~2.Bölüm~
"Kendi benliğimizle ilk zaferimiz korkularımızı yenmektir."
-<><><>-
Bir hafta sonra...
Genç kadın başını cama yaslamış, gözlerinin önünden kayıp giden ağaçlara ve yol kenarındaki tabelalara dalgınca bakıyordu.
Bugüne kadar yuvası bildiği evden nasıl çıktığını hatırlamıyordu; Bir şekilde
-yaka paça atılarak- çıkmıştı. Son anda üstüne çektiği geniş paçalı pantolunu, henüz yıkanan makineden çıkarıp giymişti. Üzerindeki bluzu dünden beri üstündeydi zaten ve en azından derli toplu gözüksün, diye tepesinde sımsıkı bağladığı saçlarını tarayamamıştı bile.
Şehirden çıktığından bu yana başını camdan kaldırıp tek bir kelime edebilmiş değildi; arkadan sımsıkı bağladığı saçların açıkta bıraktığı kısımlarına dikkatli bakılırsa, belirginleşen damarlarından gerginliğini görebilir ve göz çevresindeki siyah halkalarından uykusuz olduğunu kolaylıkla anlayabilirdiniz.
Tüm geceyi birkaç parça eşyasını toparlamakla ve bir göz odada dolaşarak geçirmişti.
İfadesiz soluk yüzü ve düz bir çizgi halindeki dudakları birbirine kenetlenmiş, yolculuk boyunca gözlerini önünde uzayıp giden yoldan ayırmaksızın susuyordu. Gördüklerini detaylı bir şekilde anlatabilecek kadar dikkatle inceliyordu, arabanın hızla geçip gittiği yerleri.
Arya oldu olası uzun araba yolculuklarından nefret ederdi; sürekli bulanan midesi, dönen başı üstelik hava sıcak ve o yol tümsekliyse, deyim yerindeyse içi dışına çıkardı.
Şansına bugün hava kapalıydı ve şehirden uzaklaştıkça, gökyüzü daha bir bulutlanıyor gibiydi. Bu bir nebze rahatlamasına neden olabilirdi belki. Ama şu durumda söz konusu olabilecek gibi görünmüyördu.
Kasabanın toprak yoluna girdiklerinde huzursuzca kıpırdanıp bu yolculuğun bir an önce bitmesini diliyordu.
"Aslında kasaba o kadar da uzak değilmiş ha?" diye sordu arabayı süren yol arkadaşı sessizliği bozarak. Arya'ya göre bunu kasıtlı yapıyordu. Bıkkınca soludu ve başını nihayetinde camdan ayırıp konuştu.
"Bir saatir yoldayız Erdem..." diye kestirip attı. Sesi sitem doluydu. Öfkesinden çıldırmak üzereymiş gibi yumruklarını sıkıyordu.
"Evet, ama yolun haline baksana, kaza mı edelim istiyorsun?" dedi adam, ona nazaran hayli sakin bir ses tonuyla.
Sonra Arya'nın solgun yüzüne dönüp baktı." İyi misin sen?" diye sordu kısmen telaşla.
"İyiyim. Sadece buraya gelmekle doğru bir karar verdiğimden emin olamıyorum."
Amcasının hüzünlü bakışlarının ardındaki çaresizliğini ve yengesinin zafer dolu sırıtışını düşündükçe kendini kötü hissediyordu. Keşke amcası da onunla birlikte kasabaya gelebilseydi, belki o zaman bir şeyler farklı olurdu; bu denli huzursuz, yapayanlız hissetmezdi ya da çaresiz.
"Biliyor musun, sen beni aramadan önce uzun bir süre seni aramayı düşündüm. Dedenin ölümünü duyduğum zaman bile..." diyerek yutkundu genç adam. Sonra aniden Arya'nın bunu umursamayacağı hissine kapılarak lafı değiştirdi.
"Her neyse, kendini suçlama, her şey yoluna girecek. Bak gör." diye mırıldandı Erdem. Arya'nın hoşnutsuzluğu yüzünden okunuyordu.
Onun süslü cümlelerle teselli olamayacağını bilecek kadar tanıyordu. Boğazını temizleyip doğru kelimeleri bulmaya çalıştı. Hoş, bu her şeye öfkeli gibi görünen kız için, bu işe yarar mıydı, bilemiyordu.
