19. Bölüm

Ben yazarken o kadar çok ağladım ki başıma ağrılar girdi umarım sizinde kalbinize dokunur bir parça.

İnsan kalbi en fazla kaç parçaya bölünebilir? Kaç defa ölür, kaç defa yok olur? Sevmek mi çaresizliktir, gidişine göz yummak mı? Ölmek neydi, canın bedeninden çıkması mı yoksa ellerinden kayıp gidene yetememek midir? Sahi insan kaç defa ölebilirdi?

Feride ailesiyle dayısının evine vardığında hummalı bir çalışma vardı. Girdiği mutfakta Hasret akşamüzeri gelecek misafirler için hazırlık yapıyordu.

Hasret,

"Elli kere mesaj attım çabuk gelin diye, nerde kaldınız Feride, Allah aşkına? "

"Mesaj mı? Görmedim ben hiç. "

"Tabi, gözünün Memduh'tan başka bir şey gördüğü yokta ondan görmemişsindir. "

"Aşk olsun ama ya, birkaç saat sonra gidiyoruz içiniz rahat olsun. "

"Ay şuna bak birde duygu sömürüsü yapıyor! " Feride'nin gülmesiyle Hasret de güldü. "Tabi Memduh'la aşk böceği olmuş pır pır uçutuğun için hiçbir şeyden haberin yok, Melek bir dikiş aldırmaya gitti Doktor Emre'yi de alıp öyle geldi. "

Feride,

"O ne demek ya? "

Hasret,

"İki saate kalmaz Emre Bey ailesiyle misafirimiz olacak demek. " Feride'nin gözleri şaşkınlıkla açıldı.

"Şaka yapıyorsun! "

"Vallaha! Bahoz suratını bir asmış görmen lazım. "

"Melek nerde? "

"Kalan son birkaç parça eşya vardı onları topluyordu. "

"Ben Melek'e bakıp hemen yardıma geliyorum. " Diyen Feride koşa koşa mutfaktan çıkarken Hasret arkasından seslendi.

"Çabuk gel bak! "

Feride girdiği odada topladığı valizi kapatan Melek'in kolunu çimdiklemesiyle Melek yerinden sıçradı.

"Ay Feride ne yapıyorsun etimi kopardın. "

"Sen dua et kolunu koparmadım kız ne ara oldu tüm bunlar? " Melek gülerek bakışlarını kaçırdı.

"Bugün. "

"Ee! Nasıl oldu? "

"Sen Memduh'la aranızda geçen her şeyi bize anlatıyor musun? " Melek gülerek valizi kapının kenarına koydu.

"Yolarım kız seni, etlerini didik didik ederim bak! "

"Evlenme teklifi etti bende kabul ettim. "

"Seni yere bakan yürek yakan! Kaşla göz arasında ne ara oldu bu? " O sırada heyecanla Seher girdi odaya.

"Kız abla duydun mu olanları? " Dedi Melek'i gıdıklamaya başkarken.

"Duydum, duydum! "

"Ya Seher yapma! " Kendini kurtaramayan Melek, Seher'in zalim gıdıklamalarıyla kahkahalarla gülüyordu. "Babam, abim duyacak sevinçten gülüyorum sanacaklar. "

Seher,

"Sanki sevinçten utanmasa göbek atacak o değil şuna bak. " O sırada Aişe göründü kapıda.

"De hadi bir işin ucundan tutun daha yapılacak bir sürü şey var. "

...

Akşam üzeri Emre annesi ile babasıyla gelmişlerdi. Emre ile Melek'in kararına herkes saygı duymuş söz kesilmişti, nişanı ise Bahoz'un düğününden sonra yapmayı kararlaştırmışlardı. Çalan telefonuna bakmak zorunda olan Emre salondan çıkıp cevapladığı aramadan sonra salona dönmeden Melek çıkıverdi mutfaktan. İkiside mutluydu, hemde fazlasıyla.

"Artık bir zahmet bir mesaj da yazarsın. " Emre'nin dediğine Melek kendini tutamayıp güldü.

"İndiğimizde haber veririm. "

"Peki. " Elini ceketinin iç cebine götürerek bir kutu çıkardı. "Yüzüksüz evlilik teklifi olmaz. " Kutudan çıkardığı tek taş yüzüğü Melek'in tuttuğu elinin parmağına taktı. Melek ayakları yerden kesilmiş mutluluktan uçuyordu adeta. Duyulan hafif öksürük sesiyle Melek hemen elini çekti Emre'nin elinden. Sesin sahibi Yusuf'tu, ikilinin romantik anına limon olduğuna çokta memnundu.

"Sinan Amca'nın hastaneye dönmesi gerekiyormuş, acil bir durum varmış galiba. " Yusuf'un söylediğine Emre hafif başını sallayarak içeri giderken Melek kıstığı gözleriyle Yusuf'a baktı.

