~11.Bölüm~

-<><><>-

İnsanlar diğer bütün canların en güçlüsü, en akıllısı olarak yaratılmıştır. Bir insanı diğer bütün canlılardan ayıran sayısız belirgin özelliği vardır; duygular gibi, hayal gücü ve mükemmel mantığı gibi. Bu bir istisnadır ama herhangi bir canlının bir insanın özelliğini taşıması olağanüstü bir benzerlik kabul edilir, bir insanın bir canlının belirgin özelliğini  alması da aynı şekilde enterasandı.

Cihan bir an yürümeyi kesip bu düşüncelerin gerçeğiyle sarsıldı. Eğer sandığı gibi arkadaşı ısırılmışsa ve bunu durdurmakta geç kaldılarsa kendini asla affetmiyeceğini biliyordu... Bir kurt gibi hissetmenin nasıl bir şey olduğunu hep merak etmiştir ama bu, bunu olağan karşılayacağı anlamına gelmiyordu.
Yanında her an vahşi bir hayvana dönüşecek olması ve dönüşümün tam olarak nasıl olacağını bilmiyor olması korkutucu geliyordu. Böyle bir şeye hazır değildi.


Cihan bu sabah aldığı anlık kararla genç kadından yardım dilemeye gitmişti; Beliz'e sarf ettiği onca ikna çabasının boşuna olduğunu bildiği halde ve arkadaşlarını kurtarmak için uzlaşmayacağına neredeyse eminken  umutlanarak yanına gittiği için kendine kızmıyordu. Eğer arkadaşına yardım etmekte geç kalırsa o zaman kendine kızabilirdi. Oldu olası Beliz' den haz etmezdi

Yine de şansını denemek istemiş ve üstüne üstlük ayağına kadar da gidip saatlerce dil dökmüştü, hatta fazlasıyla şansını zorladığı yadsınamaz bir gerçekti. Beliz öyle hemen yola gelebilecek bir insan değildi. Onu ikna etmek atomu parçalamakla eşdeğerdir.

Genç kadının yanından ayrılırken aklında herhangi bir fikir olmamakla birlikte, kendini sürekli bunu düşünmeye zorluyordu ve bir şey yapması gerektiğine inanıyordu.

Kasabanın batısında kalan ve şehiri ayaklar altına seren tepeye doğru hızla yol alırken kafasında dönüp duran düşünceleri mantık süzgecinden tekrar tekrar geçiriyordu.

Tepenin en uç kısmına konumlandırılmış eve yaklaştıkça ormanlık alanı çoktan gerisinde bırakmıştı. Taze ilkbahar havasını içine çeke çeke ilerlemesini sürdürdü. Kasabada istenilen her yere arabayla gidemiyor olmak her geçen gün biraz daha sinir bozucu olmaya başlıyordu. Ayaklarına ağırlık yapan çamur kalıntılarına söve söve tepeyi zorlanarak çıktı.

Evi çepeçevre saran ormanlık alan kasabadan bağımsızlaştıran bir hava sergiliyordu insana.  Bu nedenle  bacasında sızan cılız duman olmasa; ormanın ortasında bir ev olduğuna kimse inanmayacağı kesindi.

Genç adam, yokuş yukarı yolu bitirdiğinde evin arkasından dolanıp tam önünde soluklanmak için durdu. Babaannenin evine gelene kadar;  kafasını türlü fikirle yormuştu. Yankı'nın kaybolduğuna ve başının belada olduğuna artık tam anlamıyla emindi. Bunu ona düşünüren sebebi kestiremiyordu ama emindi.

Belki de babaannesi, bazı konularda ona yardım edebileceğini düşünüyordu,  hatta torunun yerini eliyle koymuş gibi, bulabileceğine dair kendini avutuyordu.
Sonuçta o bir şifacıydı. Genç adam şifacılar hakkında çok şey duymuştu. En çokta büyü yapabildiklerini...
Aslında ne kadar kabullenmek istemezse de ona yardım edebilecek tek kişiydi yaşlı kadın. Neticede torunun hayatı söz konusuydu, diye düşünürken kendini buna inanmaya zorluyordu.

Durup düşününce Yankı, ne zaman ortalıktan yok olsa, gittiği bir yeri anımsıyordu ancak bu düşünceyi zihninde geriye doğru savuşturmak zorunda hissediyordu kendini.

Oraya gitmek, kendi kazdığı mezara girmekle eşdeğerdi.

