~13.Bölüm~

-<><><>-

...Ona uzaktan dikkatli bakan biri, gideceği yolun sonu bir uçuruma çıkacakmışcasına ağır ve isteksiz adımlarla ilerlediğini düşünebilirdi, genç adamın başı önüne eğikti. Dalgınca asfaltı adımlayan ayaklarına bakıyor ve beynini kuşatan düşüncelerle boğuşuyordu.

İnsanın kendiyle verdiği savaşata, o bir kereye mahsus galip çıkmayı temenni ediyordu. 'Ona söz verdim. Belki de asla tutmayacağıma emin olduğum bir söz...' diye geçirdi içinden Emir.

Eğer tutamayacağına emin değilse,söz vermemeliydi insan. Bu kendisi dahil herkese yalan söylemek demekti.

Mavi ve yeşil tonlarının birbirine karıştığı göz kamaştıran neon ışıklar, caddedeki yağmur suların kalıntılarına yansıyor, parlak ve ışıl ışıl bir yakamoz etkisi yaratıyordu.
Kaldırım boyunca uzanan dükkanların birkaçı dışında çoğunun kepekleri kapatmak üzere indiriliyordu.

Kasabanın bu kısmı daha bir şehirleşmiş olsa da genel kasvet havayı taşıdığını fark ediyordu genç adam. Buranın da -onca seslere rağmen- hüküm sürdüğü bir ıssızlığı vardı.

Sokağın kasvetli havasında, dükkanlarından yayılan garip ve boğucu müzik sesi kulağa cızırtılar halinde yayılıp insana ızdırap verici bir melodi gibi geliyorken aynı zamanda durup dinleme isteyi uyandırıyordu.

Karanlıkla bütünleşmiş ve bir vücut olmuş, Emir'in sülieti kaldırımlarda hızlı ve aceleci adımlarla yürüyordu. Gölgesi ardından koşarcasına duvardan duvara yansıyordu.

Genç adam, koyu mavi rengindeki tişörtün üstüne siyah beyaz, çizgili bir gömlek çekmişti. Yanından geçen insanlar dönüp dönüp ona her bakışlarını diktiklerinde, en azından dikkat çekmemek için, kalın bir şeyler giymesi gerektiğini kendine hatırlatıyordu.

Gecenin ilerleyen saatinde ve soğuyan havada olması gereken de buymuş gibi düşünüyordu. Çevredeki herkes ısınmak veya ara ara çiseleyen yağmurdan korunmak için -genç adamın aksine- daha kalın şeyler tercih etmişlerdi.

Böyle bilinçsiz davranarak fazla göze battığını düşünmeden edemiyordu.
Üstelik kasabalı bu denli diken üstündeyken, iki gün önce bile gazete sayfalarını ormanda bulunan ceset haberleri süslüyorken...

Bu şekilde insan içine çıkmasını büyük bir hata olarak görüyordu. İnsanlar onun gibi birini canavar bir katil gözüyle bakarlardı. Kendi koyduğı kuralları ihlal etmek huyu onu son zamanlarda kızdırıyordu.

Genç adam, ilk kez soğuyu anlamadığı için kendini garip hissediyordu. Daima parmak uçlarına kadar garip bir sıcaklık dalgası bedenini sarıp sarmalardı. Bu öyle bir sıcaktı ki; ona dokunan biri, ateşi olduğunu veya hasta olduğumu zannedebilirdi.

Vücut ısısı hızla kaybolan bir insana bunu hiçbir zaman anlatabileceğini sanmıyordu. Sokağın sonuna vardığında düşüncelerini savuşturup durdu ve karşıdaki butik oteli inceledi. En üst katlardaki pencerelere bakarken bu kadar yüksek olduğunu fark etmediğine şaşırıyordu.

Daha önceki gelişlerinde hatırladığından tamamen farklı bir görüntüye sahipti otel; genç adam bir an yanlış geldiğini düşünüp yol boyunca dizilen dükkanlara doğru baktı. Otelin neredeyse ön kısmını tamamen kaplayan kırmızı, kenarları aşağa doğru eğik bir tente vardı.

Bu tentenin garip görünüşü genç adama birçok şey çağrıştırıyordu; eski evlerinin küçük sundurması, mutluluk, aile... Ama ne yazık ki bunlar şimdi sadece silik birer hayalden ibareti.

