Bölüm 10: Yalnızlığın Başlangıcı | Kısım 1


Sizce Elis'ten neden kan aldılar? Onu incelemelerinin sebebi ne? Barkan bunu öğrendiğinde işler daha da karmaşıklaşacak. 
Keyifli okumalar...


Uzun bir bölüm olduğu için üç kısma ayırdım. 


Bölüm 10: Yalnızlığın başlangıcı

Barkan elinde poşetlerle döndüğünde dikkatle onu izledim. Eczaneye kendi girmemiş, bir başkasına para vererek uzaktan yalnızca onu izlemişti. Gümrük, polisleri ele geçirmişse kameralardan uzak durmak zorundaydık.
Barkan arabaya biner binmez kolumu sıvamamı işaret etti ve aldığı enjektörü çıkardı.
''Ne yapacaksın?'' Gözyaşlarım usul usul dökülüyordu.
''Onların ne için kanını aldığını öğrenmeliyim. Dibine kadar girip yalnızca kan alıp gitmişlerse, emin olmaları gereken bir şey var demektir.''

Başımı salladım, ''Onların bulmayı umdukları şeyi bende araştırmalıyım.''
Morluklar ve yaralarla dolu elimi ona uzattığımda önce duraksadı. Kolumdaki her bir yarayı uzun uzun süzdü. Biraz önce oldukça umursamaz bir şekilde baktığı için görmemiş olmalıydı ki, kolumun birazcık bir kısmında bile görünen onca yaram şimdi dikkatini çekmişti. Bir şey demedi.

Enjektörü hazırladıktan hemen sonra oldukça profesyonel bir şekilde iğneyi etime batırdı. Acıyacak korkusuyla kendimi kasmıştım ama sinek ısırığı gibi gelen hafif bir sızı dışında hiçbir şey hissetmedim. Barkan kanımı alır almaz yarama pamuk bastırdım, kazağımı indirdim. O da kanımı küçük bir kapsüle yerleştirdi, botunun içine sakladı. ''Nasıl inceleyeceksin?''
''Bana borcu olan çok kişi var.''
Nedensizce, ona borcu olanlardan birinin de ben olduğumu biliyordum.

''Peki, kan pıhtılaşmaz mı? Yani, hemen incelenmesi gerekmiyor mu?''
Barkan dudaklarını büzdü, ''Bizim için fark etmez.''
Ceketimi de düzeltirken duraksadım, ''Siz kimsiniz ki?''

Barkan, attığı yemi tutmamdan memnun bir şekilde enjektörü poşete sardı. Poşeti de koltuğun altına sıkıştırıp arabayı çalıştırdı.
''Agron'uz...''

***

Yolculuğun geri kalanı sorularımın yanıtsız kaldığı süreçle birlikte oldukça hızlı geçmişti. Barkan enjektörün bulunduğu poşeti yolda bir yerde atmıştı. Neden daha önce atmadığını sorduğumda ise önlem olduğunu söylemişti. Kafasının nasıl çalıştığını ya da neler bildiğini bilmiyordum ancak barda tanıştığım kadının söylediğine göre oldukça köklü bir geçmişi vardı. Bu tarz işlerde sürekli uğraştıysa, elbet bir şeyler biliyordu.

Barkan, ikinci bir defa araç değiştirmemizi sağladıktan sonra bir süre daha yol aldık ve bir tren garına ulaştık. Yanımızda küçük bir çantamız vardı, içinde sadece iki ceket vardı. Birde tabanca...
''Trene mi bineceğiz?'' diye sordum.
''Evet, bir planım var.''

Gümrük, polislerle işbirliği halindeyse burada da yakalanmamız olasıydı ancak Barkan kendinden emin bir şekilde ilerlemeye başladı.
İki yanda tren raylarının olduğu, ortada ise çatısı olan geniş, taş bir platformun olduğu alana dek yürüdük. Etraf kalabalıktı; ellerinde valizleri olan, turşu bidonları taşıyan ya da yalnızca bir çantasıyla sevdikleri ile vedalaşan pek çok insan vardı.