Son çare olarak düşünebilirdi ama şimdi tüm çareleri denemiş bile sayılmazdı. Daha önceleri Yankı'nın yaptığı uyarıları anımsıyordu ve tabii ki ona hiç insancıl davranmadıklarını. Bu neden bile ormandaki yalnız kurttan uzak durmaya yeterdi.

Yokuşu fark etmeden hızlı çıktığı için nefes nefese kalmıştı, hızla soluklanıp medivenleri son bir güçle tırmandı.

Babaannenin uyumuş olma düşüncesiyle kapıyı yavaşca açıp içeriye girirken yanıldığını ve yaşlı kadının pencere dibindeki sedirde oturtur vaziyette buldu.

Kırışmış ellerinin arasında yün yumağı, birkaç aydır olduğu gibi, yine duvarın köşesindeki yerine geçmiş; hüzünlü, dalgın çehresini dışarıya doğru dönmüştü. Kucağında tuttuğu ip yumağını yavaşça bıraktı ve içeriye birinin girdiğini sezip etrafı dinledi.

Şöminede çatırdayarak yanan yaş odunların kokusu tüm evi kaplamıştı. Havada süzülen is sağa sola doğru dalgalar halinde yayılıyordu.

Yaşlı kadın, yüzünü şömineye doğru çevirdi.

"Yankı!" diye seslendi hırıltılı bir sesle. Aynı zamanda çehresine umut dolu bir ifade yayılmıştı.

Kapı her açılındığında aynı tepkiyi verdiğine yemin edebilirdi genç adam. Ağır hareketlerle ileriye doğru geldi ve;

"Benim..." diye mırıldandı. " Cihan..." Yankı'nın babaannesini sevdiği söylenemezdi ama bu haline açıyordu. Yaşlı kadının bu hayatta torunundan başka kimsesi yoktu.

Ama bu onu sevip bağrına basacağı veya teselli edeceği  anlamına gelmediğini Cihan'ı tanıyan herkes bilirdi.

"Hiç böyle yapmazdı. Beni merakta bırakmazdı." dedi yaşlı kadın. Sürekli aynı cümleleri söyleyip duruyordu. Cihan artık kelimelerin çözülmesi gereken bir şifre olduğunu düşünmekten kendini alamıyordu.

"Keşke o gün şehire gitmek yerine, burada kalsaydım. Belki..." deyip iç geçirdi. Eğer arkadaşını yalnız bırakmasaydı. Ormana gitmeyeceğini düşünüyordu.

Suçluluk duygusu yaşıyordu.

"Onu bulmak için ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Ormana bakmalımıyım emin değilim.Yankı'nın kurallarını hepimiz biliyoruz." deyip kadının görmeyeceğini bildiği halde dolan gözlerini hızla avuç içleriyle kapattıyordu.

"Söylediklerimi yaparsan, Yankı'yı bulmamız kolaylaşır." dedi yaşlı kadın kendinden emin bir ses tonuyla.

"Nasıl?" diye sordu Cihan, kadının yüzüne bakmakta tereddüt ediyordu. Çünkü yüzü hiç hoşlanmayacağı bir ifadeye bürünüyordu.

"Kaç gündür ay var?" diye sordu yaşlı kadın, Cihan'nın sorusuna karşılık vermeyip.

Genç adam köşedeki sandalyeyi çekip otururken iyice merak ediyordu yapacaklarını.
"Emin değilim, 10 gün vardır galiba." diye mırıldandı. Kasabada hava genelde kapalı olduğundan bunu kestiremiyordu.

Onu merakla incelerken salonun ortasına bir kazan koyup garip formüller yapması ona hiç şaşırtıcı gelmezdi.

Yaşlı kadın, morarmış ve hasta bir insanın dudaklarını andıran; dudaklarını kıpırdatarak anlamsız birkaç kelime homurdanmaya başlayınca ateş, şömineden içeriye doğru külleriyle beraber püskürmeye başladı.

Genç adamın gözleri kocaman açılırkan irkilip ayaklandı ve oturmakta olduğu sandalyenin geriye doğru düşmesine sebep oldu. Yaşlı kadından neden korkması gerektiğini tekrar hatırlarken evin yanmamasını dua ediyordu.

Şu durumda kazanı tercih ederdi.

"Avuçunu ver bana!.."

Yaşlı kadının sesi bir kuyudan geliyormuş gibi boğuk geliyordu kulaklarına. Genç adam, hızla yutkundu.

'Kafamı o hayvanlar gibi,  duvara asacağı zamana geldik galiba...' diye geçirdi içinden.

