Bölüm 12: Agron Çağı

Barkan ve Elis, birbirlerine yaklaşmanın ve kalplere dokunmanın bir yolunu buldu. Elis, katil olduğu gerçeğini alt etti ve tüm saf duygularını Barkan'a açmaya hazır. Peki, Barkan ve Elis yalanlardan sıyrılmış tüm gerçeklikleri göz önüne serebilecek mi? 




Bölüm 12: Agron Çağı...

Barkan, beni kucağına alıp engebeli yollarda ilerlemeye devam etti. Soracağım sorulara bile karar vermekte zorlandığım için onun anlatmasını bekledim. Bana kendini anlatmasını istedim.

''Baban, bir zamanlar Gümrük için çalışıyordu,'' dedi. ''Gümrük, bünyesinde pek çok katili bulunduran ve toplu katliamlara sebep olacak savaş silahlarını üretip satışa sunmaktan çekinmeyen bir örgüttü ve baban, yaptıklarının getirisinin ne olacağından, başına neler geleceğinden bir haberdi.''

Babam... Yaptıklarının getirilerini yuttuğum, yokluğunun kırdığı kalbimi çaresizce avutmaya çalıştığım babam...

''Gümrük'ün laboratuvarlarının büyük bir kısmına sahip, koşulsuz şartsız çalışmalar yürüten başarılı bir profesör olarak, onlarca ülkenin sahip olmak isteyebileceği tehlikeli bir formül geliştirdi. Ülkelerin kullanmak için tereddüt dahi etmeden deli gibi peşine düşeceği bir savaş silahının formülü buldu, yongaya çevirdi.''

Yonga, bir savaş silahıydı.


Bahsedildiği küçük bir çip değil, büyük bir kan gölünün sebebi olabilecek korkunç bir silahtı. Ne derece büyük bir etkiye sahip olduğunu bilmesem de, savaş kelimesi yeterince tüyler ürperticiydi.
''Bunu nasıl yapabilir?'' diye mırıldandım. ''Onu yeterince tanıyamadığımı savunabilirsiniz ama babam, böyle bir silahı geliştirip ölümlere neden olabilecek biri değil,'' dedim sessizce. Öyle olduğunu biliyordum, babam kötü biri değildi. İnsanları öldürmezdi.

''Hakan, onlarca insanın ölümüne neden olabilirdi; bu seçeneklerinden birisiydi ancak bunu seçmedi. Baban, Gümrük'e ihanet edip yongayı sakladı. Gümrük ise bu ihaneti kaldıramadı ve babanı tehditler altında bıraktı. Yonganın yerini babandan başka kimse bilmiyordu, bu yüzden pervasızca onun peşinde dolandılar.''
14 yaşımdan beri çevremizde dolanan korumaların sebebi açıktı artık. Hiçbir zaman normal bir aile olamamamızın sebebi belliydi. Yonga... Hep yonga... Yaşananların sebebi hep yongaydı.

''Baban beni tuttu,'' dedi biraz sonra. ''Bir Agron'un onu koruyabileceğine inanıyordu ama asla sözümü dinlemedi. Onu uyardım, Gümrük'ün yöntemlerini adım gibi biliyordum ve şüphesiz, annen ve senin canın üzerinden pazarlığa oturacaklardı. Çok geçmedi, zindandaymış gibi geçirdiğiniz günlerin ardından pazarlık son buldu, Hakan kaybetti.''
Sıcak birkaç damla yanağımdan düşüp kurumuş dudaklarıma tuz bulaştırdı. Parmak uçlarımdan başlayıp tüm vücuduma dolanan o garip hissin, sol tarafında son buluşunu öylece bekledim. Kalbim, sanki kendi hayatımın nasıl mahvolduğunu dinliyormuş gibi değil de, hayatımı mahveden kendisiymiş gibi acıdı.
''O gece,'' dediğinde nefesim daraldı. Kulaklarım yeniden ve yeniden kurşunların fırladığı anı patlama halinde tekrarladı ve çığlıklarım ilk anki gibi acı acı yankılandı. ''Hakan'ın daveti düzenleme nedeni yongayı yeni bir alıcı ile buluşturmaktı. Bu sayede Gümrük'ün peşinden ayrılacağına ve sizin hayatta kalacağınıza inanıyordu ama Gümrük, sandığından daha da vicdansızdı. O l**et p*çlerin yapacağı şey açıktı, aç köpekler gibi kan döküp duracaklardı. Ve annen,''
Bana vakit tanırmış gibi duraksadı ancak verdiği hiçbir saniyenin önemi yoktu. Annemin yokluğunun verdiği acıyı, onu gördüğüm son anın yaşattığı hisleri hiçbir zaman kabullenemeyeceğim gibi, bu bir yaratık misali düşüncelerimi paramparça ediyordu. ''... Yonganın el değiştirmemesi gerektiğinin önemini anlatması için,'' tekrar sustu ama söylediklerini kabul edemedim.
Annen yonganın el değiştirmemesi gerektiğini anlatmak için öldürüldü...
Annem, ne olursa olsun bir hiç için katledilmişken bunu defalarca duyup yaşamak narin bedenimi alevler içinde bırakıyordu. Göğüs kafeslerimi küle dönüştürüp, tenimi buruşturan bir kozun içinde kavruldum. Annemin güzel gözleri ve narin gülümsemesi bir an bile gözlerim önümden ayrılmadı.