Barkan bileğimi tutup ağır adımlarla ilerledi. Biletleri kontrol eden adamı sorunsuz bir şekilde geçip küçük banklara doğru ilerledik. Barkan beni oturttuktan sonra önümde çömelip ona yaklaşmamı işaret etti. Hafifçe eğilip yüzlerimizi yakınlaştırdım ve önümdeki yakışıklı bedeni seyrettim. Fısıltı halinde bile oldukça tok çıkan sesi iç tırmalayıcıydı.
''Birkaç dakikalığına ortadan kaybolacağım.'' Derin bir nefes aldım. ''Ben gelene kadar sessizce burada bekle. Trenimiz,'' Sol kolunda, daha önce fark etmediğim yeni bir saat vardı. Siyah, iç kısmında karmaşık rakamların olduğu değişik bir saatti. Daha önce fark edememiş olmamın imkânsız olduğu bir şekilde oldukça büyüktü. ''...4 dakika sonra. Beni bekle.''
Başımı hızlıca salladım. ''Nereye gideceksin?''
Gözleri kısa bir süre yüzümde gezindi. ''Kan,'' diye kısa bir açıklama yapınca ne yapacağını anladım. Anlayamadığım şey ise, aldığı kanımı kime verecekti? Ne zaman görüşmüştü de bir buluşma ayarlamıştı?

O ayaklanıp yanımdan giderken ardında bıraktığı erkeksi koku ile öylece arkasından baktım. Geniş omuzları, büyük ve kararlı adımları, etrafını tarayan gözleri ve yumruk halinde –muhtemelen tetikte bekleyen- elleri... Hepsi birleşince, yenilmez ve güçlü biri gibi görünüyordu.

Öyleydi de...
Tehlikeliydi, bardaki kadın bunu açıkça belirtmişti.
Dipsiz okyanusların derinlerine çekilen bu saf kalbimde ister istemez bu tehlikeli adama sarınıyordu. . Barkan, bana göre kızgın bir ateşti. Okyanustan korkmuş duygularım çaresizce ateşe koşuyordu. Hangisinin daha tehlikeli olduğunu bilmiyordum; boğulmak mı, yanmak mı?

Hiç denize girmemiş, hiç ateş yakmamış birine boğulmanın ya da yanmanın ne demek olduğunu nasıl açıklayabilirdiniz ki?

Yapacak çok fazla şeyim olmadığı için saniyeleri saydım. Başım yere eğik, parmaklarım ile oynar ve ayaklarımı ritmik bir şekilde yere vurur halde öylece Barkan'ı beklerken yabancı bir el tarafından kucağıma bırakılan şey ile aniden irkildim ve yerimden sıçradım. Avucumun içine düşen hafif şeye bakma fırsatım olmadan, yabancı elin sahibini bulabilmek adına hızla ayağa kalktım. Yosun gözlerim deli gibi kalabalığı tararken kalbim hızla atmaya başladı. Nefesim buhar olup havaya karışırken koşan ya da garip bir şekilde hareket halinde olan herhangi birini aradım. Zihnim, saniyeler önceki yabancı eli kendi kendine tarif etmeye çalışıyordu.

Erkek eli miydi, yoksa bir kadına mı aitti?
Tek gördüğüm, hızla gelip geçen bir gölgeydi.

Aradığım kişiyi bulamayınca bakışlarım ellerime kaydı. Avucumun içinde buruşturduğum şey, yalnızca küçük bir kâğıttı. En fazla dört santimlik kenarlara sahip olan kâğıdın üzerinde, aceleyle yazıldığı belli olan rakamlar vardı.

17:17

Saat, diye düşündüm. Yolculuğumuzdan yalnızca üç saat sonrasını işaret eden rakamlar...

Ne anlama geliyordu? Neden birisi bana bu saati vermişti? Kim, neden böyle bir şey yapmıştı?
Neden burada, kimsenin burada olduğumu bilmediğini düşündüğümüz bu yerde öylece karşıma çıkıp bana bir saat vermişti.