"Maydanoz ne olacak! " Melek'in sinirine Yusuf keyifle gülerek baktı.

"Artık doktor beye sarı leblebi dersin ha? "

"Yusuf, yemin ederim en son çok pis  dayak yiyeceksin benden. "

"Hadi hadi sarı leblebin gidecek git de onları uğurla. "

"Sen dur ben sana geleceğim az sonra! " Melek ayaklanan misafirleri yolcu etmek için giderken Yusuf hâlâ gülüyordu.

....

Herkesin heyecanı büyüktü ama Feride ile Melek'in heyecanı iki kat büyüktü. İki gün sonra Bahoz ile Hasret'in düğünü vardı ve az sonra Memduh ile Emre gelecekti. İkisi Memduhların evinde kalacaklardı, eve valizlerini bırakıp herkesin şu sıra olduğu Meryem'in evine geleceklerdi. Epey de olmuştu ama eve gelmemişlerdi daha. Pencereden gözlerini ayıramayan Feride'nin yanına gelen Melek merakla sordu bir taraftan da pencereden bakarken.

"Gelmediler mi daha? " Feride nefesini üfleyerek baktı Melek'e.

"Yok. Alt tarafı valizleri eve bırakıp geleceklerdi. " Her gün telefonda konuşsalarda iki haftadır Memduh'suz geçen her gün bir yıl gibiydi.

"Gel sofrayı kuralım böyle bakınca zaman geçmiyor. " Melek dudağını bükerek masa örtüsünü aldı. İkili sofra kurumuna başlarken Seher ikisinin sürekli cama dönen bakışlarına gülüyordu.

Sofra nerdeyse tamamdı. İçeriden  gelen Meryem ile Aişe iki gün sonraki düğün hazırlıkları hakkında konuşurken sofranın eksiklerini kontrol ediyorlardı.

Feride, Memduh için her birini özenle yaptığı yemekleri tek tek kontrol ederken Seher gülerek konuştu.

"Hadi gözünüz aydın geliyor enişteler. " Feride ile Melek hemen cama koştu. İkisinin de kalbi çatlayacak gibi atmaya başladı sevdiklerini görmenin  heyecanından. İkisi gülerek birbirine bakarken beraber kapıya koştular. İkisi kapıda karşıladı aşık oldukları adamları.

İkiside hasretle sarıldılar sevdiklerine ne var ki o hasret dolu sarılmaya Yılmaz şahit oluyordu. Yılmaz'ı farkeden kızlar edebinden utanırken Yılmaz görmemezlikten gelerek salona geçti. Hâl hatır faslı hızla geçerken Seher kenardan kıkır kıkır gülüyordu utancından kıpkırmızı olan ablası ile kuzenine.

Gençlerin gelişiyle şenlenen evde güzel sohbete bol muhabbet eşlik ediyordu. Tüm akşam bayram havası vardı evde, herkes çok mutlu, çok heyecanlıydı.

.....

Ertesi gün maraton gibi bir koşuşturma başlamıştı. Kına gecesi bir taraftan yarın ki düğünün yapılması gereken ritüelleri bir taraftan herkes canla başla çalışıyorlardı.

İlk kez köy düğünü görecek Emre de mutlu, heyecanlı herkesin yardımına koşuyordu.

Nihayet o büyük gün gelirken herkes o büyük mutluluğun zehir olacağından habersiz mutlulukla gülümsüyordu.

Hasret gelinliğini giymiş, çok güzel bir gelin olmuştu. Köyün tüm genç kızları hayranlıkla izliyorlardı onu.

Melek elinde kırmızı duvakla içeri girdi.

"Evet gelin hanım, hazır mıyız bakalım? " Diyerek güldü. Hasret elini kalbinin üzerine koydu.

"Şu an heyecandan ölebilirim. "

"Dur kız ne ölmesi daha abime lazımsın. " Tüm kızlar kahkahalara boğulurken Melek, Hasret'in başına kırmızı duvağı örttü. Kızların alkışları arasında Hasret odadan çıktı. Alkışlar, ıslıklar, zılgıtlar ortalığı yıkıyordu. Bahoz kapıda bekliyordu güzeller güzeli eşini. Az sonra dış kapıya çıkan Hasret'i Bahoz karşıladı. Hasret o kadar güzel olmuştu ki Bahoz donup kaldı, Melek'in hafif koluna dokunmasıyla ancak kendine gelebildi.

"Abi! "

"Melekler gibi olmuşsun Laz Kızı. " Dedi gözlerini ayıramadan.

"Sen bu kadar yakışıklıyken senin yanına yakışmaya çalıştım Kürt Oğlu. " Onları izleyen kızlar eriyip biterken ikisinin romantizmine Hasret koluna girdiği Bahoz'la arabaya yürüdü.

