4- ''Yine yine, yeniden karma kılıklılar.''
Multimedia, Ömer.
BÖLÜM 4 ''Yine yine, yeniden karma kılıklılar.''
''Ya kardeşim, bir git işine. Ben kim, çocuk bakmak kim, Allah aşkına...'' dedi Oğuz, sıkıntıyla kendini ikili beyaz kanepeye atarak. Biraz önce gelen iş teklifini, sırf kendine yakışık bulmadığı için reddetmişti.
''Ya oğlum, salak mısın sen? Kirayı nasıl ödemeyi düşünüyorsun? Al işte sana fıstık gibi iş.''
Oğuz, yüzünü sıvazlayıp masada duran kumandayı eline aldı ve kanalları değiştirmeye başladı. ''Neresi fıstık? İki çocuğun kıçını temizleyip adımı mı çıkarayım? Yok almayayım.''
Ömer, söylene söylene Oğuz'un yanına oturdu ve ayaklarını sehpanın üzerine uzattı. ''Yok, sen böyle değildin. Sonradan geri zekâlı oldun.'' Devam etti. ''Bak, kira parası çıkmıyor. Bu işi almamız lazım. Hem çocuklar zaten küçük; otur dedin mi oturacak, kalk dedin mi kalkacaklar. Hem bak, bende seninle gelirim. Alt tarafı 3 gün bakacağız. Zaten anne ve babası evde de olmayacakmış. Çok para verecekler, ev tamamen bize kalacak oğlum.'' Sonlara doğru sesi keyifle çıkmıştı.
''Diyorsun?'' diye sordu önce. Bir süre Ömer'in dediklerini düşündü. Anne ve babaları yokken çocuklarla gayet rahat ilgilenebilirdi. Üstelik yalnızda olmayacaktı, Ömer daha önce kuzenleri ile çok vakit geçiren birisiydi. 3 gün...
''Of, tamam. Arada kabul ettiğimizi söyle.''
Ömer keyifle gülümseyip arkasına yaslandı ve kumandayı Oğuz'un elinden aldı. ''Sonunda!'' ''Şimdi geri aramak olmaz ama zaten başvuranlar arasından genç olduğumuz için bizi seçmişler. Yani başka birilerini aramaları pek mümkün değil. Normalde yarın görüşme vardı, erkenden gider konuşuruz.''
Ömer kanalları gezerken, her zaman izlediği çizgi film kanalında duraksadı. Tüm dikkati ekrana çevrilirken, Oğuz tarafından ensesine kırlent yemişti.
***
İlknur, her türlü işi yapabileceği söylediğim için internetten bulduğu tüm iş ilanlarının altına ismimi ve numaramı bırakıyordu. İnternet siteleri ile pek aram olmadığı için benim için bu işi yapmasını minnetle karşılıyordum. Geçen hafta bakıcılık işi üzerine kurulmuş şirkete başvuru yapmıştım.
Dün, geç vakitlerde ise yabancı bir numara beni aramış ve 3 günlük 2 çocuğa bakıcılık yapıp yapamayacağımı sormuştu. İki çocuk benim için biraz sorun yaratabilirdi ama ev sahipleri şehir dışında olacağını ve bir arkadaşım ile gelebileceğimi söyleyince hemen kabul etmiştim ve bugün de görüşmeye gidecektim.
''Hazır mısın İlknur?'' diye içeriye doğru seslendim. Dünkü görüşmeden sonra İlknur gece bende kalmıştı çünkü benim evden ulaşım daha rahattı.
İlknur yanıma geldiğinde evin anahtarını aldım ve dışarıya çıktık. Durağa vardığımızda kalkmak üzere olan otobüse yetiştik ve görüşme için gideceğimiz durakta da indik.
İlknur, hayran hayran etrafımızdaki dubleks villalara bakarken, ben eve doğru ilerledim. ''Gel, gecikmeyelim.''
''Yahu ben burada yaşasam, egomdan yüzüme bakamazdınız. Şu evlerin güzelliğine bak. Galiba havuzları da var.'' İlknur'un ağzı peş karış açık, komik bir şekilde konuşması üzerine kıkırdadım.
''Hani para seni satın alamazdı?'' dedim, birkaç gün öncesini hatırlayarak. Omzuma sert bir yumruk geçirdiğinde gülümsemem aniden yüzümden silindi. Canım acımıştı...
