21

Her seferinde onu kaçırdığını düşünerek yatağında uzanıyordu Ender. İsmini dahi öğrenememişti, ilerleme kat edemiyorlardı ve kim olduğunu öğrenemeden geçirdiği vakitler canını sıkıyordu. Çiçeklerine böyle bir aşkla bakan kızı tanımak istiyordu.

Sağına döndü. En eski anısı yüzüne uzatılan bir çiçekti. Ne olduğunu anımsamasa da varlığını biliyordu. Minik dalını tutan uzun, kemikli parmakları hatırlıyordu. Arkasındaki kahverengi eteğin bulanık görüntüsü akabinde gözlerini yumduran yüksek bir ses: Pat belki, belki de bom! Hangisi daha uygun, fark etmiyor.

Ender babasına dair hiçbir anıya sahip değil, annesinin ise aklına kazınan tek görüntüsü alnındaki delikten yayılarak bedenine yatak olmuş kanın üzerinde uzanan figürü.

O zamanlar silahlı saldırı çok olurdu. Ender bunu bilmiyordu tabii ama anlaşamayan adamların pek çok kez birbirine sokaklarda hesap sorduğunu daha sonraları öğrenmişti.

Sadece gördüğü güzel bir çiçeği Ender’e göstermek istemişti annesi.

Sola döndü. Sokakta geçen günleri geldi aklına. En çok bu vardı anılarında, sanki tüm ömrü sadece sokaklardan ibaretmiş gibi. İhtiyar ve bahçesini ona bırakan eşi kendisi için ne kadar değerliyse Ender hala aidiyetsiz hissediyordu.

İçinde bir yerlerde kırılan parçayı sokaklarda kaybettiğindendir belki de.
Belki de bu yüzden uyuyamadığı gecelerin bazılarında, çoğunda, kendisini dışarıya atıyordu ve belki de bu yüzden onun nasıl sesleneceğini bilmediği ama bizim Kızıl olarak tanıdığımız yabancının kaçışının üzerinden birkaç saat geçmişken yürümek üzere evden çıkmıştı.

Küçükken, Ruma’nın sokaklarına ilk vardığı vakitlerde göğü göremezdi. Gök o kadar uzaktaydı ki boyu yetmezdi diye düşünürdü. Boyu o kadar kısaydı ki evlerin sadece siyah taşlarını görüyordu; az daha yetişse pencerenin önündeki renkli çiçekleri görebilirdi. Boyu o kadar kısaydı ki insanların renksiz ayakkabılarını görüyordu ve başını ne kadar geriye atarsa atsın yüzleri hep uzaktaydı, bu yüzden gülümseyişlerine erişemiyordu; uzadığı vakit herkesin neşesine ulaşabileceğine inanırdı.
Büyü ve bunu fark etmesi zamanını aldı çünkü gök hala yoktu ve insanlar ayakkabıları kadar renksizdi; gülümseyiş ve neşe kasabanın kapısında bırakılmıştı ve herkes puslar altındaydı.

Ender sisin çöktüğü gökteki yıldızları görebilmek için daha dikkatli bakmayı öğrendi. “Havuç gözlere iyi gelir,” demişti bahçesinin meleği. Beraber masaya oturmuş, fasulye ayıklıyorlardı. Uzun gövdelerini tek seferde açarak içindeki yavrularını sepetin içine dökmek Ender’in çok hoşuna gitmişti, yüzünde belli olmuyordu belki ama İhtiyar ve eşi yere değmeyen ayaklarının sallanması ve gökte olması gereken yıldızların gözlerinin içinde birikmesini gördüklerinde anlayabiliyorlardı.

O mevsim bahçeye havuç diktiler.

Ender büyüdü ama Ruma’daki tüm evler hala boş ve silikti; İhtiyar’ın evi ise çiçeklerle bezeliydi. Ender sokakların pisliğine bulanmışken o evin yanından geçtiğini de hatırlıyordu. Huzur gibi, demişti içinden. Annem olsa severdi, demişti. Annemle beraber yaşayabileceğimiz bir ev demişti. Ve yanaşırsa pisliği çiçeklere de bulaşır diye evden uzak durmuş ama bahçesinden kendini alamamıştı pek tabii; bildiğiniz gibi.

Gök ufaktan kızarmaya başladığında Ender kasabanın öteki ucundaydı. Korkuluk, Kıra ile dışarı adımlamak üzereyken meydana, Hüzün’ün olduğu açıklığa gelmişti. Bundan sonrakiler aynı anda gerçekleşti ve her şeyin hızlı olduğunu söylemeliyim.

Hüzün’ün gövdesinin diğer tarafında hafif bir çığlık duydu Ender. Adımlarını yaklaştırmak üzereyken beyaz gecelikli bir kızın bedeni ortaya çıkarak gerisin geri Ender’in ayaklarının dibine yığıldı. Yüzünde korkunç bir ifade vardı; tüm acısı açık ağzından dışarı çıkıyormuş da boğuluyormuş gibi bir tıkanıklıkla bedeninin altında yayılan kızıllığın üstünde çırpınıyordu.

Ender bu kızıl yatağı daha önce de görmüştü.

Korkuluk ve Kıra dışarı çıkmış, arkalarından yetişmeye çalışan Dedektif Buva’dan kaçarken güneşin yaktığı gözleri ile Kıra’nın acı çığlıklarını durdurmak için ağzını kapatarak binaların arasında sığınmışlardı.
Ve halk çığlıkla dışarı çıktığında kendilerinkini de yanlarında getirdiler. Ardından biliyorsunuz, birisi tüm kasabaya haber vermek için cinayet var diye dolaşmaya çıktı.

Buva kaybettiği Kıra ve yanındaki yabancıyı o an için önemsiz görüp insanların toplaştığı kalabalığa doğru koştuğunda ortalarında bir genç kız gördü, yanında da dizleri üzerinde bir genç adam. Elleri kanlı, yarasını bastırmaya çalışırken yüzünde donuk bir ifade.

O gün Ender sadece yardım etmek istemişti. Yine de elleri altında bir canın kayıp gidişini hissederken bir çiçeğin soluşunu izlediği her seferinde kapıldığı hüzünden daha büyüğüne kapıldı; dehşet duyuyordu çünkü biliyordu ki çiçek tekrar açacaktı ama bu genç kızın yaşamı sonsuza dek son bulmuştu.

Fakat biz durumun bu olmadığını biliyoruz, değil mi?

🥀

veeee işte Ender.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top