25

Hiç bu kadar öfkelendiğini hatırlamıyordu. Ne kendisiyle alay ettiklerinde, ne çiçeklerini ezdiklerinde; hiçbirinde birisini öldürmekle suçlandığı o soğuk an kadar öfkelenmemişti.

Kendisine dedektif diyen herif bakışları Ender’in gözlerinin önünden gitmiyordu. Eve yürürken dahi o kadar hızlı adımlıyordu ki bir su birikintisine bastığını bile fark etmedi; ayağı çamurlu su içinde kalmıştı ve adımladıkça vıcık bir ses onu takip ediyordu ama farkında bile değildi. Ne hadle onu öldürdüğümü iddia eder? Diyordu içinden.

Ceplerindeki elleri titriyordu. Hala kanla kaplı elleri. Çaresizce yarayı aradığı ve bastırarak belki akmasını durduracağı gibi bir aptallığa inandığı elleri.

Dükkâna girmek yerine direkt olarak arkadan dolayıp çitlerden atlayarak bahçesine geçti serasına girdi. Birkaç saksı aldı, toprak çuvalını masaya yatırıp deldi ve küreğiyle kendisine yeni bitkiler hazırlamak üzere saksıları doldurmaya girişti.

Güneş en tepeye çıktığında dahi bulunduğu noktadan ayrılmamış, gereğinden fazla saksı hazırlamıştı. İhtiyar’ın içeri girdiğini duymadı. Uzun bir süre birisinin kendisini izleyen gözlerini hissedemeyecek kadar kaptırmış haldeydi. Elleri otomatik çalışıyordu nitekim zihni yaptığı işi algılayacak bir konumda değildi. Öldürmüş müyüm? Ben ve öldürmek. Öldürmek! Benimle dalga geçiyor olmalı. Düpedüz hakaret. Böyle vahşi bir eylemi gerçekleştireceğimi nasıl ima edebilir?

“Ender,” dedi İhtiyar. Duymadı bile. Yanına yaklaştı. Tekrar seslendi ama hareketleri gittikçe daha fevri hal alan Ender karşılık vermiyordu. Elini omzuna koyarak kendisine çevirdi onu ve Ender yerinden zıplayarak birkaç adım gerilerken uğraştığı saksıyı da beraberinde devirdi.

“Ne diye sessizce yaklaşıyorsun İhtiyar,” dedi Ender saksıyı kaldırıp dökülen toprağı eliyle temizlemeye çalışırken. “Korkuttun beni.”

İhtiyar, genç adamın yanına eğilerek bileklerini tuttu ve kendisine doğru kaldırdı. Hala kanlı olduklarını fark etmemişti Ender. “Bir şey olmuş. Sabahtan beri birkaç kişinin dükkânın önünde yavaşlayarak içeri baktığını görüyorum ama kimse içeri girmiyor. Yatağında yoktun. Anlat.”

Birlikte seradan çıktılar, Ender ellerini yıkayıp üzerini değiştirirken İhtiyar kahvaltı hazırladı ve oğlunun buz gibi olduğunu fark ettiği titreyen elleri için de, Ender’in özenerek büyüttüğü ve ardından toplayarak kuruttuğu yapraklardan papatya çayı kaynattı. Ender gelip de olanları anlattığında bir tane de kendisine koydu çünkü sakinleşmeye ihtiyacı vardı. Çünkü hayatı boyunca sadece bir kez sinirlenen İhtiyar o an duydukları karşısında önce öfkelenmiş fakat ardından dehşet bir korkuya kapılmıştı.

“Gitmemiz gerek,” verdiği tek karşılık oldu. Ender merakla başını kaldırıp sorgularcasına yana eğdiğinde “Bence kasabayı terk etmemiz ikimiz için de en iyisi,” diye açıkladı kendini.

“Kaçalım mı diyorsun yani?”

“Hayır—“

“Benim yaptığımı mı düşünüyorsun?”

“Ne?” İhtiyar canı yanmışçasına sandalyesinde geri yaslandı. “Gerçekten böyle bir şeyi düşünebileceğime inanıyor musun?”