Gözlerinin önünde o sahne canlanırken en başından beri buraya hiç gelmemesi gerektiğini kendine hatırlatıyordu.
Yankı yanında değilken babaanne hep tehlikeli olmuştur.

Korkudan terleyen avuç içlerine bakarken yaşlı kadın cümlesini tekrarladı. Biraz yüksek bir sesle.

"Avuçunu  ver!" diye haykırdı.

Cihan, ağır ağır yaşlı kadının yanına yaklaştı. Önünde diz çökerken titrediğini fark ediyordu.

Yaşlı kadın, sağ eline uzanıp  kendine doğru çekerken titreyenin kendisi değil de,  tüm ev olduğunu fark etmekte geçikmedi. Ev deprem oluyormuş gibi titriyordu. Camların uğultusu, raflardaki her tür bitkinin içinde bulunduğu, şişelerin zangır zangır şangırdadıklarını duyabiliyordu.

Yaşlı kadın, garip şeyler mırıldanmaya devam ederek baş parmağıyla Cihan'nın avuçuna bir şeyler çizip bileğine doğru uzatıp  bitiriyordu.
"Gözlerini yum!" dediğinde Cihan, dediğini ikiletmeden derhal gözlerini sımsıkı kapattı.

Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki, duracağından emindi.

Yaşlı kadın, bir kor kadar sıcak elleri, bileğini sımsıkı sararken kalbi atmayı çoktan bırakmıştı da. Cihan'nın attığı çığlık, yaşlı kadının bağırarak söylediği anlamsız kelimelerine karışırken; sallantı durdu, uğultu kesildi ve şöminenin ateşi eski halini geri aldı.

Her şey birkaç dakikada olup bitmişti ve saatler önceki haline geri dönerken Cihan, gözlerini hala açamamıştı. Gözlerini açmadan önce, ellerini boynuna götürüp derin bir iç çekti.

"Neyse ki, başım hala olması gerektiği yerde." diye fısıldadı kendi kendine. Gözlerini korkuyla aralarken yaşlı kadının, ayaklandığını ve hiçbir şey olmamış gibi şömineye odun attığını gördü.

Ucuz yırtığını varsayıyordu. Derin derin nefes alıp veriyordu.

"Bu neydi şimdi?" diye sordu. Diz çöktüğü yerden kalkarken.

"Yankı'nın başı belada onu bulmalısın."

"Tahmin edebiliyordum ama nasıl?" diye sorurken hala avuç içlerine bakıyordu. Az önce ne yaptığını anlamaya çalışıyordu.

"Artık harita sende, istediğin zaman istediğin yere ulaşabilirsin ama nereye gitmem gerektiğini bilmelisin...Şişelerin içinden biraz üvez ağacı küllü ve kurt boğan otu al, nasıl kullanıldığını biliyorsun." dedi eski yerine geçip oturdu. "Dolunaya 5 gün var, elini çabuk tut..."

Cihan ne dediğini anlamıyordu. Şaşkın ifadesini bozmadan bir süre yaşlı kadını süzdü.
"Neden bu kadar tedirgin oldun? Ne gördün?" diye sordu aklından geçenlerin doğru olmamasını umut ediyordu. "Bahsettiğin harita neyin nesi?"

"İçinin sesini dinle yakında haritayı göreceksin...Acı çekiyor, dolunaydan önce onu buraya getirmeye çalışırsan; hiçbir şey için geç kalmamış oluruz." dedi yaşlı kadın aynı gizemle.

Cihan, duyduğu her şeyi kafasında toparlmaya ve anlamaya çalışıyordu. Daha fazla yaşlı kadının yanında durmayı istediğinden emin değildi. İç sesini dinle... diye tekrarladı içinden. Vakit kaybetmeden ve daha fazla üstelemeden, çabuçak hazırlanmaya koyuldu. Yaşlı kadının talimatıyla gümüş ok takımını almayı ihmal etmeyerek  hazırladığı bitkileri ve lazım olacağını düşündüğü şeyleri çantasına tıkıp hızla evi terk etti.

Üstünde yoğun bir sis tabakası kaplanmış ormana doğru tereddütle yürürken yaşlı kadının sözlerini düşünüyordu. 

-<><><>-

Orman biraz öteyi göremeyecek kadar yoğun bir sis tabakasıyla örtünmüştü.

Genç adam, kuru ağaç dalların ayaklarının altında çatırdayan sesiyle ve görüşünü zorlaştıran ağaçlardan, çalılıklardan sarkan dalları  kıra kıra ormanın içinde ilerlemeye çalışıyordu. Sisten dolayı  kaybolmamayı umut ediyordu.