"Kasabaya en son ne zaman geldiğini hatırlıyor musun?" diye sordu fısıldarcasına.
Erdem, Arya'dan birkaç yaş büyük, dedesinin yanında eskiden çıraklık yapan ve çocukken Arya'nın gıcık olduğu gözlüklü, yeşil gözlü çocuktu.
Tabii şimdilerde ikisi de büyümüş ve değişmişti ama Arya için değişen hiçbir şey olmamıştı. O hala Erdem'e gıcık oluyordu. Ona yardım etmiş olsa bile.
Yengesinin onu evden kovduğunu arayıp söylediğinde, dedesinin kasabadaki evine yerleşme fikrini ilk Erdem önermişti. Çaresiz olan Arya da bu fikre hemen hayır diyemedi tabii.
Genç kız kollarını göğsünde birleştirip
"Hatırlamayacağım kadar uzun bir süre oldu." diye cevap verdi. Gerçekten de ne zaman geldiğini anımsayamıyordu. Muhtemelen 20 yıl vardı, belki de daha fazla.
Dalgınca gözlerini yolla dikip kasaba hakkında bildiklerini hatırlamaya çalıştı:
Yıllar önce kasabada büyük bir orman yangını çıktığını hatırlıyordu. Ormanında kuduz bir kurt olduğunu söyleyip durmuşlardı bi süre. Ondan başka aklına gelen bir şey yoktu. Hattâ iki güne kadar böyle bir yerin varlığını dahi unutmuştu.
Belki de Erdem'i arayıp evsiz kaldığını söylemese, hiç hatırlamayacaktı; dedesinin eski evini, kasabayı ve çocukluk anılarını... Kasabaya dair hatıraları silik birer fotoğraf karesiyle sınırlıydı artık.
"Dedenin evinin alt kısmı klinikti, değil mi?" diye sordu Erdem bu sefer, genç kadının daldığını fark ederek.
Erdem'in sorusuyla düşüncüleri dağılan Arya, kaşlarını çattı. Lafı nereye getirmeye çalıştığını merak ediyordu doğrusu.
"Sanırım...Ama sen daha iyi biliyorsundur. Neden sordun?"
"Sen de orada doktorluğa devam edersin, diye düşünüyorum. Ne dersin?"
Adamın gözlük camlarının ardında ışıldayan yeşil gözleri Arya'ya kabul etmesini istercesine, umutla bakıyordu. Genç kadın, bunu düşünmüştü aslında ama nedense imkansız geliyordu.
Mesleği onun için başlamadan son bulmuştu, doktorluğu tekrar yapabileceğinden emin değildi. Bu her şeyi en başa sarmak veya kabuk tutmuş bir yarayı tekrar deşmek gibi bir şeydi.
"Düşündüm." dedi sessizce.
"Ama yapabileceğimi sanmıyorum."
"Yapabilirsin. Yeni bir yer, yeni bir hayat ve bonus olarak yeni bir iş. Her şeyi silbaştan başlamak için bundan daha iyi bir fırsat düşünemiyorum."
Genç kız, sakin bir sesle bunları öyleyen, Erdem'e yandan bir bakış attıp başını tekrar cama yasladı. Her şeyi silbaştan başlamak istediğinden emin değildi ama yine de dediği gibi olmasını umuyordu. Düşününce her şeye sıfırdan başlamak güzel geliyordu gelmesine ancak bu, sanıldığı kadar kolay olamıyordu bazen. Çoğu insanın, ne yaparsa yapsın aşamadığı konular vardı. Arya da bu insanlardan biriydi.
Bazı şeyleri öyle kolay kolay aşamıyordu.
-<><><>-
Erdem'in tamirci kamyoneti kasaba girişine vardığında, toplaşan bulut kümelerinden ufak ufak yağmur çiselemeye başlamıştı.
YeşilTepe kasabasının soğuğu diye bir şeyler duymuştu genç kız. Ama bu kadarını öngördüğü söylenemezdi. Kamyonetin üstündeki tamirci yazısının tepelerinde takırdamasından rahatlıkla rüzgarın şiddetini tahmin edebiliyordunuz. Bu gidişte yazıyı yerinden söküp fırlatması kaçınılmazdı.
