Bölüm 28: Kafes altında alternatif planlar

Soluk kesmeden devam ediyoruz! Yorumlarınızı bekliyorum ^^


Ruhuma dokunan kelimeleri beni ayık tutabilecek güçlü dallarım oluverdi o anda. Gözlerimi açmayı başardım ancak ayağa kalkmam zaman alacaktı.

Barkan, bir nebze olsun kontrolü ele aldığımı görünce hızla ayağa kalktı ve çatıda turlamaya başladı. Buradan sonra ne yapacağımıza karar vermeye çalışıyordu. Saniyede bir atan saat kolu gibi çatı kapısı sarsılırken gözlerimle Barkan'ı takip ettim.

Neredeyse yirmi katlı bir rezidansın en tepesindeydik. Gecenin süsü rüzgâr, o kadar şiddetli esiyordu ki, ayakta durmak düşündüğümden daha zordu. Çatıda pek fazla bir şey yoktu; birkaç kutu, ne işe yaradığını bilmediğim aletler dışında bir helikopterin inebileceği kadar dümdüz, geniş bir alan vardı.
Rezidansın 'Lı' şeklinde uzanan ve birkaç kat aşağıda son bulan ikinci binasının olduğu tarafa bakan çatının basamaklı bölgesinde gökyüzüne doğru uzanan devasa bir demir direk vardı.

Tıpkı sokak lambalarının koca demirlerini andıran ve oldukça yüksek olan bu koca demir parçasının çıkıntılı yüzeyinde birkaç tane anten asılıydı. Rezidansın tüm kablosuz bağlantılarının temelini oluşturan bu koca yapı, tepesindeki ışıklar nedeniyle karanlık geceyi bir nebze olsun aydınlatırken hemen yanında duran Barkan'ın dikkatle demir yığınına baktığını gördüm.

''Barkan?'' diye soluklanıp ayağa kalktım. Bacaklarımın gerçek anlamda iflas ettiğine de o an emin olmuştum. Kapı sarsıldı, ufacık bir aralık oluştu. ''Barkan geliyorlar!'' diye bağırdım, sesimi duyurabilmek için. Boğazım yırtılacak sandım ve öksürdüm.

Barkan önce bana baktı, ardından da başını eğip yırtılmış gömleğinin kol kısmını yukarıya doğru sıvadı. Kanla kaplı esmer teni açığa çıkarken ona doğru yaklaşmaya çalışıyordum ama beni durdurdu. ''Orada kal Elis, bizi buradan çıkaracağım.''

Kaşlarım çatıldı ve kafam karıştı ancak dediğini yapmakla yetindim.
Barkan, bileğinin iç kısmına diğer elinin orta ve işaret parmağı ile bastırıp dirseğine dek ince bir yol çizdiğinde, teninin o bölgesinde turuncu renkli ışıklar çıkmaya başladı. Bedenine gizlenmiş bir silahı açığa çıkarmaya hazırlanan Barkan'ı dikkatle izledim. Ön kolunun iç kısmından yayılan turuncu ışıkların ardından teninde birbirine bağlı altı kare açığa çıktı. Barkan, ikinci defa aynı baskıyı etine uygularken, parmaklarının değdiği noktalardaki kutular turuncu bir ışıkla dolup parıldadı.

Tıpkı bir telefonunun şarj dişlerinin süratle doluşu gibi 6 kutuda dolup parıldarken, Barkan dişlerini sıkıp kasılan vücudunu hareket ettirmeye zorladı. Dudaklarım hayretle aralanmış, gözlerim irileşmişti. Soğukla birlikte bilincimi tamamen kontrolüm altına ulaşmışken neler olduğunu çözmeye çalıştım.

Barkan, yanında durduğu demir yığınına dönüp beklemediğim bir anda haykırdı. Gür sesi geceyi yaracak kadar kuvvetli bir şekilde yankılanırken, ardımızdaki yerinden sökülmek üzere olan kapının sesini bastırdı. Hemen sonra geriye doğru attığı kolunu hızla savurup demir yığınına çarptı.

