya özen göstererek rulo kağıdı bağladım ve giysi dolabının içine koydum.

Belime sarılan kollar anlık afallamama neden olsa da Begüm'ün sahiplenici sarılmaları hoşuma gidiyordu.

"Hadi giyin sevgilim."

"Beni giydirmek ister misin?" diye sorduğunda gözlerimi devirdim.

"Sen çok edepsiz bir kız oldun."

"Aman!" Kollarını çözüp dolabın kendine ait olan tarafının kapağını açtı. "Ne soyuyorsun ne giydiriyorsun." diye homurdandı. Gözlerimi büyüterek onu izledim.

"Arsız." dedim muzip bir sesle.

"Bela." dedi ve eline aldığı kıyafetlerini yatağa bıraktı. Esprisini duymamış gibi yaparak gömleğimi aldım ve odadan çıktım.

Kahvaltı için vaktimiz olmadığından dolayı önce hastaneye gittik. Doktorun bizi çağırmasını beklerken Begüm'den uzaklaşarak pencerenin önünde dikilmeye başladım. Telefonumu çıkarıp Onur'a mesaj attım.

Umut Atıfoğlu
Biz hastanedeyiz.
Hala yardımcı olmak istiyorsan anahtarın yerini biliyorsun. (08.40)

Onur ile dünkü yemekte, Begüm'ün lavaboya gitmesini fırsat bilerek özel bir konu hakkında konuşmuştum. Başta huzursuz olsa da bana yardım edeceğine emin olmuştum.

Onur Dora
Birazdan evindeyim. (08.41)

"Kime yazıyorsun?"

Telefonu cebime koyup Begüm'e döndüm. "Bir şeyi not aldım. Hadi gidelim, ismim yazdı." Birlikte doktorun odasına girdiğimizde, orta yaşlarda bir erkeğin gözleri bize çevrildi.

"Umut Bey?" Başımı salladım. "Oturun lütfen."

Begüm ile karşılıklı oturduk ve ikimiz de doktora döndük. Elindeki iki dosyada da adım yazıyordu. Biri Mersin'deki dosyam olmalıydı.

"Hoşgeldiniz." dedi ve dosyalardan birini eline aldı. "Mersin'deki doktorunuzla dün detaylı bir konuşma yaptık. Elimdeki dosyada kontrolleriniz ve reçeteleriniz var. Hepsini inceledim." Begüm'e kısa bir bakış attım. Gözleri hızla bana döndü ve içten ama tedirgin bir gülüş bahşetti. Dudaklarımı kıvırdım ama gülüşten uzak bir kıvırmaydı. "Unutkanlıklarınızın derecesi nedir? Ne sıklıkla unutuyorsunuz?"

"Üç gündür hiçbir şey unutmadım. Bu sabah aylar öncesine ait birçok şey hatırladım mesela." diye ifade ettim kendimi.

"Kalıcı unutkanlık olmaması şu evrede iyi bir gelişme. Hastalığınız teşhis edileli neredeyse yedi yıl olmuş. Hala orta evredesiniz." Dosyaya kısaca baktıktan sonra ellerini masanın üzerinde birleştirdi ve dikkatle bana baktı. "Sinirli bir yapınız var mı? Veya önceye göre daha sinirli olduğunuzu hissettiğiniz oluyor mu?"

Begüm'e baktım. Kriz anında beni en iyi o gözlemliyordu. Yardımını istediğimi anlayınca konuşmadan önce dudaklarını yaladı. Tebessüm ettim.

"Çok sinirli olmuyor. Herkesin verebileceği tepkiler veriyor. Şiddete eğimi yok." diye açıkladığında tepkisini görmek için doktora baktım.

"Bu iyi. Antidepresanların yalnızca iştahınızı kapatıyor olmasından bahsediyorum. Tedaviye ilk başladığınızda yetmiş dört kiloymuşsunuz." Başımı salladım. Begüm'ün içinden kaç kilo verdiğimi hesapladığının farkındaydım. "Size yeni bir Antidepresan vereceğim. İştah açıcı etkisi var." Elindeki kağıda mühür bastıktan sonra kağıdı bana uzattı. "Bir de liste vereceğim. Düzenli yapmanız gereken aktiviteleri not ettim. Size rahatlıkla şunu söyleyebilirim Umut Bey."

Lütfen bize umut ver doktor. Bana, Begüm'e, bize.

"Düzenli ilaç tedavisi ve beyninizin hastalığa karşı göstereceği direnç ile ileri evreyi göremeyebilirsiniz."

"Yani, üç yıldan fazla yaşama şansım var mı?" diye sordum cevabından korkarak. Doktor hafifçe tebessüm etti.

"Hastalığın ilerlemesini engelleyebilirsek bir yirmi beş yıl daha yaşama şansınız var. Her şey sizin elinizde."

Begüm'e baktım. O da bana bakıyordu. Yüzünde parıldayan rahatlama hissini kendi içimde de hissettim.

