Bölüm 5: Küçük yolculuklardan çıkan büyük sonuçlar
Barkan, Özge ve biricik Elis'imiz tehlikeli bir yolculuğa beraber çıktılar ancak Elis, yanındaki bu ikiliye güvenebilecek mi?
Bölüm 5: Küçük yolculuklardan çıkan büyük sonuçlar
Barkan, motoru çalıştırdığı anda dengemi sağlayabilmek için küçük kulplara yasladığım elimi hemen ceketine doladım. Deri ceketi parmaklarım arasında ezilirken, süratle giden motorun rüzgâra karşı verdiği mücadelenin arasında kalmamak için başımı da Barkan'ın sırtına yaslamak zorunda kaldım. Küçük bedenim motordan fırlayacak korkusundan kaskatı kesilmiştim ve rüzgâr, ıslak saçlarımı mahvetmişti. Başımla birlikte tüm bedenim zonkluyordu, kolay hastalanan vücudum şimdiden hastalık sinyallerini yayıyordu.
Gözlerim yarı kapalı, rüzgârla verdiğim mücadele bir süre sonra durdu. Barkan motordan indiğinde, düşmemek için bende hızlıca indim. Köyün girişinde bir yerde motorları saklayıp yola yayan devam ettik. Küçük, sevimli bir yere girip sıcak gözlemeler yedik. Mideme giren sıcak şeyler sonunda açlığımı bastırdı. Hesabı Özge öderken, kalabileceğimiz küçük bir mekân bulduk. Küçücük odaları ve tek kişilik yatakları olan küçük otelimiz için iki gecelik fiyat ödeyip iki ayrı oda tuttuk. Özge ve ben aynı odada kalırken, Barkan hemen yan odamızda kalacaktı.
Bu durumdan rahatsız olduğunu çünkü en az benim kadar onunda Özge'ye güvenmediğini biliyordum. Neden güvenecekti ki? Tanımıyordu bile...
Küçücük odaya girdiğimde, odayı tarama ihtiyacı bile hissetmeden kendimi yatağa attım. Sert yatak canımı yakarken uyku saniyeler içinde beni ele geçirdi. Gözlerim kapanmadan önce, Barkan'ın odayı araştırdığını ve Özge'nin dışarıya çıktığını duydum.
***
Barkan, dışarı çıkan Özge'yi kendi haline bırakıp odayı hızlıca aradı. Şüpheli bir durum gözüne çarpmayınca kendi odasına gitmek için yöneldi ancak uyuya kalan küçük kızı görünce duraksadı. Yatağa yaklaştı ve battaniyelerden birini üstüne örttü. Özge dönene dek, kızı odada yalnız bırakmamak için odadaki tekli, kırık koltuğa oturdu ve başını geriye atıp düşüncelere daldı.
Görevinin ne kadar zor olduğunun ve kızın güvenini bir şekilde kazanmak zorunda olduğunu biliyordu. Tıpkı bir bağımlı gibi, görevin getirilerini şartsız koşulsuz yerine getirirken açılan tüm yarıkları tek tek kapatmak sandığından daha zordu. İşin kötü tarafı, bu uğurda yalnız olmadığını birkaç saat önce anlamıştı. Kızın peşinde sandığından çok kişi vardı ve hepsinin amacı farklıydı.
Elini kulağına yasladı ve kulaklığını yeniden etkin hale getirdi. Rapor vermesi için bekleyen adamlara karşı seslendi.
''Gelenler Gürmen'in adamları değildi,'' dedi. ''Bu Gürmen'in işi değil. Onların uğraşacağı bir ton iş bıraktım geride. Gürmen hala umutsuzca aracın izini sürüyor olmalı, peşimizde başka birileri daha var.''
Bir süre karşı tarafı dinledi, ''Kim olduklarını henüz bilmiyorum. Çiftliği daha önce de kontrole gelebilirlerdi ancak bunu yalnızca biz geldiğimiz anda yaptılar. Onca silahlı adama bakılırsa, bizden daha çok şey biliyor olmalılar.''