Kâğıdı elimde buruştururken başımı kaldırdım ve yeniden etrafıma bakındım. Beni izleyen, gözleri üzerimde olan herhangi birini aradım. Etrafımda döndüm, gözlerim hızlı hızlı tüm yüzleri taradı. Başım dönene dek telaşla süzüp durdum insanları. Rayları gıcırdatarak gelen ağır trenin sesi kulaklarıma yansıdı. İnsanların hepsi ayaklanmaya başladı, önümden geçen ve görüşümü kapatan insanları mümkünmüş gibi itelemeye çalıştım. Nereye gittiğimi bilmeden öylece yürüyüp avucuma sıkıştırdığım kâğıdın hesabını soracağım kişiyi arıyordum.

Biraz sonra, omzuma çarpan insanların arasında güçlü bir el kolumu hızla kavradı. Savrulan bedenimi tutamadım ve ayaklarım birbirine dolanırken yüzüm, sert bir bedene gömüldü.
'''Burada,'' hırıltılı ve öfkeli bir ses... ''Ne yapıyorsun?''
Başımı kaldırıp Barkan'ın kısılmış gözlerine baktım. ''Sana orada beklemeni söylemedim mi ben?''
Tek kaşı hafifçe kalkarken, başı ile arkasını işaret etti. Sanki nereyi söylediğini bilmiyormuşum gibi gözlerim bir an için boş bankı ve yanı başına bıraktığım çantayı buldu.
''Şey,'' dedim. Ona az önce ne olduğundan bahsetmeli miydim? Avucumda yok olmuş, terden ıslanmış kâğıttan ona bahsetmeli miydim? Birinin, o yanımda yokken bana mesaj yolladığını söylemeli miydim? Kâğıdı Barkan yanımda değilken bana vermelerinin bir nedeni var mıydı?

17:17

Yutkundum, kuşkulu gözlerinden gözlerimi kaçırdım. Soluğum sert göğsüne çarpıp dağılırken kolumu silkeledim ve ondan bir adım uzaklaştım. Yanı başımızda duran trenin durduğuna dair gıcırtıları duyunca, ''Seni arıyordum,'' dedim. ''Tren gelince, nerede kaldığını merak ettim.''

Barkan saatine bakma ihtiyacı duymadan ''Vaktinde geldim,'' dedi.
''Öyle mi?'' dedim, ne diyeceğimi bilemez bir halde. ''Bilmiyordum.''
''Gereksiz telaş yapma,'' dedi. Bakışlarım bir an için yine gözlerine çıksa da hemen indirdim. ''Gözlerim üzerindeydi.''
Ve donup kaldım. Beni bir şekilde izliyor ve yalnız bırakmıyor oluşu güzeldi. Yanımda değilken bile beni koruduğunu ve bu konuda endişelenmememi söylüyordu. Ancak beni gerçekten izlemişse, bu avucumdaki kâğıttan haberinin olduğu anlamına gelirdi. Elimi istemsizce arkama alıp kâğıdı yok edebilirmişim gibi iyice sıkıştırırken başımı salladım.
''İyi...''
Hiçbir şey demedi, insanlar yanımızdan öylece geçip giderken bir süre dikildik. ''Bir şey olmadığına göre,'' dediğinde ona yalan söylediğimi fark ettiği için boğazıma sarılacak korkusundan hızlıca yönümü değiştirdim. ''Evet, bir şey yok.''
Banka doğru hızlı hızlı ilerleyip çantayı almak için eğildim. Uzun bir kol benden önce çantanın sağını kavrayıp kaldırdı, diğer eli ile de elimi tuttu.
Elimi...
Tuttu...
Sıcak parmakları parmaklarıma dolandı ve ellerim, kemikli ellerinin arasında kayboldu.
Temas...
Onun temasından rahatsız olmuyordum ama rahatta değildim. İstemsizce heyecanlandığımı ve nefeslerimi düzende tutamadığımı biliyordum, bu kötüydü.
Barkan'a bakmamakta ısrarcı bir halde beni sürüklemesine izin verdim ve insanların arasında trene doğru ilerledik.