Gözlerime inanamadım, olduğum yerde donakaldım. Barkan hırsla haykırmaya devam ederken elini çarptığı demirin bir parçası içe göçtü. Gücünü sonuna dek uygulamaya devam eden Barkan'ın bedeninin ardından koca demir parçasının ayaklarının hareket ettiğini gördüm. Demirin yere sabitlenmiş dört ayağından ikisi havalandı ve çatının zemininin bir kısmını beraberinde söktü. Göğe uzanan demir bir parça eğim kazandı.

Havalanan ayaklarının alt kısmından kavrayıp, insanüstü bir güç ile demiri devirirken ne yapmaya çalıştığını anladım. Barkan, koca demiri yıkmaya çalışıyordu. Demir, diğer binaya bakan tarafta duruyordu ve biraz sonra o binanın üzerine doğru düşecekti. Burada, yirminci katta kapana kısılmış bir halde duruyorken biranda oluşan köprü ile karşıya geçebilecektik.

Bu bir Agron teknolojisi olmalıydı. Barkan'a insanüstü bir güç veren ve koluna gizlenmiş özel bir teknolojiydi bu. Barkan'ın aynı teknolojiyi; beni devrilen trenden kurtarmaya çalışırken de kullandığını hatırladım. Vagonlar korkunç bir süratle devrilirken nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde iki vagonu ayırıp bizi kurtarmıştı. Ve şimdi anlıyordum ki, koluna gizlenmiş bu teknoloji sayesine yapmıştı tüm bunları.

Barkan haykırarak demire güç uygularken koca demir artık yerçekiminin etkisiyle kendiliğinden devrilebilecek kadar eğim kazandı.

Barkan, ellerini indirip süratle oradan uzaklaşırken demir ağır bir şekilde düşüşe geçti. Koca parça, gökyüzünü ortadan ikiye ayırır gibi süratle diğer binanın üstüne düştü. Gökyüzüne yayılan gürültülerin ardından demirin çarptı yerler parçalandı. Demirin düşmesi ile iki binadan da kuvvetli bir çatırtı yükseldi, camların pek çoğu kırılıp yere döküldü. Kulakları tırmalayan gürültünün eşliğinde tehlikeli bir duman etrafı sardı ve rezidansın tüm ışıkları anında sönüp binaları geceye karıştırdı.

Elektrikler kesildi, arkamızdaki kapı oluşan gürültüden hiç etkilenmemiş gibi sarsılıp açıldı. Bir ordu adam çatıya dolarken, ben daha gördüklerimi sindirememiş bir halde öylece dikeliyordum. Barkan, bileğimden yakaladığı gibi koşmaya başladı. Önümüzde, iki bina arasında geçişi sağlayan ve hiç sağlam görünmeyen tehlikeli bir köprü vardı şimdi.

Kurşunlar bir bir ayaklarımızın dibine düşerken koştuk ve oldukça tehlikeli görünen demir yığınının üstüne çıktık. Topuklularım anında tırtıklı yüzeylere takıldı. İlk andan sendelemeye başladığımda, Barkan beni biranda önüne çekti. Sırtım göğsüne yaslanmış ve bileklerim elleri arasında esir kalmış bir halde derin bir soluk verdim ve acıyla inleyen Barkan'a baktım. Kurşunlar sırtına saplanıyor ve canını yakıyordu.
''Yapamam Barkan,'' diye fısıldadım, titreyen sesim ile. ''Yapabilirsin Elis!''
''Hayır, hayır!'' dedim, aşağı bakmaktan kendimi alıkoyarken. ''Evet Elis, devam et!'' Bir başka kurşun acı bir şekilde Barkan'ın sırtına saplanıp iki büklüm almasına neden olurken tüm bedenim kasıldı.
''Koş hadi!'' diye bağırdığında, yirminci kattaki elektrik dolu demir yığınına çıktığım gerçeğini unutuverdim. Aralarında en az yirmişer santim olan ince demir yığınlarını aralıklı merdiven basamakları gibi hayal ederek aşmaya başladım. Düzensiz ve titrek adımlarım, aşağıya baktığım her an boşluğa denk gelse de, Barkan'ın sağlam adımları sayesine düşmeden koşabiliyordum.