Bir süre daha sessizlik oluştu, ''Evet, şuanda yanımda. Henüz hiçbir şey bilmiyor gibi görünüyor. Ona anlatmalı mıyım?''
Hemen ardından devam etti, gözleri bu sürede küçük kızın hala daha nemli olan sarı saçlarını taradı.
Talimatlar ardı ardına gelirken, Barkan hepsini bir bir aklına kazıyordu. ''Onun kim olduğunu bilmiyoruz,'' dedi. ''18 yaşında, savunmasız bir genç kız gibi görünüyor olabilir ama neler yapabileceğini ve ne bildiğini bilmiyoruz. Bundan hiçbir zaman emin olamayız.''
Kibar olmaya çalıştığı tok sesi, odada fısıltı halinde yayılırken Elis kıpırdandı. ''Kapatıyorum.''
Barkan, deri ceketi çıkarıp koltuğun üstüne astı ve ağırca ayağa kalktı. Yatağa yaklaşıp çatılmış kaşları ile derin rüyalarda olan kızı izledi.
Tecrübeleri ve okumaları, her ne kadar bu kızın gerçekten masum olduğuna inanmasına neden olsa da, bir yerlerde kimsenin göründüğü gibi biri olmadığı aklına düşüveriyordu.
Yine de, kızı bir süre korumalı ve bildiklerini öğrenmeliydi.
Botlarına sakladığı şırıngayı çıkarıp düzeneğini kurdu. Elis'in ruhunun dahi fark etmeyeceği kadar hızlı ve sessiz bir şekilde şırıngayı vurdu ve geriye kalan boş kapsülü yeniden botuna sakladı. Bunu, uygun bulduğu bir yerde yok etmeliydi.
Elis kıpırdandı, anlamsız mırıltılar çıkararak yatakta döndü. Alnından dökülen boncuk boncuk terler Barkan'ın dikkatini çekince, adam eğilip elini kızın alnına yasladı. Ateşinin yüksek olduğunu fark eder etmez dudakları arasından bir küfür savruldu.
Şimdi, bu küçük kızın hastalığının başına dert olacağını biliyordu. Koca cüssesinin yanında küçücük kalan narin bedeni kolları arasına alıp sarstı. ''Elis!''
Birkaç defa adını seslenip uyanmasını bekledi. Elis, telaşla gözlerini açıp yosun irislerini Barkan'ın dipsiz çukurlarına yöneltince ikisi de irkildi.
Elis, kendine gelene dek Barkan'ın güçlü kolları arasında kaldı. ''Ne oldu?'' diye fısıldadı. Bilinci sonunda yerine gelince de telaşla etrafa baktı. ''Biri mi geldi?''
Barkan başını hafifçe yana eğdi kızın kollarını sıkıştırdı. Elis kendine dönünce de mırıldandı, ''Biri gelmedi. Şuanda yalnızız.''
Boğuk sesi Elis'i titretirken kollarındaki baskıdan kurtulup yatakta bir adım yana kaydı. ''Ne oldu o zaman?''
''Çocuğun biri hastalanmak için kendini zorluyor olmalı...''
''Ne?''
Barkan derin bir nefes aldı ve sırtını kırık yatak başlığına yasladı. Gerilen bedeni ile birlikte boğazlı kazağı hafif sıyrılınca Elis biraz daha uzaklaştı ve odaya yeniden bakındı. Gerçekten yalnızlardı...
''Hangi çocuk?''
''Sarı saçlı, yeşil irisli, oldukça sulu göz bir çocuk!''
Elis durdu ve Barkan'ın tarifine uyan kişinin kendi olduğunu fark edince dudaklarını büzdü.
''Kendini hasta etmeye mi çalışıyorsun? Öyle gibi görünüyorsun...''
Elis başını iki yana salladı. Omuzları iyice çöktü ve elleri ile oynamaya başladı. ''Zaten pek bağışıklı bir vücudum yok... Üstüne bir de yaşadıklarım-
Barkan aniden sözünü kesti. ''Ne yaşamış olursan ol, peşindeki ordudan sağ çıkmak istiyorsan kendine dikkat edeceksin.''