''Hayvan...'' diye mırıldanıp kapıyı çaldım. Karşımıza ileri yaşlarda, evin görevlisi olduğunu tahmin ettiğim bir kadın çıktı.
''Biz iş görüşmesi için gelmiştik.'' Kadın bizi içeriye buyur etti.
Ev dışarıdan görünüşüne göre daha büyüktü. Girişin tavanı çok yüksekti, kapının kenarlarında devasa melek heykelleri vardı. Heykellerin etrafı, soldaki dönemeçli merdivene dek sarmaşık doluydu ve bu girişi oldukça kalabalık gösteriyordu. Merdivenlerin korkulukları bile altın gibi parlıyordu. İçeriye ilerlediğimizde salonun tavanının biraz daha alçak olduğunu gördüm. Üst kat, aşağıdan bakıldığında görülebiliyordu çünkü asma kat gibi dizayn edilmişti.
Salonda avangart model koyu renkli oturma takımları ve duvarın nerdeyse yarısını kaplayan devasa televizyon vardı. Salonun sol tarafında, beyaz dolap kapakları ile döşenmiş geniş bir mutfak vardı. Salona açılabilen duvara monte edilmiş küçük pencerelerinden bunu görebilmiştim. Salonun karşı duvarı ise tamamen camdı ve arka bahçe oldukça rahat bir şekilde görülüyordu. Öyle ki sağ tarafta kalan havuzu bile görmüştüm.
Karşımda 30lu yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim bir çift vardı. Zilal Hanım'ın üzerinde oldukça şık siyah bir elbise vardı, eşinin üzerinde ise jilet gibi bir takım elbise vardı. 'Zengin insanlar hep böyle davete gider gibi mi giyiniyor?' diye düşünmeden edemedim.
''Merhaba Zilal Hanım.'' dedim ve ardından da Muhsin Bey'e selam verdim. ''Ben Hilal, bu da arkadaşım İlknur. İş görüşmesi için gelmiştik.''
Zilal Hanım ve Muhsin Bey selamımızı aldıktan sonra İlknur ile ikili koltuğa yerleştik. ''Aslında acil bir işimiz çıktığı için görüşmemiz oldukça kısa sürecek. Çalışmaya bugün başlarsanız bizi çok memnun edersiniz. İlgilenmeniz gereken çocuklar, Berkay ve Nilsu. Berkay 4 yaşında, Nilsu ise 1,5. İkisi de oldukça uslu çocuklardır, zorlanacağınızı sanmıyorum. İhtiyacınız olabilecek her şey çocukların oyun odasında mevcut. Ayrıca, üst katta sizin için hazırlanmış bir odamız var. Şahsi telefon numaralarımız bunlar.'' diyerek önümüze bir kâğıt bıraktı. ''Herhangi bir sorun yaşadığınızda evdeki görevlilerden yardım isteye bilirsiniz ancak özel bir durum olursa gecikmeden bize ulaşın.''
Hemen işe başlayacak olmamız bize sürpriz olmuştu tabi ama Zilal Hanım'ın bizi hemen işe alması biraz garip gelmişti. Devam olarak çalışmayacaktık elbette ama sonuçta çocukları biz emanet ediyorlardı. Herhangi bir aksilikte evdeki çalışanların bizi şikâyet edeceklerine emindim.
Soracağım birkaç soru için dudaklarımı aralamıştım ki, çalan zil sesi ile bakışlarım devasa kapıya yöneldi. Biraz önce bizi karşılayan kadın tekrar kapıyı açtığında kapıdan girenler ile gözlerim kocaman açıldı. Zilal Hanım'a çaktırmamaya çalışarak İlknur'u dürttüm. O da aniden kapıya bakınca hafifçe öksürdü. ''Bunlar gerçekten bizi takip ediyor ya!'' diye fısıldadı.
Gelen kişiler Oğuz ve Ömer idi. Onların burada ne işi olduğunu çözmeye çalışırken onların bakışları da bizi buldu. Kaşları aniden çatılmıştı, karma kılıklıların.
Ağır adımlarla salona girdiler ve Zilal Hanım ile eşine selam verdiler. ''Biz iş görüşmesi için gelmiştik.'' Dördümüzde şaşkın bir şekilde onlara baktık.
''İşi reddettiğinizi söylemişlerdi?'' dedi, soru sorar bir biçimde Muhsin Bey.
''Ufak bir karışıklık olmuş.'' diyerek kısa bir açıklamada bulundular. ''Umarım başka birisini işe almamışsınızdır.
