~10.Bölüm~

-<><><>-

Birkaç saat sonra zaman sanki durma noktasına geliyor, genç kadının cansızlaşmış bedeni duvarın dibinde kıpırtısız yatarken evin içindeki yabancılar, evin her köşesini didiklemeyi  sürdürüyorlar.
Kadınla adamın yanında iki kişi daha var ama onlar evin dışında kalıp etrafı kollayan olma konusunda daha istekli.

Kasabada bu gibi haberler çabuk yayılırdı: ısırılan bir kişinin -tamamen bir şans eseri olsa bile- peşinde olan ve onu sürüsüne isteyen birileri hep olurdu.  Evin içine girmeden önce her noktasına bakmayı kararlaştırılmıştı. Hataya yer vermek kimsenin tercih edebileceği bir konu değildi, kimse yeni dönüşmüş ve dönüşmek üzere olan bir kurt insanı özgür bırakmazdı ama  bu gece, bu evin alt kattaki odalar biri tarafından es geçiliyordu.

Bunun nedenini bilmiyordu genç adam, onu huzursuz eden bir şeyler vardı, damarlarındaki kanı olduğundan daha hızlı hareketlendiren, adlandırılmaz bir his...  Belki de gerek görmediği için, belki de betayı bulmak istemediğinden alt kattaki odaları yok saydı. Ve yanındaki kadının bunu sezmemesi için dua ediyordu.

Üstün körü bakıp yavaş adımlarla merdivenden yukarı çıkarken kadını solunda sessizliğe eşlik ederek beklediğini gördü. Betanın kendiliğinden ayaklarına geleceğini düşünüp düşünmediğini merak ediyordu.

Vakit umduklarının aksine ağır bir hızla akıyordu inatla. Yelkovan aheste aheste hareket ederken saatin tik tak sesleri, alacakaranlık salona bir ölüm sessizliği misal yayılıyordu.

Bu bekleyiş saniyler geçtikce dayanılmaz bir hal alıyordu. Genç adam burada daha fazla bekleyeceğini sanmıyordu.

Duvarın dibine boş bir çuvalmışçasına hareketsiz yatan buzlaşmış beden, kendinde değilken çevresinde olup bitenden bir haber hareketsizliğini sürdürüyordu. Solgun teni yerde yatmaktan morarmıştı ve üstündeki ipekli geceliğin üstü kurumuş kan lekeleriyle bezenmişti. Bunlar genç kadının kendi kanıydı. Bir ölüden farksız yatıyordu fakat, ruhu henüz bedeninden kopmamakta direniyor gibiydi.

"Bu kadar ileriye gitmene gerek yoktu... Sadece korkutmak yeterliydi." dedi genç adam Arya'yı kast ederek.

Ona nedensizce üzülüyordu, bir canlıya zarar veriyor olmak onu, her zaman üzerdi ancak bu seferki farklıydı sanki. Vahşi bir kurt adam, olduğunu unutturan insani duyguları hala benliğinde varlığını koruyordu, öte yandan planda birini vahşice öldürmek yoktu.

En azından şimdilik. Bir insanı gözünü kırpmadan öldürebilecek kadar bir hırsa bürümemişti. Karşısındaki kadının aksine genç adam, konuşarak uzlaşabileceğini düşünüyordu.

Kadın, boynunu sağa sola doğru hareket ettirirken kırılma sesi genç adamın kulaklarına kadar gelmişti. Bu hareketini son zamanlarda alışkanlık hale getirmişti. Öfkesini belirtmenin fiziki şekliydi sanki.

İğrenirçesine kadına bakıyordu şimdi.  Kendinden bile nefret etmesine neden oluyordu umursamazlığı, lanetli sırıtışı... Aynı tür oluşu.

"Senin gibi bir korkakla yola çıktığım için pişmanlık duymaya başlıyorum." dedi yeşil gözlere tehditle bakarken.

Genç adamın yüzü az öncekinden daha bir donuklaşırken dudaklarını ıslattı. Pişmanlık duygusunun, karşısındaki kadında bir nebze bile olmadığından emindi. Cevap vermeden önce biraz durakladı ve donuk ifadesini bozmayıp meydan okurcasına gözlerini kadının üstünden bekletti.

