~15.Bölüm~
-<><><>-
Evin salonu kısacık bir an sessizliğe teslim olmuştu ama nedense bu süre saatler geçmişcesine uzun geliyordu, sebep o ki kimseden çıt çıkmıyordu. Daha doğrusu sessizliği bozmaktan ürküyorlardı. Emir, meydan okuyan gözlerini Can'a dikmiş sakin yüzüne bakıyordu. Sakinliği her geçen saat biraz daha sinir bozucu oluyordu. Can'nın en iyi yaptığı şeydi; ne olursa olsun sakin bir ifade takınmak, bu nedenle duygularını yüzünden okuyamıyordunuz.
Onun aksine Emir'in kömür karası gözleri öfkeliydi. Bu onun kızgın olduğunda takındığı bir tavırdı. Bakışlarıyla bile üstünlüğünü vurgulama isteyi vardı genç simasında. Kanepedeki siyah çantaya kenetleyerek kendini onlardan soyutlayan kardeşine, bakmak süretiyle kısık gözlerini salonun köşesine dikip acı çeken genç kıza kaçamak bir bakış attı.
Bakışları daima olduğu gibi öylesine hızla hareket ederdi ki, Can gözlerini hiç üstünden çekmediğini, hatta gözlerini hiç kırpmadığını sanabiliyordu, ancak bu sefer kardeşine baktığını yakalıyordu.
Genç kız, kendisiyle olan çelişkiye yenilmemek için, direnmeye çalışıyordu. Kan çanağına dönüşmüş gözlerini yumup ağır ağır tekrar açıyor, önce dalgınca çantaya bakıyor, sonra tekrar gözlerini sımsıkı kapatıp avuçlarını sıkıyordu. Onun için büyük bir imtihandı, bu arzuya direnmek.
Bir iblisin zihninde hakimiyeti, işgali vardı sanki; fısıldayarak tekrar ediyordu; ensesindeki tüyleri kaldıran bir ses... o kanı iç, bu senin, onu al ve iç...
Zaman akıyor, kana olan isteği, ihtiyacı daha bir kuvvetleniyordu. Odağı sadece kanepedeki siyah çantaydı, orada olan bitenden bağımsız bacaklarını karnına doğru çekti ve kollarını bacaklarına doladı. Emir'in hesap soran bakışlarını normalde umursardı, özellikle onlar Can'a odaklıysa ancak bu sefer, iradesinin kölesiydi.
Evin salonda bulunan hiç kimse neyin içinde olduğunu tam olarak bildiği söylenemezdi; her birinin kafasında aynı soru var gibiydi. Bunu gözlerinden anlamak güç değildi. Hiçbirinin dinlenirmek istemediği cevapsız soru ve sorulardı bunlar.
Geldiğinden beri aynı şekilde oturan Rana, salonda olan konuşmaları ve kendisinin çaresizliğini düşünüp geçmişteki kendisiyle şimdiki hâlini kıyaslamadan edemiyordu; o misafir olduğu evin salonunda olup bitenlerden bağımsız olduğunu düşünüyordu. Fakat, orada sessizce otururken kendinde kanı içmemek için kendisiyle çelişen vampirden bir fark göremiyordu. Hatta ondan korkmaya başlıyordu; onun üstüne doğru saldırdığını hayal ediyordu; yardım çığlıkları, kendini savunmaya geçiş şeklini bile beyninde tasarlıyordu. Ancak bu fazla ileriye gitmeden zihninde dağılıp son buluyordu. Ne olursa olsun böyle bir durumdan karşılık verebilecek güçteydi, gel gör ki buna henüz kendini hazır hissetmiyordu. Dönüşen sadece bedeni oluyordu, kimi zaman zihni bu eylemden fazlasıyla uzaktı.
Çantadaki kan torbalarını hastaneden alışı aklına geldikçe kendine kızıyor ve huzursuzlaşıyordu; Ne için yapmıştı ki bunu? Zamanında hayatını kurtaran, onu ısıran bir kurt adamın, vampir kız kardeşi için mi? Sürekli bu soruyu kendine sorup duruyordu. Yaptığı doğru değildi ve bunu yapabildiğine hala inanmıyordu. Bu tamamen içgüdüseldi, ne yaptığını bilmeden itaat ediyordu.