Trenin dışı beyaz renkliydi. Kırmızı, mavi ve siyah şeritler dışını süslüyordu ancak biraz eski görünmesini sağlayan küfleri de görebiliyordum. Tren vagonlar halinde ayrılıyordu. Vagonların aralarında küçük, balkonu andıran demir parmaklıklı yerler vardı, iki parmaklık arasında da köprüyü andıran kalın demirler vardı. Vagonları birbirine bağlıyordu.
Gar oldukça kalabalık görünüyordu ancak trenin yalnızca ilk dört vagonunu dolduracak kadar az olduklarını fark ettim. Barkan ve ben de üçüncü vagona binmiştik.

Trenin içi beklediğimden sıcak ve dardı. Sağda ve solda, uzun camların hemen altında dörtlü oturaklar vardı. Arada hareket edebilmek için küçük bir koridor vardı. İnsanlar bilet numaralarına göre koltuklarına yerleşmeye çalışırken farkında olmadan birbirlerini ittiriyorlardı.

Barkan, vagona girdiğimiz kapının hemen sağında bulunan dörtlü koltuklara oturunca bende karşısına geçtim. Oldukça rahat bir koltuğa otururmuş gibi sırtını yaslayıp uzun bacaklarını benim oturağıma dek uzatırken ona ne yaptığını sorgular bakışlar attım.

Elindeki küçük çantayı yanına koydu ve cebindeki bileti çıkarıp, masa niyetine pencerenin altına koyulmuş küçük tahta parçasının üstüne bıraktı. İnsanlar yerleşip, biletlerimiz kontrol edilip tren kalkışa geçtiğini duyurana dek 17 dakika geçti. Trenin kapıları kapandı, dışarıdan adamın birinin bağırışını duydum.
''TBE İstanbul Treni kalkıyor!''
Barkan bu süre zarfında sürekli etrafına bakınıp hem bekleme alanını, hem de trenin içindeki insanları tek tek süzdü. Onun tedirgin görünmeyen ancak kontrolü elden bırakmaz tavırları benimde sürekli etrafımı izlememe neden oluyordu ve ben onun aksine dikkat çekiyordum.

Sonunda başımdaki ağrı katlanılmaz bir raddeye ulaştı ve ben pes edip arkama yaslandım. Barkan'ın rahat oturuşuna şöyle bir bakındım. Kollarını iki yanındaki destek yerlerine yaslamıştı, bir eli çenesinde geziniyordu. Kalçasını öne doğru ittirmiş, dikkat çeken uzun bacaklarından birini benim oturağıma, diğerini koridorun olduğu kısma uzatmıştı. Bacaklarımı hareket ettirince ayağına çarptım ama o tepki vermedi.

Bacaklarımı toparlayıp kendime çektim ve kollarımla sardım. İçerisinin sıcak olması benim en büyük avantajımdı, yanaklarım şimdiden al al olmuştu. Başımı dizlerimin üstüne yaslayıp bakışlarımı cama çevirdim. Hareket eden ve gittikçe hızlanan trenin sarsıntısı midemi bulandırdı. Gar, gittikçe uzaklaşıp küçücük kalırken şehirden de uzaklaştık ve bir süre, oldukça gürültülü bir tren yolculuğuna başladık.

Daha önce trenle yolculuk etmemiştim. Aslında, daha önce hiç yolculuğa çıkmamıştım. Ne kadar maddi geliri yüksek bir aile olsak da, anne ve babam beni hiç tatile götürmezdi. Uçağa, trene ya da herhangi bir otobüse hiç binmemiştim. Genelde, ev-araba-okul üçlüsünün dışına pek çıkmazdım. Zaten, utangaç ve oldukça çekingen bir yapım olduğundan pek fazla arkadaşım da yoktu. Gezip tozmayı seven, sürekli dışarlarda vakit harcayan birisi değildim.

