28
Kontrolü kaybettiği hissi geri kapatılmamış mezarın başında dikilirken her zamankinden daha fazlaydı. Herkes tek tek ona karşı geliyor, birileri elinden kayıyordu. Sakinliğini korumak için gösterdiği çaba onu tüketiyordu.
Porsuk, topraktan kopuk bir halde çürürken bile birileri onun emirlerini yerine getiriyordu ve Kont bunu fark etmekte ne kadar geç kaldığını görebiliyordu. Sözünü geçirme gücünü kaybetmek üzereydi.
Fakat henüz değil.
Bastonunun ucunu Lilyum yazan taşa dayayarak ismin üzerine hafif de olsa görmeyi bilen için bir anlamı olan bir çizik attı. Başını omzuna doğru çevirerek birkaç dakikadır arkasında dikilen kişiye konuşması için izin verdi.
“Korkuluk’un getirdiği kız gitmiş,” dedi sessizce. “Ve bizden birkaç kişi de öyle. Toprakları açık ve boş. Kasabada yeni bir ölü var ama hiçbir cenaze gelmiyor.”
Başını önüne çevirdiğinde adam uzaklaşıyor. Ağacın karşısına geçip gözlerini yumuyor, her zamanki gibi ve düşünüyor.
Nasıl ilerleyebileceğini düşünüyor. Neden bu raddeye kadar beklediğini düşünüyor. Daha önce yapabileceği tüm o imkanları düşünüyor ama kendisine verecek bir cevap bulamıyor. En azından mantıklı bir tanesini. Oysa elinde bir neden var. Kimsenin anlam veremeyeceği bir tane.
Mutluydu, diyor iç sesi. Onun yanına gittiğimde mutluydu.
Fakat işler kızışmaya başladı ve artık huzursuz olduğunu biliyor. Bu yüzden arkasını dönerek mezarlıktan çıkıyor ve diğerine doğru bir yol izliyor. Artık konuşma vakti geldi.
Ağaçların arasından çıktığında her birini etrafa yayılmış halde buldu ama gözleri aradığı kişinin üstüne düşmüştü bile. Dudaklarında beliren kıvrıma engel olamadı. “Sadece konuşmak istiyorum,” dedi yüksek ve net bir sesle. Kimse cevap vermedi, sadece rüzgâr esti.
Mezbek’in bakışları Kızıl’ın üstüne kaydığında tahmini için bir onaylama bekliyordu fakat kızın genişleyen gözlerini gördüğünde buna ihtiyacı kalmadı. Ayaklanarak birkaç adım öne çıktı ve Kont’un ona çevrilen hafif baş hareketine karşın kafasını yana eğdi. “Porsuk’un yanına kaçtığı kişi, sensin değil mi? Onun gözlerini yakan ve kafasını karıştıran?”
Kont yıllar önce kurumuş dahi olsa dilini dudakları üstünde gezdirdi, ardından birbirlerine bastırarak gülümsedi ve başını bir an için yere çevirip tekrar eski haline döndü. “Porsuk bizi kendi buldu,” dedi. Sanki tüm evren onun sesini taşımak için işbirliği altındaymışçasına herkes tarafından net duyuluyordu. “Kimsenin gözlerini zorla… yakmayız. Ona, tıpkı şimdi size anlatmak için geldiğim gerçekleri aktardım ve karar ona aitti.”
Kızıl, hala oturduğu yerde onu izlerken Mezbek’in yumruğunu sıktığını gördüğünde kendine gelerek ayağa kalktı ve yanına gitti. Elini omzuna koydu ama adam cevap veremeden araya giren Kızıl’ın, “Neymiş o gerçekler?” demesi Mezbek üstünde daha çok etki yaratmıştı.
Bakışların şimdi ona çevrildiğini hissedebiliyordu ama o gözlerini Kont’tan ayırmadı. “Neden ölmediğiniz hakkındaki gerçekler. Neden bazılarınızın hatırlayıp kiminizin hiçbir şeye, ismine bile sahip olmadığı... Neden güneşe bakmanın canınızı bu kadar yaktığı ve baktıktan sonra neden bazılarınızın bir daha kendine gelemediği hakkında gerçekler.”