Yusuf'un şoförlüğünü yaptığı gelin arabasına binen ikili düğün alanına giderken gidecek diğer davetliler kalkacak minibüs ve arabalara yerleştiler. Koca bir konvoy tüm köyü inleten korna sesleriyle geçerken çocuklar sık sık arabanın önünü kesiyordu.

Uzunca dolanan arabalar nihayet düğün alanına varırken Hasret'in abilerinin havaya sıktıkları kurşunlar Bahoz'un canını sıkıyordu. Oysa defalarca kez söylemişti silah sesi istemediğini.

....

"Hala, silah sıkıp durmasın şunlar şu mutlu günümüzde birine bir şey olacak. " Bahoz'un endişesi yersiz değildi. Hasret'in abileri kurşun üzerine kurşun yakıyorlardı. Bahoz onları düğün alanına gelmeden önce de uyarmıştı, silah sesi istemediğini söylemişti ama tek kız kardeşimiz evleniyor bahanesi üretmişlerdi.

"Laf dinlemiyorlar ki, halbuki az önce babalarına söyledim daha. " Meryem bir kere daha kızmak için giderken Hasret eşsiz bir gülüşle kocasına bakıyordu. Ne kadar çok seviyordu onu, hangi kelime anlatabilirdi şu aslan gibi adama duyduğu sevgiyi.

"Sıkma canını Meryem Hala şimdi okur onların canına. " Bahoz eğilip şakağından öptüğü Hasret'e gülümsedi.

"En son kalkıp dördünü de birbirine katıp döneceğim, sabrımın son kırıntılarını döküyorum onlara. "

"Bahoz, yine deliliğin tutmasın lütfen! Bugün bizim düğünümüz kavga istemiyorum Kürt Oğlu! "

"Senin hatrına sabrediyorum Laz Kızı. " Hasret gülümseyerek elini tuttu, Bahoz, Hasret'in tuttuğu elini öperek derin bir nefes aldı. Yüreğinin ortasında duran sıkıntı neden geçmek bilmiyordu ki, o sıkıntı onu endişelendiriyordu.

Bahoz hissediyordu sanki olacakları. Silah seslerinden rahatsız olan bir tek Bahoz değildi. Memduh öfkeyle nefesini üfledi. Yanında oturan Feride'ye endişeyle bakıyordu, o kadar çok korkuyordu ki Allah muhafaza o sıktıkları kurşunlardan biri Feride'yi bulacak diye. Feride'nin yerinden kalkmasıyla Memduh'ta ayaklandı.

"Nereye gidiyorsun? " Ferde gülümseyerek baktı yüzüne.

"Nedimeyim ya ben bir gelinin yanına uğrmayayım mı? " Memduh hafif tebessüm etti.

"İyi bende sadıç olduğum göre birlikte gidelim. "

"Ne oluyor Memduh? "

"Yok bir şey. "

"Bak bakayım, inanmış gibi görünüyor muyum? " Memduh gülümseyerek cevap verdi.

"Yürü bakalım nedime hanım gelin ile damada bakalım bir ihtiyaçları var mı. " Feride şüpheli bakışlarla bakarken elinden tutan Memduh'la birlikte yürüdü. O sırada Meryem'in kızmasıyla sonunda silah sesleri kesildi. Memduh rahat bir nefes alarak baktı herkesi ayrı paylayan Meryem'e.

"Ya Rabbi şükür! " Diye söylendi.

"Ha senin derdin silahlar mıydı? " Memduh endişeyle baktı Feride'nin yüzüne.

"O aptal gibi düşüncesizce sıktıkları kurşunlardan biri seni bulacak diye kalbim yerinden çıkıyor. "

"Buralarda her düğünde silah sıkılır, daha da birine bir şey olmadı. "

"Olmadığı olmayacağı anlamına gelmiyor güzel gözlüm. " Feride gülümseyerek yaslandı ona.

"Annem kesti seslerini bak. " Memduh gülümseyerek yürümeye devam etti. Yanlarına vardıkları gelin ile damada Feride gülümseyerek seslendi. Müziğin yüksek sesinden dolayı biraz bağırmak zorunda kaldı.

"Bir şey lazım mı gençler? "

"Çok açım Feride ya! " Hasret'in yakınarak söylediğine Feride güldü.

"Annem size ayrı yemek yaptı, takıdan sonra yemek yesinler dedi. Seher yukarıda sofranızı hazırlıyor. "

"Amcam nerde başlatsın takı törenini. " Bahoz, Hasret'in açım deyişine dayanamamıştı.

"Yemek getiren adamların parasını verecekti en son, ben bulayım. "

"Sen kal güzelim ben bulurum. " Feride gülümseyerek baktı Memduh'a.

"Tamam canım. " 

Ortalıkta alelacele annesini arayan  Melek annesini bulamayınca halasına koştu.