“Bilmiyorum İhtiyar, sen söyle. Sana durumu anlatmama karşılık verdiğin cevap gidelim oluyor. Doğduğun, büyüdüğün, âşık olduğun ve evlendiğin ve kendisiyle birlikte bir bahçe kurduğunuz evi terk edip gidelim diyorsun. Birdenbire. Ansızın. Zamanlaman biraz tuhaf, değil mi?” Bardağı masaya bırakıp sandalyeden gürültüyle kalktı ve mutfaktan çıkmaya yeltendi.

“Öyle demek istemedim fakat haklısın, zamanlamam yanlış anlaşılmaya müsait. Demek istediğim, bu olay bittikten sonra burayı arkada bırakma vaktimizin geldiğini düşünüyorum. Uzun zamandır aklımda olan bir düşünceydi, sadece emin değildim ve açıkçası güzel bir bahçe bulana değin sana söylemek de istemiyordum. Özür dilerim, kendimi yanlış ifade ettim ve seni incittiğimi görebiliyorum.”

Ender’in kötü olduğu pek çok şey vardı. Çiçeklerle nasıl ilgileneceğini bilmesinin dışında pek çok aslında. İnsanları anlayabiliyordu, isterse tabii. Onları incelemek için fazlasıyla fırsatı olmuştu ve hayatta kalmak için sokakta olduğu vakitlerde birçok farklılıklarını gözlemlemişti.

Fakat onlarla nasıl baş edeceğini bilmiyordu. Fazla konuştuğunda hep bir şeyleri batırırdı çünkü insanlarla hiçbir zaman aynı noktada olmamıştı. Bu yüzden sessizliğin ona yardımcı olduğunu keşfetmiş ve kelimeleri sadece kafasındayken sevmişti; bu yüzden kitapları da severdi ya, onlar da mürekkeple bir sayfaya kazınmışlardı belki ama sessizlerdi.

Bir diğer şey ise, duygulardı. Kendi duyguları. Onları nasıl kontrol edeceğini bilmiyordu. Dünyanın, hayatı boyunca bunu asla öğrenemeyen insanlarla dolu olduğunu biliyordu; bunu ona İhtiyar’ın karısı söylemişti.

“Bu yüzden en sevdiğim çiçek zambak,” demişti o gün. “Yeniden doğumu simgeler. Şayet duyguları kontrol etmeyi başaramazsam, yeniden doğmak isterim. Ve yeniden, sonra yeniden. Ta ki öğrenene kadar. İşte o zaman arkama bakmadan ölüp solabilirim. Bu mümkün değil tabii, yine de öyleymiş gibi hayal etmesi hoşuma gidiyor.”

“Biliyorum evlat,” dedi İhtiyar, Ender’in kapı eşiğinde kendisiyle mücadele ettiğini görüp. Gülümsemesi Ender’e gerçekten de bildiğini gösteriyordu. Genç adam göz pınarlarının annesinden akan kan ile birlikte kuruyup gittiğini düşünüyordu, bu yüzden ağlamaklı hissettiği vakitlerde gözlerinden ya da mimiklerinden bunu anlayamazdınız ama İhtiyar içeriden kemirmeye başladığı dudağının hafif bükümünü görünce bilirdi. “Böyle bir şeyi düşüneceğime inanmadığını biliyorum ve sorun değil. Gerginsin, haklı olarak ve biliyorum. Bir kez daha kanları izlediğin için, orada olamadığım için. Ama senin suçun değildi. Bu yüzden kendine yüklenmeyi bırak ve o dedektif bozuntusu seni tekrar çağırdığında masum olduğunun bilinciyle üstüne gelmesine izin verme. Bu iş bittiğinde gitme konusunu tekrar konuşuruz, sorun değil.”

Ender sandalyesine geri oturdu. Omuzlarındaki gerginlik kalkmış, eski hallerine dönerek tekrar çökmüşlerdi.

“Dün gece neden uyuyamadın?” diye sordu İhtiyar bir süre sonra.

“Onu bekledim.”