Konuşurken beyazla kaplı gözlerini Kızıl’dan bir saniye bile ayırmamıştı, ya da Kızıl’a öyle gelmişti. Ne de olsa gözbebeklerini ayırmak için hiçbir renge sahip olmayınca nereye baktığını söylemek kolay olmuyordu. Sonda, sustuğunda mezarlıkta yayılan fısıltılar üzerine herkesle göz göze gelmek için başını hareket ettirse de sonunda döndüğü nokta tekrar Kızıl olmuştu.
“Bunca zamandır buradayız,” dedi Mezbek. “Uzun zamandır buraya hiç kimsenin gömülmediğini düşünürsek oldukça bir vakit demek oluyor bu. Ve sen de, yanlışsam düzelt ama, oralardaydın. Daha çok şey biliyor oluşuna bakılırsa belki de daha uzun. Neden şimdi? Neden daha önce gelmedin de bu gerçekleri bize de söylemedin?”
Kızıl’a mı öyle geliyordu yoksa mezarlıktakiler Kont ve Mezbek arasında gidip gelmeye mi başlamıştı? Kimisi kendilerine daha yakın dururken bazıları, her ne kadar Kont’a yaklaşmasa da onun tarafına doğru kaymıştı.
“Haklısın. Fakat ben sizlere gerçekleri anlatmayı görev edinmiş biri değilim, beni yanlış anlamayın. Bir kahraman ya da aziz değilim. Hatta, doğruyu konuşmak gerekirse sizleri umursadığım da söylenemez. Lütfen bu söylediğime alınmayın. Hiç tanımadığım kişileri nasıl umursayabilirim ki?
Bu kadar geç kalmamın nedeni… Beklediğim birisi vardı, ölmüş ve uyanması için beklediğim biri. O uyandığında, kasabayı sadece bize ait yapacaktım ve o zaman sizler de burada, dışarıda kalmış halde geceleri sürünerek dışarı çıkmak zorunda kalmayacaktınız. Kasaba sadece bize ait olacaktı.
Fakat uyanması oldukça uzun sürdü ve uyandığında ise hiçbir şey hatırlamadığını öğrendim. Hatırlamak için ölüleri zorlamamak gerektiğini onu beklerken yaşadığım birkaç deneyim sayesinde öğrendiğimi belirtmek isterim. Haliyle… Planlarımı ertelemem gerekti. Hatırlayana dek.
Hiçbir zaman hatırlamadı. Hiçbir şeyi. Neden hatırlamıyorsun? Gerçekten bu kadar mı korkunçtu yaşadığın vakitler?”
Son cümlelerini Kızıl’a bakarak söyledi Kont ve Kızıl’ın adımları her kelimesi ile birer kez geriledi. “Ne?” dediğini düşünüyordu ama fısıltısı boğazında kaldığından onu kimse duymadı. Mezbek kafası karışık halde önce Kızıl’a baktı ama onun da şaşkın gözlerini görünce Kont’a geri döndü. “Ne demek şimdi bu?”
“Öldüğün gün oradaydım,” dedi Kont soruyu Mezbek sorduğu halde Kızıl’a doğru konuşarak. “Hatırlamanı bekleyerek on yıllar geçirdim ve bunun bir hata olduğunu bilmeme rağmen beklemeye devam ettim. Porsuk gibi birisinin çıkacağını biliyor olmam gerekirdi.
Korkmanıza gerek yok, Porsuk sizlere bir daha zarar veremeyecek. Kendisi ile ilgilendim. Birkaç müridi de sizlerle değil kasabadaki yaşayanlarla ilgilendiğinden topraklarınızda rahatça yatabilirsiniz. Eğer güneş ve geri kalanlar hakkında bir şeyler öğrenmek istiyorsanız, beni nerede bulacağınızı biliyorsunuz.
Aynısı senin için de geçerli.”
Sonra arkasını döndü ve gitti.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top