İşaret parmağını ileriye doğru sallayıp tehditkâr bir şekilde konuştu. ''Olurda kendini ölüme sürüklemek istersen, bu benden sonra gerçekleşse iyi olur. Benim yanımda ölmene ya da ölmek için uğraşmana izin yok.''
Elis kaşlarını çattı. ''Berbat bir konuşmacısın,'' dedi fısıltı gibi. Barkan'ın kendisinin hasta olmasını istemediği için bu konuşmayı yaptığını anlayabiliyordu ama yaşadıkları sanki önemsizmiş gibi ayakta durmak söylediği kadar kolay değildi. Utana sıkıla ona burun kıvırdı.
''Aslında bu 'Ben sen ölme diye uğraşırken ayağıma bağ olma' demenin kibar yoluydu.''
Elis'in kaşları iyice çatıldı ve sevimli yüzü buruş buruş oldu. Barkan'ın ifadesiz yüzüne öylece baktı, ''Teşekkür ederim, olmamaya çalışırım.''
Elis ayağa kalktı ve üzerindeki büyük deri ceketi çıkarıp yatağa bıraktı. Elini ağrıyan ensesine götürüp ovaladı. Dengesini korumaya çalışarak ağır adımlarla odanın bir köşesindeki küçük banyoya ilerledi.
Kız banyoya girer girmez Barkan, bıraktığı deri ceketi eline alıp kontrol etti. Şampuan kokusuna bulanmış cekette, katların arasına gizlenmiş küçük bir cihaz buldu. Bu cihazın ne olduğunu biliyordu; uydudan takip edilmeyi önleyen bir sinyal engelleyiciydi. Ender kullanılan bir cihaz olmasının yanında oldukça pahalı bir türdü.
Biraz sonra ise çiftlikte kendilerini yakalamak için gönderilen ancak izlerini kaybeden adamların kim olduğunu anladı. Onlar, kendilerini uydudan takip eden güçlü bir ekibe çalışıyorlardı ve bu uydular sayesine onları atlatmışlardı. Sandığının aksine, yalnızca kontrol için gelmemişlerdi. Elis'i alıp götürmeye kararlı bir ekip vardı karşısında ve onlardan kurtulmak sandığı kadar kolay olmayacaktı.
Kendi üssüne bildirmeden önce, Elis'in peşinde başka kimlerin olduğunu öğrenmeliydi.
Cihazı yerine koydu, bir süre bunu kullanmaları ve buradan biran önce uzaklaşmaları gerekecekti.
Banyonun kapısı açıldı, Elis'in yorgun bedeni içeriye süzüldü. Ayakta durmakta dahi zorlanan kız, yere kapaklanmamak için kendini bir hayli zorlasa da yatağın yanına gelince yıkılıverdi.
''İyi misin?'' diye sordu Barkan. Elis başını salladı, belli belirsiz.
''Biraz dinlensem yeterli olur... Henüz uyuyamadım.''
Günlerdir rahat bir yatağın, en azından kesintisiz uykunun tadını çıkaramayan bedeni sarhoş gibi mırıltılar çıkarırken, uyumadan hemen önce sorabildi Elis.
''Özge nerede?''
*** Birkaç saat sonra***
Uyandım. Bir kâbustan daha sıçrayarak sıyrıldım ve soğuk odada bir başıma olduğumu fark ettim. Terlemiş ve hastalık öncesi evreye geçmiştim. Yatağın yanı başında bir tepsi vardı; içinde muhtemelce soğumuş bir çorba, bir bardak su ve birazda ekmek vardı. Midem, gördüğü manzara ile anında harekete geçerken diğerlerinin nerede olduğunu sorgulama ihtiyacı hissetmeden karnımı doyurdum. Birkaç günde zayıflamış bedenimi güçlü tutabilmek için yemeli ve mümkünse hasta olmamalıydım.
Rutubetli banyoda ılık bir duş alıp üzerimdeki kırgınlığı atmaya çalıştım. Kendimi daha iyi hissettiğime inandırarak odadan çıktım. Dışarısı daha da soğuktu, koridorlar kötü kokuyordu. Bizim dışımızda yalnızca birkaç kişi olduğunda etraf sakindi.