Geniş omuzları, üstündeki bol kazaktan bile belli oluyordu, kaslı bir yapıya sahip, yapılı bir vücudu vardı ve ısırılmadan önce zayıf denecek biri olduğunu neredeyse unutacak kadar uzun bir zaman olmuştu ve bunun için spor salonuna  gitmesine bile gerek kalmamıştı. Tek bir hareketle kadını yere serebilir hatta tek bir ısırıkla boynunu zorlanmadan gövdesinden ayırabilirdi. Muhtemelen ikisinin kapışması birinden birinin canına mal olurdu. Açık ara ondan daha güçlüydü, onun kadar cesur olmadığını biliyordu ama asla bir korkak değildi.

"Biliyor musun? Bazı şeylere boyun eğmiyor olmak, korkaklık değil ama sen bunu nereden bilebilirsin, değil mi?"

Kadın dişlerini göstermek süretiyle tısladı. Buraya gelme amaçlarını bir anlığına kenara bırakıp karşısındaki adamı boğazlamamak için kendini zor tutuyordu.

'Lalet olası sürü kuralları',diye düşünüyordu. Bu düşünce diğer bütün fikirlerin yerle bir etmeye yetiyordu... Kendinden önce, sürüne mensup birini koruması gerektiği, yazılmamış en kıymetli kurallardandı.

"Bırak şimdi bu laf cambazlığını, betayı bulamadığımızı öğrenen alfana vereceğin cevabı düşün, ha ne dersin?"

Genç adamın çimen yeşili gözleri bal rengine dönüşürken yumruklarını sıkıyordu. Yanındaki kadının her daima üste çıkmasını kaldıramıyordu.

Aralarındaki gerginliği bir nebze azaltmak isteyiyle; "Buradaymış, kokusunu alabiliyorum. Belki de biz gelmeden önce gitmiştir veya birileri bizden önce davranmıştır." diye homurdandı dişlerin arasından.

Kadın sırtını dayamakta olduğu konsoldan ayırıp perdesiz pencerenin yanına yaklaştı. Topuklu botların zeminde çıkardığı ses, ritmik bir şekilde duyulurken sırtını cama yaslayıp genç adama doğru döndü.

"Henüz dönüşmediğini hesaba katarsak ortalıkta yok olması anlamsız, Kız yalan söylüyor." dedi siyah saçlarına değen ayın ışığıyla gölgesi duvara doğru yansıyordu. Başını sağa doğru yatırdı.

"Yalan mı?" diye sordu, merakla genç adam.

"Evet," dedi kadın düşünüyor gibi işaret parmağını çenesine vuruyor, genç adama sabitlediği gözlerini kısıyordu. Saçma bir duyum üzerine buraya gelmeleri aptallıktı. Geçmişte olan hiçbir şey bunu değiştirmedi. Bu ev ısırılan gençlerin sığınağı olmaktan çıkalı yılar olmuştu.
"Biz gelmeden hemen önce, betayı başka bir yere saklamış olabilir, ya da..."

"Ya da hiç betayı görmemişte olabilir, evde hala açılmamış koliler var. Hiçbir şeyden haberi yoktur bence... Hem  başkaların da betanın peşinde olma ihtimalini unutuyorsun." diyor genç adam kadının lafını keserek.  "Boşuna oyalanıyoruz burada."

Kadının lafı kesildiği için öfkenlediğini, bakışlarında ve kahve rengiden, parlak maviye dönen gözlerinden anlayabiliyordu ancak bunu zerre umursamıyordu.

"Ahh... Sabrımın sınırını zorluyorsun."  diyerek iç geçirdi kadın ve pencereden ayrılıp genç adamın karşısına geçti, eliyle omuzunu itekliyerek;

"Onu öldür ve kendini ıspatla, belki o zaman aptal bir korkak olmadığına inanbilirim." dedi tekrar tüm dişlerini gösterek gülümsüyordu.

Genç adam, yerde baygın yatan genç kadına gözlerininuçuyla  bakarken atan zayıf nabzını hissedebiliyordu. Kalbi güçten düşmüş bedenine oldukça ağır bir şekilde kanı pompalıyordu.

Hiçbir şey yapmasalar bile saatler sonra, ölmesi yüksek muhtemeldir, diye düşünüyordu genç adam.

Yutkunurken bakışarını kadına tekrar dikip başını yan yatırdı gözlerini kıstı ve  gölgeli yüzünü kadına daha bir yakalaştırarak

"Bunu hiçbir zaman yapmayacağım," diye fısıldadı.

Kadın bu sözlerden sonra,  saçlarını geriye doğru savuşturup tiz bir kahkaha attı. Yüzü belirsiz bir ifadeyle gölgelenirken gözlerini kırpıştırdı, karşısındaki adamı, bir zavallıymış gibi süzdü.

