Sarmallar

"Biz ki -onun yarattıklarından- böyle bir şans elde etmişiz. Doğru yolu bulmak için ikinci kez savaşabiliriz. Benliğimizle, arzularımızla..."

"Ama kimse bana seçme hakkı vermedi. Hangi yola gideceğime ben değil başka biri-bir şey- karar veriyor. Niçin bir kez olsun fikrim sorulmuyor? "

Gülümsedi. Biraz buruk. Bana acıyor muydu yoksa adıma üzülüyor muydu emin olamıyordum.

" Tüm bu sorulara yanıt arayan zihnini niçin acele bir hevesle öldürdün öyleyse? Fakat tanrı merhametlidir insan dostum. "

Sinirlenmeye başlıyordum. Fakat tartışacak gücü kendimde bulamadım. Sustum.

" Aşağı inelim."

Biraz da korku dolu gözlerle kanatlarına baktım. Aşağı dediğine göre kanatlarını kullanmayacaktı herhalde. Peki beni nasıl götürecekti?

Gözlerime baktı. Anladı.

"Kanatlar yok. Sarmallardan ineceğiz. "

Kafamda ki soru işaretlerini gidermek bir yana dursun, arttırıyordu.

" Beni takip et. "

Çıktığı çukura doğru yürüdük. Toprak yumuşamış gibiydi. Çıplak ayaklarımı yumuşakça sarıyordu.

Yeniden çukura eğildim. Bu sefer çukur kenarlara doğru genişlemişti. Kendine Feda diyen şu adam yukarı çıkarken kanatlarıyla yolu açmış olmalıydı.

Hiç beklemediğim bir anda kendimi çukurdan aşağıya uçarken buldum. Hayır birden kanatlarım felan çıkmadı dostlarım. Resmen aşağıya itilmiştim. Pata küte yere düştüğümde belimde ki ağrıyla kalkmaya çalıştım.

"Aptal! "

Yukarıdan bana bakarak hınzırca gülümsedi. Parmağını dudaklarına götürerek;

" Şşh, argo yok. " dedi.

" Ne demeye ittin beni! "

Kendisi de büyükçe kanatlarını açarak yanıma süzüle süzüle indi.

" İtmeseydim, kendinde atlama cesareti bulamayacaktın insan dostum."

İç çektim. Ayakları yerden bir kaç santim yukarıda yanımda uçarak ilerliyordu. Tekrar etti.

" Beni takip et. "

Onunla konuşmayı bıraktığımda nerede olduğum dikkatimi çekmişti. Yürüdüğümüz yol kırmızıydı. Ayaklarıma değen şey kesinlikle topraktı. Yanlızca az önce indiğimiz delikten ışık geliyordu. Biz yürüdükçe bu mezardan farksız yer karanlığa boğuluyordu.

Neredeyse hiç bir şey göremeyecek hale geldiğimizde yanıbaşımda yürüyen karaltı durakladı. Bende durdum.

Yüzünü göremiyordum. Yanlızca sesi.

"Söyle bana, ismin nedir? "

Ani soruyla durakladım. Hemen ardından cevapladım.

" Rana "

Yeniden sordu.

" Söyle bana, ismin nedir? "

Tekrarladım.

" Rana "

Ses tonu ağırlaştı.

" İyi düşün. Son kez soruyorum. Söyle bana, ismin nedir? "

" Yahu söyledik ya. Rana! R-a-n-a! Bu kadar mı zor anlaması, melek bozuntusu seni. İnsanım işte. "

Küçük kıkırdamalarının ardından ayaklarımın altında ki toprak sımsıcak oldu. Güzel bir sıcaktı bu. Yakmıyor yada üşütmüyordu. Etraf yarım yamalak aydınlanınca gözlerimi kırpıştırıp yere baktım.

Kıl inceliğinde bembeyaz çizgiler sarmıştı kıpkırmızı toprağı. Aynı bir ağacın kökleri gibi toprağı sarmıştı. Çok, çok güzeldi. Bu beyaz çizgiler parlayarak ayak tabanımı sarıyordu. Hissediyordum. Damalarlarımı delip geçiyor bedenimi dolanıyorlardı.

"Söyle bana, ismin nedir? "

Tüm bedenim ılık sıcaklıkla sarmalanmışken, istemsizce ağzımdan çıktı o kelime.

" İnsan. "

Kocaman gülümsedi. Yaklaştı. Beyaz ışıkla aydınlanmıştı yüzü.

Her yanım alev almaya başlayınca soluk alamadım. Ilık sıcaklık bedenimi bir aleve çevirmişti.
Can havliyle bağırdım.

"Yanıyorum! "

Nefesim kesiliyordu.

Gülümsemesi kayboldu. Elini kaldırdı, yanağıma koydu. Bedenim yavaşça eski haline dönüyordu. Yüzünde hayal kırıklığı hakimdi.

" Demek sen bile ancak bu kadarını kaldırabiliyorsun. "

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top