''Çok geç, işi kabul ettik.'' dedi İlknur.
Oğuz birkaç adım yaklaştı ve Zilal Hanım'a baktı. ''Lütfen yeniden değerlendirin efendim. Bu işe çok ihtiyacımız var. Hem sizi memnun edebileceğimize eminiz. Çocuklarla aramız iyidir.''
''Bizimde çok iyi... Daha öncede bakıcılık yapmıştık zaten.'' dedim, hızla atılarak. Yalandan kim ölmüş? ''İlk biz geldik hem.''
''Aslında ilk görüşmemiz bu gençlerle olmuştu.'' Zilal Hanım'ın sözü üzerine Ömer pis pis sırıtmaya başlamıştı.
Oğuz biranda Zilal Hanım ve eşi önünde diz çöküp sulu gözlerle bakınca neye uğradığımı şaşırdım.
''Sıkıntılı bir zamandayız efendim. Lütfen, bizi işe alın.'' Ben daha ne olduğunu anlamadan İlknur beni yere itince Oğuz'un yanında bende diz çökmüş bulundum. Ellerimi hemen önümde birleştirip ileriye doğru hafifçe salladım.
''Hayır, bizi alın. Biz daha iyi bakarız çocuklara.''
''Hayır, biz daha iyi bakarız. Hem ilk görüşmeniz bizimleymiş, öncelik bizim bence.''
''Bir kere siz reddetmişsiniz. Önce biz geldik, öncelik bizim. Hem siz daha köpeklere bile bakamıyorsunuz, çocuklara nasıl bakacaksınız?''
''Asıl siz çok saldırgansınız, çocukları dövmeyeceğiniz ne malum?''
''Onlar çocuk, sizin gibi ahlaksız değil.'' Oğuz susmam için kaş göz yapınca doğru yere ayak bastığımı fark ettim.
''Sizler tanışıyor musunuz?'' Zilal Hanım'ın sözü üzerine bakışlarımı ona çevirdim.
''Evet.''
''Hayır.''
Oğuzla birlikte aynı anda cevap vermiştik, olumlu yanıt veren bendim.
''Yani, daha önce karşılaştık ama tanışıyoruz sayılmaz.'' diyerek kendisini düzeltti Oğuz.
Muhsin Bey saatine kısa bir bakış attı. ''Aranızda bir karar verin, acilen çıkmamız gerekiyor.'' dedi.
Panikle öne atıldım. ''Onlar gitsin, biz bugün başlayabiliriz. Onların işi vardır belki.''
''Hiçte işimiz yok. Biz kabul ediyoruz işi.''
Zilal Hanım ve Muhsin Bey ayaklanınca bizde ayağa kalktık. Birbirlerine baktıktan sonra bakışları yeniden bizi buldu. ''Eğer sizin içinde uygunsa birlikte çalışabilirsiniz. Kızlar bir çocuğa, beylerde diğer çocuğa bakar. Ancak ücreti bölüşmeniz gerekecek.''
Ömer boş bulunup 'olur, olur' deyince Oğuz'un ölümcül bakışlarına maruz kaldı. ''Birlikte mi? Biz bunlarla hayatta anlaşamayız.'' dedi İlknur.
''Öyleyse hızlı bir karar verin. Hanginiz kalıyor?''
Salonda kısa bir sessizlik oluştu. ''Biz birlikte çalışmayı kabul ediyoruz. Arkadaşlar etmiyorsa, gidebilirler.''
''Bizde ediyoruz!'' diye atıldık, İlknur ile aynı anda.
Zilal Hanım gülümseyerek koltuktaki çantasını aldı. ''Güzel, anlaştığımıza göre aranızda halledersiniz. Bol şans.'' diyerek eşi ile birlikte çıkışa doğru ilerlediler.
Kapının önünde iki küçük bavul vardı. Anlaşılan uzak bir yere gidiyorlardı. Kapıda, başında komik bir şapkası bulunan genç adamla konuştuktan sonra dışarı çıktılar, genç adamda peşi sıra bavulları alarak dışarıya çıktı.
Daha önce kapıda bizi karşılamış olan görevli kadın salona girdiğinde hepimiz ona baktık. ''Beyler, sizin için ayrı bir oda daha hazırlayacağım. O zamana dek çocuklar ile tanışabilirsiniz. İkinci katta soldan üçüncü kapı, oyun odaları.'' diyerek bizi kısaca bilgilendirdi.