Erdem, burun ucununda duran gözlüğünü habire çekiştirip kasabanın şehirle kıyasla daha soğuk, ama bir o kadar huzurlu olduğuna dair cümleler sıralayordu; onunla aynı anda, açık radyodan arı vızırdamasına benzer bir ses, saat başı haberlerini sunuyordu.
Arya, yol boyunca takındığı dalgın ifadesini bozmadan camdan dışarıyı seyrediyordu. Radyodaki sinir bozucu ses arada yükselip dikkatini dağıtıyor olsa bile, istifini bozmuyordu.
Kasabanın şehire göre daha soğuk olduğunu kasvetli havasından ve gövdeleri yosunlu ağaçların, sağa sola çılgınça savrulmalarından anlayabiliyordu. Ama huzur denen şeye henüz varabilmiş değildi.
Kamyonetin gıcırdayan silecekleri hızla inip kalkarken kirlenen cam, temizlenmek yerine daha bir pislenip buğlaşıyordu. Araba kasabanın içine doğru ağır ağır ilerlerken her ikisi de sessiz kalıp yolla odaklanmışlardı.
Kasaba Arya'nın hatırladığından güzeldi aslında; eski evlerin bir kısmı yıkıntılı olması dışında, evlerin çoğunluğu bahçeli ve verandalıydı; sarmaşıklı ve çimenli bahçeler, göğe doğru uzanan yosunlu ağaçlar ve dumansı sis güzel bir manzara denebilecek kadar göze hoş geliyordu.
Ancak doğadan ve börtü böcekten hoşlanmayan Arya için aynı şeyler geçerli değildi. Erdem belki de alışıktı, ama o kendini bildi billeli; şehir dışında bir yere gitmemişti. Bugüne kadar görebildiği tek yeşillik; amcasının evindeki odasından, -o da kendini camdan sarkarak- zor görebildiği kuru ağaçtı. Tabii ona da yeşillik denilirse.
Ama kasaba farklıydı, burada başınızı ne yöne çevirseniz yeşillik görebiliyordunuz. Ayrı bir gezegendeymişsiniz gibi hissettiriyordu.
"Evin dedemin evine yakın mı?" diye sordu Erdem'e düşüncelerin arasından.
"Sayılır. Neden sordun?"
Bunu neden sorduğunu kendisinde bilemiyordu. "Açıkçası..." deyip iç çekti. "Burasının bana güven verdiği söylenemez." diye mırıldanırken dudaklarında zoraki bir gülümseme belirdi.
Kasabanın girişindeki birkaç elektirik direğinin yan yattığını gördüğünde, bunun ne kadar tehlikeli olabileceğini düşünmüştü. En az yol kenarlarına devrilmak üzere olan, dev kuru ağaçlar kadar tehlikeli olmalıydılar.
Ama hiçbir şey ansızın yeşilliğin arasında fırlayıp çıkan vahşi bir hayvan kadar tehlikeli gelmiyordu.
Erdem gözlerini yoldan ayırmadan,"İlk zamanlar öyle gelir, ama yaşadıkça alışacaksın. Hatta burayı çok seviceksin." diye cevap verdi. Genç kadın, sürekli olumlu konuştuğuna şahit olduğundan olsa gerek, bu sözlerine inananası gelmiyordu. Sessizliğini koruyup omuzlarını silkti. Karşılıklı tekrar susup yola bakmaya devam ettiler.
Biraz sonra konuşan yine Erdem oldu;
"Yağmur şiddetini artırmadan arabanın dorsesini kapatmak gerek. İçinde zarar görecek şeyler var..." diye kendi kendine mırıldandı ve sonra arabayı yol kenarında durdurdu.
Evin olduğu sokağa nihayet gelmişlerdi.
Kapıyı açmadan önce, "Geldik. Burası, biraz ilerdeki beyaz ev." deyip çenesiyle genç kızın yanındaki camdan yolun sağ tarafını gösterdi.
Arya başını yana doğru yatırıp sağ tarafındaki eve öylesine baktı ve ilk bakışta evin renginin beyaz olmadığını, kirli beyaz olduğunu anladı. "Yeni bir hayat, yeni bir ev, yeni bir iş." diye içinde tekrarladı.
Umutlanmamak için bir sebebi yoktu.