"Bizler kana, ette karşı koyamayan yaratıklarız ve bunu durduramayız...Aciz bedenini her dolunay bir yere tıkaman hiçbir şey değiştirmiyor, merhametli kurtcuk.." dedi sondaki kelimeyi söylerken; elmacık kemikleri belirgin çehresine, alaylı bir ifade yayıldı.

Sözlerini bitirken dudaklarını birbirine bastırdı. Genç adamın ifadesiz yüzüne, keyifle son bir bakış attıp saatler önce içeriye girdikleri ve arka bahçeye çıkan cam kapıya doğru yürüdü.

Genç adam, yerde yatan kızın, yüzünü ezberlemek istercesine son bir kez daha uzun uzun inceledi.

Aradıklarını bulamadıklarına göre; burada artık bir işlerinin olmadığını ve bir an önce gitmenin en doğru karar olduğu düşünüyordu.

Kadın, cam kapının ilerisinde duraksayıp olduğu yerde hareketsiz kalan ve dalgınca öteye bakan adama doğru döndü.

"Gelmiyor musun?" diye sordu sesinde aynı alaylı tınıyla...

***

Gece yarısını birkaç saat geçmişti. Her zaman soluk, gri bir renge ve korkunç bir havaya hakim gökyüzü, bu gece olduğundan daha soluk bir hava sergiliyordu.

Ormanın üstüne çöken sis tabakası, göğe doğru uzanan kavak ağaçların uç kısımlarını, gözle görünmeyecek şekilde yok ediyordu. Sanki ağaçların baş kısımları kesilmiş ve bir tek yarı gövdeleri kalmış, doğaya ait bir idamın portresi gibi gözüküyorlardı.

Sık ağaçlı ormanın, sisli oluşuna rağmen, ayın  aydınlatıcı ışınları, çevreyi net görebilecek kadar  aydınlatıyordu. Gökyüzündeki buğulaşma zaman zaman dağılırken yıldızlar da sis perdesinden arınıp ortaya çıkıyorlardı.

Ormanın içinden beliren iki suliet, hızlı adımlarla toprak yola bırakılan siyah arazi aracına doğru koşuyorlardı.

İki karaltıdan biri ufak tefek bedeniyle, yanındakine göre bir çocuk gibi kalıyordu. Sarsak adımlarla zar zor yürürken, çıplak bacaklarını çizen çalı çırpıdan dolayı çığlık atmamak için kendini zor tutuyordu.

Koşar adım ilerlemelerinden ve telaşlı hallerinden bir şeylerden kaçtıklarını anlamak güç değildi.

Arabaya birkaç adım kala genç kız, duraksayıp nefesini dışarı doğru verdi. Güçsüzleşmişti ve daha fazla koşabileceğinden emin değildi.

"İzimizi kaybettirdik..." dedi nefes nefese kalan genç kız. Saatler önce birini öldürmek üzere olduğunu düşünmeden edemiyordu, bu görüntü bir şeklide zihninde tazeliğini koruyordu, birini öldürüp kendi ölümüne sebep olmaktan, insanlıktan çıkmaktan kılpayı kurtulmuştu.  Bunu istemezse de bir şekilde bu arzuya kapılıyordu; kan, damarlarda hareket eden sıcak kan...
Yüzü bembeyaz, gözleri kan kırmızısına bürünmüş ve korkunç bir ifadeyle etrafını süzüyordu, ayrıten de nefesi düzelsin diye, hızla nefes alıp veriyordu.

Güçsüzlüğü ve uzun süredir beslenmemiş olmasına rağmen, bu kadar koşabilmesine bile şükrediyordu.

"Az kaldı..." deyip kolundan çekiştiren uzun boylu adamın, sesinde itirazı kabul etmiyorum der, gibi bir tını hüküm sürüyordu.

Kıza nazaran daha güçlü bir duruşa sahip, her daima geriye yatırılmış olan kuzguni saçları, dağılmış ve terden sırımsıklam olup ıslak alnına yapışmışlardı.

Genç kız kadar olmasa da, onunda teni dikkat çekecek kadar açık bir tona sahipti.

"Yürüyecek güçüm kalmadı artık... Ne zamandan beri koşuyoruz, haberin var mı?"dedi kız itirazla, dizine yasladığı tek eliyle uyuşmuş bacaklarını övüştürmaktan kendini alamıyordu.

