10- ''Doktor Who?'' PART 2


***
''İlknur, acaba bir sorun mu oldu? Geç çıkmadılar mı sence? Ya çocuğa bir şey olduysa? Ya halam!''
Telaşla ayağa kalktım ve tırnaklarımı yiye yiye koridorda bir ileri bir geri yürümeye başladım.

''Kızım, sen he deyince çocuk fırlıyor, oldu bitti diye çıkıyorlar mı sanıyorsun?''
Dolanmaya devam ederek İlknur'a baktım. Ağzımdaki tırnak kalıntısını tükürüp ''Evet!'' dedim, oldukça masum bir şekilde.
İlknur güldü. ''Hilal, saçmalama. Doğum çok uzun süren ve çok zor seyreden bir doğa olayı. İlerde doğurunca anlarsın. Bak internette izlemiştim hem, normal doğum çok sağlıklı. Yani bir sorun olmaz, halan güçlü kadın senin.''

Biran için güldüm, ''Güçlü demek yetmez ona. Hamileliğinde bayağı kilo aldı. Eniştem dedi ki, gelirken elini tutayım demiş, şuan röntgene gitti. Kırık var mı diye baktıracakmış.''
İlknur ile gülüştükten sonra tekrar yerime oturdum. ''Gireli bayağı oldu ama....'' dedim, tekrar kötü düşünceler zihnime doluşurken.

Bu sırada ameliyathanenin kapısı açıldı, içeriden genç bir doktor ve hemşire çıktı.
Hemşire, ''Perihan Hanım'ın yakınları?''

Tüm aile üyeleri ile birlikte bende ayağa fırladığımda hepimiz doktorun başına toplanmıştık. Başaralı bir doğum gerçekleşti, ayrıntıları doktorumuzdan alabilirsiniz.
Hemşire uzaklaşırken, uzun boylu doktora kaydı bakışlarım.

''Evet, eşim iyi mi? Kızım nasıl peki? Ne zaman çıkarlar, onları ne zaman görebilirim?''
Eniştem, telaşlı ve heyecanlı bir şekilde doktora yaklaşmış, hızlı hızlı konuşuyordu.

Doktor ellerini arkasında birleştirerek, hafifçe öksürdü. Gözleri arada sırada bana kayıyordu, nedenini anlayamamıştım.
Bir adım gerilediğinde, hepimiz birlikte doktora doğru ilerledik. ''Ameliyatımız gayet başarılı geçti. Nur topu gibi bir oğlunuz oldu, annesinin durumu da gayet iyi.''

Doktor bir adım gerilediğinde, hepimiz şaşkınlıkla birbirimize bakıp doktora doğru bir adım daha attık.
''İyi de biz kız çocuğu bekliyorduk?''

Eniştem yeniden atıldığında, doktordan alacağımız cevabı bekledik. Doktorun kaşları hafifçe havalandı, şaşırmış olmalıydı. Gözleri biran bana kaydığında, gözlerinin ne kadar tanıdık geldiğini düşündüm.
''Olur mu canım! Erkek çocuğu çıktı. Sünnet bile ettim yahu! Gerçi şeyi yanlış yerdeydi ama bayağı uzundu. Neyse hayırlı olsun! İyi günlerrr!''

Doktor kaçar gibi hızlı hızlı konuşup arkasını döndüğünde Eniştem ve anneannem koluna yapıştılar. ''Bir dakika Doktor! Neler söylüyorsunuz siz?''

Anneannem kolunu fazla asılmış olmalı ki, 1.90lık Doktor bir an tökezledi, anneannemin üzerine doğru eğildi. Eniştem de bu sırada diğer kolundan asılınca Doktor bu defa diğer tarafa doğru tökezledi.
''Doktor Bey, çocuğumu ne zaman göreceğim? Neyi yanlış yerde? Açıklayın lütfen!''

Doktor hızla kollarını çekiştirdi ve yüzünü bize döndü.
''Ayrıntıları Hemşire Hanım'dan alırsınız!'' deyip eliyle arkamızdaki, elinde kuzenimi taşıyan hemşireyi gösterdiğinde tüm ailenin bakışları o yöne dönmüştü ancak ben Doktor'a bakakalmıştım.

Çünkü aile üyelerim arkalarını döner dönmez doktor maskesini indirmişti.
Bu-bu Oğuz'du...

''Sen!'' deyip elimi ileriye doğru uzattım. Oğuz, anında beni fark edip korkuyla gözlerini açtı. Eli anında maskesine gitti, yüzünü kapattı ve geriye doğru bir adım attı.

