32

Ender kendisini yatağına attığında hemen uyur sanıyordu. Lilyum’un bir rüya olduğunu düşünerek uyanır, İhtiyar’a gördüğü ilginç rüyayı anlatırken her zamanki gibi kahvaltısını eder sanıyordu.

Fakat bir türlü uyuyamadı. İhtiyar’ın odasından gelen fısıltıları duyabiliyordu. Gitmemiş, diye geçirdi içinden. Hala burada. Sanki hiç ölmemiş gibi.

Onunla konuşması gerektiğini biliyordu. Elbet, ölmüş annesi ile karşılaşacaktı. Beyninin bu durumu kabullenmesi için biraz zamana ihtiyacı olduğunu söyleyip dursa da ilk tepkisi Kızıl’ın yanına gitmek olduğundan fazlasıyla sakin bir tepki verdiğini düşünüyordu.

Sanki beklermiş gibi. Sanki biliyormuş gibi.

Yüz üstü yattığı yerde derin bir nefes vererek döndü, tavanıyla bakışır oldu. Kulaklarında sessizlikte yayılan bir basınç hissi vardı, geçmek bilmeyen, bedenine tırmanan ve tüylerini dikleştiren, rahatsız edici bir his. İzleniyor hissi. Tıpkı mezarlıktaki gibi.
Doğruldu. Bir süre etrafa bakındı ama odası her zamanki gibiydi: Boş ve kitaplarla dolu. Ayağa kalktı, odasında usul usul adımladı ve avına atılan avcı gibi dolabının kapaklarını açtı.

Ansızın.

Hızlı bir hareketle.

İçeridekinin geldiğini görmediği bir hamleyle.

“Hayır, kapat!” dedi Kızıl.

“Affedersin!” dedi Ender kapakları geri kapatırken.

Birkaç saniye şaşkın halde durdular. Kızıl içeride, elleriyle ağzını örtmüş halde, Ender dışarıda gözlerini kırpıştırarak ne yaşadığını çözmeye çalışır halde.

Usulca, daha hafifçe ve avına saldırmadan, otlanmak için sakince eğilen bir ceylan gibi bu sefer, kapakları kavradı Ender; santim santim çekti, açtığını içerdekine belli ederek araladı.

İlk gördüğü puslu bir beyazın arkasında kalmış gözlerdi. Sonra artık rengi kalmamış teninde belli belirsiz seçilen çillerini gördü ve keçeleşmiş, karışık uzun, kabarık, kızıl saçlarını ve içinden çıkan dal ve yaprak parçalarını hatta kendi elleriyle ektiği ateş dikeni çalısının meyvelerini dahi gördü.

Kızıl ise dağınık siyah saçları gördü, yavaşça siyah gözlerine indi ve orada kaldı.

“Özür dilerim,” dedi usulca. “İzinsiz girdim.” Çıkmaya yeltendi ama Ender’in kıpırdamayışı ona temas etmeden çıkmasını engellediğinden vazgeçti.

Ender başını yana eğmiş halde onu izliyordu. Sonunda benden kaçmadan onu görebiliyorum diyordu içinden ama suratındaki ifadesizlik Kızıl’da sadece korku uyandırıyordu.

Yaşayan birisi ile karşı karşıyayım, Mezbek bunu görse çok kızar.

“Merhaba,” dedi Ender sadece. Yüzüne baktığında hiçbir şey anlamıyordu belki Kızıl ama sesini duyduğunda hafiflemiş gibi oldu. Konuştuğu, çiçeklere benzeyen kişi buydu işte.

“Merhaba.”

Ender birkaç adım gerileyerek ona çıkması için alan açtı ve Kızıl sadece dolaptan dışarı adımlayarak olduğu yerde durmaya devam etti. Kaçmak için hiçbir dürtü duymuyordu. Başı hala eğikti gerçi, gözlerini saklamak gibi anlamsız bir çaba içindeydi.

“Burada ne işin var?” dedi Ender ama suçlar gibi değildi fakat kız cevap veremeden etrafın ne kadar aydınlık olduğunu fark edince Lilyum’un sözlerini hatırladı. “Güneş var, doğru ya.”

Kızıl, hayatında (ve ölü yaşamında tabii) duyduğu en ilginç cümle oymuşçasına başını kaldırdı. Yüzü nasıl bir şekle girdi bilmiyordu ama Ender görebiliyordu ve bu onu gülümsetmişti.

“Şaşırdın,” dedi eğlenir gibi. “Haklısın, ben de şaşırdım.”

“Biliyor muydun?”

“Hayır, hala daha neyi bildiğimden emin değilim gerçi. Fakat—“

“Ender?” dedi bir ses kapının diğer tarafından ve gittikçe yaklaşan adım sesleri en sonunda içeri girdi. İhtiyar ve Lilyum önce Ender’e, ardından odadaki yabancıya baktılar.