Önce masada duran kağıdı çantama koyduktan sonra girişteki dönemeçli merdivenlere doğru ilerledim. Ardımdan İlknur, Ömer ve Oğuz da geliyordu. Koridorda acelesiz bir şekilde ilerlerken arkadan Ömer'in ''Detaylar?'' deyişine İlknur'un cevap vermesine izin verdim.
Odaya girdiğimizde, balık şeklindeki küçük halının üzerine oturmuş oyuncak arabaları ile oynayan küçük bir oğlan çocuğu karşıladı bizi. İlgisiz bakışları sırayla hepimizi süzdü ardından oyununa devam etti. Oynarken 'Vınn!'' diye sesler çıkarıyordu.
Oda çok genişti. Sol tarafta büyük bir sepet vardı ve içi tamamen oyuncaklarla doluydu. Karşıda geniş bir televizyon vardı, çizgi film açılmıştı ancak sesi kısıktı. Televizyonun yanında tavandan zemine kadar uzanan pencere, yanında da küçük bir beşik vardı. Beşikte ayağa kalkmış ve sevimli sevimli zıplayıp bize bakan küçük kıza gülümsedim. Anlamsız kelimeler mırıldanıyordu.
''Zilal Hanım çocukların birine sizin, diğerine bizim bakmamızı söylemişti.'' dedim. İlknur'a sorgu dolu bakışlarımı attığımda, ''Biz küçük kıza bakacağız.'' dedi. Onu başımla onayladım.
Ömer, ''Tamam, bizde bu küçük beyle ilgileniriz. Erkek erkeğe takılırız biraz, değil mi genç?'' diyerek Berkay'ın yanına çömeldi Ömer. ''Naber?''
Berkay, başını kaldırmadan selam verince Oğuz'da yanlarına gidip çocukla konuşma girişiminde bulundu. Bizde İlknurla Nilsu'nun yanına gittik.
''Naber, şeker şey?'' diye mırıldanıp, hareketli miniği kucağıma aldım. Bebeğin üzerinde açık pembe bir tulum vardı ve poposuna bez bağlanmıştı. İki tel saçı vardı, onu da lastik toka ile tepesinde toplamışlardı. ''Anne gitti ama biz seninle oyun oynayacağız. Tamam mı?'' diye mırıldandım.
Güler gibi sevimli bir ses çıkardı. ''Ama bu çok tatlı, ben bunu ekmek arası yapar yerim.'' diye çocuğu ısırmaya başlayan İlknur'a kötü bakışlar attım. Nilsu gerçekten çok tatlı bir çocuktu, yemyeşil gözleri vardı ve tepesindeki iki tel saçı ile gülümseyince ısırmalık oluyordu.
''Karnı aç mıdır sence?'' diye mırıldandım. ''Bence değil, baksana keyfi yerinde.''
Nilsu ile ayakta durup öylece oynarken aniden kafama çarpan cisim ile başım hafifçe öne doğru savruldu. Ardından da duyduğum hayvani sesler ile arkamı döndüm. Elimle başımı ovuyordum.
Ömer, Oğuz ve Berkay, oyuncak sepetinin yanında durmuş bana bakıp kahkaha atıyorlardı. Kafama attıkları şeyin ne olduğuna bakmak için bakışlarımı İlknur'un arkasına çevirdim. Karpuz şeklinde plastik bir top hafifçe sallanıyordu.
''Çocukla çocuk olmayacaksınız, beyler! Çocuğa bakıcılık edeceksiniz.''
''Berkay böyle oyunlardan hoşlanıyormuş. Biz ne yapalım? Eğlendirmemiz lazım çocuğu.''Oğuz pis pis sırıttı.
İlknur kulağıma yaklaşarak fısıldadı. ''Bunlar gün boyu bizimle uğraşır, benden söyleyeyim. Gel şimdilik evi falan gezelim.''
İlknur'u onaylayarak Oğuz'a karşı elimi havaya kaldırıp boğazımı kesermiş gibi bir hareket yaptım. Bu hareketin anlamı, 'Bittin sen oğlum!' demekti, kendimce.
Odadan çıktığımızda öncelikle hemen yandaki kapıyı açıp içeriye baktık. Burası küçük bir banyoydu ve lavabonun altında ikili küçük bir merdiven vardı. Anladığım kadarıyla Berkay'ın gün içinde kullandığı banyoydu.