Giriş kapısının her iki tarafından fare ve tavşan benzeri kocaman maskotlar ve ışıltılı isim levhası da oldukça dikkat çekici, farklı bir hava vermişti otele. Genç adam yolun karşısına geçmeden önce göz ucuyla yolu öylesine süzüp hızla karşı kaldırıma geçti.

Yanınandan geçen bir grup insan, sarsak adımlarla otelin yan tarafından gözden kaybolurken genç adam, camlı büyük kapıyı itekleyip otelin içerisine geçmek üzereydi.

Küçük, dar lobinin sokağa bakan en dip köşesine ve camekanlı tarafın, bir kısmını kaplayan, eski bir meşe ağacından olma bir masa resepsiyona ayrılmıştı. Büyük ihtimalle otel sahibi; böyle bir hava vermesi için, masanın ön kısmına iri harflerle RESEPSİYON yazısı asmakla yetişmişti.

Kapının biraz ötesinde ve tüm lobiyi kaplayan garip bir bitki saksısı vardı. Saksıdan taşan yapraklara değmeden ilerlemek neredeyse imkansız gibi görünüyordu.

Genç adam, daha önce hiçbir bitkinin bu denli rahatsız ediçi olduğunu fark etmemişti. Bitkiye değmeden geçmek için ekstradan çaba gösterdi.

Otel sahibi orta yaşlı adam, ellerini karnının üstünde birleştirmiş uyukluyordu. Lobi, loş ve sarımsı bir ışıkla aydınlatılmaya çalışmış ancak başarılı olduğu pek söylenemezdi. Işık insanı boğarcasınaydı ve oteli derhal terketmek isteyi hissetiriyordu.

Adamın kalın boynu sağ tarafına doğru yatmış, gölgeli yuvarlak yüzüne dışarıdaki ışık karmaşası yansıyordu.

Genç adam bir süre ne yapacağını bilemeyerek, adamın yavaşca inip kalkan göğsüne, uykuda bile çatık kaşlı suratına baktı.

Muhtemelen otelin işleri kesat diye düşündü. Daha önce lobisinde adım atacak yer olmadığını gördüğü zamanlar da olmuştu.

Şimdi sakince uyuyan adamın öfkeli hallerini anımsıyordu; sonrasında yüzünün sağ tarafına indirdiği yumruğunu hatırlıyordu. Yüzüne dikkatle bakarken morluk izinin hala yanağında olup olmadığını merak ediyordu. Adamın o yumruğu hakettiğini bildiği için, etkisiyle ciddi bir sarsılma yaşaması ona nasıl da keyif verdiğini hatırlatıyordu.

Merdivenlerden gelen tıkırtı dikkatini dağıtmadan önce genç adam, adamın yüzünü doğrultup gözünün altına bakmayı ve hatta adamı pekte hoş olmayan bir şekilde uyandırmayı düşünüyordu.

Başını merdivenlere doğru çevirip kararlılıkla o yöne doğru baktı. Gözleri ona has bir şekilde kısılmıştı.

Genç adam merdivenin başında öylece duran ve birer çukura benzeyen çökmüş gözlerini ona, şüpheyle dikken yaşlı kadınla göz göze geldi.

Boşuna demiyorlardı; 'insanlar sizden süphelenince sizde onlardan süphe duymaya başlarsın.'

Yaşlı kadının gözlerinde endişeli bir merak vardı. Gözleri etrafı hızla tararken köşede uyuyan oğluna değdi ve sağ kaşı yavaşça havalandı.

Karşısındaki genç, yüzüne direkt bakmamak için çabalalıyor gibi gözükse de, meraklı gözlerinin üstünde hissedebiliyordu.

"Birine mi baktın genç adam?" diye sordu bakışları oğlundan ona hızla kaymıştı.

Genç adamın ifadesiz suratı bir şeyler düşünürcesine seğirdi ve elini ensesine götürüp yutkundu.

Yaşlı kadın Emir'i incelerken yağmurdan dolayı nemli olan saçları savruk halini, beyaz teninde soğuktan dolayı olduğunu düşündüğü ve kızamığa benzer kızarıkları görebiliyordu.