"Hala, Şükran Teyze kötüymüş, torunu geldi yalvar yakar Emre'nin bakmasını istiyor. "

"Ameliyat olmuştu o değil mi? "

"Evet. "

"Yaşlı kimsesiz kadın, gitsin baksın Emre, yalnız bırakma çocuğu sende git beraberinde. Annelere söylerim ben. "

"Tamam hala. " Melek hızlı adımlarla yanına vardığı Emre'yle yanlarına aldıkları yaşlı kadının torunuyla birlikte yola koyuldular.

....

Takı töreninden sonra mikrofonu kapan Seher o güzel sesiyle şarkı söylemeye başlayınca başta gelin ile damat olmak üzere herkes dans etmeye başladı. Memduh elinden tuttuğu Feride'yi de kaldırdı. Ama Feride elini tutan Memduh'u gülümseyerek sahnenin arkasına çekiştirdi.

"Annem, babam herkes ordayken utanırım ben burda dans edelim. " Dedi yüzünde tatlı bir tebessümle.

"Bana uyar. " Gülüşüne eşlik eden Memduh gözlerinin içine baktığı Feride'yle dans etmeye başladı. "Bizim düğünümüze de az kaldı. Pera'yla konuştum sabah, gelinliğin bitmek üzereymiş. Kim bilir sana ne kadar çok yakışacak. Arkası ipliydi ya hani, onu fermuarlı yaptırdım ip çözmekle uğraşamam. " Feride kızaran yüzünü engel olamadığı gülüşüyle çevirdi.  Memduh çenesinden tuttuğu Feride'nin yüzünü kendine çevirdi.

"Utanmak bile ayrı yakışıyor sana. " Feride gülümseyen gözlerini kaçırmadı bu kez.  Memduh'un bakışları dudaklarını bulan Feride nefes alamayacak gibi olurken Memduh hızlıca bir etrafa baktı. Kimse yoktu.

"Biri görecek. " Diye fısıldadı Feride ama Memduh'un çok umrumda değildi.

"Annen bile bizi izliyor olsa şu an umurumda değil, çok özledim dudaklarını. " Kaçamayan Feride, Memduh'a teslim oldu. Onu öpen adama tüm kalbiyle karşılık verdi Feride. Az sonra yine kurşun sesleri yükselirken ikisin de gözleri anında havada patlayan kurşunlara döndü.

"Başlarım şimdi silahınıza da , kurşununıza da! " Memduh öfkeyle söylenirken Feride güldü.

"Tamam hadi sinirlenme. " O sırada müzik sesi kesildi, bir karmaşa sesi vardı. Bahoz'un aslan gibi kükreyişi Hasret diye feryad etti. İkisi korkuyla koşarken Hasret kanlar içinde Bahoz'un kollarında hareketsiz yatıyordu.

Hasret'in boynundan oluk oluk kan akarken Bahoz çaresizce çıplak elleriyle kanı durdurmaya çalışıyordu. Memduh masanın üzerinde bulduğu ne olduğunu bilmediği kıyafeti alıp yanına koştuğu Hasret'in kanayan boynuna bastırdı. Ambulans bağrışları yeri göğü inletirken Feride donmuştu öyle.

"Emre nerde? " Memduh'un bağırarak sorduğuna Meryem korkuyla cevap verdi.

"Hasta bakmaya gitti. " Memduh sıktığı dişleri arasında söylenerek kan bulaşmış elleriyle cebinden arabanın anahtarını çıkarıp Feride'ye seslendi.

"Arabayı aç, çalıştır! Çabuk! " Feride donuk bakışlarından akan yaşlarla anahtarı alıp koştu. Bahoz, Hasret'i kucaklarken Memduh kanayan yarasına basmaya devam ediyordu. Feride'nin kapılarını açmış çalışır vaziyetteki arabaya yerleştirdiler Hasret'i.

"Sıkıca bas kanamayı durdurmaya çalış, dikkat et nefesi kesilmesin. " Memduh elinin altındaki pres yaptığı şeyi Bahoz'a bırakıp direksiyondaki Feride'ye, "Yana geç! " Dedi. Feride hemen kendini yan koltuğa atarken Memduh direksiyona geçip son sürat sürmeye başladığı arabayla yola düştü.

Hasret zor açabildiği gözleriyle Bahoz'a baktı. Gülümsedi kan içindeki yüzüyle.

"Korkma bir şey yok! Hastaneye gidiyoruz, iyi olacaksın... " Bu söylediğine o kadar çok inanmak istiyordu ki... Çaresiz gözyaşları sevdiği kadının kanına karışıyordu.

"Seni seviyorum... " Hasret'in zor çıkan sesinden kopan son kelimeleri ruhunu yerle bir ettiği adama vedasıydı. Kapandı usulca gözleri.