Erdem, arabanın kapısını sertçe kapatıp arkaya doğru koştururken araçta kalan Arya, düşünceli düşünceli etrafa göz gezdirmeye devam etti. Arabadan çıkmak istediğinden emin değildi. Sokağın kasvetli ve ıssız havası gözünü korkutmaya yetiyordu.
Yağmurun ince ince cama bıraktığı damlalar, birleşip aşağıya doğru yol çiziyordu. Gökyüzü bugün matem havasındaydı besbelli; gri, soluk bir renk hakimdi. Tıpkı Arya'nın iç dünyası gibi
Nihayet arabadan inmeye karar verdiğinde,
"En azından düşündüğüm kadar kötü değilmiş," diye mırıldandı. Arabanın kapısını açar açmaz sert rüzgar yüzüne çarparak kendini tanıştırmıştı.
"Peşin hükümlü olma." diye cevap verdi, yanına yaklaşan Erdem. Rüzgarın paraşüt gibi havalandırdığı montunun önünü hızla iliklemeye çalıştı.
Durdukları yer kasvetli ve terk edilmiş, ıssız bir sokağa benziyordu. Vahşi batı, filmlerinden kalma bir yerdi sanki ya da kuzey Amerika'nın esrarengiz kasabalarından biri...
Sokağın sağında ve solunda iki yol ayrımı vardı. Yolların kenarında, hattâ tüm sokakta farklı türlerde ağaçlar dikkat çekiyordu. Arya artık ağaçlardan nefret etmeye başlıyordu... Aşağıya doğru genişlemeye başladığı görülen yolu kuşatan kargalar aynı zamanda elektirik tellerinin üstünde çirkin bir sesle çiyak çiyak ötüşüyorlardı.
Yol boyunca uzayıp giden müştekil evlerin balkonlarını, duvarlarını saran sarmaşıklar ve kurumuş begonviller evileri yutmuş gibi bir izlenim veriyordu. Bu yetmezmiş gibi her kapı önüne saksıdan taşan garip bitkiler konmuştu. Arya bu bitkileri tanıyor ama isimlerini çıkaramıyordu. "Bu kadar yeşilliğin arasında boğulmasam bari..." diyen iç sesine aldırış etmeyerek. Erdem'e döndü. O hala montun fermuarını kapatma uğraşındaydı.
"Ne kadar da değişmiş buraları." dedi sesini biraz yükselterek.
Başını sallayarak karşılık veren Erdem, sonunda önünü iliklemişti. Kamyonetin arkasında çıkardığı bavulları yavaşça yere indirdi. Arya'nın şaşkınca etrafı inceleyen haline bakıp tebbesüm etmemek elden değildi.
Her haliyle ona, eski ustasını hatırlatıyordu.
"Ev birkaç tadilatla toparlanır, diye düşünüyorum. Sen ne dersin?"
"İçeriyi görmeden bir şey demiyorum."
Erdem, "Peki ama sen yine de kliniğe falan dokunma," diye mırıldandı. Arya ev konusunda onun kadar hevesli değildi.
"Burada birilerin yaşadığına emin misin? Ben olamıyorum da..."
"Evet, yaşıyorlar ve evet Sen de yaşayabilirsin. Seni buraya zorla getirmişim gibi davranmayı bırak artık." diyerek bavulları tekrar bıraktığı yerden aldı. Saatlerce direksiyon sallamaktan yorulmuştu. Ancak bunu Arya' ya hissetirmemek için gülümsemeye çabaladı. Eve doğru adımlayarak."Hadi gel, yağmur başlamdan bunları içeri alalım." dedi neşeyle karışık.
Genç kız yüzüne doğru gelen siyah saçlarını kulaklarının ardına atıp çantasına uzandı. İki-üç parça kıyafet ve ıvır zıvır dışında pek bir eşyası yoktu. Eşya alacak parasının da olduğu söylenemezdi doğrusu. Evin eşyalı olduğunu umut ederek Erdem'in ardına eve doğru yürüdü.
Daha önce -çok küçükken- kasabaya geldiği halde hiçbir yer ona tanıdık gelmiyordu.
Sadece dedesinin anlatığı kadarıyla bölük pörçük bir şeyler hatırlıyor gibiydi.