Sadece ağlayarak dinliyordum, karanlık orman Barkan'ın tok sesine eşlik eden yakıcı haykırışlarım ile yankılanıyordu. ''Davette hiçbir şeyin Hakan'ın istediği gibi gitmeyeceğini biliyordum. Bu yüzden yeni bir görev aldım. Doğan ailesinden geriye kalan, tehlikenin içinde kavrulacak küçücük bir kızı bana emanet ettiler. Bu defa canım pahasına korumama gereken kritik bir görevi üstlendim. Tamamen masum bir can, kollarım arasındaydı artık.''

Beni ne olursa olsun koruyacaktı...

Başımı göğsüne yasladım ve hıçkırıklarım bir nebze sussun diye çabaladım. İnce parmaklarımı kemirdim, sarsılan omuzlarımı bastırabilirmişim gibi kendimi kastım. Yalanlar gibi, gerçeklerde fazlasıyla ağırdı. Taşımak hiç kolay değildi, eziliyordum.

Barkan'ın kolları bir nebze daha sıklaştı ve utanç nedir bilmeden göğsüne sığındım. Kokusunu utanmaz bir şekilde içime çektim ve yalnızca güvende olduğum hissini tatmak istedim. Esen kuvvetli rüzgâr Barkan'ın bir an için duraksamasına ve yakındaki ağacın eski gövdesine tutunmasına neden oldu. Sırtıma değen pürüzlü zemini umursamadım, başımı daha çok sıcak gövdeye gömdüm. Rüzgâr saçlarımı havalandırırken Barkan beni ağaçla arasına sıkıştırdı ve ben, umutsuz bir anıyı hatırladım.

Saçlarımın savrulduğu, başımı sert bir bedene çarptığım ve daha ilk görüşte, toy kalbimi çarpıtan ve o korkunç geceden geriye kalan tek güzel anıma ev sahipliği yapan adama hatırladım.

Barkan...
O gece...
Ailemi kaybettiğim davette gördüğüm adamdı. Barkan'ın uzun zamandır tanıdık gelen yüzünün tek sebebi hayatımın dönüm noktası olan o geceden kalan gözlerinin hatırasını unutamamamdı.
''O gece... O-oradaydın değil mi?'' dedim, sesimi bulduğumda. Yutkundu, başını hafifçe eğdiğini hissettim. Bana bakıyordu ama yüzümü gömdüğüm yerden kaldıramadım. ''Oradaydım,'' dedi net bir sesle.
Oradaydı... Ailemin öldürüldüğünü görmüştü, ne kadar acı çektiğimi görmüştü ve o an, bize silah doğrultan adamlardan bir farkı yoktu. ''N-neden... Neden bir şey y-yapmadın?''

Bizi korumakla görevliyse neden engel olmamıştı da, ben o kanlı anılara sahip olmuştum? Neden imkânı varken acılarımın defalarca ikiye katlanmasına neden olmuştu? Neden bunca kaybın içinde kalmıştım?
''Yapmadığımı nereden çıkardın?'' dedi. Yapsaydı, anne ve babam yaşayabilirdi. Bunu biliyordum, daha birkaç saat önce onlarca insanı kurtarmışken, iki canı kurtaramaması imkânsızdı. Biliyordum, biliyordum.
''Ö-öyle olsaydı, kalbim sökülmezdi,'' dedim. Anne ve babam gidince kalbim sökülüp atılmış, boşluğun ortasında kalakalmıştım. Damarlarımda akan kan değil, sadece yokluktu. Nefes almıyordum, acı çekiyordum içime.
Barkan, bedenimi iyice ağaca yasladıktan sonra bacağıma doladığı elini kaldırıp göğsüme yasladı. Büyük eli ve sıcacık avucu gerdanıma yaslanınca bir hıçkırık daha istemsizce sıçradı. Dokunduğu yerleri iyileştirebilirmiş gibi okşadı. Uzuvlarım uyuştu.
''Kalbin hala burada Elis,'' dedi. ''Bunu ispatlayabilirim.''