"Üzgünüm Emir ama Can'a kızmanın sırası mı,sence?" diye mırıldayan Defne, kızıl saçlarını geriye doğru savuşturak aralarındaki mesafeyi kapatıp ikisinin karşısında durdu.
Gözlerini ikisinin arasında gezdirirken Can'ın üstünde bir müddet bekletip yüzünü ekşitti. "Sürüye böyle liderlik yapamazsın...Son dolunay da yaşananları bir kere daha yaşamayalım, öyle değil mi?"
Can, genç kıza yandan bakarak yüzünde aynı dümdüz ifadeyle, "Şu, senin ormanda kuru bir ağaçın dibinde, tırnaklarınla dev bir mezar kazıp içine girdiğin dolunay mı?" diye sordu.
"Hayır, seni zincirlediğimiz, Duru'yu da bağladığımız gece!"
"Yapman gereken iksiri, saatlerce yapamadığından olmasın?"
"Kesin!" diye bağırdı Emir, tahammülsüzce, "Çocuk gibi didişmeyi bırakın!" diyerek kardeşine döndü.
"İç şu kanı artık Duru, her geçen saat biraz daha kötü olacaksın."
Duru itiraz edip başını sallamakla yetinirken Can, "Zorla içirmeyi düşünmüyorsun herhalde?" diye mırıldandı. Yüzündeki ifadesizlik Emir'in tekrar öfkelenmesine neden olmuştu. Genç adam, Emir'e lider içgüdüsüyle saygı duyurdu. Öte yandan kendi kardeşine vicdansızlık yapmayacağını düşünüyordu. Fakat, bu düşüncesinin her zaman bir yanılgı olduğunu görmekte geçikmiyordu.
Emir, liderlik işine kendini fazlasıyla kaptırmış gibi görünüyordu, bu hali onu öfkeli bir varlığa da dönüştürüyordu, gerçekte olduğu kişiye özüne... Emir'in onlar gibi bir lidere ihtiyaç duymaması da bunu kolaylaştırıyordu. Herkesi yok sayabilirdi, bu nedenle kimsenin güvencesi yoktu yanında.
"Kendisi içecek. Doğası gereği bunu istiyor zaten, daha bu gece onu ormana kaçarken bulup getirdim." dedi Emir, bu sefer sesi daha bir sakindi.
"Ne değişti?" diye sordu Can, beklenmedik bir şekilde. Sesi Emir kadar sakin olsa da gözle görünür bir merakı vardı. Merak etmeyecek gibi de değildi; Emir'in direttiği kuralların neyin değiştirdiğini gerçek anlamda bilmek isterdi, çünkü nereden bakılırsa bu kadar kararlıyken kabullenmek saf yenilgiydi ve yenilmek Emir gibi birine göre bir davranış değildi.
"Çok şey değişti Can, sokağımıza yeni biri taşındı ve bu tüm oyunu domine etti." diye homurdandı Defne. Ağır adımlarla Duru'nun oturduğu koltuğa yaklaşıp siyah çantayı irenerek alıp gözünün önünden çekti.
"Bırak çantayı Defne!"
Emir'in sesi salonda dağılırken bakışları hala Can'ın üstündeydi.
"Nereye taşınmış?" diye soran Can, Emir'in bakışlarından rahatsız olarak bakışlarını çekip Duru ile göz göze geldi. Bu yeni gelişmeden haberi olmaması tuhafına gidiyordu, Emir bunu bilerek söylememiş olamazdı. Sakladığı bir şeyler varsa bile bunu söylemesi gerektiğini düşünüyordu. Duru'nun yüzü gittikçe solgunlaşıyordu. Kan içmesine izin vermeyerek hata yaptığını düşünmeye başlıyordu artık.
"...Köşke taşınmış." diye mırıldandı Emir, durumun hoşuna gitmediği yüzüne yansıyordu.
"Köşkün sahibi mi?"
"Bilmiyoruz." diye belirtti Emir Can'a bakayarak.
"Torunu." diye mırıldandı Defne. Oraya girmeyen tek kişi oydu ve gitmek isteyeceğini de pek sanmıyordu. Herkesin bakışları genç kıza yönelince,
"Zihninde dedesine dair anıları çok taze..." diyerek omuzunu umursamazca silkti.