"Hasret... Hasret! Hasret aç gözlerini ömrüm, Hasret! Hasret! " Yoktu... Ne bir ses, ne bir tepki... "Hasret! " Feride gözyaşlarıyla dönüp arkaya bakarken Memduh uçarcasına sürüyordu arabayı. Çaresizce yalvardı Bahoz gözyaşlarıyla ama yoktu, tek bir yaşam emaresi yoktu.

Saniyelerle yarışılır mıydı?

Bir damla kan ne kadar kıymetli olabilirdi?

İnsanın canından kıymetli can avuçlarından kayıp giderken ne yapabilirdi insan?

Yol neden bu kadar uzundu?

Neden sonu gelmiyordu?

Bir saatlik yolu Memduh kırk dakikada gelmişti. Ama artık çok geçti...

Araba daha hastanenin önüne gelmeden Memduh üst üste kornaya bastı. Arabanın durmasıyla hemen sedyeyle koştu korna sesini duyanlar. Acile alındı kan revan içindeki Hasret, Bahoz bir saniye bile elini bırakmıyordu. Kimse onu dışarı çıkaramamıştı, asla bırakmazdı sevdiğini.

Hem nasıl bırakabilirdi ki onu o hâlde?

Yoktu... Yaşama dair tek bir emare yoktu. Doktorların hiçbir çabası onu hayata döndürmeye yetmiyordu. Canı seni seviyorum kelimeleriyle birlikte çıkmıştı ve bitmişti.

Üzerinde gelinlik, yarım kalmış bir hayat, yaşanmamış yüzlerce hayal, ardında asla toparlanamayacak bir adam bıraktı Hasret, abisinin havaya sıktığı ve patlamayan yorgun merminin şah damarını parçalamasıyla.

Bahoz için hayat orda durdu, bir daha asla eski haline dönemeyecek şekilde.

Sedyedeki cansız bedenine sarılıp ağladı Bahoz, oysa çiçek buketi gibi bir gelin olmuştu.

Nasıl olurdu?

Nasıl?

Hasret'i onu nasıl bırakmıştı?

Hasret'i onu bırakmış mıydı? 

Bu gerçek miydi?

Oysa daha sadece yirmi dört yaşındaydı! Ölüm adres sormuyordu...

Ellerinde, damatlığında sevdiği kadının kanıyla çöküp kaldı sedyenin dibine. Başını gözyaşlarıyla sedyenin demirine vurmaya başladı. Çok ağırdı. Kaldıramayacağı kadar ağırdı bu acı. Hiçbir şeye benzemiyordu.

Neyle, nasıl tarif edilebilirdi? Edilemiyordu. En mutlu gününde sevdiği kadın ellerinin arasından kayıp gitmişti... 

Hasret gitmişti...

Kalbi kaldıramıyordu, Hasret gitmişti. Ona asla dinmeyecek bir hasret bırakarak gitmişti. Ona en acı olan kalmıştı şimdi.

Hastanedeki kalabalık, bağrışlar, feryatlar ortalığı yıkıyordu doktorun ölüm haberini vermesiyle.

Feride gözyaşlarıyla yüzünü Memduh'un göğsüne gömdü, Memduh sıkıca sarıldı ona. Ya Hasret'in yerinde o olsaydı? Memduh bunu düşündükçe aklını yitirecek gibi oluyordu. Nefes alamadı bir an, sarıldığı Feride'yle birlikte dışarı çıktı.  Sıktığı dişleriyle gözünden akan yaşı kanlı elinin tersiyle sildi.

Feride'yi kaybetme ihtimalini bile kaldıramazken Bahoz o acıyı yaşıyordu. Asla onun yerinde olmak istemezdi.

Asla!

Doktorlar Hasret'i morga kaldırmak için geldiklerinde Bahoz hızla oturduğu yerden kalktı.

"Dokunma! " Doktorlar ile diğer personeller birbirlerine bakarken Bahoz, Hasret'in cansız bedenini kucakladı.

"Ne yapıyorsanız? Beyefendi cenazeyi götüremezsiniz! " Doktor engel olmaya çalışırken Bahoz dinlemeden aldığı Hasret'le birlikte çıktı.

Cenaze...

Ne kadar ağır bir kelimeydi o öyle! Bahoz'un çaresizliğine katre katre acı ekliyordı.

Hasret'in annesi kızını öyle gördüğünde feryatları yeri göğü inletirken Bahoz kimseye durmadan kucağında Hasret'le hastaneden çıktı. Kamyonetini gördüğünde oraya doğru yürüdü herkesin sessiz bakışları arasında.

"Abi... " Yusuf ne diyeceğini bilemez şekilde bakamadı yüzüne. Kamyonetin anahtarı Yusuf'un elindeydi.

"Kapıyı aç. " Yusuf ikiletmeden kamyonetin kapısını açtı. Bahoz canı yanacakmışçasına yavaş ve dikkatli bir şekilde Hasret'i koltuğa yatırdı. Kanlı gelinliğinin uçlarını da toplayarak kapıyı kapattı. Yusuf'un elinden kamyonetin anahtarını aldı. Kapıyı açtıktan sonra onu sessizce izleyen kalabalığa döndü.