'İspatla!' diye haykırmak geldi içimden. 'İspatla ve bana yaşaması öğret!'
Açıklama yapmadı, bende ısrarla sormadım.
İkimizde bir şey demedik, rüzgâra rağmen yola devam etmeye başladık. Saatlerdir yine aynı şekilde kucakta taşınmaktan rahatsız değildim ama Barkan'ın –dile getirmese de- yorulduğunu biliyordum. Birkaç saat daha geçmiş olmalı ki, yarı uyuklar bir vaziyetteyken Barkan beni yere bırakıp bir ağaç gövdesinin altına geçmem için işaret etti. Adeta sürüne sürüne toprağın altında kalmış, köklerin kafes gibi sarmaladığı, tilki yuvası misali çukurlaşmış alana girdim ve bacaklarımı toparlayıp Barkan'ı bekledim.
Heybetli bedeninden dolayı benim aksime daha zor bir şekilde çukura girdi ve hemen yanıma oturup ayaklarını uzattıktan sonra kolunu omzuma doladı. Yaptığı ufacık baskı ile başım omzuna düşerken beni sarmalamasına bir şey demeden izin verdim.

Hava çok soğuktu, dağın başındaki bu ormanda, gecenin bir vakti öylece yürümekten yorulmuş ve tehlikeden korunmak için bu çukura sığınmıştık. Biraz sonra, sarmaş dolaş soğuğa engel olmaya çalışırken aklıma düştü.
''P-polisler neden beni aramıyor? Davette yaşananlardan haberleri yok mu?''
''Gümrük her şeyi planlamıştır, cesetler ya da saldırıya dair tüm ipuçlarını çoktan silmişler. Bunun basit bir fidye olayı olduğunu düşünen çok. Üstelik polislerin yarısı onlar için çalışırken kime güvenebilirsin...''
Bu bir soru değildi ancak Özge bile Gümrük'ten çıkmışken kimseye güvenemeyeceğimi biliyordum. En başından beri biliyordum ama Barkan'ın çukurlarına düşmemek elde değildi. Uzun bir zaman geçti, soğuk sanki an be an artıp tenimi ısırdı.
''B-bana,'' dedim, hala kekelerden. ''...Kendini anlatmadın.''
Çenesi başımın üstüne düştü ve bir süre sakince inip kalkan göğsünü izledikten sonra uyuduğunu sandım. Elleri bedenime dolanmış, başım göğsüne doğru düşmüş ve bacaklarım, upuzun bacakları üstüne düşmüştü. Fazla yakındık, fazla uzaktık.

''Bahsettim,'' dedi kısaca. Göğsü aniden inip kalkıp, sesi kulağımın hemen yanından gelince irkildim. Genizden gelen o erkeksi, tok sesi yine beni etkiledi. ''Agron, tam olarak ne demek?''
Çenesini başıma bastırıp mırıldandı. ''Bir çeşit paralı asker...''

Yutkundum, ellerimi göğsümde bağladım. Bedenim altındaki toprak zemin her şeye rağmen buz gibiydi ve ben donuyordum. Öksürdüm, hastalık belirtisi olarak cayır cayır yanan bedenimi umursamamaya çalıştım.
Barkan'ın daha önce konuşurken birinden para aldığını, banka hesabına yatırdığını duymuştum. Beni koruması karşılığında para alıyor olmalıydı ki, yonganın yerini bilmeyen bu saf kızın korumalığını yapmak onun için can sıkıcı olmalıydı. Kaç para ettiğimi merak ettim, benim için kuruş bile ödenmeyeceğini düşünüyordum. ''Neden paralı asker olmayı seçtin?'' dedim.
''Başka seçeneğim yoktu, herkes şanslı doğmuyor.''
Başım biraz daha düştü ve ben hızla atan kalbini duyabildim. Kalbi oldukça hızlı atıyordu ve bunca zaman sessizce yoluna devam eden o güçlü kalbin neden şimdi bu kadar heyecanlı olduğunu anlayamadım. ''Ya da şanslı ölmüyor,'' diyerek sözü yarım kalmış gibi tamamladım.
''Ne yaşadın?''
''Anlatmayacağım.''
''Lütfen,'' dedim. ''Senin hakkında bir şeyler bilmeye hakkım yok mu?''
''Kimsenin yok.''
''Neden?''
Göğsü bir kez daha hızla inip kalktı. ''Bu konuda soru sorma Elis. Biraz dinlenip havanın iyileşmesini bekleyeceğiz.''
Onu umursamadım. ''Hep birilerini korumak için mi görevlendiriliyorsunuz?'' Oysaki beni korumak için onlarca kişiyi öldürdüğünü görmüş, kendi ağzından duymuştum. Öldürdükleri her ne kadar kötü insanlar olsa da, onun katil olduğu gerçeği hiç değişmeyecekti.
''Hiçbir zaman öldürme emri almayız ama bu kaçınılmazdır Elis.'' Adımı söylerken yeniden tısladı. Genizden gelen bu sesin nedenini çıkaramadım. ''Neden durmadın peki?'' dedim. Eğer, bir zorunluluk olarak paralı asker olmayı ve öldürmeyi seçtiyse bile, bir yerden sonra neden durmamıştı? Neden bırakmamış da devam etmişti?
''Durmak istedim ama bazen istemek yeterli olmuyor.'' Onun yerine bu defa ben soluklandım. ''Durmamak üzere yetiştirildikten sonra bunun hiçbir zaman seçenek olamayacağını anlıyorsun.''

