7
Porsuk'u tanıdım tanıyalı neşesini kaybetmemiş biri olmuştur. Yüzlerimizi gördüğümüz her an gülümseyişi de orada olurdu. Şikâyet ettiğini bir kez bile duymadım. Yaşayanlara ait zamanlarından bahsederken de kendisini hep onunla hayal etmişimdir; bunda, kendini anlatışının da etkisi vardı.
Şimdi düşünüce, belki de sadece en iyi kısımlara eşlik etmiştik. Hatta, hiç yaşanmamış kısımlara.
Hayattayken bir şeyleri deneyimlemek için fazla bir sürem olmamış, insanları incelemek, tanımak benim için kolay gibi görünen bir deneyimsizlikten ibaret geçmişti. Öldüğümde hepsini tattım. Bir şeyleri öğrenmek için görmeniz veya deneyimlemenize gerek yoktu. Bazen karanlıklar içindeyken bile sesler yeterlidir.
Toprağımın üstündeki tüm adım seslerinin taşıdığı kelimeler yaş almayı durduran bedenim aksine açık bilincimi büyütmeye devam etmişlerdi. Onlara teşekkür mü etmeliyim? Ne yazık ki zihnim sadece o zavallıların sonunu merak etmekle meşgul. Acaba aralarında hiç mezarlığıma dahil olan var mıdır? Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim.
Porsuk, daha önce görmediğim bir sapakta ritmik adımlarla, yönünü şaşırmaz, dengesinde tökezlemez halde ilerliyordu. Onu takip ettiğimin farkında mıydı? Bilmiyorum. Fakat tüm ölü hücrelerim takip etmeme izin verdiğini söylüyordu.
Ormanın bu tarafı daha sık ağaçlarla kaplıydı, dalları göğü neredeyse kapatıyor, halihazırda karanlık geceyi zifire çeviriyordu. Güneş doğduğunda fark edip edemeyeceğimi düşündürttü bana.
Ve ansızın, Porsuk durdu. Köklerin uzanmayı kestiği bir açıklıkta, yine de ortasında birleştirilmiş dallarla kapalı gök. Rüzgâr esiyor, dallar vakitleri gelmiş gibi birbirleriyle tokalaşıyor; her yerden ezilen toprak sesleri duyuyorum. Birileri geliyor. Birileri toplanıyor. İnsanlar mı? Porsuk kıpırdamıyor bile. Ağaçların arkasına doğru gerilediğimin farkındayım, yine de elim bir tanesinin gövdesinde, ismin Gölge olsun diyorum ona düşüncelerim arasında bir yerlerde.
"Henüz buraya ait değilsin," diyor Porsuk, sırtı bana dönük, omzunun üstünden bana bakıyor. Hayır. Porsuk göremiyor. Gözleri artık beyazlıktan ibaret. Fakat... Nedense... Bir şekilde beni görebiliyordu işte... Veya öyle ustaca hareket ediyordu ki bende böyle bir izlenim uyandırıyordu.
Porsuk beni ürkütüyordu. Halihazırda ölüyseniz, sizi ne korkutabilirdi ki? Canım yanmıyordu, aç kalamazdım, susuzluk çekemezdim, ölemezdim. Yine de... Canım tehlikedeymiş gibi hissetmem normal miydi?
Porsuk'un arkasındaki gölgelerden suretler çıktıkça ve her birinin gözlerindeki beyazlığı seçebildikçe evet dedim kendime. Evet, canım tehlikedeymiş gibi hissetmem normaldi.
Belki de yaptığım yanlıştı. Belki de gidip hemen Mezbek'e haber vermem, diğerlerini bulmam gerekirdi. Belki de Porsuk'u yalnız bırakmamalı, yanlarına gitmeli, onlarla konuşmayı denemeli veya Porsuk'u tutup oradan çıkarmalıydım.
Fakat korktum.
Tıpkı ilk zamanki kadar çok korktum. Hiçbirimiz tanı sevmezdik, birçoğumuz deneyimlemeden beyazdan nefret ederdi fakat ben beyazdan tiksiniyordum çünkü güneşi görmüştüm. Güneşi görmek ne demek biliyordum. Beyaza kapılmak, tana yakalanmak ne, deneyimlemiştim.
Porsuk ve yanındakilerin her birini görmek içimden bir şeyleri söküp atma isteği uyandırıyor, ölü bedenim bana bunu veremiyordu. Saçlarımı yolsam canım yanmaz, çığlık atsam nefesim sonsuza dek yeterdi. Kalbim atmıyordu, yine de bir şeyler göğsümü sıkıştırıyormuş gibi geliyordu. Sadece kafamda kuruyordum.
Korktum.
Bu yüzden de kaçtım. Burada ağaçlar bile çürük hissiyatı veriyordu. Dostum yoktu. Yapayalnızdım. İlk kez ormandan nefret ettim.
Yolum yoktu, iç güdülerimden yol yaptım; korkumun yönlendirmesine izin verdim. Sesleri dinledim. Orman büyük ama sonsuz değildi.
Alaca'nın yanında yığılarak gövdesine sarıldım. Göz pınarlarım beş asır önce kurumamış olsaydı, o an ağlıyor olurdum.
"Merhaba Alaca. Bugün yeni bir ağaçla tanıştım. Hiç hoş bir yerde değildi. Diğerleri o kadar kaba, kuruydu ki o, onların arasında yapayalnız kalmıştır eminim. İsmini Gölge koydum. Onu severdin. Keşke tanışabilseniz. Seni özledim. Özür dilerim, bir daha uzağa gitmeyeceğim. Beni özledin mi?"
"Ne yapıyorsun orada sen?" Mezbek'in sesini duymanın beni bu kadar rahatlatacağını hiç düşünmezdim. Sanırım en kötü anımızda hiç ummadık insanlardan bile rahatlama bulabiliyorduk.
Alaca'nın gövdesine dayadığım alnımı geri çekip ağacıma gülümsedim. "Bir daha gitmeme izin verme, olur mu?" diye fısıldadım ona, son kez toprağını elleyip ayağa kalkarken. "Koca Mezbek!"
"Ne? Sarılıyor musun sen bana?"
"Evet."
"Beynine solucan mı kaçtı?"
"Büyük ihtimalle, bir beş asır kadar önce falan."
Kolların beni geri sardığını hissettim.
"İyi misin?"
"Şu an, evet."
"Neredeyse güneş doğacak Kızıl, hadi eve gidelim."
"Evet, lütfen."
Mezarıma döndüm.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top