Yaşlı kadın, büyük bir tereddütle olduğu yerde kalmayı sürsürken sorunun cevabını bekliyordu.

Daha önce başıboş ve serseri tiplerin otele çokca girdiği olmuştu. Bundan dolayı, sakinliğini korumaya çalışarak, tedbiri elden bırakamması ve olabildiğince dirayetli görünmesi gerektiğini biliyordu.

Genç adam, bir zeytin kadar siyah gözlerini kadına çevirirken bir an yaşlı kadının sarsıldığını sezdi. Kadın ondan korkuyordu.
Fakat hiçbir şey yapmayacaktı, derdi yaşlı otel sahipleri değildi.

Eğer istediklerini alabilecekse hiçbir zamanda olmayacaktı.

"124 numarada oturan müşteriniz..
İsmi Rana ona bakmıştım. " deyip bekledi ve yaşlı kadının hatırlaması için süre tanıdı.

Yaşlı kadının gölgeli yüzü aydınlanırken başını olumlu anlamda salladı.

"Rana..." diye ağzında geveleyerek bakışlarını sandalyesine yayılmış ve umursamazca koca bir bebek gibi, uyukluyan oğluna tekrar çevirdi.

Onu bir kere olsun şaşırtmasın dilerdi. En azından otelin başı boş kalmaması için uyanık kalmayı demesini isterdi.

Olası bir tehlike halinde, elinden gelen tek şey avazı çıktığı kadar bağırmaktı, en kötü ihtimalle yukarıda çekmecenin gözünde, yıllardır böyle bir günü bekleyen eski tip tabancayı almak için, merdivenleri geri koşmaya çalışmaktı. Her iki ihtimal de belirsizdi. Muhtemelen sonuçsuz kalırdı da.

Fakat, bunların hiçbiri yapmayacağını pekala biliyordu. Sessizce son basamakları inip yabancı gencin karşısına geçti.

Genç adam, bakışları bir an olsun yaşlı kadının üstünde çekmiyordu. Bu işin düşündüğünden uzun sürmesi canını sıkıyordu. Plan basitti; hemşireyi bul ve istediğini al.

Otele sürekli birilerini sormak için gelirlerdi, bu artık aşina oldukları bir durumdu. Hemşireyi öldürmek için sormayacak kadar sakin birine benziyordu. Ki öldürse bile bu onu endişelendiren bir durum olmaktan uzaktı.

Emir, yaşlı kadının beynini istila edip düşünceleri bilmek için dehşet bir istek hissediyordu ancak kendini kaybetmemek adına bu fikirden sıyrılıp onaylarcasına başını sallarken " Evet. Rana..." diye tekrarladı.

Yaşlı kadının, ifadesiz yüzü tekrar bir aydınlama yaşadı ve anında değişti. Tek kaşı havalandı, kırışık yanakları bir torba gibi büzüştü. Kabul etmek gerekirse; bu hali oldukça korkutucu gözüküyordu. Tombul ellerini kadife, şarap kırmızısı elbisesinin üstüne giydiği; beyaz, sade kumaş önlüğün ön cebine yerleştirdi. Başını geriye doğru atarken detarjanın o nahoş kokusu genç adamın burnuna dolmakta geçikmedi.

Yaşlı kadın öne doğru bir adım daha gelirken gözlerini karşısındakinin üstünden çekmemişti, iç çekişlerin arasında boğazında hırıltıya benzer bir ses yükseldi. Yüzünü buruşturup aksi bir sesle,
"Rana yaklaşık bir aydır buraya hiç gelmedi. Bana sorarsan -ki soruyorsun- bir daha gelebileceğini de hiç sanmıyorum, genç adam" diye homurdandı.

Sesindeki kızgınlık hissediliyordu.

Emir yaşlı kadının ifadesini incelerken dönüşümün gerçekleştiğini hesap ediyordu. Geç kalmış olamazdı, olmaması gerekiyordu.

"Peki anladım. Nerede olabileceği hakkında bir fikriniz var mı?" diye sordu sesi fısıltıdan farksız çıkmıştı, sakin kalma çabası; kesinlikle kontrollünü kaybetmek istememesindendi.