Onunla ilk defa bu kadar sakin ve uzun bir konuşmanın içinde olmamızın nedenini çözemiyordum ama sonunda bazı şeyleri öğrenmek beni rahatlatmıştı. ''Seni zorluyorlar mı?'' dedim.
''Her zaman.''
''Yani bunu yapmak istemiyorsun?''
''İsteyip istememenin bir önemi yok. Görev bir bataklık gibidir, tek bir çıkış vardır; o da batmak...''

Gözlerim yavaş yavaş kapanırken Barkan daha çok sarmaları beni .''Uyuma.''
Sesi sertti ama ayılmam için yeterli değildi. ''Uyursan donup kalırsın, seni burada bırakabilirim.''
Dudaklarım istemsizce iki yana kıvrıldı. ''Bırakmayacağını bildiğimi söylesem bana kızar mısın?''
Bir şey söylemedi ama görevi benken, beni burada bırakıp gitmeyeceğini ikimizde biliyorduk.
''Yani sürekli insanları mı koruyorsun?'' dedim.
''Sürekli değil.''
''Ya seni kim koruyor?''
Durdu. Uyuşmak üzere olan hislerim yanılmıyorsa nefesini tuttu ve bedeni kaskatı kesildi. ''İnsan, yanında güvende olduğunu hissediyor ve bundan sonra başına hiçbir kötü şeyin gelmeyeceğini düşünüyor ama... Seni kim koruyor?''

İtirafım, utandırmak yerine rahatlamamı sağladı. Ona sürekli, sana güvenemiyorum, dedikten sonra şimdi ona güvendiğimi açıkça belli etmek istemiştim. Bu, onu nasıl etkilemişti bilmiyorum. Sonuçta, ona güvenmemden çok sadece sözlerini dinlemem ile ilgileniyordu. Ama ben rahatlamıştım ve onu kimin koruyacağını merak ediyordum. Her şeyle... Kendi başına mücadele edemezdi.
''Kimsenin korumalığına ihtiyaç duymuyorum,'' dedi.
''Ama bataklıktan tek bir çıkış olduğunu söyledin?''
Cevap vermedi, nedenini belki de hiçbir zaman öğrenemeyecektim.

''Kim için çalışıyorsun?'' diye tekrar sordum. ''İyi kalpli bir insan, tanımadığınız insanları korumak için size para mı ödüyor? Birden fazla Agron var değil mi? Kaç kişisiniz?''
Sorularım yanıtsız kaldı ama ben devam ettim. ''Hep si senin gibi mi? Nasıl bu kadar iyi dövüşüp hiç yara almıyorsun?''
Eğitimden bahsettiğini hatırladım. ''Eğitimler nasıl işliyor?''
Yeniden sordum ama yeniden cevap alamadım. ''Ne zamandır Agron'sun? Neden böyle biri olmayı seçtin?''
Gözlerim ağır ağır kapanıp nefeslerim kusursuz bir düzene girerken fısıltı eşliğinde sordum. ''Küçük Barkan neler yaşadı?''
Bedeni bir kez daha kaskatı kesildi ve ben, onun hakkında sorular sormaktan sonunda vazgeçtim. ''Bana ne olacak Barkan? Bundan sonra ne olacak? Beni ne zamana kadar koruyacaksın? Tüm bunlar son bulacak mı ya da ben, rahat bir nefes alabilecek miyim?''

Cevap yoktu ve ben, bunların hiç son bulmayacağından korkmaya başladım. ''Yonga ne olacak? Birileri onu bulacak mı?''
Son bir sorunun ardından sonsuz bir karanlığa kucak açtım. ''Biz, bundan sonra ne yapacağız?''







Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top