''Hemşire Hanım orada!'' deyip ellerini havaya doğru 'Ben suçsuzum' der gibi kaldırıp arkasını döndü. Kaçmasını önlemek için önlüğüne yapıştım. ''Dur orada!'' diye bağırdığımda, ardımda bir hareketlenme oldu.

Oğuz'u önlüğünden çekiştirip önüne geçtim. Aile üyelerim yavaş yavaş yanımıza geldiğinde, sesimi olabildiğince yükselttim.
''Senin burada ne işin var!?''

Oğuz korkuyla etrafına baktı. ''Şey yaptım, doğum yaptım. Aman, doğum yaptırdım. Doğurttum yani...''

Eniştem, kucağındaki kuzenim ile yanıma geldi. ''Doktorumuzu tanıyor musun Hilal?''
Adım adım gerilemeye çalışan Oğuz'un koluna yapıştım. ''Ne doktoru enişte! Bu doktor falan değil, temizlikçinin teki. Adı da...'' duraksadım ve yakasına baktım. ''Fikret falan da değil. Has ve öz karma kılıklı Oğuz bu!''

Eniştem, şaşkınlıkla bana baktı. ''Bunda doktor olacak zeka yok zaten! Söyle çabuk, ne işin var burada? Bu önlük neci?''

Anneannem bir adım öne çıktı. ''Ne yani, bu çocuk doktor kılığına girip doğum mu yaptı? Vışşş, namahrem her şeyi gördü oğul!''
''Teyzeciğim, orada 10 kişi vardı. Gören gördü, hey yavrum! Allah bir daha göstertmesin, görür görmez bayıldım zaten.''

Eniştem, kuzenimi kardeşine bırakarak Oğuz'a doğru yaklaştı, ''Ne diyorsun lan sen! Doğru mu lan bunlar?'' dedi. Eniştemi hızla Oğuz'un maskesini indirip gözlerini öfkeyle kıstı. ''Ulan, yaktım çıranı!''

''Yapma ağabey! Açıklayabilirim.'' Oğuz, 1.70lik eniştemin karşısında ezilip büzülürken, eniştem Oğuz'un yakasına yapıştı ve Oğuz'a kafa attı.
Eniştemin boyu zoraki yettiği için zıplayarak vurmuştu, dengelerini kaybettikleri için birlikte yere düştüler.

Koridor biranda karıştı, eniştem Oğuz'a vurmaya çalışırken aile üyeleri onları ayırmaya çalışıyorlardı.
Ben mi? Ben tabi ki enişteme yardım ediyordum, ona gaz veriyordum.

''Vur enişte, vur. Dolandırıp türlü türlü oyunlar kurduğu yetmiyormuş gibi birde halama laf atıyor, hakaret ediyor. Vur!''
İlknur beni kolumdan geçiştirince, susmak zorunda kaldım. ''Kız, bu Oğuz'da her yerde karşımıza çıkıyor. Bizden dayak yediği yetmiyormuş gibi birde sülaleden dayak yedi. Helal olsun Vallahi, hakkını yemeyelim. Çok güzel dayak yiyor.''

İlknur'un sözü üzerine güldüm. Haklıydı, ne diyebilirdim. Eniştem ve Oğuz yerde debelenirken, gelen hemşireler onları zoraki ayırdı.
''Ne oluyor burada? Hastane burası, kendinize gelin.''

Hafif kilolu, kısa saçlı hemşire öne atılıp çemkirdi. ''Bu adam doktor kılığına girip doğum yaptırmış. Üstüne birde gelip alay ediyor. Yok efendim sünnet etmişte, erkekmiş de!''

Eniştem olayı anlatırken daha çok sinirlenmiş olmalı ki, tükürür gibi söylediği sözlerin ardından Oğuz'a doğru atıldı. Erkek hemşireler anında müdahale ettiğinde, kilolu kadın, ''Doğru mu bu?'' dedi, Oğuz'a dönüp.

Oğuz telaşla etrafına bakındı, gözleri tek tek yüzlerimizde gezindi. Biranda harekete geçti, işaret parmağını arkamıza doğru uzattı. ''Uçak geçiyor!''

Ve hepimiz 3 yaşındaki çocuk gibi Oğuz'un bu tuzağına düştük, arkamıza döndük. Ancak bu refleks olarak yaptığımız bir şeydi, hemen önüme döndüğümde Oğuz'un çoktan kaçmaya başladığını fark ettim.