"Annesi dışında ailesinden tek bir kişi mezarına dahi gelmeye kalkarsa Allah'ın azametine yemin olsun ki öldürürüm! " Gözyaşlarıyla arabaya binip çalıştırdı. Onca kişi arkasından bakarken Bahoz gözden kayboldu.

"Memduh, nereye gidiyor? " Feride endişe ve gözyaşlarıyla bakarken Memduh arabasına doğru hızlı adımlarla yürüdü. Feride de hemen arkasından koştu. İkisi Bahoz'un peşine düşerken çok geçmeden buldular onu.

Köye gidiyordu. Bahoz önde, Memduh ile Feride arkasında hızla ilerliyordu. Bahoz bir saniye dinmeyen gözyaşlarıyla köye vardı. Bahoz köyün gassalın evinin önünde durdu. Arabadan indiğinde kanlı ellerinin tersiyle gözyaşlarını sildi. Kapıya yürüdü yıkılmış bir şekilde. Aynı bitkinlikle kapıyı çaldı. Ellili yaşlarında bir kadın açtı kapıyı.

"Hasret'imi yıkar mısın Hanife Abla?" Öyle bir yıkılmışlık vardı ki üzerinde bakan ruhunun yıkılmışlığını görürdü. Hanife gözlerinin dolmasına engel olamadı. Hafif başını aşağı yukarı salladı sadece. Kötü haber tez duyulurdu, Hasret'in vurulduğunu duymayan kalmamıştı. Bahoz arabasını gasilhanenin önüne çekti. O sırada Feride ile Memduh'ta onlara yetişti.

Bahoz kan revan içindeki Hasret'in cansız bedenini gasilhaneye taşıdı. Mermer teneşirin üzerine bıraktı sevdiğinin cansız bedenini.

"Vedalaş sevdiğinle oğlum, daha bundan sonrası yok. " Bahoz hafif başını sallayarak üzerine eğildiği Hasret'in alnından öptü gözyaşlarıyla.

"Bende seni seviyorum Laz Kızı, ömrümün sonuna kadar seveceğim. " İnsan ömrü bir dakikaymış ya hani, işte bu kadardı.

Bitmişti...

Hayat burda son bulmuştu Bahoz için.

Bundan gayrısı yoktu...

Son kez sarıldı sevdiğinin cansız bedene, o koca babayiğit çocuk gibi ağladı dakikalarca. Hanife elini omuzuna koydu. Bahoz yaşlı gözlerini ona çevirdiğinde hafif başını salladı. Artık vedalaşması gerekiyordu.  Yüzünün her yerini öptü, okşadı.

Nasıl bırakacaktı?

Nasıl bırakabilecekti?

O sırada Feride ile Memduh içeri girdi. Memduh kolundan tuttuğu Bahoz'u dışarı çıkarırken Bahoz duvarın dibine çöktü çaresizce, başını iki eli arasına alarak ağladı sessiz sessiz. Feride gözyaşlarıyla baktı, gelinliğiyle teneşirde yatan Hasret'e. Daha birkaç saat önce ne kadar da mutluydu. Şimdi de önünde cansız yatıyordu.

"Yardım edebilecek misin kızım? " Feride gözyaşlarıyla baktı karşısındaki kadına. Başını hafifçe aşağı yukarı salladı.

Hanife okumaya başlayarak aldığı makasla gelinliği kesmeye başladı. Feride bir saniye bile dinmeyen gözyaşlarıyla yardım etti. Kendi elleriyle diktiği gelinliğin çok sevdiği arkadaşına kefen olabileceği aklının ucundan bile geçmemişti. 

Tek tek keserek çıkardılar üzerindeki her bir parça kıyafeti. Dünyanın kirinden, derdinden, tasasından arındırdılar yolcu bedenini. Hâlâ ufak ufak kanayan yarasının üzerine kalınca bir pamuk destesi koyarak bağladılar, beyazlara sarıp kapattılar gözyaşlarıyla.

Bu kadardı işte ...

Bitmişti...

Onun yolculuğu burda bitmişti.

'Çok açım. ' demişti en son, yemek yemeye bile nasibi yokmuş...

Gasilhanenin önünde duvar dibine çökmüş Bahoz başını elleri arasına almış ağlarken Memduh büyük bir acıyla bakıyordu ona. Acısını dindirecek hiçbir söz yoktu teselli verecek. Her bir saniyenin bir ömür götürdüğü bekleyiş Feride'nin kapıda görünmesiyle son buldu.

"Ta...tabuta koymak i..için ... " Dahasını diyemedi Feride. Bahoz yerinden kalkıp içeri giderken Memduh sıkıca sarıldı Feride'ye. Feride hıçkırıklara boğulurken sıkıca sarıldı Memduh'a.