Benim en uzak yolculuğum, babamın –artık Özge'nin- çiftliğine gittiğimiz günlerdi. Tek tatil rotam arasıydı, oraya da fazla gitmezdik.
Şimdi fark ediyordum da, gerçekten benimle aynı mecradan olan yaşıtlarımın aksine çok sıradan bir hayatım olmuştu. Ailem, üzerimde çok korumacıydı; özellikle babam sürekli korumalarla gezerdi. Çekingen ve asosyal olmamdan dolayı fark etmemiştim ama gerçekten dışarıda fazla vakit harcamazdım. Bunu kendim istemezdim ama en önemlisi ailem istemezdi. Ailem beni kendinden hiç uzaklaştırmamıştı ki, bu yüzden onlara kopması imkânsız bir bağ ile bağlanmıştım.

Bu garipti, bunu şimdi fark etmem daha garipti. 18 yıllık hayatım boyunca yapmadığım yolcuğu birkaç hafta içinde çoktan aşmıştım. Barkan, bu süreçte yanımdan hiç ayrılmamıştı; yolculuğumun başlı sebebine dönüşmüştü. Barkan bana hiç tatmadığım duyguları tattırıyordu.

Her anlamda...
Her anlamda bana yeni şeyler keşfettiriyor, farklı duygular hissettirtiyordu.

Bakışlarım, tepeden inmeye başlamış güneşin ışıkları ile tren camına yansımış gölgeye takıldı. Ağaçların arasında gezinen bakışlarım, camdaki yansımaya yöneldi. Şimdi, gözleri üzerimde olan Barkan'ın camdaki siluetini izliyordum.

Onun yanımdaki varlığına alışmaya başlamıştım, koca cüssesi her seferinde beni etkileyebilecek kadar yakıcı olsa da, gözlerim bir şekilde ona alışmıştı. Benden yaşça büyük olan bu adamın yanında olmak gittikçe daha az rahatsız edici hale geliyordu.

Bu kötüydü... Çünkü ondan kurtulma planlarım uygulanmaya hazır bir halde bekliyordu. Ona alışıyor olabilirdim, bir nebze onun beni koruyacağına güveniyor olabilirdim ama ondan kurtulmalı, ona güvenmemeliydim.

Derin bir nefes aldım ve üzerimdeki huzursuzluğu atmaya çalıştım. Barkan'ın bakışların ağırlığından mı bilinmez uykum gelmişti. Uyumak istemiyordum ama Barkan'ın yanı başındaki çantadan çıkardığı kalın ceketi üzerime örtmesi ile istemsizce gözlerim kapandı.

Üzerimi örtmüştü, uyumama izin veriyordu...
Bu pozisyonda ve bulunduğumuz gürültü, sallantılı ortamda uyumak zordu ama yorgun bedenim bu aralar hiç söz dinlemiyordu.
Güneş ışıkları yüzüme çarpıp göz kapaklarım üzerinde kızıl lekeler oluştururken bilincim ağır ağır kapandı. 








***


Gözlerim telaşla açılırken yattığım yerden hızla doğruldum. Üstüm başım tamamen ıslanmış, kıyafetlerim üzerimde ağırlık yapacak kadar yapışmışken gözlerimi kırpıştırıp etrafıma bakındım.

Durmak bilmeyen bir hışırtı, karanlık, loş bir ışık...
Gördüğüm ilk şeyler bunlar oldu, algılarım sonunda açıldığında da nerede olduğumu anladım.

Gecenin bir vakti, dolunay tüm ihtişamı ile etrafı belli belirsiz aydınlatırken, yalnız başıma sokağın ortasında yerde oturuyordum. Sokak lambaları yoktu, evler yoktu, yabancı bir nefes yoktu. Önümde uzanan dümdüz bir yol vardı. Yalnızdım.

Yağmur yağıyordu...