''Tuvalet bile lüks, şuna bak...'' diye mırıldandı İlknur. ''... Zenginlik güzel şey ya. Bende zengin olmak istiyorum.'' Çocuk gibi mızmızlanmasına yalnızca gülümsedim. Banyodan çıktığımızda İlknur beni karşıdaki odaya sürükledi. İçeriye girdiğimde gözlerim resmen ışıldamıştı çünkü burası Nilsu'nun odasıydı.
Duvarlar, halı, perdeler ve beşiği tamamen pembeydi. Duvarlarda prenses resimleri vardı. Halı çiçek şeklindeydi ve perdelerle uyum içindeydi. Beşiğinin etrafı tavandan sarkan beyaz tüllerle kapatılmıştı. Odayı iki büyük pencere aydınlatıyordu, bu yüzden oda çok aydınlıktı.
Nilsu'nun giysileri için ayrılmış, benim yatak odamdan bile büyük olan, bir oda vardı. Kapının hemen yanındaydı ve girişinde şato şeklini andıran kapaklar vardı. İçeriye girdiğimizde özenle asılmış renk renk kıyafetleri incelemeye başladık.
''Yaa...'' diye mırıldandı İlknur, hayranlıkla. Gözleri ışıl ışıl olmuştu. Kendini kıyafetlerin arasına atıp pembe renkli olanlardan birini eline aldı. ''Çok tatlı değiller mi?''
Onu başımla onayladım. Elindeki elbise el kadar bir şeydi ve etek kısmındaki tüllerle oldukça tatlı görünüyordu. ''Ne şanslı çocuk, değil mi?'' dedim. ''Benim kızımda böyle büyüsün isterdim. Her istediği gerçekleşecek, düşünsene.''
İlknur beni onayladı. Bir süre Nilsu'nun odasında durduktan sonra koridorda ilerleyip başka bir odaya girdik. Burası Zilal Hanım ve eşinin odası olmalıydı ki, oldukça büyüktü. Avangart model yatak takımı ve üzeri tamamen kaliteli parfümler ve makyaj malzemeleri ile dolu olan şık bir tuvalet masası vardı. Odaya genellikle kahverengi tonları hakimdi ancak Zilal Hanım'ın zevki olduğuna neredeyse emin olduğum ,borda rengi ile odaya renk katılmıştı. İlknur, geniş yatağa kendini sırt üstü attığında bende odaya doğru ilerledim.
''Gözlerim kamaştı galiba!''
''Böyle odam olsun, birde Brad Pitt gibi kocam olsun... Ben daha ne isterim!'' diye sevinçle şakıdı, İlknur.
''Ya kalk çıkalım şuradan. Kamera falan vardır, bir şey falan kaybolur bizden bilirler.''
İlknur gözlerini devirip beni umursamadan makyaj masasına ilerledi. Parfümleri tek tek bileğine sıkıp hoşuna gidenleri bana koklattı. ''Bak başımızı belaya sokma, çıkalım buradan.''
''bir şey olmaz. Üstümüze suç falanda atamazlar hem. Allah büyük tatlım, bizi korur.''
Kıkırdadım. ''Amin tatlım, amin de... Eşeği sağlam kazığa bağlamak lazım.'' dedim. Beni yeniden umursamayarak giysi odasına doğru ilerledi. Bende peşinden giderken hala daha Nilsu'yu kucağımdan indirmediğim için kolum uyuşmuştu. Giysi odasındaki pufun üzerine oturup Nilsu'yu da kucağıma oturttum. Neyse ki uslu bir çocuktu, yalnızca anlamsız kelimeler çıkarıp kıpırdanıyordu.
İlknur Zilal Hanım'ın kıyafetlerini karıştırmaya başlayınca iyice sinirlenmiştim. ''Elimden bir kaza çıkartacaksın ama...''
Askılardan çıkardığı saks mavisi, üzeri tüylerle kaplı olan ceketi çıkarıp üzerine denedi. Önce aynada kendine bakıp, sonra bana döndü ve komik bir poz verdi; sağ elini çenesinin altına koyarak dudaklarını büzdü ve diğer elini de beline yasladı. ''Nasıl oldum?''
Aynı pozun birde tam tersini verip sırıttığında bende kahkaha attım. ''Çok rüküşsünüz, hanımefendi!'' dedim. Güldükten sonra ceketi eski yerine koydu. ''Bunları tekrar tekrar giyiyor mu, yoksa giydikten sonra atıyorlar mı acaba?'' diye sorarken ayakkabıların numarasını kontrol ediyordu.