Bahoz öylece baktı kefene sarılmış sevdiğine. Daha birkaç saat önce gelinlikle kollarındaydı. Derince aldığı nefesi boğulacakmış gibi verdi. Yıkılmış dünyasıyla yok olmak istedi.

Nasıl katlanılmaz bir şeydi bu böyle?

Gücünü kuvvetini kesiyordu bu acı.

Dağı söker de dağa yüklemeye gücü yeterdi de sevdiğinin şu narin bedenini kaldırmaya gücü yetmiyordu. Nefes alamadı, oracıkta ölmek istedi o an. Yerden sürdüğü ayaklarıyla yaklaştı. Yetmeyen gücüyle kucakladı kefene sarılı sevdiğini yan taraftaki tabuta bıraktı usulca. Acısı bedeninden çok daha ağırdı.

O sırada içeri gelen Memduh tabutun kapağını  kapattı. Hanife, "Her canlı bir gün mutlaka ölümü tadacaktır. " ayeti yazılı yeşil örtüyü tabutun üzerine örttü. Feride kenarına dayandığı kapı yamacından gözyaşlarıyla izliyordu.

Hayat bu kadardı, bir karış yol, birkaç tebessüm ve bitmişti...

Memduh'un yardımıyla tabutu musalla taşına taşıdı. Yaşlı gözleriyle yönünü camiye çevirdi. Kapısına vardığı camiye ayakkabılarını çıkararak girdi. İçerde akşam namazı kılmış birkaç kişilik cemaat vardı.

"Allah rızası için eşimin cenaze  namazında saf tutar mısınız? " Hiçbiri, hiçbir zaman Bahoz'u bu kadar perişan görmemişlerdi. "Selasını verirseniz size zahmet, eşim Hasret İlbeyi. " Dedi müezzine. Hoca efendi başını hafifçe salladı acısını anlyan bir şekilde. Hoca sela okumaya hazırlanırken Bahoz o birkaç kişilik cemaatle dışarı çıktı.

Hoca sela okumaya başlarken Feride dinmeyen hıçkırıklarla Memduh'a sarıldı bir kere daha, yüzünü göğsüne gömerek ağladı durmadan. Memduh sessizce ağlarken ona eşlik etti.

Bahoz gözlerini yumdu usulca, gözyaşlarıyla dinledi sevdiğinin selasını. Kıyamet kopsun istedi, yok olsun her şey, herkes istedi.

"Bahoz İlbeyi'nin eşi Hasret İlbeyi hakkın rahmetine kavuşmuştur, Allah affı mağfiret etsin. Eşine, ailesine sabır versin. "

Bu ne zalim bir acıydı böyle...

Nasıl her saniye daha fazla büyüyebiliyordu...

Nasıl?

Çok zalimdi, çok amansızdı, çok büyüktü, dipsiz bir kuyuydu bu acı...

Hocanın gelip önde saf tutmasıyla orada olan herkes arkasında saf tuttu. Bahoz her bir kelimede bir gözyaşı döktü. Zor durabiliyordu ayakta.

Hoca helalik isterken yıkıldı, darmadağan oldu da tekrar tekrar ayağa dikildi sanki.

Memduh'un yardımıyla tabutu kamyonetin kasasına taşıyıp bağladılar. Hoca da onunla gitmek istese de Bahoz izin vermedi.

"Gerisini ben hallederim Allah razı olsun. " Diyerek direksiyona geçti. Sürdüğü arabayla herkes arkasından bakarken uzaklaştı. Feride ile Memduh'ta hemen peşine düştü.

Gözyaşlarıyla Kur'an okumaya başladı Bahoz. Yolunun sonu yaylaydı. Yol boyunca hem ağladı, hem de sevdiğinin ruhuna okudu.

Feride'nin telefonu düğün yerinde kalırken Memduh'un ki arabada kalmıştı. Arabaya bindikleri gibi de çalmıştı telefon. Onlarca cevapsız arama vardı. Bir kere dah Meryem arıyordu. Memduh telefonu açtığında Meryem hemen sordu.

"Bahoz nerde oğlum? " Memduh yutkunarak cevap verdi.

"Yaylaya gidiyor, arkasına takıldık gidiyoruz bizde. "

"Tamam çocuğum geliyoruz bizde. " Memduh kapattığı telefonu cebine koyarken hâlâ hıçkıra hıçkıra ağlayan Feride'nin elini tuttu. Ağlama bile diyemiyordu bu kez.

O acı yolun sonu yaylaya varırken Bahoz arabadan inip ışıkları yanmayan evin kapalı şartellerini açtı. Az sonra her yerde ışıklar yanmaya başladı. Kapının önündeki kütüğün altından aldığı anahtarla eve girerek kazma, kürekle geri döndü. Bahçeyi kazmaya başlarken Memduh ile Feride de geldi. Bahoz'un mezar kazdığını gören Feride gözyaşlarıyla Memduh'a baktı.