Ve ayrıca sandalyesinde uyumaya devam eden adamı uyandırmak istemiyordu.

Ona süpheli gözlerle bakan iki kişiye karşı kayıtsız kalamazdı. Şimdiye kadar sakince kalmasına ve yaşlı kadına sabırlıca katlanabildiğine bile hayret ediyordı doğrusu.

Yaşlı kadının buruşuk dudakları aralanırken, "Canı cehenneme," diye hiddetle çıkıştı. Öfkeden deliye dönmek üzere olduğunu yüzünden anlamak güç değildi. "Hangi cehennemde olduğunu tabii ki de bilmiyorum. Sen de daha fazla soru sormadan buradan gidersen iyi edersin" deyip genç adamın yüzüne öfkeyle baktı.

Genç adam, iradesine hakim olmakta güçlük çektiğini fark ederken hızla yutkundu. Şimdi zamanı değildi! Belirginleşen pençesini saklamak amacıyla ellerini yumruk yapıp arkasına attı ve kömür karası gözlerini yumdu.

Gözlerinin önünde beliren olası sahneleri, hayal etmek bile nabzının deli gibi atmasına neden oluyordu; Yaşlı kadının buruşmuş boğazına tırnaklarını geçirdiğini ve sıcak kanın damarlarından oluk oluk zemine doğru akarken debelenip kurtulmaya çalıştığını hayal etti.

Düşüncelerinden kurtulmak için hızla başını sallarken yaşlı kadın artık ona bakmıyordu bile...

Orada bir saniye daha durmayıp dışarı çıkması gerektiğini biliyordu. Aksi taktirde olacakları düşünmek dahi istemiyordu Emir. Kendini durduramazdı.

İnsanlar zayıf yaratılmış varlıklardı. Vahşi bir hayvana dönüşürken kendini ve kendisiyle alakalı her şeyi unutuyor olsa bile Emir'in de
hala aşamadığı insani zayıflıkları vardı; bir canlıyı gözünü kırpmadan öldürmek onun için bir güç göstergesi değildi, hiçbir zaman da olmayacaktı. Ancak korkak biri, savunmasız birini öldürmek güdüsüyle dolup taşardı. Emir şimdilik kendini bu durumdan muhaf tutuyordu.

Öte yandan buralarda dönüştüğünü gören biri olursa, onun için hiç iyi olmayacağını biliyordu. Muhtemelen bunu düşünen Rana da aynı sebepten kaçmıştı. Öyle yapmasını umuyordu.

Dışarıya çıkmak üzere oradan ayrılırken sandalyede uyuklayan otel sahibi kıpırdayıp şaşkın bakışlarını ikisinin arasından gezdirdi.

Arkasından yaşlı kadının oğluna bağırak söylendiklerini duyabiliyordu. Muhtemelen tüm öfkesini ondan çıkaracaktı.

-<><><>-

"Hey, kimleri görüyorum burada böyle?"

Otelin birkaç adım ötesinde bir barın önünden geçmekteydi genç adam, arka taraftan çıkmaz bir sokak uzantısı vardı ve bu sokağın bir bölümünü aydınlatan sensorlu bir lamba vardı. Bu küçümseyici görünmeye çalışan ses tonunu tanıyordu.

Soruyu soran yüz ifadesini görür gibiydi; dudakları çizgi haline almadan hemen önce sırıtıyordu, gözün altındaki ben bu sırıtışla birlikte hafiften yukarıya doğru gerildiğini ve göz bebeklerinin ışıldadığını tahmin edebiliyordu.

Önce sesin yukardan, çatıdan geldiğini sanıp refleksle başını o yöne doğru çevirdi. Fakat çatılarda karanlıktan bir şey görmek zordu.

Ses tekrar, "Buradayım." diye mırıldanırken Emir'in bakışları ilerdeki çıkmaz sokağa kaydı.

Nötr bir sesle,"Ne zaman oldu bu?" diye mırıldandı.

Sesi hiç olmadığı kadar bitkindi.

Yan yana dizilmiş çöp konteynerlerin sağında bir gölge kıpırdandı. İleriye sokak lambasının aydınlattığı yere doğru atılıp kendini sahnede seyirciye taktim edercesine selam verdi.