Onun dışından kasabanın kasvetli, insanın içini sıkan garip bir havası olduğunu veya bu kadar doğa içinde olduğunu tamamen unutmuştu; Saksılar, bitkiler ve göz alabildiğine yeşillik genç kız bunlardan oldu olası hazetmezdi. Gözlerini kısarak bahçe kapısında onu bekleyen Erdem'e yetişti.
Arya, kısmen beyaz, iki katlı ve yıkıldı yıkılacak gibi gözüken eve bakıp burnunu kırıştırdı. Yeşillik, doğa bunların hiçbiri beş para etmezdi, başını sokacak bir ev olmadıktan sonra.
"Birkaç tadilatla toparlanır demiştin, öyle değil mi?" diye mırıldanıp abartılı bir şekilde gözlerini bellertti. Hiç inandırıcı gelmese de, böyle olmasını umuyordu. Her yağan yağmur sonrası, su sızdıran bir dam veya döküldü dökülecek duvararla uğraşmak istemiyordu. Bunun düşüncesi bile buradan kaçmaya yeterliydi doğrusu.
Ama Arya'nın böyle bir seçeneği yoktu maalesef. Daha dün akşam apar topar evden kovulduğunu unuttamıyordu. Eğer yeni bir hayat kurmak gibi bir hayali varsa,-ki var mıydı, onu da bilmiyordu- bu evden öyle hemen vazgeçmemesi gerektiğini kendine hatırlattı.
Erdem, bahçenin paslı, çift taraflı kapısını açıp önden geçmesi için yana kaydı.
"İnan bana sandığın kadar kötü değil,endişeni anlıyorum." diyerek gülümsedi. Arya artık o gülümesini yapmacık buluyordu.
Başını sallamakla yetinerek, önden bahçeye geçip etrafa göz gezdirdi.
Zaten yola girdiğinden beri gördüğü her şeyi şaşkın bir suratla inceleyip hayret etmekle yetiniyordu; kuru bahçe otların boyu geçmesinden eve yıllardır kimsenin girmediğini anlamak güç değildi.
Mütevazı köşkün alt bölümündeki kliniğin kepenkleri de dahil, görünen tüm pencereler kapatılmış, çapraz bir şekilde kalaslar çakılmıştı.
Bahçenin ortasında geçen taş yolda aynı hizada yürümek neredeyse imkansızdı. Art arda bahçe yolunu geçip evin kapısında durdular. Verandaya doğru uzanan birkaç basamaklı beton merdivenin üstündeki tente, rüzgarla sert, gıcırtılı bir sesle sallanıyordu.
Evin her iki yanında bulunan ağaçların dalları kupkuru kalmış ve kollarını açmış kucaklaşmayı bekleyen insanınları andırıyorlardı. Arya açıyan gözlerle kurumaya yüz tutmuş ağaç iskeletlerine bakarken Erdemle göz göze geldi.
"Sanırım dedemin neden kaçtığını, şimdi anlıyorum." dedi.
"Deden hiçbir zaman buradan kaçmak istemedi." diye anında cevap verdi Erdem.
Kendi de dahil buradaki herkesin kaçmak istemeyip her şeyin eskiye dönmesini isterdi. İç çekip yan yana dizilmiş saksılara doğru döndü.
"Anahtar buralarda bir yerde olmalı..." Soldan ikinci saksının içindeki ıslak toprağı eşeleyip bir kutu, kutunun içinden de bir düzine anahtar çıkardı.
Anahtarları sallayarak,"Buradalar." deyip genç kadına uzattı.
"Al bakalım."
Arya, kaşlarını çatarak, uzanıp soğuk metalleri eline aldı. Erdem'in dedesi hakkında tahmininden de çok şey bildiğini düşünüyordu. Ama açıkça sormaktan çekiniyordu.
"Her şey için teşekkür ederim. Gerçekten seni arayana kadar ne yapacağımı bilemiyordum." dedi avuçlarındaki anahtarları sıkarak.
"Sorun değil. Evin tadilatı için..."
"Bundan sonrasını ben hallederim." diye lafını kesti. Kafasını toparlamak için biraz yalnız kalmaya ihtiyacı vardı.
Erdem," Bir şey lazımsa ararsın." deyip hızla kamyonete doğru koşturdu. Arya, kamyonet kapısının çak diye kapanan sesini duyana kadar ardından baktı. Sonra kamyonet bakışlarının ardında sokağın aşağısına doğru gözden kayboldu.
18.09.2022
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top