Ayakkabılardan ümidi kesince üzeri işlemeli beyaz renkli çekmecelere ilerledi. Çekmeceyi açınca aniden gözleri büyümüştü, ardından munzurca kıkırdadı. Eline aldığı siyah kumaş parçasına baktığımda gözlerimin tıpkı İlknur gibi büyümesine engel olamadım. Elinde tuttuğu, boyu oldukça kısa olan bir gecelikti. Nilsu'yu kucaklayıp ayağa kalktım. ''Yeter İlknur, özel hayata saygın olsun. Ayıp bu kadarı...'' diyerek elindekini çekmeceye atıverdim. ''...Yürü aşağı inelim.''
İlknur beni onaylayarak çekmeceyi kapattı ve odadan çıktık. Merdivenlerden inmeden önce asma kat gibi yapılmış alandan aşağıya baktık. Ömer, Berkay'ı sırtına almıştı ve Oğuz'un peşinden koşuşturup duruyorlardı. Gülüşleri ve ayak sesleri salonda yankı yapıyordu.
İlknurla birlikte aşağıya indiğimizde Nilsu'yu koltuğun en uç köşesine oturtup, yastıklarla yanlardan destekledim. Düşüp anlını falan yararsa hem vicdan azabı çeker, hem de kiracıdan bir ton laf yerdim.
''Hiii!!'' diye bir ses duyduğumda koltuğa dizimi yaslayıp arkamda kalan İlknur'a baktım. Televizyon ünitesinin önüne diz çökmüş, arkası bana dönük bir şekilde oturuyordu. Arkasını döndüğünde elinde küçücük, beyaz renkli, sevimli bir köpek gördüm. Önce gözlerim korkuyla açıldı, ardından da yavru olduğu için korkmamın saçma olacağını düşündüm. Köpeği kucaklayıp koltuğun bana en uzak köşesine oturdu ve köpeği dizine yasladı. İlknur başını okşadıkça, köpek ona doğru başını sürtüyordu.
''Ya, ama bu çok tatlı.'' diye mırıldandı İlknur.
''Yalnız ben olsam...'' deyip soluklandı Ömer. Koşuşturmaktan nefes nefese kalmıştı. ''...Onu elime almazdım.''
İlknur sorgular bakışlarını Ömer'e çevirdi. Ömer'in hemen arkasından ona yetişen ve yanında duran Oğuz, önce Berkay'ı Ömer'in omzundan indirdi, sonra kendini tekli koltuğa atarak çocuğu kucağına oturttu. ''Az önce kendi pisliğinin içinde yuvarlandı da ondan.'' dedi, Oğuz.
İlknur gözlerini sonuna dek açarak ellerindeki köpeği biranda yere bıraktı. Köpek ayaklarının üzerine düştüğünde patilerinin zeminde çıkardığı ses içimi ürpertmişti ancak İlknur'un durumu daha vahimdi. Ellerini iki yana açıp kendinden uzak tutmaya çalışarak ayağa kalktı. ''İğrenç!''
''Niye daha önce söylemediniz?!''
Ömer keyifle sırıttı. Eliyle İlknur'un yüzünü işaret ederek, ''Şu görüntüden mahrum mu kalsaydık?''
İlknur, öğürür gibi bir hareket yaptığında başımı başka yöne çevirdim. Çünkü başka biri yanımda bu tarz hareketler yapınca benimde midem ayağa kalkardı. İlknur koşa koşa merdivenlere ilerleyince banyoya gideceğini düşünmüştüm ancak duraksadı ve arşınladığı yolu hızla geri geldi.
Biz daha ne olduğunu anlamadan İlknur'a bakarken, İlknur aniden elleri ile Ömer'in yüzünü mıncırmaya başladı. ''Aman, hiç mahrum kalır mısın?''