Can, başını kınarcasına sallayıp histerik güldü.
"Bir dakika! Doğru mu anladım, Zihin okuyabiliyorsun?" diye sordu Rana tamamen konudan bağımsız, şaşkınca büyüyen gözlerini kırpıştırdı. Burada bulunanlardan korkması için bir neden daha doğuyordu.
"Doğru soru bu değil, doğru soru köşke taşınanı nerede ve nasıl gördün?"
Can'nın sözlerinden sonra herkes bir cevap beklercesine Defne'ye baktı.
Defne kahkaha atarak tekrar omuz silkerken, biraz kendine gelen Duru,"Avcı mı?" diye sordu. Bunun bahsi bile havanın atmosferini bir anda değiştirmeye yetiyordu. Sadece abisinin değil, herkesin canı tehlikede olabileceğini tahmin etmek güç değildi. Ve burada bulunan herkes avcılar söz konusu olunca öyle düşünürdü.
Kasabanın bu bölgesinde uzun bir süredir kimse avcı görememiş olsa bile ismi geçince sessizlik kara bir bulut gibi salona doluştu. Hepsinin aynı şeyi düşündüğü hissediliyordu. Kimse bir avcıyla karşılaşmak iştemezdi; özellikle bir kurt adamsa... Çünkü bir avcının varlığı Birlikten daha korkunç gelirdi kimi zaman. Çünkü onlar bağımsızlardı, Birliğin bile onlardan kurt adam aldığı söylenir, kimse bu duruma şikayet etmemesi de üstünü çabuk kapatırırdı. Onların gümüş uçlu okları bir kurt adamın sonu olabileceğini biliyorlardı. Ve acımasız oldukları şüphe götürmez bir gerçekti; ormanda bulunan cesetlerin bile avcılardan kaynaklı olduğu söylentiler arasındaydı. Gerçek olup olmadığı ise kimse tarafından tam olarak bilinmezdi.
Herkes Emir'e bakarken genç adam, elini ensesine götürdü."Umarım değildir, aksi halde her şeyi bırakıp dibimizdeki avcıyla uğraşacağız..."
Genç adam kara gözlerini çevresinde gezdirdi. Derin bir soluk alıp
"Neyse ne, zaten size bunu söylemeyi düşünüyordum ama planda bazı değişikler oldu." dedi.
Defne, "Ne gibi değişikler?"diye sorarken kollarını göğsünde birleştirip pencereden sokağa baktı. Bu gece her zamankinden daha bir ısızdı sanki.
Can Emir'den önce davranıp, "İşine gelen değişikler olmalı herhalde..."diye homurdandı kendi kendine. Müttefiklerdi, birbirlerine görünmez güçlü bir bağla bağlılarıdı ve her daima birbirlerin arkasını kollarlardı, ancak göründüğü gibi yakın değillerdi. Dilendirilmeyen çıkarlarla, birbirlerine karşılıklı tahammül etmeyi bir nebze hafifletiyordu.
Sessizce söylediklerini Emir dahil orda bulunan herkes duymuştu. Emir,yumruklarını sıkıp Can'a doğru dönerken Duru, oturduğu yerden refleksle doğrulup kalktı.
Genç kız her ikisini daha önce defalarca birbirine kafa tutarken görmüştü, ama bu seferki farklı gelmişti. Bıraksalar birbirlerini parçalarlardı.
Onlara doğru atılıp aralarına girmeyi düşündüğü sıra onu durduran Defne'nin sözleri oldu. Genç kız hiçte sakin olmayan bir ses tonuyla adeta bağırarak," İşte orda köşkten çıktı!" dedi, daha önce gördüğünden daha soluk görünen teni bu mesafeden bile gözüküyordu.
"Kim? diye sordu Can.
Pencereye en yakın olan Rana kalkıp ne olduğunu anlamaya çalıştı.
Emir, Can'a tepki gösterircesine omuz atarak yanından sıyrılıp Defne'nin olduğu tarafa gitti. Duru olduğu yerde kalırken Can da ağır adımlarla cama yaklaştı.
-<><><>-
Genç kızın, çıplak ayakları toprakla temas edince histerik irkildi. Kasabanın girişinde kavak ağaçların sıklaştığı orman yoluna doğru isteksizce yürüyordu. Neden oraya doğru yürüyordu, neden üstünde pijamaları varken ormandaydı, bilmiyordu.