''Kaçıyor! Yakalayın!''

Tüm sülale biranda koridorda koşturmaya başladık, en önde ben gidiyordum. Tabi ki bunun nedeni genç ve güzel bir kız olmam değildi. Oğuz'a duyduğum karşılıklı kindi.

''Allah'u Ekber!''

Savaş nidaları ile Oğuz'un peşinden koşturmaya başladık. Tabi ki, genç, dinamik bir vücuda ve uzun bacaklara sahip olduğu için bize fark atmıştı, pes etmedik.

***

Oğuz, peşinden gelenlerden telaşla ve korkuyla kaçarken ilk durağı Ömer'in yanı olmuştu. Koridorun ucunda, Ömer'i elinde paspasla söylene söylene köşeleri temizlediğini görünce yanına koşturdu.

Ömer'in yanına geldiğinde, kendisini fark eden Ömer, ''Nerede kaldın? İş yerinden aradılar.''

''Ne işi oğlum, koş, koş!''
Ömer daha ne olduğunu anlamadan, köşeyi dönen kalabalığı görünce korkuyla çığlık attı. ''Ne yaptın lan yine?''

''Görmemem gereken şeyler gördüm ağabey. Koş, koş!''
Ömer, elindeki kovayı dahi bırakamadan Oğuz'un çekiştirmesi ile birlikte hızlı hızlı koridorda koşturmaya başladılar. Merak ve şaşkınlıkla kendilerine yol veren insanların arasından geçerek merdivenlerden indiler. Merdivenlerden indikten sonra sola döndüklerinde, karşılarına çıkan sedye ile bir an duraksayacak gibi oldular ancak durmadılar. Ömer kenarı kayarak, sedyeye çarpmaktan kurtulmuştu ancak Oğuz'un böyle bir şansı yoktu. Uzun bacaklarının avantajı ile ani bir karar ile havaya zıpladı, sedyenin üzerinden atlayıp karşısına çıkan insanlara çarpmadan koşmaya devam etti.

Ömer elinde döke döke döke gittiği kovayla deli gibi çığlık atıp Oğuz'un hemen arkasından hızla koşuyordu.

***

Arkamda son sürat koşan sülalem ve onların başında 'This is Kaptan Türkiye' –Kaptan Amerika- olarak koşan ben, öndeki iki deliyi kovalıyorduk.


Ömer'in elinden bırakmamakta ısrar ettiği kovadan, koşmasının etkisiyle etrafa su sökülüyordu. Ve benim ıslak zeminde ayağımın kayması ile düşmem bir oldu. Popumun üzerine sert bir şekilde düşüş yaparken, aynı ana çığlık atmamla birlikte, tüm hastane benim muhteşem düşüşümü görmüştü.

Acıyan popoma üzülmek için vaktim bile olmadan dayımın üzerime basıp geçmesi bir oldu. Deşilen böğrüm ile birlikte iki büklüm olduğumda, duraksayan ve başıma toplanan aile üyelerini zoraki savuşturdum.
''Gidin, gidin. Beni geride bırakın. Önemli olan onları yakalamak, koşun!''

Acıdan dolayı sesim boğuk çıkmıştı. Elimi ile geri savurup gitmelerini işaret ettim. Birkaç ileri yaşlı akrabam yanımda kalsa da, eniştem ve dayım kovalamaya devam etti.

''Koşun yiğitlerim, koşun!''

***

''Ulan ne gördüysen Allah başına tomar tomar yağdırsın emi! Benimde başımı belaya soktun.''
Ömer hem koşuyor, hem de Oğuz'a saydırıyordu.

''Allah Korusun lan! O nasıl beddua! Tövbe de hemen. Gördüklerimi görsen gözlerine kezzap atardın oğlum!''

''Şimdi ben senin o gözlerini oyacağım zaten!''
Oğuz, bir an için geriye baktığında, peşlerini hala daha bırakmamış olan iki adama baktı. Hastaneden çıkmışlar, bir sokak ilerisine kadar kaçmışlardı. Hala daha kovalanıyorlardı. Bir yokuşa gelmişlerdi, zorla yukarıya doğru koştular.

Oğuz, tekrar önüne dönerken biraz arkasında kalmış olan Ömer'e baktı. Elinde sarı bir kova ile koşmaya çalışıyordu, haliyle geride kalmıştı.
''Lan kovayı niye getirdin?''
Ömer, kısa bir an eline baktı. ''Ne bileyim oğlum! Yangından mal kaçırır gibi koşuyoruz.''
Ömer, şaşkın şaşkın bakınırken kovayı geriye doğru fırlatıverdi. Bu sırada yavaşlamamak için uğraştığı için tökezlemişti.