“Gözlerin!” diyen Lilyum diğerlerinin tepki vermesine fırsat tanımadan ortaya atlayarak Kızıl’ı Ender’den uzağa, açık dolabın içine doğru ittirerek orada sabit tuttu. “Ne arıyorsun burada? Porsuk mu gönderdi seni? Sırada o mu var ha? Şimdi de Ender’imi mi almaya geldiniz?!”

Kızıl konuşamıyordu ama karşısındaki kadının gözlerini görüyordu. Gerçi, gözlere ihtiyacı da yoktu ya. Sesi ölüm kokuyordu. Tenine baktığında içten içe akıp giden renkleri görebiliyordu.

“Bırak,” dedi Ender düz bir tonla kadına doğru eğilerek ama dokunmadan, temas etmeden, uzanan ve geri çekilen parmaklarını kendine saklayarak.

Lilyum, Ender’in her tonunu bilirdi. İnsanlar tepkisizliğine o kadar alışmışlardı ki çocuğu duygusuz olarak bellemişlerdi bile. Ender’in hissiyatlarla arası yoktu onlara göre ama Lilyum biliyordu, Ender’in o sessiz tabakasının altında, tepkisiz yüzünün arkasında hislerle tanışık olduğunu görebiliyordu. Mutlu olduğunda çıkardığı sesleri duyabiliyordu, oldukça dikkat kesilmesi gerekse bile tonlamalarını ayırt edebiliyordu.

En çok da kullandığı kelimelerin duygularına göre değiştiğini öğrenmişti.
Şimdi ise daha önce, duyduğunu anımsamadığı bir tonlama ile yanında, onunla tek kelime bile etmedikten sonra dikilirken şaşkınlığını gizleyemiyordu.
İlk önce afalladı. Kızıl’ı bırakmadan genç adama baktı. Ender bakışlarını ayırmadan, direkt olarak ne dediğinin farkında ve arkasında olduğunu belli eden bir ciddiyetle duruyordu. Ardından Kızıl’a baktı. Acı hissetmiyordu belli ki, ölü olduğundan nefessiz kalma gibi bir sorunu da yoktu. Kuvvetleri konusunda ölülerin farklılık göstermediği de aşikârdı. Haliyle istese kolayca kurtulabileceği durumda Kızıl kıpırdamamayı seçmişti.

Lilyum yavaşça geri çekildi. Ender’in bedeninin Kızıl’a doğru yaklaştığını ve aralarına hafiften de olsa girdiğini gördüğünde daha da gerileyerek İhtiyar’ın yanına geri döndü.

“Çiçeklerle konuşan kız olduğunu tahmin ediyorum,” dedi İhtiyar yüzünde manalı bir gülümseyiş, daha dikkatli bakarsanız, daha yakından, gözlerinde hüzünlü bir parıldayışla.

“Güneşe yakalandığı için eve girmiş,” dedi Ender, Kızıl’ın cevap vermekte tereddüt ettiğini görünce.

“Ama gözlerin hâlihazırda beyaz, neden güneşten kaçıyorsun ki?” Lilyum merakla başını eğdiğinde Kızıl bir an için Ender’i görür gibi oldu. O kadar farklıydı ki yüzleri, gözleri ve renkleri ve hiçbir şeyleri, yüzeydeki hiçbir şeyleri birbirine benzemezken bakışları, ifadeleri ve hareketleri tıpkısının aynısıydı.

“Tamamen değil, hala yanacak kadar varlar.”

“Belki de kötü sonuçlanmaz, senin için iyi olur gibi duruyor.”

“Bilemezsin.”

“Kesin olarak hayır, sadece tahmin. Yerinde olsam denerdim. Nasıl olsa artık fiziksel acı yetini kaybetmişsin. Acıtacağını sanmıyorum.”

“Acıyı umursamıyorum, anısı uzun zaman önce silindi. Aklını yitirenleri gördükten sonra bana kalan tek şeyi kaybetmeyi riske atamam.”

“Hayatını hatırlıyor musun ki? Kaç yaşındasın?”

“Hayır, bilmiyorum. Ben—“

“Öyleyse kaybedecek neyin var ki?”

“Neden güneşe bakmam için zorluyorsun?”

“Ne? Hayır, zorlamıyorum. Sadece… Bu şekilde—Ah. Bilmiyorsun.”

“Neyi bilmiyorum?” Kızıl merakla bir adım öne attı ama Ender ikilinin konuşmalarını takip ederken Lilyum’un tonlamalarını hiç beğenmemişti, araya girdi. “Tamam, rahat bırak onu. Yapma.”

İhtiyar, Ender’deki kabalığı görebiliyordu. Uzaklığı, etrafına çektiği setleri ve oluşan kabuğun sesini duyabiliyordu. Tuhaf çocuğum, diye düşündü yüzündeki sıcak gülümseyiş hiç yok olmadan, ölüleri kabul edebiliyor ama Lilyum’un onsuz seneler geçirdiğini asla.

“Kont’un mezarlığındansın, değil mi?” dedi Kızıl Ender’in aralarına mesafe koymasını aldırmadan kenara çekilip kadına daha dikkatli bakarak.