Gözlerim, köprünün ucundaki çatı ile aşağıda karınca gibi görünen insanlar arasına mekik dokudu. O kadar yüksekteydik ki, gözlerim yere düştüğü her an başım dönüyor ve buradan düşersek hayatta sağ çıkamayacağımızı hatırlatıyordu.

Daha önce bunun iki katı bir yükseklikten düştüğümüz gerçeğini de aynı anda hatırlayınca midem ağzıma geldi. Durmak istediğim her an Barkan'ın belime doladığı elleri beni ilerlemem için zorladı.

Topuklularım, ayaklarımın altındaki sallanan zemin, demirlere çarpıp parçalanmasına neden olan kurşunlar ve yorgun bedenim birleşip, bu yükseklikte mantıklı düşünemememe neden olurken Barkan'a seslendim.
''Yapamayacağım! Yapamayacağım!''
''Yapabiliriz Elis!'' diye haykırdığı anda ayaklarımızın altındaki tehlikeli köprü aniden sallandı ve biz, henüz yolun yarısına ancak gelmişken demir karşı çatının duvarlarının çatırdaması ile kaymaya başladı.
Köprü aşağıya doğru kayıyordu.
Köprü kayıyordu ve biz tam ortasında öylece kalakalmıştık.

Köprü şiddetli bir şekilde sallanınca, çığlıklarım geceye karıştı ve olduğumuz yere çakılıp kaldık. O kadar şiddetli bir şekilde sallanmıştık ki, Barkan'ın karnıma dolanan kolları olmasa çoktan buradan aşağıya düşmüş olurdum. Öğleki arkamızdan bizi takip etmeye çalışan adamların çığlık çığlığa aşağıya düştüğünü duyabiliyordum.

Köprü bir kez daha sarsılınca, küçük binaya takılmış ucu çatıdan ayrıldı.

Düşüyorduk!
Köprü kayıyor ve biz resmen düşüyorduk!

Barkan süratle bağırıp beni koşmam için zorladı. Aşağıya doğru eğim kazanmış köprünün kaygan demirleri yüzünden ayağım kaydı. Aynı anda Barkan'ın da ayağı kayınca tırtıklı zemin üzerinde aşağıya doğru düşemeye başladık. Kaydırak misali kaydığımız demirin sert yüzeyi sürtünme ile kıvılcımlar oluşturup canımızı yakarken çığlık çığlığa aşağıya doğru yuvarlanıyorduk. Barkan, kollarını sıkıca bedenime doladı. Bir bütün olan bedenimiz mümkünmüş gibi daha da hızlı kayarken, köprünün ucu düşmeye devam etti.

Çığlık atmaktan boğazım acıyor olmasına rağmen göğüs kafesimi parçalayıp çıkmak istercesine atan kalbim ile sonumuzun gelmesini bekledim.
Köprünün ucu artık çatının üstünde değildi; alt katlara kaymıştı ve biz birkaç saniye içinde köprünün en altına ulaşacak ve duvara toslayacaktık.
''Atlayacağız!'' diye bağıran Barkan'ın sesini zorlukla seçtim. ''Ne?''
''Atlayacağız!''
Başımı iki yana salladım ama düşünecek veya inkâr edecek vaktim yoktu. Barkan beni sıkıca kavradı ve köprünün en ucuna geldiğimizde ayağını tırtıklardan birine yaslayıp yavaşlamamızı, ardından da kendimizi zıplatacak gücü bulacak kadar dikelmemizi sağladı. Ve biranda demir ile olan temasım tamamen koptu, Barkan'ın belimdeki eli sıklaştı. İkimizin bedeni birden havalandı ve altımızdaki köprü süratle binadan ayrılıp boşluğa düşerken biz havada süzüldük.