Ayağı kaldırımın kenarına takıldı, düşmemek için uğraştığında, nasıl olduğunu dahi anlamadan ayakkabısı ayağından çıkıverdi. Ömer aniden durup, yokuştan aşağı yuvarlanan turuncu ayakkabısına doğru baktı.
''Hayır, evladım!''

Oğuz, duraksayan Ömer'i fark ettiğinde hemen yanına geldi ve kolundan tutarak çekiştirdi. ''Evladım gitti!''
Ömer'in ağlamaklı çıkan sesinin ardından Oğuz gözlerini devirdi. ''Evde başka ayakkabın yok mu ulan! Yürü hadi, yakalanacağız.''

Yokuşu zoraki çıkan iki adam, duraksayan iki genci görünce hızlanmışlardı. ''O benim uğurlu ayakkabımdı.''
Oğuz, ilerlememekte ısrar eden Ömer'in koltuk altlarından tutarak sürüklemeye başladı. Yorulmuş ve nefes nefese kalmış bedeni, şimdi de kucağında sürüklediği genç ile geri geri yokuşu tırmanmak zorunda kalmıştı.

Oğuz, kendilerine yaklaşan adamlara bakarken, ''Çok da uğurlu değilmiş anlaşılan.'' dedi.

Ömer, sulanmış gözleri ile kaldırımdaki ayakkabısına hüzünle bakarken, Oğuz söylene söylene Ömer'i çekiştirdi.

''Yakalanacağız, yürüsüne!''

Ömer sonunda kendini toparlamayı başarmıştı. Yokuşu çıktıkları anda, kendilerini uzun, ince bir sokak karşıladı.
''Bu adamlar yorulmayacak gibi. Buradan gidersek yakalanırız.''
Ömer, ellerini dizine yaslayarak soluklandı ve etrafına bakındı. Sol taraflarında bir yol, sağ taraflarında ise bahçeli evlerin olduğu bir sokak vardı.
''O zaman bizde onları biraz yorarız.''

Oğuz, Ömer'in baktığı yöne baktı. İlerilerinde koyu renkli bir bahçe duvarı vardı. Oraya girerlerse, bahçeli evler arasında ufak bir yolculuğa çıkmış olacaklardı.

''Hadi yapalım!''

Oğuz, arkasındaki adamları kontrol ettikten sonra sağa doğru ilerlediler. Oğuz ve Ömer çevik bir şekilde bahçe duvarından atladıklarında, birkaç adım gerileyip adamların ne yapacaklarını beklediler.
Arkalarındaki adamlar, tıpkı gençler gibi çevik bir şekilde atladıklarında, Oğuz ve Ömer bahçede hızla koşmaya başladılar. Çimlerle ve yemyeşil ağaçlarla süslenmiş bahçenin arka tarafına geçtiklerinde, adamlarda peşlerinden bahçenin arkasına dolandılar.

Karşılarına üç genç kız çıktığında, Ömer biran için duraksadı ve kızlara bakıp göz kırptı.
''Naber kızlar?'' dedi.

Kızlar, Ömer'in bu haline güldüler, tek ayakkabısı olmayan nefes nefese kalmış çapkın bir oğlana gülmemek elde değildi.
Kendilerine yetişmiş, hemen arkalarında olan adamları biran için unutan Ömer'i hızla çekiştirdi, Oğuz.

Bahçe duvarından atlamak için çok az bir zamanları vardı. Dikkatsizce duvardan atladıklarında, ikisinin birden yere kapaklanması bir oldu. Duvarın hemen altına koyulmuş kutuların üzerine düştüklerinde, toparlanmaları da zaman aldı.
Duvardan atlayan adamlar, Oğuz'un ve Ömer'in üzerine atladığında, iki genç acıyla inledi.

''Amca, ezdin amca!''
Ömer öksürüp, karnına inen koca cüsseli adamın yarattığı etkiden kurtulmaya çalıştı.

''Ulan, şimdi yedim sizi!''

Oğuz ve Ömer arasında kısa bir bakışma geçti. Adamlardan biri, Ömer'in karnına sert bir tekme attığında, Ömer iki büklüm oldu. Diğer adam ise Oğuz'un yakasından tutarak kendine yaklaştırdı. Oğuz sert bir yumruk yedi. Başı geriye doğru düştüğünde, ''Hilal elini sizden almış galiba. O da öküz gibi vuruyordu Vallahi!'' diye mırıldandı.