Kont’un ismi Kızıl’ın dudaklarından dökülerek yerde birikinti haline geldi; çamurlu birer yaratığa dönüştü ve sürüne sürüne kadının bacaklarından yukarı tırmanmaya başladı sanki. Lilyum hayali bir ürperti ile sarsılırken istem dışı dikleşerek kollarını kendine sarmıştı. “Onu tanıyor musun?”

“Porsuk ve olanlardan sonra geç de olsa mezarlığımıza geldi. Bize hikâyeyi anlattı. Sonra da yardımlaşmamız gerektiğini söyledi. Porsuk kontrolü dışında davranmaya başlamış.” Bir de hayattayken eşimmiş ve tüm kasabayı benim için kurmuş dedi içinden ama bunları kendisine bile kabul ettiremezken bir başkasına karşı dile getirmek istemiyordu.

“Hah, öyle mi dedi? Onu uyaran bir sürü insanı dinlemedi ve şimdi de Porsuk’un kontrolsüzlüğünden yakınıyor. Gerçekten kökten koparabilseydim…”

“Güneş hakkında,” diyerek biraz daha yaklaştı Lilyum’a Kızıl. Ender’i görmüyordu o an için, bu da genç adamın bozulmasına sebep oluyordu ama hiçbir şey demedi. Sadece konuşmalarının bitmesini ve onunla yalnız kalabilmeyi umuyordu. Konuşma sırasının ona gelmesini istiyordu.

Çiçeklerle yaptığı sohbetleri dinlemek istiyordu.

“Bilmediğim bir şeyler olduğunu söyledin. Nedir o?”

Fakat kimse cevap vermedi ya da verildiyse bile fazla uzun tutunamadılar. Evin kapısı şiddetle sarsıldı, dışarıda büyük bir gürültü kopuyordu.

“Burada kalın,” diyen İhtiyar dışarıya çıktı. Ender odasından evin önünü göremediğinden başka bir konuma ilerledi, Lilyum onu takip ederken Kızıl güneş riskinden sebep olduğu yerde kaldı.

“Neler oluyor?” dediğini duydular İhtiyar’ın uzaktan.

“Oğlunuz nerede?” Buva’nın sesi kendinden geçmiş gibiydi. Her ne kadar hala düzenli ve dik duruşunda olduğunu göremese de sesi, Ender’in gözünde dağılmış, delirmiş ve vahşileşmiş bir adam canlandırıyordu.

“Nedenini sorabilir—“

“Cinayetten tutuklamak için buradayım. Çekil İhtiyar.” İhtiyar’ın kenara itildiğinin sesleri ve içeriyi istila eden adımları duyan Ender’in şaşkınlıkla büyümüş gözleri bir an için ne yapacağından emin olmayan halde titrerken bedeni geriye doğru sendeledi ama yanındaki Lilyum’un tutuşunu hisseder hissetmez kendine geldi. Kızıl’ı saklaması gerekiyordu. Annesini de öyle.

“Saklanmanız gerek,” dedi kadını tutup sürüklerken. Kızıl’ın yanına geldiğinde “Burası olmaz, beni almaya geldilerse odayı arayabilirler,” diyerek durdu. Hızla İhtiyar’ın odasına koşup aldığı yatak örtüsünü Kızıl’ın üstüne örterek koridordan geçmesine yardım etti ve onları İhtiyar’ın odasına kapattı.

Kendi odasına geçtiğinde dolabın kapaklarını örtmüş, yatağında oturmuş halde merakla kapıya bakıyordu. Gürültüyü duyarak yeni uyanmış havası vermek istiyordu ve bunun için uğraşmasına da gerek yoktu. Gerçekten de ne olduğunu anlayamıyordu.

“Odayı arayın,” dedi Buva’nın figürü kapıda belirir belirmez. Birkaç memur içeri girerek ne yaptıklarından emin olmayan bir yabancılıkla eşyaları dürtüklemeye başladı. Ender artık ayakta, Buva’nın karşısındaydı.

“Bu şüphenizin sebebini sorabilir miyim acaba?” dedi sakince.

“Tanık ifadesi.”

“Öyle mi? Ne tür bir tanıklıkmış bu peki?”

“Hücrene girdiğinde her şeyi öğrenirsin genç adam, şimdi sus da işlerini yapsınlar. Ah, işte bak. Kanıt.” Adamlardan birinin yere boylu boyunca uzanarak yatağın altından çıkarttığı kumaş parçasını eline aldı Buva ve bir ganimetmişçesine aralarında tuttu. “Üstelik kanla da kaplı! Bundan başka neye ihtiyaç duyabilirim ki?”

Hiçbir şey demedi. Dedirtmedi de. Ender’in arkasından sürüklenerek getirilmesini emretti ve beraber oradan çıktılar. İhtiyar şaşkın, peşlerinden gittiğinde ev, yeni başlayan günün sessizliğine gömülmüştü ve içinde iki ölü barındırıyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top