O kadar ani gerçekleşmişti ki, tepki verecek zamanı bulamamıştım. Diğer adamlar köprüyle birlikte on yedinci kattan aşağıya düşerken biz süratle alçak binanın çatısına çarptık. Sarmaş dolaş olmuş bedenimiz yuvarlanıp soğuk zemine yığılırken, biran için soluğum kesildi. Gözlerimin önünün karardığını ve başımın arkasından kuvvetli bir sancının beynimi ele geçirdiğini hissettim.

Barkan üstümdeydi, tüm ağırlığını bana yüklemiş ve soluklanacak bir an dahi bulamadan kendini yanıma atmıştı. Üzerimdeki ağırlığı kalkar kalkmaz derin bir nefes aldım ve gözlerimi kırpıştırdım. Barkan acı içinde kıvranırken, başımdaki sancı dışında başka bir acı hissetmediğimi anladım.

Başımı hemen yanıma çevirdim. Barkan'ın yakışıklı çehresinin tamamen kan içinde kaldığını ve yüzünü buruşturduğunu gördüm. Dişleri birbirine çarpıyor ve gözkapakları titreşiyordu. Dudakları gerilmiş, boynundaki tüm kaslar kasılmıştı. İkimizde sırt üstü yatıyor olmamıza rağmen Barkan yerde kıvranıyordu.

Kan kustuğunu fark ettiğim an kendim geldim ve doğrulup üzerine eğildim.
''Barkan?!'' telaşla ona seslendim ancak bana cevap verecek gücü kendisinde bulamadı. ''Barkan! Lütfen kendine gel, Barkan!'' diye haykırdım. Yüzünde gördüğüm acı kalbimi sıkıştırıyor ve soluklarımı tıkıyordu. Onun hissettiği acının kat be kat fazlasını ruhumda hissettim, biri ruhumu yakalamış ve avucunda ezmeye çalışırmış gibi kıvrandım.

Barkan ayağını tutuyordu, çok geçmeden de nedenini anladım. Bizi köprüden fırlatmak için bileğini kırmak gibi bir riski göze almıştı ve şuan, kırılan kemiğinin acısını çekiyordu.
Ne yapacağımı, nasıl tepki vereceğimi ya da sevdiğim adam can çekişirken onun acısını nasıl dindireceğimi bilemedim.

Hala daha düşmekte olan köprünün iki binaya birden verdiği hasar kulaklarıma çalınırken diğer binada kalmış olan adamların ateşi kestiğini ve bizim bulunduğumuz binaya ekip gönderdiklerini bu mesafeden duydum.

''Barkan?'' diye titrekçe soludum ve yumruk halinde olan elini avuçlarım arasına aldım. ''Özür dilerim! Özür dilerim!'' diye bağırdım. Eğer biraz daha hızlı olsaydım ve köprünün üstünde Barkan'a direnmeseydim, şimdiye çatıya ulaşmış ve düşen köprünün arasında kalmamış olacaktık. Barkan'ın bileği hiç kırılmayacak ve şimdi böylesine acı çekiyor olmayacaktı.

İşte gerçek korkum buydu. İşte gerçekten görmek istemediğim ancak kurtulamadığım korkum yanı başımdaydı.
Düşmanların arasında kalmak ya da ölümle burun buruna gelmek değil; düşmanlarımın üzerime atlayıp beni parçalaması ya da yalnız bir köşede can çekişmem değil; beni korkutan şey sevdiğim adamın benim yüzümden aynı durumda kalacak olmasıydı.

Ve işte gerçekleşmişti. Korkumu yenmek için çaba sarf etmediğim için en büyük korkumla baş başa kalmıştım.
''Özür dilerim Barkan!'' diye haykırdım, çığlıklarını bastırabilmek için.


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top