“Akşamları çiçekler arasında beliren gizemli kız,” diyerek güldü, eğlendirici bir şey söylemiş gibi gülüşü uzadı gitti. Gözlerinin kenarı kırışmış, gamzeleri ortaya çıkmıştı. Ender bir süre gülüşünü izledikten sonra gülümseyemeden edemedi. Gerçekten de ilginçti doğrusu. Kimse ile konuşmayan Hayalçıvan bahçesinde beliren gizemli bir kızın yolunu gözlüyor.

“Hala kim olduğunu bilmiyorum.”

“Kasabada tanımadığın daha bir sürüsü olduğuna eminim evlat, neden şaşırıyorsun ki? Bahçelere gittiğin zamanlarda bile kafanı topraktan kaldırdığına şüpheliyim. Bir keresinde hatırlamıyor musun, seni birkaç saksı almak için gönderdiğimde önünden geçtiğin bir bahçeyi görüp kendini orayı temizlemeye vermiştin. Ev sahibi seni bulduğunda küplere binmişti. Ben de geç kaldığından sebep endişelenip peşinden geliyordum ki seni toprağa bulanmış halde azar işitirken gördüm.”

“O anahtarcının bahçesi gerçekten de içler acısıydı ama. Yabani otları bile temizlememişti, hem yaptığım da kötü bir şeymiş gibi bir ton bağırmıştı bana.”

“Sonrasında sana neden böyle bir şey yaptığını sorduğumda bana acı çekiyorlardı demiştin. Anahtarcı da sakinleştikten birkaç gün sonra bizi yemeğe çağırmıştı, bahçesine yaptığın şeyi sevmiş. Uzun zaman sonra ilk kez bu kadar temiz halde görmüş orayı. Senden birkaç çiçek ekip güzelleştirmeni istemişti hatta.”

“Yemekleri güzeldi. Hatırlıyorum.”

“Onu bu akşam da bekleyecek misin?”

“Belki gelir.”

Fakat gelmemişti. Oysa çiçekleri temizleyerek günün kalanını geçirmiş ve hangisini en çok sevebileceği üzerine tahminler yürütmüştü. Üstelik her biriyle ilgilenirken anlamlarını da kafasında tekrar ediyordu ki böylece onun hangi çiçeğe benzediğini bulabilirdi. Belki. Hala daha kim olduğunu bilmediği bir gerçekti ama bu şekilde az çok bir fikir edinebilir diye umuyordu. Belki.

Beklemekten yorulduğunda ve hava dayanılamayacak kadar soğuduğunda odasına çıktı Ender. Camının önünü açıkta bıraktı ki uyuyana kadar dışarıyı gözlemleyebilsin. Belki de gelirdi. Uyuyakaldığında rüyasında geldiğini gördü. Sonrasında anımsayamasa da ona ismini söylediğini, oturup sohbet ettiklerini düşledi. Saatlerce çiçekler hakkında konuştular. Gülüştüler, mutluydular. Ona çay ikram etti ve parmakları arasından düşerek kırılan bardağın sesiyle uyandı Ender. İlk birkaç saniye gerçekliği algılayamadan nerede olduğunu, Kızıl’ın nereye gittiğini sorguladı. Ardından hiç gelmemiş olduğunu hatırlayarak yüzünü yastığa geri gömdü. Fakat evin içinden gelen fısıltılar ayağa kalkarak koridora çıkmasına neden oldu. Gerçekten de kırık parçaların birbirine çarpışını duyuyordu.

İhtiyar’ın odasının kapısının açık, yatağının dağınık olduğunu görerek ışığın sızdığı noktaya doğru ilerledi. Bir an için İhtiyar’a seslenir gibi olduysa da sesini yutmuş gibiydi. Mutfak kapısının altından sızan ışığın üzerinde hareket eden gölge önce bir çift ayakken ardından iki bölünerek dörde çıktı ve Ender kapıyı usulca açtığında iki tane şaşkın yüzle karşılaştı.

Karşısında İhtiyar ve yıllar önce ölmüş karısı duruyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top