Yine de temkinli adımlarla ilerleyip Barkan'ı ve Özge'yi bulmaya çalıştım. Beni odada yalnız bırakacak kadar güvenli bir ortamda olmadığımızı sanıyordum. Çiftlikteki adamların bir yerlerden çıkabileceği korkusu tereddütte düşürdü. Kalbim hızlanırken adımlarım tersine ağırlaştı.
Biraz ilerledikten sonra kaldığımız mekânın acil çıkış kapısının olduğu dar alana girdiğimi fark ettim. Yanlış yolu yürüdüğümü anlayınca geri dönmek için harekete geçtim ama duyduğum ses, yerimde aniden donup kalmama neden oldu.
''Onu size getiremem.''
Bu Barkan'ın sesiydi, fısıltı halinde çıkmasına rağmen oldukça kararlıydı. Konuşmaya devam etti. ''Görevi burada bırakırsam başarılı olamayacağınızı biliyorsunuz. Onları atlatmanın bir yolunu bulabilirim.''
Bir süre sessizce durdu, korkudan titreyen bedenim de kiminle konuştuğunu görebilmek adına merakla ilerlemeye başladı. Sağımda küçük bir koridor vardı ve duvardaki mekânın sahibinin de bulunduğu aile fotoğrafları, orada şahsi bir oda olduğunu gösteriyordu.
Barkan'ın, mekânın bu kadar kuytu bir köşesinde kiminle konuştuğu ve bahsettiği görevin ne olduğunu anlamak için başımı duvarın ardından uzattım. İlk gördüğüm şey karanlık oldu, ardından da belli belirsiz bir siluet yakaladım. Barkan oradaydı ve yanında kimse yoktu.
''Hesabı kontrol edeceğim. Eğer bir eksiklik görürsem, görevi iptal eden kişi ben olurum.''
Hesabı kontrol edeceğim...
Banka hesabından bahsediyor olabilir miydi? Yani, birinden ödeme mi alıyordu? Öyleyse, yanlarına götürmesi gereken kişi ben miydim?
Beni kullanıyor muydu?
Nefesimi tuttum, göğsüm sıkıştı. Gittikçe azalmış olan güvenimin şimdi bir balon misali patlayıp etrafa dağıldığını görebiliyordum. Barkan, en başından beri beni kullanıyordu. Beni o bodrumdan kurtarıp başka birinin eline teslim edecekti ve ben aptal gibi bir an için ona inanabileceğimi sanmıştım. Beni gerçekten koruyup kollayacağına bir an için inanmıştım.
Şimdi... Ondan nefret ediyordum. Beni, bir başıma kaldığım bu dünyada herkes gibi savunmasız gördüğü ve kullandığı için ondan nefret ediyordum. Aptal gibi şüphelenmeme rağmen yine de onun yanında kaldığım için kendimden de nefret ediyordum.
En başından yapmam gereken şeyi yapıp ondan kurtulmalıydım, tıpkı ilk günkü gibi ondan uzaklaşmalıydım.
Arkamı döndüm, ellerim dudaklarıma yaslı, gözlerim odağını kaybetmiş bir şekilde sendeleye sendeleye koridorda ilerledim. Ondan her uzaklaştığımda, şimdi kimin kollarına gideceğim diye düşünüyordum. Kimden yardım isteyecektim? Gerçekten kime gidecektim?
Kapıdan çıkar çıkmaz, peşimdeki adamların karşımda bitip bitmeyeceğini ya da Barkan'ın ondan kaçtığımı fark eder etmez beni yakalamaya çalışıp çalışmayacağını bilmiyordum. Ancak, babam her ne yaptıysa bu benim peşimi bırakmayacaktı. İster Barkan, ister o bodrumdaki adamlar, isterse başka biri... Biri elbet bu yalnız kızı bulacaktı.
Koridorları aştım, adımlarım her seferinde daha da güçsüzleşti. Bulunduğumuz küçük binadan çıkar çıkmaz öylece etrafa bakındım. Öğle vakitlerine yaklaşmıştık, güneş tepedeydi ve ben günün yarısını uyuyarak geçirmiştim.