Adam daha çok sinirlendi.
Bu sırada, Hilal'in eniştesi Ömer'in yakasına yapışmıştı. ''Abi Vallahi benim bir suçum yok, ne gördüyse o çocuk gördü. Ben yalnızca olay mahallinde bulunmak gibi bir hata yaptım.''

Cevdet Bey, Ömer'in dediklerini kale bile almadı. Yumruğunu havaya kaldırdı. Ancak Ömer, aniden ''Dur!'' diye bağırdı.
''Şimdi sen beni döversen, masum bir genci döverek günah işlemiş olursun. Şimdi durup dururken şeytanları memnun etmeye ne gerek var?''

Cevdet Bey duraksadı. Adamın o anda düşünmeye başlaması Ömer için bir avantajdı. Ömer, adama kafa atarak adamın tökezlemesini sağladı. Hemen ardından da tökezleyen adama tekme savurarak yere düşmesini sağladı.
Ömer, acıyan başını ovuştururken, bu sırada Oğuz, karşısındaki adamın hassas bölgesine tekme atarak adamı yere sermişti.

Adamlar yerde yatarken, Ömer ve Oğuz'a kaçmak için fırsat doğmuş oldu.

Son hızla eve doğru koşmaya başladılar. Evin arka bahçesine açılan cam kapıdan içeriye giriverdi.
Oğuz içeriye girdiğinde, karşısında geniş bir leğenin içinde oturan, başı sabunlu yaşlı bir adam görmeyi beklemiyordu.
Duraksadı ancak bu sırada hemen arkasından gelen Ömer, duramayıp kendisine çarptı. İkisi de yüz üstü yere düştü.
''Ne oluyor!?'' diye bağıran yaşlı adam, bacaklarını iki yana açıp öylece hemen önüne düşen iki gence baktı.

Oğuz, ağır bir küfür savurarak, su dolu leğenden başını kaldırdığında, bacaklarını korkuyla iki yana açmış ve şaşkınca kendisine bakan çırılçıplak adamı gördü. Oğuz adamın hemen önünde yatıyordu, her şeyi görmüştü.

Gözlerini hemen kapadı. ''Hayır, olamaz. Bugün bu kadar yetmez miydi Allah'ım? Benim bu gözlerim daha neler görecek?''
Oğuz hızla ayağa kalktı, kendisine saydıran yaşlı adamı umursamadan Ömer'i ayağa kaldırdı.
''Koş, koş!''

Oğuz, evin ön kapısından çıktığı gibi ön bahçenin çitlerinin yanına geldi.
Ömer ve Oğuz, çitlerden atlayıp diğer bahçeye geçecekleri sırada Ömer'in ceketi çitlere takıldı ve Ömer öylece asılı kaldı. Oğuz, koşmaya devam edecekken Ömer'in attığı tiz çığlık ile arkasına döndü.
Uzun çitlerde, belinden asılmış, iki büklüm kalan Ömer'in haline güldü ve hemen yanına geldi.

''Yardım et Oğuz!''
Oğuz hemen Ömer'i çekiştirmeye başladı. ''Uğurlu ayakkabıdan sonra, tek takım elbisem de gidecek. Düzgün çeksene ya, yırtılacak!''

''Düzgünce atlasaydın sende! Yakalanacağız şimdi. Zaten iyice alevlendiler!''
Oğuz, Ömer'in ceketini çitlerden kurtardığı sırada arkasından bir hırlama sesi yükseldi.

Oğuz, arkasından gelen hırlama sesi ile donakaldı.
Ömer, kocaman açmış olduğu gözleri ile sesin geldiği yere bakıyordu. ''Oğuz, poponu kolla kardeşim. Zira bunun dişleri ne var ne yoksa parçalar.''

Oğuz, korkuyla ne yapacağını bilemedi. ''Çok mu büyük Ömer?''
Ömer başını iki yana salladı, dudaklarını dişledi. ''Seni yer, birde üstüne beni yer. Büyüklüğünü sen çöz yani.''

Oğuz, elini ağırca poposuna götürdü. ''Popom benim her şeyim ya, onu yemesin.''
''Oldu kardeş, söylerim. Başka bir yerinden başlar.''