"Ömür boyu ilaç kullanmaya razıyım." dedim yumuşak bir sesle. "İlerlemesin yeter."

"Arada unutkanlık yaşamaya devam edebilirsiniz. Ancak dediğim gibi, hastalığınızla yaşamaya alışmanız ve onunla savaşmanız gerek."

Begüm yanımda olduktan sonra gittiği yere kadar savaşacağıma yemin ettim.

Doktorun yanından ayrıldıktan sonra Begüm ile manava gittik. Doktorun verdiği listeyi elimden almış ve yüksek sesle okumuştu. Sonra da ben bunları biliyorum zaten, diyerek meyve sebze almak için beni manava getirmişti.

"Alerjin olan bir yemek görmek istemiyorum evde." dediğimde bakışlarını kaçırarak elindeki poşete kiraz koymaya başladı.

"Armut da alalım." dedi sırıtırken. "Malum armutun iyisini ayılar yer." Arkasından dik dik baktım ama o beni umursamadan başka meyvelere yöneldi.

"Bana ayı mı demek istedin?"

"Kilon 60'tan aşağı düşerse ayıyı o zaman görürsün. Bundan sonra üç öğün yemek bir öğün..." diyip sustuğunda gözlerimi kısarak ona baktım.

"Bir öğün ne?"

"Hiç." dedi ve salatalık seçmeye başladı. "Bak hıyar, cacık yaparız."

"Hıyar derken gözlerin neden gözlerimdeydi?"

"Öyle mi? Fark etmedim."

Elinden poşetleri aldım ve penguen gibi onu takip ettim.

"Akşam fırında tavuk mu yapsak?" diye sordum.

"Akşam sebze yemeği yapacağım." dediğinde gözlerimi devirdim.

"Yarın başlarız bu sebze işine."

"Hayır, bu akşam." Üstelemedim. Poşetleri arabaya taşıdıktan sonra arabaya bindik ve hemen Onur'a mesaj attım.

Umut Atıfoğlu
Geliyoruz biz.
Bitirdin değil mi? (15.30)

Onur Dora
Bitti bitti.
Bu arada şey, not olayı iyiymiş ama keşke yazanları ben görmeseydim. (15.40)

Umut Atıfoğlu
Teşekkürler.
Kusura bakma biz de böyle seviyoruz. 😏 (15.44)

Onur Dora
Akşam size katılmamı mı istiyorsun? (15.46)

Umut Atıfoğlu
Eyvallah abi. (15.47)

Onur Dora
Rica. (15.50)

"Kime yazıyorsun yine ya?" Başımı çevirip Begüm'e baktım. Çatık kaşlarla bana bakıyordu.

"Önüne baksana. Kimseye yazmıyorum."

Bir şey demeden önüne döndü. Eve geldiğimizde poşetleri alıp hızlı adımlarla önden çıktım. Arkamdan onu beklemediğim için söylene söylene geliyordu. Kapıyı açtıktan sonra poşetleri koşar adım mutfağa bıraktım. Onur'dan yalnızca salonu şık bir şekilde hazırlanmasını ve etrafa mumlar yerleştirmesini istemiştim. Çıkmadan önce cam sehpanın üzerine bıraktığım notları da salonun girişinden sehpaya kadar çeşitli yerlere yapıştırmasını ve her kağıdın yanına bir mum bırakmasını söylemiştim. Göz ucuyla salona bakarken Begüm eve girip dış kapıyı kapattı.

"Neden beklemedin beni? Bir daha tişörtünü giymeyeceğim." Salonun kapısını kapattım ve Begüm'e döndüm. Dudaklarını büzmüş bana bakıyordu. Yanına yaklaşarak kolumu beline sardım ve odaya doğru yürümesini sağladım.

"Hadi seni soyalım."

"Ne?" Bana yandan bir bakış attı ve kolumdan kurtulup benden önce odaya girdi. "Bu kez de ben istemiyorum. Ayrıca tişört konusunda ciddiydim." Odaya girdim ve bir şey söylemeden dolabın kapağını açtım ve kırmızı mini elbisesini alıp ona uzattım.

"Kendin soyun öyleyse."

"Neden onu giyeceğim? Dışarı mı çıkacağız?"

"Giyin hadi." Kendi bölmemden beyaz bir gömlek ve siyah kot alıp sabah koyduğum resim kağıdını giysilerin arasına gizledim. "Bekliyorum salonda."

Banyoda hızlıca giyindim ve salona gidip kapıyı kapattım. Sehpanın üzerinde çikolatalı pasta vardı. Üzerindeki kırmızı balona bakıp güldüm. Son kez etrafı kontrol ettim. Perdeler çekiliydi ve mumlar sayesinde loş bir ortam oluşmuştu. Kapıdan sehpaya kadar dört not kağıdı fakat beş tane mum vardı. Beşinci mumun yanında küçük bir zarf vardı.