Köyün taş yollarında öylece ilerledim ve gidebileceğim bir yer aradım. Aklıma ilk düşen şey, gelirken kullandığımız motorlardı ancak o koca şeyi sürebileceğime inanmıyordum.
Sarı saçlarım birbirine girmiş bir şekilde önümü kaparken üzerimdeki cekete sarındım. Meraklı insanlardan bazıları zayıf bedenimi süze dururken bir süre ilerledim. Sık sık arkama bakıp Barkan'ın o heybetli bedeninin peşimden gelip gelmediğini kontrol ediyordum.
Biraz sonra, gördüğüm formalı adamlar umudum oldu. Kemikli yüzümde belli belirsiz bir gülümseme belirdi ve ben ilk defa gerçekten rahatladım.
Jandarmalar...
Devletin adamları, silahlı ancak tehlikesiz insanlar... Polislere güvenebilirdim, o korkunç davet gecesinin ardından mutlaka haberlere çıkmış olan ailemin yanında benden de haberdar olmalılardı. Belki de beni arıyorlardı ve ben, peşimdeki onca kötü adamdan kurtulabilecektim.
Bacaklarıma güç geldi ve umut dolu gözyaşlarım yanaklarımdan dökülürken onlara doğru koştum. Bağırdım, beni fark edip merakla döndüler ve yanlarına geldiklerimde de iyi olup olmadığımı sordular.
''İyi değilim,'' diye mırıldandım. ''Kaçırıldım.'' Ve evden çok uzaktayım.
Biraz sonra güvenle bindiğim araç ile jandarma karakolluğuna gittik. Orada, onlarca polisin olması bana güven verdi. Yüksek rütbe insanlar etrafımda dolanırken orta yaşlı bir kadın beni koltuklardan birine oturtturdu.
''Bir şey ister misin?''
Başımı iki yana salladım. ''Teşekkür ederim, istemiyorum.''
Halbuki boğazım kurumuş, dudaklarım çatlamamak için savaş verir olmuştu. Kadın, yine de elinde bir bardak su ile gelince bardağı öylece tutmakla yetindim. ''Pekâlâ, adım ne demiştin?''
''Elis D-doğan...''
''Yaşın kaç?''
''18''
Reşit sayılabilecek kadar büyük, bunca acıyı hak etmeyecek kadar küçüktüm.
''Nerede yaşıyorsun? Ailen nerede?''
Yutkundum, ismimin onlara tanıdık gelip gelmediğini merak ettim. ''A-ailem vefat ettiler ve artık gidebileceğim bir evim yok.'' Çatlayan sesim ve ağlamaya hazır, buruşan suratım kadının gözlerinden anlık birkaç hüznün geçmesine neden oldu.
''Hey, sakin ol tatlım. Sana yardımcı olacağız, tamam mı?'' Elini omzuma koyup sıvazlarken başımı yere eğip belli belirsiz onu onayladım.
''Annem Bahar, babam ise Hakan Doğan... Biz, bir davet düzenlemiştik ve...'' Anlatamadım, kelimeler boğazıma düğümlendi ve utangaç bir şekilde bir köşede bekledi. Avuçlarım, tırnaklarımın eziyetinde kaldı ve bedenim titredi. ''Bir saldırı oldu, ailemi benden aldılar.''
Kadın, elindeki dosyaya birkaç not alırken etrafta dolanan insanlara bakındım. Çoğu, ya bilgisayar başında, ya da dosyaların yanındaydı. İçeriye pek fazla kişi girip çıkmıyordu ve etraf beklediğimden sakindi. Köşede, beni getiren jandarmalar ile konuşan yüksek rütbe iki adam vardı ve gözleri üzerimdeydi.
''Seni kaçırdıklarını söylemişsin. Kim olduklarını biliyor musun? Seni neden kaçırdılar?''
Babamın geride bıraktığı sırlarının sonucuydu beni ailemden alıkoyan ve eziyetler edip hayata küstüren. Adına belki Barkan, belki kötü adamlar, belki de sadece acı denirdi.
''Bilmiyorum,'' dedim. Kim olduklarını ve ne istediklerini bilmiyorum.