Sadece yürümesi gerektiğini biliyordu, bu tamamen içgüdüsel bir haldi, transa geçmiş gibi.
Sağ ayağı sol ayağını emiyetsizce takip ediyordu; adımları birbiri ardı sıra ormana doğru sürükleniyordu. Üşüyordu ama bu bilindik bir üşüme değildi, soğuk beyin donduran cinstendi, aynı zamanda ruhunu uyuşturmuş kadar keskin. Hava alışılmışın dışında dumanlı ve buğulu bir camdan bakıyor gibiydi.
Şafak vakti ormanın içinde ilerledikçe yeşillik onu çepeçevre sarıyordu sanki. Arya biri tarafından oraya zorla çekiliğinin farkındaydı fakat ardına dönüp bakamıyordu. Bir tek ileriye doğru bakabiliyordu, bakışı silikleşiyordu, başı dönüyor, keskin bir sızı göğsü kafesinden girip sırtına doğru dalga dalga yayılıyordu.
Biraz ilerledikçe burnuna dolan duman kokusuyla etrafını süzdü. Ağaç tepelerinde süzülen dumanın geldiği yöne doğru koşuyor ve karşısında gördüğü; ağaca sımsıkı bağlı o genç adam...
Üstü hala çıplak, bacağındaki yara olduğu gibi ortada kan oluk oluk akıyor...Bedeni ağaç gövdesinde bağlayan kalın ipleri çözebilmek için debelendikçe, kan daha bir artarak akıyordu... Öyle ki olduğu yere küçük bir kan birikintisi oluşturmaya başlıyordu.
Genç adamın biraz ilerisinde tanıdık bir sima elinde sırık gibi bir meşale; çalılıkları ağaçları aleve veriyor... Arya, kendi kaybetmişcesine var gücüyle haykırıyor:
"Dede, dede bırak ne yapıyorsun?" diye çığlık çığlığa dedesine sesleniyor ve eline geçirebildiği uzunca bir çırpıyla ateşi söndürmeye çalışıyordu ama bu müdalesi ateşi daha bir harlıyordu.
Dedesi değil onu duymak, ondan tarafa bakmıyor bile. Alevler herbir tarafı sarıp sarmalıyor kızıl hırçın bir fırtınaya döşüyor ve rüzgarla birlikte hızını artırıp ağaça bağlı genç adama doğru yükseliyordu.
Genç kız atılıp onu kurtarmaya yelteniyor ama sanki o koştukça yaralı adam biraz daha uzaklışıyordu. Genç adamın sesi başka imdat seslerine, haykırışlara karışıyor tüm orman kulağı patlatan çığlık çığlığa tüyler ürpertici bir iniltiyle inliyordu.
Arya, bu durumdan korkarak geriye doğru dönüp bakarken kolundan biri kavrıyor, ona hiçte yabancı olmayan gece kadar siyah gözler, birden masmavi gözlere dönüşüyor, bu takip edemediği kadar hızlı bir değişim... Suratına dağılan zafer gülüşle yine o kadın kolundan kavradığı gibi onu yere fırlatıyor.
Genç kız, tanıdık bir acıyla kıvranıyor... Ormanın toprak zemini betonlaşıp taşlaşmış olsa gerek, genç kızın sırtı sert bir yere birkaç kez çarpıyor sonra her şey birbirine karışıyor...
Arya, boğulmak üzere olduğu derin bir sudan çıkmışcasına nefes nefese kendine geliyor; gözleri dehşetle büyümüş bir şekilde hızla etrafını süzüyor, bir an hala yukarı kattaki yatağında yatığını zannediyor.
Her şeyin bir rüyadan ibaret olduğunu düşünmekle kalmayıp bundan adı kadar emin oluyordu. Rüya içinde rüya görüyor gibiydi, hangisinin gerçek olduğunu anlamak güç geliyordu.
Etraf hala karanlıktı, ona uzak pencereden görebildiği kadarıyla gökyüzü buğuluydu.
Daha iyi görebilmek için kıpırdanmaya çalıştı. Tüm bedeni soğuktan yada ağrıdan titriyordu. Histeri bir ürperti sırtından yukarıya doğru tırmanırken kuruyan boğazında hala yoğun metalik ve tuzlumsu tadı hissedebiliyordu.