Kulağıma dolan yağmur sesleri, aynı zamanda karanlık sokaktaki loş görüşümü iyice gölgeliyordu. Görebildiğim tek şey, hızla yere çarpan yağmur damlalarıydı. Bedenim öyle ağır, zihnim öyle bulanıktı ki düşüncelerim yavaş yavaş oturabiliyordu.

Ayağa kalkarken, buraya nasıl geldiğimi ya da neden burada olduğumu düşündüm. Hiçbir şey hatırlamıyordum.

Kollarımı bedenime sararken, hala aynı kıyafetler içinde olduğumu anlayabildim ancak öyle ıslaktım ki, deli gibi yağan yağmurun altında adeta donuyordum. Şimdiden deli gibi titremeye başladım.
Dişlerim titremeye başladı, tırnaklarımın morardığını hissettim. Kaşlarımı çatıp, ileriye doğru bakmaya çalıştım ve dengesiz bir adım attım. Birilerini bulmak, nerede olduğumu anlamak için önümde uzanan yolu takip ettim.

Ne kadar süre geçtiğini çıkaramayacağım hale gelene dek, düşe kalka, tir tir titreye titreye yalnız başıma öylece yolda ilerledim ama ne bir ev görebildim, ne bir insan.

Yalnızlık...
Barkan...
Barkan neredeydi? Neden beni burada yalnız bırakmıştı?

Yağmur sesinin arasında duyduğum tıkırtı sesleri ile olduğum yerde durdum. Arkamdan gelen ve gittikçe bana yaklaşan sesin ne olduğunu çözmek için nefesimi tutup bekledim.
Raylar... Gıcırtılar... Birbirine çarpan metal sesleri...

Tren...
Bana doğru yaklaşan bir tren vardı.

En son... Trendeydim.
Doğru ya, Barkan ile trene binmiş İstanbul'a gidiyorduk.

Kaşlarım iyice çatıldı, dişlerim takırdadı. Şimdi neden buradaydım? Ne ara trenden inmiştik?
Kulaklarımı teğet geçen bir fısıltı sesi duydum. Uzaklardan gür bir ses, adımı haykırıyordu. Telaşla etrafıma bakındım, ses tekrar tekrar adımı haykırdı ancak nereden geldiğini gözemedim. Yaklaşan trenin sesi ve yağmur sesi, adımı duymamı engelliyordu.

Sürekli etrafımda dönüp bana seslenen kişiyi bulmaya çalışırken yanı başımdan gelen ses ile irkildim.
''Elis...''

Arkamı döndüm, tanıdık-hırıltılı sesin kim olduğuna baktım. Barkan buradaydı, birkaç metre ileride öylece duruyordu. Benim gibi ıslanmış, dalgalı saçları yüzüne yapışmıştı. Üstündekiler mümkünmüş gibi bir kat daha koyulaşmıştı sanki. Ay ışığı yüzünü aydınlatmaya yetmiyordu ancak bana baktığını biliyordum.
''Neden buradayız?'' diye bağırdım. Sesim ona ulaşamamış gibi yankılanıp yok oldu.
''Barkan?'' diye seslendim. Titreyen bedenim ayakta dahi duramayacak halde gelmişti. Barkan'a ulaşmaya çalıştım ama ona attığım her adımda o bir adım geri atıyordu.

''Barkan?'' diye seslendim tekrardan. ''Ne yapıyoruz burada?''
Ses vermedi, hareket etmedi. Yaklaşan tren sesi ister istemez korkumu açığa çıkarıp düzensizleşmiş nabızlarımın üzerine baskı yapıyordu. Treni ya da en azından rayları görebilmek için etrafa bakındım.

Yağmur... Ondan ilk defa bu kadar nefret ediyordum, görüşümü kapadığı için.
Tren sesi yaklaştı, kalbim hızlandı. Barkan'a ulaşmak için bir adım daha attığımda ayaklarımın altındaki zemin değişti.

Başımı eğip yere baktığımda gördüğüm demirler nedeniyle telaşla geriledim. Rayların üzerindeydim, titreyen demirlerin tam ortasında duruyordum.