Ama dolambaçlı yollar, iç içe geçmiş ağaçlardan bu neredeyse imkansız gibi görünüyordu. Ormanda geçtiği her yer bir önceki yere tıpatıp benziyordu. Bu yüzden benliğinde sürekli kaybolmuşçasına bir his varlığını sürdürüyordu.

Ahşap, deriyle kaplı yayı beceriksizce tutarken aynı zamanda ses çıkarmadan dikkatle yürümeyi çabalıyordu ama bu neredeyse güç gibi gözüküyordu.

Yayı sağa sola doğru siper alırken, çevresinde dolaştırıp kendi ayak seslerinin haricinde, bir ses duyduğundan emindi. Ancak bu ses ormandaki seslere karışıp netlik kazanmadan dağılıyordu.

Cihan, bir kez; Yankı'nın zorlamasıyla garip uçlu bir mızrak kullanmıştı ve belki birkaç kez silaha uzaktan gözucuyla bakmıştır ama bu konuda hiçbir tecrübesi yoktu.

Buna rağmen ok takımını sımsıkı kavrıyordu. Keşke bunları alacağıma bir beyzbol sapası alsaydım, diye düşünürken geri dönmenin neredeyse imkamsız olduğunu bildiği geride kalan ve sadece kalın gövdeleri gözüken sık ağaçlara bakıyordu.

İlerideki çalılıklardan tekrar eden ses, dalgınlığını dağıtırken hızla başını o yöne çevirip tereddüt etmeden yayı, olabildiğince geriye doğru gererek hazır olda bekledi.

En kötü ihtimalle yabani bir hayvanla karşılaşıcağını düşünüyordu: boz bir ayı veya bir dağ aslanı her ikiside genç adamın gözünü ürkütmeye yetiyordu. Fakat hiçbir şey  Henüz dönüşümünü tamamlamış bir kurt adam kadar ürkütücü olmaya yetmiyordu.

Yayı tutan parmakları terliyor ve ihtimalini bile düşünmek istemediği tehlike karşısında ne yapması gerektiğini bilemiyordu.

Parmakların arasındaki oka nazaran, daha kalın bir okun, kulağının yanından vızırdayarak geçip arkasındaki ağaç gövdesine saplandığını gördüğünde; karşısında beliren kişiye gözlerini devirdi.

Bir dağ aslanı olmadığına sevinirken boş gözlerle genç kızı süzdü.

Sonrasında tiz bir kahkaha nidası yükselmesine neden olan Cihan'nın parmakları arasında fırlayan okun birkaç adımda ayakların dibine düşmesi oldu.

Bu yeni bir haber değildi, ok kullanımında Beliz kadar profesyonel olmaması Cihan'ı utandıracak, bir detay olmayacak kadar önemsizdi.

Genç adam istifini bozmadan bıkkınca soludu.

"Hiç komik değil Beliz!" diye homurdandı yüzünde mahmur bir ifadeyle.

Beliz'i karşısında görmeyi beklemiyordu genç adam, ne olmuştu da kararını değiştirmişti, merak ediyordu doğrusu. Takip edildiyse bile fark edemediği için kendine kızdı.

"Ne yaptığını sanıyorsun Cihan, Hı?" diye sordu genç kadın.

Cihan'nın kendi başına iş yapması, nedense ona çıldırmış olabileceğini  düşündürüyordu.
Karşısındaki genç adam, genelde tekinsiz ve başına bela gelecek yerlerden uzak kalmasıyla bilinirdi. Daimi korkaklar anlık gelen cesurluklarıyla hareket ederlerdi ve bu hareketin sonuçları hiç iyi olmazdı.

Cihan da bunlardan biriydi.

"Asıl sen ne yaptığını sanıyorsun, ya o ok kafamı ağaça mıhlasaydı?" diye çıkıştı genç adam.

Beliz, yanına yaklaşıp az önce fırlattığı oku ağaçtan çekip alırken

"Abartma..." diye mırıldandı.

Ormanda ne yaptığını cidden merak ediyordu. Bu sabah söylediklerini ciddiye almayarak  hata yapmış olabileceğini düşündü. Gözucuyla sırtındaki çantaya, acemice tuttuğu ok takımına ve üstüne çektiği yeşil yağmurluğu inceledi.

Fazla tedarikli gibi görümüyordu.