Elini peçeteye silermiş gibi Ömer'in yüzüne sildiğinde Ömer aniden öğürdü ve ayağa kalktı. İlknur'un gür kahkahası eşliğinde merdivenleri hızla çıkmaya başladı. İlknur'un yaptığı iğrenç bir şeydi ancak kahkahamı engelleyememiştim. İlknur aniden arkasını dönüp Oğuz'a baktığında Oğuz çığlık atıp Berkay'ı kucağından indirdiği gibi kaçmaya başladı. İlknur'da hemen peşinden koşunca komik bir kovalamacanın ortasına düşmüştüm. Oğuz oturduğum üçlü koltuğun etrafını dolanıp duruyordu, haliyle de İlknur'da peşinden gidiyordu. En sonunda yakalayamayacağını anlayan İlknur, koltuğun üstünden atlamaya çalışınca ayağı avangart model koltuğun üzerindeki işlemeye takıldı ve yüzüstü yere kapaklandı. Düşüşü çok sert olduğu için endişeyle kafamı kaldırıp ona baktım. Ben kesin bir yerlerine bir şey oldu diye düşünürken, İlknur cin gibi fırlayıp Oğuz'un üstüne atıldı. Oğuz tekrar çığlık atarak bahçe kapısına koştuğunda İlknur kahkaha atarak merdivenlere yöneldi.
''Ellerimi dezenfekte edip geliyorum.''
Gülüp onu onayladım ve bakışlarımı Berkay'a çevirdim. Onunla tanışmamış olduğumu fark ederek elimi ileriye doğru uzattım. ''Benim adım Hilal.''
Berkay, çekingence bana yaklaşıp küçücük elini avucumun arasına bıraktı. ''Berkay.''
sesi fısıltı gibi çıkıyordu. Biraz sonra elini çektiğinde ilk karşılaştığımızdaki gibi umursamaz bakışlarını yüzüne takındı yere eğildi. Niye yere eğildiğini anlamak için bakışlarımı aynı yöne çevirdiğimde bacaklarımın dibinde duran köpeği fark ettim.
Çığlık atarak bacaklarımı toparlayıp, kollarımı etrafıma sardım. Çığlığımın hemen ardından duyduğum ağlama sesi ile sağıma baktım. Nilsu, çığlığımdan korkmuş olmalı ki ağlıyordu. Berkay kaşlarını çatıp bana baktı, ''Köpeklerden pek hoşlanmam da...'' dedim, mahcup bakışlarla. ''Onu buradan götürür müsün?''
Berkay hiçbir şey demeden köpeği ensesinden tutarak televizyon ünitesinin yanındaki kulübesinin içine koydu. Nilsu'yu kucağıma alıp ayağa kalktım ve başını omzuma yaslamasını sağlayarak hafifçe yerimde sallandım.
''Ağlama fıstık, seni korkutmak istememiştim.'' diye mırıldandım. Açıkçası yaptığım yöntem işe yarayacak mı bilmiyordum ama kulağımın dibinde cırlak bir sesle ağlamasından dolayı sol kulağım hafiften çınlamaya başlamıştı.
Merdivenlerden gülerek inen İlknur'u gördüğüm de yanıma gelmesi için işaret yaptım. Yanıma gelirken eliyle arkasını işaret etti. ''Salak çocuk, yüzünü yıkayacağım diye gözüne sabun kaçırdı.''
Hafifçe gülümsedim ama Nilsu'nun ağlaması yüzünden yüzüm yeniden buruştu. İlknur yanıma yaklaştığında aynı şekilde yüzünü buruşturup, ''Böyle sevimli bir bebekten bu ses nasıl çıkıyor Ya Rabbim.'' dedi.
Nilsu'nun başını okşamaya başladığında bahçe kapısının ardından kafasını uzatmış, bize laf yetiştirmeye çalışan Oğuz'un sesini duyduk. ''Aynı sen işte.'' dedi.
''Ne alaka!'' diye çemkirdi, İlknur.
''Kısacık boyu var, türlü türlü çirkefliği var.''
Oğuz'un sözü üzerine İlknur sinirle nefes verip ayağındaki ayakkabıyı bir hışımla çıkarıp cam kapıya doğru fırlattı. Oğuz hızla kafasını geriye çekerek ayakkabının gazabından kurtulmuştu ancak ayakkabı cama çarpınca tok bir ses duyulmuştu. Umarım cam kırılmamıştır diye dua ederken, Berkay'ın kıkırtısını duydum.
''Berkay, gel tatlım buraya.''
Berkay usul usul yanıma yaklaştığında yere çömelip onun hizasına yaklaştım. ''Kardeşini nasıl susturacağımızı biliyor musun?''
Berkay başını olumlu anlamda sallayınca yüzümde güller açtı. Kollarını uzattığında Nilsu'yu temkinli bir şekilde kucağına bıraktım. Nilsu, hemen abisine sarılıp kısa süre içinde ağlamasını kestiğinde gözlerimi şaşkınlıkla açtım.