Başım hızla sağıma ve soluma dönüp yaklaşan trenin hangi yoldan geldiğini görebilmek için çırpınırken Barkan'a bağırdım. Hareket edemediğimi, korktuğumu ve beni buradan çıkarmasını söyledim.

Tepki yoktu. Bedeninin hala orada olduğunu, bakışlarının hala üzerimde olduğunu görebiliyordum ama tepki vermiyordu. Bana yardıma gelmiyordu, beni korumuyordu, beni kurtarmayacaktı.

Raylardan çıkmak için titreyen bacaklarımı zorla hareket ettirdim ama raylar beni takip eder gibi bir türlü son bulmadı. Zaten zor attığım adımım, her seferinde boşa çıktı.

Tren geliyordu, boğazım adeta parçalanıyordu. ''Barkan! Kurtar beni!''
Yalancıydı.
Barkan hiçbir zaman sözünü tutmayacak ve beni korumayacaktı. Trenin gelip beni ezmesine belki de saniyeler kalmıştı ama o hiçbir şey yapmıyordu.

Ölümümü, treninin bedenimi parçalayışını öylece izleyecekti.

Ağlayıp, kaçmak için çırpınıp defalarca ona bağırdım. Ondan nefret ettim, ona hakaretler yağdırdım ve ona kızdım. Öfkem ve korkum aynı hızla artarken tren sesi yaklaştı.

Sonra fark ettim.
Karanlıktan, yetersiz ay ışığından görülmüyor olsa da fark ettim.

İkinci bir tren sesi vardı, aynı hızla yaklaşıyordu ve Barkan... Başka bir tren yolunun ortasında dikiliyordu.

Çırpınmaktan vazgeçip ona baktım. Neden yardıma gelemediğini, neden beni kurtaramayacağını anladım.

Çünkü birbirimize öylece bakar bir halde, titreyen rayların tam ortasında treni bekliyorduk. Çaresiz bir şekilde öylece beklerken ikimizde yaklaşan tren tarafından ezilecektik.

Gözlerimizin içine baka baka ölümlerimizi seyredecektik. Ruhumuz aynı anda teslim olacaktı.

''Özür dilerim,'' diye fısıldadım. Az önce ona ettiğim onca hakaretten ve beni neden kurtarmadığını- sözünü neden tutmadığını sorduğum haykırışlardan dolayı özür diledim.

Fısıltımı duydu, benden özür diledi.
''Üzgünüm Elis, çok üzgünüm.''

Karanlıkta zar zor seçebildiğim bedeni biranda aydınlandı. Solundan gelen büyük, beyaz bir ışık tüm bedenini seçilebilir hale getirdi. Islanmış,yorgunluktan omuzları çökmüş ve yara bere içinde olan yüzünü seçebildim.Gözyaşları ile sulanmış koyu irislerini seçebildim.

Kulaklarım çınladı, yağmuru yaran kuvvetli bir gölge beyaz ışığı takip etti.Tren sesi artık yakındı, vagonların tıngırtısı, raylar cızırtısı hemen dibimizdeydi.
Işık kayboldu, gölge hızla gözlerim önünden süzüldü. Tren, süratle Barkan'a çarptı.

Gözlerim önünden yok olan bedenini görünce dizlerim üzerine düştüm. Tüm hücrelerim adeta çığlık çığlığa patladı. Gözlerim şaşkınlıkla aralandı, ellerim yere saplandı. Haykırdım, bağırdım, çığlık attım. Boğazım yırtılıp, kalbim yerinden sökülüyormuş gibi hissederken ağladım. Önümden geçmeye devam eden trenin altında kalmış olan Barkan'a seslendim.

Canım yanıyordu, onu kaybetmiştim. ''Barkan!''
Barkan yoktu, sesimi duymuyordu. Zaten...
Çığlığım yarıda kesildi.
Solumda hissettiğim sıcaklığın hemen ardından aydınlanan bedenim yok oldu.
Tren bana çarptı. 


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top