"Ormana temiz hava almak için çıkmadığını düşünüyorum.  Avlanmak senin tarzın değil!" diye sordu genç kız, Cihan kesinlikle bu kadar cesur biri değildi.

"İkiside benim tarzım değil, hırçın kız!" deyip durdu genç adam, öfkeliydi ve söyleyecekleri kafasında toplamaya çalışıyordu.

Gizleyecek bir şey olmadığını ve zaten bunu bildiği bilinçiyle boğazını temizledi.

"Yankı'nın başı beladaymış ve onu kurtarmak için ormanın derinliklerine girmem gerekiyor, Gelmek istersen hayır demem Beliz." diye mırıldandı.

Bunları söylerken yere bakıyordu.

Beliz,"Beladaymış, derken neyi kastettiğini anlayamadım! Emin değilmiş gibi konuşuyorsun. "dedi. Ucu çengel benzeri olan gümüş oku eline alıp inceledi. Ağaç gövdesinden çıkarırken hasar görmemesi büyük şanstı.

Bu okların sayısı bir elin parmağını geçmayecek kadar azlardı. Kurt adam avcıları için üretilmiş özel oklardı.

Kurbanın gövgesine saplandığı an çengel uç, deri altında çift taraftan açılıyordu ve saplandığı yerden çekip çıkarmak oldukça can acıtıcı bir hamle olabiliyordu.

"Benimle gelip gelmeyeceğini söylersen, anlatacağım. Ama biraz çabuk karar versen, iyi edersin. " derken etraflarını  çevreleyen yeşil doğayı dikkatli gözlerle taradı.

Hala bir dağ aslanı veya kurt adamın ortaya çıkması ihtimali yüksekti.

"Bir anda cesur prens olman oldukça şaşırtıcı..." dedi  Beliz alaylı bir ses tonyla.

"İnan bana,bir kurt adam avcısı olmana rağmen, korkak olman da şaşırtıcı." dedi buna cevaben Cihan. Beliz'in Yankı'yı bulma konusundaki çekimserliği fazlaca şaşırtacı geliyordu.

Genç adam,
"Daha fazla zamanım yok!" diye mırıldanıp gideceği yönü bulmaya çalışarak, düz istikamette doğru yürüdü.

Birkaç adım uzaklaşmıştı ki,  arkadan Beliz'in sesi yükseldi.

"Dur...! Tamam, bende geliyorum."

Genç kız hızlı adımlarla Cihan'a yaklaşınca yüzündeki müzip gülüşü görmezden gelmeye çalışıyordu.

"Geçte olsa, doğru bir karar vermene sevindim." dediğinde kendini ciddi durmaya fazla kaptırdığını düşünüyordu. Kahkah atıp Beliz'e 'geleceğini biliyordum' diyerek üste çıkmamak için kendini zor tutuyordu.

"Ama bir şartım olucak, tek başına gidemeyiz. Ormanın güney kısmı hiç tekin değil ve bu kurallara aykırı." diye mırıldandı Beliz başını dikleştirerek.

Genç adamın yüzü anında değişti.

"Kimin kuralları bunlar? Tüm avcı ekibini toplamanı gerektirecek bir şey yok, Beliz." dedi gözlerini kısırak Beliz'in yeşil gözlerinin içine inatla bakıyordu.

"Tüm avcı ekibini ormandaki basit bir omega için;  toplayabileceğimi sanmıyorum. Genelde toplu avlanmalar daha cezbedicidir.  Ormanın o bölümünü koruyan bir ekip var. Külübeleri saat yönünde bir mil kadar uzakta. Bize yardımcı olacaklardır."

Cihan, kaşlarını çatarak,"Ormana omega bulmak için gittiğimi nerden biliyorsun?" diye sordu şüpheli bir ses tonuyla.

"Yankı'yla beraber defalarca gitmenizden tahmin ettim, diyelim." gözlerini genç adamın şüpheleyici bakışlarından kaçırıp" Bu yönde gitmemiz gerekecek." deyip gidecekleri istikameti işaret etti.

Cihan'nın bu durumu fazla üstelememesini dua ediyordu genç kız. Ama Cihan'nın o şüpheleyici bakışlarını çok iyi tanıdığından; bunun peşini bırakmayacağından emindi.

Genç adam, Beliz'in hemen lafı değiştirmesinden ve bakışlarını kaçırmasından şüphelense de üstünde fazla durmadı ve ardından gitmeden önce kafası karışık bir şekilde bir süre gittiği yöne bakarak bunu düşündü....

25.12.2022/ 14 eylül 2023

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top