"Ne yapacağız? " Diye sordu. Memduh sıktığı dişleriyle haline tüm kelimelerin kifayetsiz kaldığı Bahoz'a baktı.

"Sevdiğine son vazifesini yapmasına yardım edeceğiz. "

"Tek başına mı, kimse olmadan? "

"Ne farkeder, tüm dünya burda olsa Hasret'i geri getirebilir mi, Bahoz'un acısına, yangınına bir damla su olabilir mi? Biz bir şey yapabiliyor muyuz ki gelecek olanlar yapabilsin, ondaki acıya hiçbir şey iyi gelmez şu saatten sonra. Her şeyi kendi yapıyor ki öldüğünü kabullenebilsin yoksa yaşayamaz, kabullenemez. "

İkisi birlikte arabadan inerken yanlarına vardıkları Bahoz'a yardım etmek istedi Memduh ama Bahoz izin vermedi. Hafif elini kaldırıp yardım istemediğini belli ederken Memduh acısına, kararına saygı duyarak Bir adım geriledi. Bir taraftan Kur'an okurken diğer yandan da mezar kazmaya devam etti.

Üstü başı çamur sevdiğinin kanına bulanmış üzerine şimdi de sevdiğinin toprağı bulaşmıştı. Her an aklını yitirmeye biraz daha yaklaşıyordu. Yana yana kazdığı mezardan çıktı. Yönünü çevirdiği evden iki büyük tahta plakayla döndü. Kazmayla o iki plakayı ikişer parçaya böldü. Kamyonetteki tabutu Memduh'un yardımıyla mezar çukurunun başına taşıdı. Memduh tabutun üzerindeki örtüyü toplayıp katladı. Feride'ye uzattığı örtüyü gözyaşlarıyla bakan Feride aldı. İzlemekten başka hiçbir şey gelmiyordu elinden. Memduh tabutun kapağını açarken Bahoz mezar çukuruna indi.

Nasıl kucaklayıp tabuta koyduysa yine kucaklayıp mezara indirdi. Önce tüzeltip yüzünü kıbleye çevirdi, ardından bir avuç toprak alıp kapattığı gözleriyle o avucundaki toprağa yedi kere Kadir Suresi okudu. Hafif açtığı kefeninin içine koydu o toprağı.

"Toprak seni incitmesin... İnna lillahi ve İnna ileyhi raciun. " İşte şimdi veda etmişti. Bundan sonrası artık yoktu. Onun için son kelimelerdi bu, bir ömür sürecek bir suskunluğun başlangıcıydı. Kur'an kelamından başka tek kelime çıkmayacaktı artık ağzından. Memduh'un uzattığı tahta plakalarla mezarı kapattı. Memduh elini uzatıp çıkmasına yardım etti. Bahoz dilinde Kur'an'la seviğinin mezarına attı her bir kürek toprağı. O toprağa kendini de gömdü. 

Memduh küreğin sapından tutarken artık gücü kalmayan Bahoz, Memduh'un küreği almasına izin verdi. Çömelip okumaya devam ederken Memduh mezarı kapattı.

Az sonra bir düzine araba bahçenin dışında durdu. Herkes Bahoz'un ve mezarın başında toplanırken kimsenin söyleyecek tek bir kelimesi bile yoktu. Bahoz'un yanına varan Meryem aldığı bir parça mezar toprağını yeğeninin ensesinden aşağı bıraktı.

"Toprak soğuk oğlum, yüreğini soğutsun. " Dedi gözyaşlarıyla. Bahoz kaldırdığı elleriyle sevdiğini kaybettiğinden beri okuduğu kadim kelamı Fatiha ile teslim ederken gözünden damlayan yaşları yüzüne sürdüğü elleriyle silerek ayağa kalktı. Kimseye durmadan eve girip kapıyı kapattı. Kapıyı ardından kilitleyerek kimseyi istemediğini belli ederken mezarın başında kalan herkes hem ağlıyor, hem de ilahiyat öğrencisi olan Aybars'ın öncülük ettiği duaya amin diyorlardı.

Herkesin mutlu olduğu bir düğün düşüncesizce sıkılan kurşunlarla cehenneme dönmüştü. Gencecik bir kadın düğününden mezara uğurlanmıştı. Gencecik arslanlar gibi bir adam paramparça olmuştu, hayata, her şeye nokta koymuş bir daha konuşmayacaktı. Ölüm haktı ama çok ağırdı. İman sahibi biri olmasa kendi canına da kıyardı ama kader Allah'tandı.

Sustum öyle
Ne zaman kurudum
Bu sevda ömrünü
Alır dediler
Senden sonra
Durdu durdu dünya

Ne çiçek ektim canım
Ne düş ne rüya...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top