Onur'a bir kere daha teşekkür etmeliydim. Her şey istediğim gibi olmuştu. Sehpanın başında dikilirken kapı aralandı. Ellerim arkamda resim kağıdının rulosunu tutuyordu. Begüm başını içeri uzattığında kalp atışlarım giderek hızlandı.

Güzel gözlerine yayılan şaşkınlık yerdeki mumları görünce tüm yüzüne oturdu. Yavaşça içeri girdi. Parmaklarının ucunda topuklu ayakkabıları vardı ve ayakları çıplaktı. Ayağının dibindeki notu almak için yere eğildiğinde ayakkabıları da bırakmıştı. Notu içimden onunla birlikte okudum.

Umuduma nefes aldırdığın için teşekkür ederim.

Notu okuduktan sonra gözleri benimkilere çevrildi. Hala şaşkındı. Dudakları titrerken bir adım daha attı ve diğer notu da yerden aldı.

Bana beni ve seni nasıl sevdiğimi bıkmadan hatırlattığın için teşekkür ederim.

Yutkundu, yutkundum. Notu diğerinin altına alarak elini göğsüne götürdü ve tekrar yere eğildi.

Soluma geldiğin için teşekkür ederim.

Gözünde beklettiği göz yaşı yanağını ıslattı. Dudağımın içini ısırmaya başladım. Bir an önce son notu okuyup zarfı açmasını istiyordum. Bir kez daha yere eğildi. Kırmızı not kağıdını eline alarak okumaya başladı.

Benimle kırmızı bir balona binip, herkese uzak bana en yakın olur musun?

Kağıda uzun uzun baktı. Elimdeki ruloyu sıkmamak için kendimi zor tutuyordum. Dudaklarına sevimli bir tebessüm yayıldı ve zarfı almak için eğildi. Zarfı açarken bana yaşlı gözleriyle gülümsedi. Bakışları zarfın içine kayınca dudakları aralandı. Notları tuttuğu eliyle zarfın içindeki yüzüğü çıkardığında dişlerini göstererek gülümsedi ve bir gözyaşı daha yanağını ıslattı.

"Umut?" dedi fısıltıyla. Gözleri sehpanın üzerindeki pastaya kaydı. Arkamdaki ruloyu önüme aldım ve yanına yaklaştım.

"Benimle her an patlayabileceğini bildiğin bir balona biner misin Begüm?" diye sordum yumuşak bir sesle. Ellerindeki notları ve yüzüğü göğsüne bastırmaya devam etti ve kocaman gülümserken başını salladı.

"Evet, seninle sonu belli olmayan her başlangıca varım." dediğinde onu kollarımın arasına çektim. Elleri ikimizin arasındaydı. Başımı boynuna gömdüm ve kokusunu içime çektim.

"Her savaşa değersin" diye mırıldandım boynuna doğru. Geri çekilerek elindeki yüzüğe uzandım. Yüzüğü avucuma bıraktı. Titreyen elini bana doğru uzattığında gülümsedim ve yüzüğü ince parmağına geçirdim. "Aldığım en güzel doğumgünü hediyemsin." diye fısıldadım. Gözleri kocaman açılırken bakışları tekrar arkamdaki pastaya çevrildi.

"Doğumgünün mü? Bugün senin doğumgünün mü?" diye sordu şaşkınlıkla. "Özür dilerim Umut."

"Hiç söylemedim. Özür dilemeni gerektirecek bir durum yok." Elimdeki ruloyu ona uzattım. "Ben hediyemi aldım. Sıra sende."

"Ama doğumgünü olan sensin."

"Bugün ikimizin de doğumgünü." dediğimde gülümsedi ve rulo kağıdı elimden aldı.

"Ne bu? Sözünü mü tuttun?" diye sordu heyecanla. "Beni mi çizdin?"

"Aç güzelim."

Kurdeleyi çözdü ve sabırsız bir hareketle ruloyu açtı. Gözleri resmin üzerinde dakikalarca dolaştı. Her çizgisini ezberlemeye çalışıyor gibiydi. Arkasına geçip çenemi omzuna yasladım.

"Çok güzel."

"Ezbere çizdim." dedim ve çıplak omzundan öptüm. "Çünkü seni ezbere biliyorum."

"Çok beğendim. Teşekkür ederim Umut."

"Bugün teşekkürleri ben ediyorum. Yeryüzünde annemden sonra gördüğüm en güzel çiçeksin Dora."

🌙

️ Yazdığım en uzun Halaskar bölümü oldu ve bölümden çok memnunum. Demans hastalığı ile ilgili birçok araştırma yaptım. Kesin tedavisi yok fakat etkili egzersiz ve ilaçlarla ilerlemesi geciktirilebiliyor. Umut için böyle bir umuda ihtiyacımız olduğunu biliyordum.

İçinize sinen ve kalbinize dokunan bir bölüm olmuş olmasını diliyorum.

▪️ En çok hoşunuza giden sahne hangisiydi?

▪️ Bölüme veya bana bir not bırakın.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top