"Doğru haberim yok! Eğer doğru zamanda orada olmasaydım... Bir şekilde orada olduğundan, haberim olmasaydı... Şu an bedenin parçalarını topluyor olurdum. O da bulabilirsem tabi." diye bağırdı hiddetle, eli halen genç kızın kolunu sımsıkı tutuyordu. Gözlerindeki endişe ve korku birbirine geçip öfkesiyle kesişiyordu sanki.

Sakalsız pürüzsüz yüz hatları ve tişörtün açıkta bıraktığı kollarındaki kasların, kasılmasından sinirlendiğini anlayabiliyordu genç kız.

Kuruyan boğazını ıslatmak için yutkunmaya çalıştı, başını önüne eğerek,"özür dilerim." diye fısıldadı. Bunun geçiken bir özür olduğunu bilmek, ona ayrı bir azap verici geliyordu.

Yanındaki adamın karşısında büzülüp küçücük kalıyordu bedeni. Esen akşam rüzgarı, kısa,kült saçlarını küçük yüzünün tamamını kaplayacak şekilde öne doğru sürüklüyordu.

"Yürümeye devam et. Az kaldı." dedi adam ifadesini bozmadan, genç kızı adeta kendiyle beraber sürüklüyordu, ileriye doğru hızla adım atarken, yürüyüp yürüyememesi pekte umrunda değil gibi görünüyordu. Parmakların arasındaki incecik kolunu sıkmıyordu ama nazik davrandığı da söylenemezdi.

"Lütfen beni bir dinle...Böyle olmasını istemezdim." diye inledi genç kız tekrar ağlamaklı sesiyle.
Güçlü parmaklarının arasından  kurtarmak için, habire kolunu çekiştiriyordu ancak başarısız bir girişim olduğunun farkındaydı. 
Yine de, bunu tekrarlamaktan vazgeçmiyordu.

Hatalı olduğunu biliyordu,kalbi parçalara ayrılırmışçasına sızlarken gözlerinin yandığını ve yaşların kirpik diplerinde toplaşıp yanaklarına hücüm etmeyi beklediklerini fark edebiliyordu.

Şu durumda en son isteyeceği şey ağlama krizine girmesiydi. Olabildiğince gözyaşlarını tutmaya çalışıyordu ancak nereye kadar direnebileceğini kestiremiyordu.

"İstiyordun. Sen bunu hep istedin! O yüzden sus ve yürümeye devam et Duru!" diye tısladı genç adam, sivri dişlerini gösterirçesine. Kimin üstün olduğunu belirtmek gibi bir derdi yoktu fakat, bunu yapma mecburiyeti hissediyordu kendinde. Parıldayan siyah gözleri karanlığı delip geçercesine etrafı tarayarak yürümeye devam etti.

Karşısında sızlayıp ağlıyor oluşundan, etkilemiyor gibi bir tavır takınmayı sürdürüyor ve kıza karşı gardını düşürmüyordu inatla.

Fakat, genç kıza kızgın olduğu kadar ona üzülüyordu da...

Genç kız, "Emir...lütfen." diye fısıldarcasına ona yalvarırken adam, dinlemeyip kolundan çekiştirdirmeyi sürdürdü arabaya yaklaştıklarında aniden durakladı.

"Ne!" dedi yüksek perdeden bir sesle ve pes etmişcesine nefesini dışarı doğru verdi. Yüzündeki ifadesizlik halen devam ediyordu. Kızın kolunu bırakmıştı, ayrıca nemli saçlarını geriye doğru savurup eski halini almasını sağlamıştı.

"Üzgünüm..." diye fısıldadı tekrar genç kız, belli belirsiz bir sesle.

"Aynı hataya düşüp düşmeyeceğinden emin değilsen,özür dilemenin bir  faydası yok!.."dedi uyarıcı bir ses tonuyla Emir.
Öfkesi sesine kalın bir tını veriyordu. Bir diğer değişle, onca yol koştuklarından olsa gerek, kurumuş boğazı sesini çatallaştırıyordu.

"Elimde değildi, kendimi kaybettim... Gözüm dönmüştü." diyerek kendini açıklama çabasıyla, cümleleri peş peşe sıralıyordu genç kız. Sesi gittikçe kısılıyordu,suçuna karşın sesini yükseltme cesaretini kendinde bulamıyordu, Emir'in kömür karası gözlerinin içine bakmaya çalışarak, vereceği tepkiyi bekliyordu. En azından onu anlamasını umut ediyordu.

Emir'in henüz tahmin ettiği kadar, öfkesini püskürtmediğini düşünüyordu.