Bu sırada, arkadan kendilerine yetişen adamlar çitlerin hemen arkasına geldiler.
Oğuz ve Ömer birbirlerine baktı. Yeterince hızlı koşarlarsa, hem adamlardan hem de köpekten kaçabilirlerdi.
''3 deyince, tamam mı?''
Oğuz, ''Koş lan, koş. Ne 3'ü, popomuz tehlikede şuanda.''

Ve ikisi aynı anda son hız koşmaya başladılar. Büyük köpek, havlayarak peşlerinden geldiklerinde, Oğuz çitten hızla atlamıştı ancak Ömer biraz daha geride kaldığı için Köpek paçasından ısırarak onu yakaladı.
''Oğuz, kurtar beni! Isırdı beni, ısırdı!''

Oğuz, hemen çitin tepesine çıktı, Ömer'e doğru uzandı. Ömer'de, paçasından çekiştiren büyük köpeği zoraki sürükleyerek Oğuz'un eline uzandı.

''Çek beni, çek!''
''Düğünde ne yedin sen. İki saatte kilo alıp gelmişsin.''
Ömer, paçasındaki köpekten kurtulmak amacıyla bacağını silkeleyip duruyordu. ''Ben çok fitim bir kere!''

Oğuz, Ömer'i yukarıya doğru çekmeye çalışırken, köpekte ters yönde çekmeye çalışıyordu. Ömer'in vücudu yay gibi gerilmişti, ayrılan bacakları sızlıyordu.
Oğuz, Ömer'i yukarıya çekmeyi başardığında, Ömer'in yükselen bedeninin ardından köpekte havaya kalktı, iki ayağı üzerinde duruyordu.
''Bıraksana it! Sündürdün resmen!''
Bu sırada köpek, Ömer'in silkelemelerine daha fazla dayanamadı ve yere düştü. Ancak düşerken, Ömer'in ayakkabısının tek eşini de kendisiyle birlikte götürmüştü.

''Hayır, diğer evladım da gitti!''
Ömer, yukarı çıktığında, Oğuz'un çekiştirmesi ile çitin diğer tarafına geçti.

Bu sırada peşlerindeki iki adam da, diğer bahçedeydiler, köpek nedeniyle yanlarına gelemiyordu. ''Atlattık galiba.'' deyip gülüştüler. Ancak Ömer'in gülüşünde hüzün vardı.

''Evlatlarım!''


***

Ben popomun acısını çoktan unutmuş, dayımın ve eniştemin karma kılıklıları yakalamış olması için dua ederken, İlknur Halama laf anlatmaya çalışıyordu.

''Ya Perihan ablacığım, bu üçüncü anlatışım. Artık ikna olsan da, sabırla beklesen olmaz mı?''

Halam, inadım inat bir kadın olarak ayağa kalkmakta ısrar edince, en sevdiği yeğeni olarak araya ben karıştım.
Ayağa kalktım, yatağına yaklaştım. ''Halacığım, şimdi eniştem gi-
''Sen sus kız! Hiç burnunu sokayım deme. Ne geliyorsa senin yüzünden geliyor başımıza, belalı kız. Hiçte sevmem seni.''
Halamın sözleri üzerine ağzım beş karış açık öylece kala kaldım. ''Hamilelik sonrası dönem deyip susuyorum hala. Sonra hatırlatırım ama...''

Halam söylenip kollarını birleştirdi.

Hepiniz bana patlayın zaten... Ben kimim ki, benim bir kalbim var mı ki?

Ne oluyor yahu bana? Bende mi özel dönemimdeyim?

Yerime oturduğum sırada odanın kapısı açıldı ve dünya yakışıklısı iki adam girdi içeriye. Dayım ve eniştem....
İkisinin de dayak yediği her halinden belliydi.
Aniden ayağa kalktım. ''Yakaladınız mı onları?''
Dayım elinde tuttuğu turuncu ayakkabıyı bana uzattı. ''Yakalayamadık.'' dedi eniştem, eşinin yanına giderken. ''Ama ayakkabısını düşürdü.''

Palet gibi duran, büyük turuncu ayakkabıya baktım, saf saf. ''Ne yapayım yahu ben bu ayakkabıyı? Sindirella'nın ayakkabısı mı ki bu, denete denete adamları bulayım. Hayır bu birde kokuyor yahu, odayı kokuttu!''

Elime bırakılan ayakkabıyı odanın bir köşesine atıverdim. ''Hikayenin sonunda beyaz atımın arkasına atmış olarak getiririm artık o adamları size.''

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top