Böylelikle yüzündeki buruk tebessümün ardına saklamaya çalıştığı kederi, olduğu gibi gün yüzüne çıkmıştı ama buna inat değişmiş, bambaşka birine dönüştüğü net bir şekilde görülüyordu.

Üstünde; diz kapakları kirli,
-tahminen yere düşmüştü- soluk yeşil renginde bir hastane üniforması ve uzun krem renginde bir palto vardı. Küçük gözleri ve burnu kızarmıştı. Yanağından aşağıya doğru yol çizen siyahlıklara bakılırsa dün geceyi -belki de her geceyi- ağlayarak geçirdiğini tahmin etmek zor değildi.

"Ne oldu?" diye sordu Emir, genç kıza uzak olan köşede durmayı sürdürerek. Kendini ona sarılıp teselli edecek kadar yakın hissetmiyordu. Genç adam, uzun bir süredir hiçbir insana böyle hissetmiyordu. Her şeye karşı aşılmaz bir önyargı besliyordu. Olabildiğince uzak, mesafeli ve ilgisiz...

Belki de sevdiklerinin elinde alınma hissini henüz küçük bir yaşta tatmış olmasındandı.

"Buraya bunu sormak için gelmedin, herhalde?"

"Hayır ama sana yardım edebileceğim..."

"Sen onu bir kere yaptın ve bende kahraman olduğuna inandım." diye kestirip attı genç kız.

Birinin ona sürekli yardıma muhtaç gözüyle bakmasından nefret ederdi. Ama artık bu durum değişmişti, öyle görünmese de.

Derince bir iç çekti.

"Bana öyle bakmayı kes Emir, ben iyiyim ve artık başımın çaresine bakabilirim."

Genç adam başını salladı. Hiçte söyleği gibi olmadığını çok iyi biliyordu. Cadddeyle sokağı ayıran rampayı çevik bir hareketle atladı.

Genç kızın yanına kadar yürüyüp birkaç adım ötesinde durdu.

"Ağlayan bir kadın, bir şeyleri saklamaya çalışarak, suratına hüzünlü bir gülümseme takınıyorsa ve iyi olduğunu söylüyorsa, muhtemelen tam tersidir.
İyi olmadığını görüyorum." diye fısıldıyor yumuşak bir sesle genç adam.

"Nereden biliyorsun, kurt adam içgüdülerinden mi?"

Genç kızın yüzü bir anda neşeleniyor, alaya alan bir ifade yerleşiyor, hüznünü dağıtarak.

"Hayır, Duru genelde böyle davranır." derken suratındaki ciddi ifadeyi kısa bir an askıya alıyor, tebessüm ediyor o da kıza bakarak.

"İyiliğin bedelini ödeme zamanı geldi Rana... Ne zaman dönüşüm gerçekleşti?" dediğinde yüzündeki ciddiyet tekrar hüküm sürdürüyor.

Genç kız ,ilerde neon ışıklatıyla parıldayan caddeyi uzun uzun seyrettikten sonra. Kehribar rengindeki hareleri Emir'in kömür karası gözlerine kararlılıkla bakmaya çalışıyor; bakışları dalgın, göz kapakları yorgunluktan zor açılabiliyor.

"Artık bir işim yok, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bilmek berbat bir şey, bunu isterken böyle olacağını bilmiyordum. Artık kalacak bir yerimin olmadığını da öğrendiğini düşünüyorum."

Genç adam onaylarcasına hafifece başını salıyor.

"Kadının sana söylemek istediklerini bilmek istemezsin." deyip dakkilar önceki; kırışmış suratın, öfkeli, çıldırmış görüntüsünü gözlerinin önüne geliyordu.

"Tahmin edebiliyorum. O bunak ölmeyi hak ediyor." diye karşılık verdi genç kadın gülümsemeye çalışarak.

"Nedense bu gece, benim için kabus dolu bir gece olsun, diye lanetler okuduğuna eminim... Ama yakında hepsinin öcü alınacak" derken gülümsemesi soluklaştı ve titrek bir iç çekti.

"Galiba şimdilik, benim için yapılabilecek bir şey yok! Ama senin için ne yapabilirim?" diye mırıldanırken sarımsı gözleri daha parlak bir renk aldı.

21.01.2023/ 20.09.2023

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top