Yutkunurken kuru iki dudağın arasında bir inilti koptu. Elleriyle yerden destek alarak güçlükle doğrulmaya çalıştı; karnından yukarıya boğazına doğru tırmanan ağrı, hareketlenmesiyle daha bir şiddetlenerek tüm bedenine yayılıyordu. Anlık gelen bir öksürükle yüzünü buruşturdu.
Ayıldığında ilk birkaç dakikada sessiz köşkün duvalarından sızarmışcasına gelen esintiyi dinledi. Rüzgar şiddetini azaltmıştı, kaç saatir yerde yatıyorum? diye geçirdi içinden.
Gece yarısı duyduğu sesle salona inmiş ve ne olduğunu anlamdan kendini yerde bulmuştu. Geçirdiği baygınlıkla gördüğü kabusa dahi musallat olan, parlak mavi gözler tekrar gözlerinin önüne geldi. Onları hala görüyor gibiydi.
O nasıl bir kuvvetti ki onu bir kağıt parçası gibi yere sermişti?
Korku, hayret ve koca bir boşluğun varlığını tüm benliğinde hisseti.
Aklına olası, çılgın bir düşünce varlık buluyordu, ya hala evin içindelerse?
Ağır ağır duvarın dibinden kalkıp ayaklandı. Kadına fırlattığı kristal şamdanın parçaları yerlerde dağılmış ve artık sönmeye yüz tutmuş yerdeki fenerden yansıyan ışıkla parıldadıklarını görebiliyordu. Birkaç saniyede olup bitenleri tekrar anımsadı.
Arya fenerin elinden düşerken nasıl parçalarına ayrılmadığına ve bozulmadığına hayret ederek uzanıp yerden aldı. Her hareketi ızdırap verici bir ağrıyı beraberinde getiriyordu.
Endişeyle feneri zifiri salonda dolaştırdı ama sonra bu yaptığından pişman olup fenerin ışığını kapatacak şekilde yere tekrar bıraktı. Görünürde kimse yoktu ama bu olmayacakları anlamına gelmiyordu. Belki de istedikleri şeyin kendisi olmaması bir nebze içini rahatlasa da, korkuyordu.
O mavi gözlerin sahibinin ne yapacağı belli olmazdı. Korkunçtu, acımasız ve merhametsizdi.
Bunu düşünmenin sırası mıydı, bilmiyordu ama dedesinin not defterinde bunun hakkında bir şeyin olup olmadığını merak ediyordu.
Ses çıkarmamaya çalışarak ve olabildiğince sessiz hareket ederek iki büklüm çıkışa doğru yürüdü. Bu sefer aşağa inmeye cesareti yoktu. Kesinlikle bunu bu sefer yapamayacaktı. Burada bir saniye dahi bekleyemezdi de. Belki de şimdi bodrum katında bir sürü kurt adam ve kadın vardı.
Bunu düşünmek istemyordu, ama köşke geldiğinden beri defalarca ölümün eşiğiden dönmüştü. Erdem'e veya herhangi birine güvenemezdi artık. Elektriği olmayan bu evde, daha ne kadar tahammül edebileceğine kestiremiyordu.
Bir şekilde amcasının arayıp durumu söylemesi gerektiğine inanıyordu. Yüreği gümbür gümbür atıyor, bacakları korkudan titriyordu. Dış kapıya yaklaşırken yavaşça kapıyı açıp kafasını aralıktan çıkarıp dışarıyı dinledi.
Hafif bir rüzgar esiyordu. Ay önüne perde çekilmişcesine buğulu gökyüzünü saatler önce odasının camından baktığı gibiydi.
Kapıyı ardından örtüp birkaç adımlık merdivenden hızla indi. Canı yanıyordu, omurgası iğne batarcasına sızlıyordu.
Çıplak ayakları soğuk toprağa temas edince, baygınken gördüğü kabusu anımsayıp yüzünü ekşitti.
Yalın ayakları soğuk zemine her temas edişinde irkiliyordu. Hareketsiz kalıp bahçe duvarının ötesindeki sakin sokağa baktı:
Ve o an çalılıkların ardındaki parlak gözlerin görüntüsünden önce korkunç hırıltılı sesini duydu.
09.10.2023
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top