Berkay başını kardeşinin başının üzerine yaslayıp gözlerini kapattığında çok tatlı görünüyorlardı. ''Teşekkür ederim, küçük bey.'' diye mırıldandım. Berkay bana gülümseyip Nilsu'yu tekrar kucağıma bıraktığında ayağa kalktım. İlknur, cama fırlattığı ayakkabısını geri ayağına giymişti. Dışarı çıkmak için adımlayan Berkay'ın başını okşayıp yanıma geldi.
''Acaba kardeşim ve bende mi böyleydik?''
''Hiç sanmıyorum.'' deyip güldüm. ''Sen kesin kardeşin gelince kıskançlıktan boğmaya falan kalkmışsındır.''
İlknur kulağını çekip elini dişine vurup, ''Allah korusun, demek ki bu yüzden böyle salak oldu bu çocuk.'' dedi, kız kardeşi hakkında. Kahkaha atıp yeniden koltuğa oturdum. İlknur kumandayı eline alıp televizyonu çalıştırdı ve kanalları dolaşmaya başladı.
Bu sırada Ömer aşağı inmişti ve Oğuz'u sormuştu. Bahçede olduğunu söylediğimizde de karnını tutarak bahçeye çıktı.
''Dev ekranda reklam izlemek bile harika oluyormuş.'' dedim, şampuan reklamını izlerken. Şampuan reklamlarına gerçekten inanmıyordum. Açık kahverengi, omuz hizamdan bir karış aşağıda biten, dümdüz saçlara sahiptim. Her türlü şampuanı denediğim halde saçlarım parlak ve canlı görünmüyordu. Neyseki saçlarım pırasa gibi olduğu için fazla kötü gözükmüyordu ancak İlknur için aynısı geçerli değildi. Onun saç rengi benim birkaç ton daha açığımdı ve saçları dalgalıydı. Onun saçlarını çok beğenirdim ve saçlarımı sürekli kıvırtmaya çalışırdım, o da aksine düzleştirip dururdu.
''Bak bu dizi sezon finali yapacak, daha önce izledin mi?''
Başımı iki yana salladım.
***
Ömer, Oğuz ve Berkay, arka bahçedeki büyük havuzun etrafına konumlandırılmış şezlonglara uzanmış, ellerini enselerinde rahat bir şekilde birleştirerek dinleniyorlardı. Öğle vakitleriydi, güneş tam tepelerinde ışıldıyordu.
''Oğlum başımıza güneş geçecek şimdi.'' dedi Oğuz.
''Sanki her gün havuz başında uyuyorsun. Az sabret bir tadını çıkarayım.''
Oğuz, sıkıntıyla derin bir nefes verdi. ''Ev arkadaşım eldeki tüm parayı market alışverişinde yemese belki de öyle bir hayatım olabilirdi.'' dedi, iğneleyici bir biçimde. ''Berkay sucuk gibi olacak şimdi, içeriye girelim.''
Ömer gözlerini açıp yerinde doğruldu ve Berkay'a baktı. ''Berkay, ağabeyim, sen içeriye git hadi. Bizde birazdan geleceğiz.''
Berkay hiç itiraz etmeden şezlongdan indiğinde Oğuz onu durdurdu. '' Hani içeride iki tane abla var ya,'' dedi önce. ''Onlara de, senin karnını bir doyursunlar. Eğer yapmazlarsa açlıktan öleceğim, suçu size atacağım de. Tamam mı?''
Berkay gülüp, paytak adımlarla içeriye girdiğinde Ömer ardından etrafı kontrol edip tişörtünü kaldırdı. ''Bak içeride ne buldum?''
Elinde maymun suratını andıran tüylü bir maskesinden vardı, yukarıya çıktığında çocukların oyun odasında bulmuş ve kızların görmemesi için tişörtünün altına saklamıştı. Oğuz, otuz iki diş sırıtıp, ''Sende benim düşündüğümü mü düşünüyorsun?'' dedi.
Ömer başıyla onaylamadan önce ''Kaşındırdı.'' diyerek karnını kaşıdı ''Acaba yiyecek bir şey hazırladılar mı?''
Ömer, aniden alnına yediği şaplak ile yerinden sıçradı. ''Ne var? Acıkmış olamaz mıyım?''
Kısa bir sessizliğin ardından Oğuz, ''Kızları küçük bir sürpriz bekliyor.'' dedi.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top