"Kendine hakim olmazsan, seni koruyamam Duru...Eğer öğrenirlerse, sonuçlarını düşünebiliyor musun? Seni kaybederim. Bunu düşünerek kendine hakim olmaya çalışmalısın belki... Şimdi, bin artık şu arabaya titriyorsun..." deyip arabanın kilidini açarken sürücü tarafındaki yerine geçti.

Duru, başını gökyüzüne doğru kaldırıp atmosferdeki tüm oksijeni çiğerlerine çekebilecekmiş gibi, dolu dolu nefesi içine çekti...  Ağlamamak için kendini zor tutuyordu ve söylenen tüm sözlerin doğru olduğunu bilmek ona acı veriyordu.

Son bir kez daha geride bıraktıkları ormana göz gezdirirken, burada bir an önce gitmesi gerektiğini hatırlatıyordu kendine.

Çalışır halde bekleyen arabanın içine binip kapıyı kapatınca, üşüdüğünü ve bu nedenden dolayı titrediğini anca fark edebiliyordu.

Araba engelli toprak yolda sarsıcı bir şekilde ilerleyerek ormanı ardından bıraktı.
Bir süre dalgınca yolu izleyerek karşılıklı sustular.

Uzun bir sesizlikten sonra Duru, iç çekip" Şimdi ne yapacaksın?" diye sordu, uzayıp giden sessizlik, artık can sıkıcı bir hal alıyordu onun için.

"Keşke olaylar, benim bir şey yapmamla, son bulacak kadar basit olsaydı!" diye aksi bir cevap alınca sessizliği bozduğu için, hızla pişman oluyordu.

Emir, yoldan gözlerini ayırıp genç kıza yandan bir  bakış atarken huzursuzca dışarı doğru soldu nefesini... Elleri direksiyonu sımsıkı kavrarken parmak boğumları hızla kırmızılaşıyordu. Öfkeden kükrememek için, kendine olan hakimiyeti onu bile şaşırtıyordu.

Konu sevdikleri olunca canlılar, bir tür çıkmaza sürükleniyordu sanki; Hayvan, insan, katil veya kötü biri olmak... Tür fark etmezdi bu.

Sevdikleri söz konusu olunca durum aynı oluyordu.

Araç ormanlık alandan sıyrılıp kasaba görüş alanına girince, sakinleştiğini fark edebiliyordu. En azından bu sokakta, bir insana zarar vermedikleri sürece  güvendelerdi. Şimdilik.

Evinin olduğu kavşağı sollarken beyaz evin üst katında yanan ışığı fark etti ve bu ışığı görmek ona haftalarca ihmal ettiği bir şeyi hatırlatıyordu. Yabancısı olduğu bir duyguyu... İçinden bu yeni komşunun her şeyi sarpa sardıracak, meraklı biri olduğunu düşündüren bir his vardı.

Arabayı evin önüne park ederken düşüncelerinden sıyrılıp arabadan inmeye hazırlanan, Duru'ya doğru hızla döndü.

"Bu gece olan her şeyi unuttuyorsun ve kendini toparlıyorsun." diye uyardı tok bir sesle.

Genç kız başını tamam anlamında sallayıp
"Sonra?" diye sordu ümitsizlikle.

"Sonra, planımıza sadık kalıyoruz ve farklı bir stratejiyle devam ediyoruz. Olası bir saldırıda daha güçlü ve hazır olmak zorundayız. Bunun içinde kendine hakim olmayı öğreniyorsun. Unutma kan içip dönüşsen bile değişmeyecek, işi zorlaştıracak şeyler olacak!.." deyip şefkatle genç kızın çehresini süzdü, bitik hali ona artık bir şey yapması gerektiğini hatırlatıyordu.

"Şimdi eve geçiyorsun ve dinleniyorsun. Can sana göz kulak olacaktır."

"Sen ne yapacaksın?" diye soruyor Duru, araba kapısını açıp beklerken.

"Sen bunlara takılma, hadi geç içeri..." deyip istemsizce iç geçiriyor, bazen kendine hakkim olmakta zorlanıyor.
Duru arabanın kapısını yavaşça kapatıp giderken genç adam kendi kendine " yapmam gerekenleri..." diye fısıldıyor. Bu kendine her zaman hatırlattığı bir cümle. Anlamı büyük. Genç kız eve geçip kapıyı kapattıncaya  kadar beklemeyi sürdürüyor, onun güvende olduğunu bilme rahatlığıyla gevşiyor. Hiçbir şey kolay olmayacak.

09.12.2022/ 04.09.2023

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top