''Pekâlâ, sen burada bekle. Birazdan burada olacağım ve senin için ne yapabileceğimize bakacağız.''
Kadın yanımdan kalkıp giderken peşinden öylece onu izledim. Beni getiren jandarmaların yanına gitti ve omzunun üzerinden küçük bir bakış attıktan sonra konuşmaya başladılar. Her ne söylediyse, esmer bir adamın bakışları hızla bana döndü. Uzunca bir süre beni taradıktan sonra ceketinin cebindeki telefonu çıkardı ve kulağına götürdü.
Esmer adam telefonla meşgul bir şekilde yanlarından uzaklaşırken, diğerleri etraftaki birkaç adamı çağırıp komut vermeye başladı.
Beni işaret edip bir şeyler söylüyorlardı.
Kaşlarım çatıldı, omuzlarım dikleşti. Sakin ortam gittikçe sessizleşip kalabalıklaşırken çoğu kişinin bakışlarının üzerimde olduğunu fark ettim. Kiminin eli cebinde, kiminin eli kemerindeki silahındaydı. Telsizler konuştu, birkaç telefon görüşmesi yapıldı. Yanımdan kalkıp giden kadın bir kez daha omzunun üzerinden bana baktı.
Bu mesafeden ne dediğini anlamak zordu ancak beynim bana oyun oynadı. Kıpırdayan dudaklarının hareketlerini izledim.
''Gitmesine izin vermeyin.''
Terledim, ellerim karıncalandı. Korku ve telaş koşup üzerime atladı. Nerede olduğumu birkaç defa daha teyit etmem gerekti. Polislerin ve jandarmaların yanında, iyi adamların yanında ve güvende miydim?
Yutkundum, boğazım acıdı.
Davetimizi ansızın basabilen, son teknoloji araçlar kullanan ve onlarca silahı olan adamları, helikopterleri ve rütbesi olan babamın düşmanlarının etrafımda olabileceği aklıma düştü. Belki de etrafımdaki insanlar polis değildi. Belki çiftlikteki adamları hiç atlatmamıştık, belki de casuslar her yerdeydi ve beni arıyordu. Kurgular aklıma doluşup her türlü şüpheli durumu gözler önüne sererken güvende olmadığımı anladım.
Jandarmalar gizli gizli konuşup, iki adamı çıkış kapısına dikince tehlikenin göbeğine kendimi attığımı fark ettim.
Kendi ayaklarım ile teslim olmuştum. Artık kim olduğumdan eminlerdi, tutsak edilmeye hazırdım. Kadın sonunda yanıma dönerken telaşla ayağa kalktım. Adımları hızlandı ve yanıma geldi.
Konuşmasına fırsat vermeden atladım ancak tekrarlanan harflerim beni ele verdi.
''L-lavaboya gitmem g-gerek. G-gitmeliyim.''
Kadın başını salladı, ''Tabii, şu koridorun solunda.''
İşaret ettiği yeri görmedim bile, sarsak adımlar ile ilerlemeye başladım. Gözlerim etrafımdaki insanların her bir hareketini tarıyordu; sağımdaki kadının üzerimdeki bakışları, karşıdaki adamın telsizi ile adımı fısıldayışı, kapıdaki iki iri adamın takip ettiği adımlarım...
Bir umutla girdiğim karakoldan şimdi umutsuzca kaçmaya çalışıyordum. Kaçmanın bir yolu yoktu.
Lavaboyu buldum, sanki bir işe yararmış gibi titreyen ellerim ile kapıyı kilitledim. Transa girmiş bedenimi sakinleştirmek için soğuk su ile ellerimi yıkayıp etrafımı taradım. Tek kaçış imkânım pencerelerdi ancak dışarıda da polislerin olduğunu görebiliyordum. Dışarıda iki araç vardı, biri park halinde, diğeri ise az önce indiğim araçtı.
Pencereden kaçsam bile anında yakalanırdım. Ellerimi dağınık saçlarıma daldırıp kendi etrafımda dolanmaya başladım. Çözüm... Çözüm bulmalıydım.
Burada vakit kaybedersem birazdan yanıma gelirlerdi, dışarı çıkıp başka bir çıkış bulmalıydım. Kapıyı bir telaşla açtım, aniden karşıma çıkan genç polis ile irkildim. Kadın gülüp yanımdan geçti ve lavaboda ellerini yıkayamaya başladı. Aynadan yansıyan gözlerinin üzerimde olduğunu görebiliyordum.
Beni kontrol etmek için gelmişti.
Lavabodan çıkarken kapıyı ardımdan kapadım, göz temasımızı memnuniyet ile yok ettim ve beklemeden soluma döndüm. İçerideki jandarmalardan farklı bir yöne çıkış bulmak umuduyla ilerliyordum şimdi. Arkamda kalan lavabonun kapısının açıldığını fark edince koşarak koridorda ilerledim ve ilk dönemecin arkasına saklandım. Kadın ters yönde ilerleyip gözden kaybolurken dümdüz ilerledim. Tek tük polisler karşıma çıkıyor ve korkudan irkilmeme neden oluyorlardı. Başım yerde, göz temasından kaçınır bir halde ilerledim.
Hastalıklı hareketlerim ve oldukça korkak tavırlarım dikkatlerini çekiyordu, dengesiz adımlarla yürümeye devam ederken girdiğim koridordaki açık kapı dikkatimi çekti. Karşıdan gelen iki polisi görür görmez odaya girdim ve kapıyı arkamdan kapadım. Sade, abartısız bir odaydı ve en önemlisi, penceresi binanın arka tarafına açılıyordu.
Pencereye ilerledim ve hızlıca açtım. Rüzgâr tekrar tenime dokunurken fazla yüksek olmayan pervaza ayaklarımı sarkıttım. Koridordan yükselen sesler telaşa kapılmama neden olurken biranda dengemi kaybettim ve atlamayı planladığım yere yüzüstü düştüm.
Taşlar yüzüme batıp, ellerimi kanatırken zorlukla ayağa kalktım ve yokluğumu fark etmiş olan jandarmalardan kaçmaya başladım. Fazla hızlı koşamıyordum ama denemekten başka çarem yoktu. Koştum, saçlarım havalandı ve rüzgâra karşı geldim. Köyün sessiz sokaklarında ilerleyip alçak evlerin arasından süzüldüm. Ardımda siren sesleri yükseldiğinde nefesim hızlandı ve mantıklı düşünemeyen zihnim saniyeler önce kurduğum kaçış yolumu karıştırdı. Nereye döneceğimi bilemez bir halde durup bir sağa bir sola bakındım.
Sağımdaki yolun sonundaki renkli araçlar yüreğimi hoplattı, ter yöne ani bir kararla koştum. Beni gören araç çoktan dar yola girip peşime takılırken korkuyla inlemeye başlamıştım. Ayak bileklerim biraz önce düşmemin etkisiyle sızlarken sürekli evlerin arasından dönüp duruyor ve aracın giremeyeceği yerlere sapıyordum. Biraz sonra onlardan uzaklaştığımı umduğum sırada çıktığım köyün toprak yolu beni hüsrana uğrattı. Peşimdeki jandarmaların araçtan inip yayan bir şekilde devam ettiklerini görünce mecburen açık alana çıktım. Aynı anda siren sesleri bu tarafa doğru yaklaşmaya ve araçlar görünür hale gelmeye başladı. Açık alanda onca jandarmadan kaçamayacağım gibi hepsinin peşime düşmüş olması şüphelerimi doğrulamıştı. Babamın düşmanları, bu küçük köyde bile polislerin arasına sızıp peşime düşmüşlerdi.
Ağlayarak öylece etrafıma bakındım, gidebileceğim hiçbir yer yoktu. Jandarmaların peşimde olduğunu fark eden köylüler bile yolumu kapamıştı.
Bağırıp çığlık atmak yere onlara karşı gelmek istedim ama buna gücüm yoktu. Çığlıklarım göğüs kafesim içinde hapsoldu ve gelmesini umduğum gücüm hiç gelmedi. Araçlar, tozu dumana kata kata bana yaklaşırken aralarından sıyrılıp gelen başka bir araç gördüm.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top