Bölüm 2: Kayıpların Bedeli Ödenecek | Kısım 2









Devam ediyor...

Adam, dudaklarıma uyguladığı baskıyı hafifletirken beni iyice bedenine yasladı ve fısıldadı. ''Şşştt, buradan çıktığımızda açıklayacağım.''

Sesi soğuk ve buğuluydu, oda benim gibi yorgun görünüyordu ve tüm bunların bir açıklaması olduğuna inanıyordu. Eğer buradan çıkabilirsek dünyada ondan en uzak olan köşeyi bulup orada ölümü bekleyecektim. Ondan kaçacak ve bir daha beni bulmaması için dua edecektim.

O beni kurtarmıyordu, beni bu bataklıkta daha derinlere çekiyordu.


İlerlediğimiz yolun sonunda bulunan çift kanatlı, beyaz kapı aniden iki yana açıldığında yarım düzine koruma hızla içeriye daldı. Birkaçı ile göz göze geldim, tüylerim diken diken oldu. Adam duraksadı, kulağıma eğilip fısıldadı. ''Arkamda kal...''
Bir şey diyemeden kolları arasından sıyrıldım ve en yakınımdaki masaya tutundum. Adam, etrafına doluşan korumaları hızlıca süzdü. Onlar silahlarını çıkarmaya hazırlanırken adam da aniden hamlede bulundu.

Çatışmanın arasında kaldım, ne yapacağıma karar veremedim. Adam, korumaların üzerine yürüdü ve karşısına ilk çıkan korumanın kolundan tuttuğu gibi çevirdi. Silah anında el değiştirirken kurşun sesleri etrafta yankılanmaya başladı. Korkuyla ellerimi kulaklarıma yasladım ve yere çöktüm. Gözyaşlarım şiddetlenmiş ve tamamen savunmasız bir halde bekledim.

Adam, silahı kullanmakta çekinmedi. İki kişiyi başından vurup yere serdi. Gördüğüm kanlı bedenler acılarımı tazeledi. Annemin son görüntüsü gözlerimin önünde belirdi.

Adam, bir korumanın boğazına sarılıp destek alarak havalandı ve geriye doğru takla atarken iki korumayı birlikte yere serdi. Dizleri üzerinde yükselirken bir korumanın namlusunun hedefinde kaldı ve beklemeden karşı ateş açtı. Birini daha yere serdi. Çevik hareketleri ve güçlü darbeleri, diğer korumalardan üste çıkmasına neden oldu. Birkaç dakika içinde korumaların hepsi yere yerildi. Adam, yere serilmiş bedenlerin arasında ayağa kalktı, hala elinde tuttuğu silahları öldüklerinden emin olmak için yeniden ateşledi. Cansız bedenler tekledi, kan etrafa dağıldı.

Silahlar boşa ateş edilince, adam silahları bir kenara bıraktı ve başını kaldırıp bana baktı. Göz göze geldiğimizde, buradan kendi başıma kaçmak istedim. Yanıma geldi, yine davetsiz bir şekilde beni ayağa kaldırdı ve çift kanatlı kapıdan geçirdi. Bir süre ilerledik.

''G-gerçekten...'' dedim zoraki. Hıçkırık seslerimden rahatsız olmuş gibi yüzünü buruşturdu. ''...Kimsin sen?''
Kaçmama engel olmaya çalışır gibi ellerini sıklaştırdıktan sonra etrafına bakındı, ''Sessiz ol,'' diye mırıldandı. Hıçkırıklarımı önlemek için ellerimi dudaklarıma bastırdım ve onun gibi etrafıma bakındım. Her iki koridorun sonunda da takım elbiseli korumalar vardı. Oldukça tehlikeli bir konumdaydık, korumalar her an bizi görebilirdi. Adam, beni arkasına aldıktan sonra sağına döndü ve sessizce ilerlemeye başladı. Onun peşinden ilerlerken arkamda kalan adamların başını çevirdiği anda bizi görebileceklerini biliyordum. Onlardan uzaklaşırken karşıdaki korumalara yaklaştık.

Önümdeki adamın bileğimi bırakması ile arkamızdaki korumaların bizi fark etmesi aynı anda gerçekleşti. Aramızdaki uzun koridor biranda kısacık geldi gözüme, korumalar süratle bize doğru koşmaya başladı. Gözyaşlarım önümü görmeme engel olmaya başlayınca sürekli gözlerimi kurulamaya başlamıştım.

Önümdeki adam bıçağını yeniden çıkarıp korkunç bir çeviklik ile üç korumayı yere serdi. Bileğimden tuttuğu gibi beni çekiştirdi ve küçük, metalik bir kapıdan geçirdi. Karşımıza çıkan garaj ile derin bir nefes aldım. Sonunda çıkışa yaklaşmıştık, sonunda buradan çıkabilecektim. Garaj, tıpkı bir şirketin otoparkı gibi kocamandı. Etrafımda son model, birbirinden pahalı onlarca siyah araç vardı. Otoparkın arka köşesindeki üzeri örtülü arabaların ise göründüğü kısım kadarıyla farklı renklerde olduğunu gördüm. Kırmızı ve kahve renklerini seçebilmiştim.

Adam, ağır kapıyı arkamızdan kapatır kapatmaz duvardaki küçük cam dolaba ilerledi. İçindeki onlarca anahtarı eline alıp araçlara ilerlerken ağrıyan bacaklarımın ve sanki vücudumu ortadan ikiye ayıracakmış gibi hissettiren belimin acısı nedeniyle en yakınımdaki araca yaslanıp soluklandım.

Beni bu kadar yoran şey yediğim dayaklar mı, yoksa karşımdaki telaşlı adamın yaşattıkları mıydı?

Adam, elindeki anahtarlar arasından birini seçip üzeri örtülü arabalardan birine doğrulttu. Işıkları anında yanıp sönmeye başlayan arabanın örtüsünü telaşla kaldırdığında gri bir aracı seçmek zorunda kaldığımızı fark ettim.

Onca aracın arasından neden onu seçtiğini anlayamasam da, beni yanına çağırınca ağırca adımlamaya başladım. Adam, elindeki fazla anahtarları yere atıp ezdi. Arkamdaki metal kapı aynı anda zonkladı, birileri kapıya ateş etmeye başladı. Adımlarımı hızlandırıp adamın bana açtığı kapıdan içeriye bindim. Deri koltuğa oturur oturmaz bedenim anında gevşedi ve başım geriye doğru düştü. Adam kapıyı kapadı, arabanın üstünden atlayıp sürücü koltuğuna yerleşti.

Araba çalışır çalışmaz garajın kapısı gürültüyle açıldı, silahlı adamlar içeriye doldu. Ateş açmaları gecikmedi. Araba hızla hareket etti ve önündeki park halindeki araçlara çarpa çarpa otoparkın kapalı kapısına doğru sürdü. Hem kurşunların, hem de diğer araçlara çarpmamızın etkisi ile araba sarsılırken korkuyla bağırdım. Kurşunlar camları titretiyor ve tekerleri hedef alıyordu. Kurtulmamıza bu kadar kısa bir mesafe kalmışken silahlı korumalar aracın önüne atlayarak yolumuzu kesmeye çalışıyordu.

Araç süratle ilerlerken son anda adamın biri önümüze atladı ve beklemeden ateş etti. Kurşun, ön camı paramparça ettiği gibi bir rüzgâr misali yanımdan uçup gitti. Ardında bıraktığı sıcaklığı saçlarımın arasında hissederken, kurşunun bedenimi teğet geçtiğini fark ettim. Araç durmadı, silahlı koruma aracın üstünden fırlayıp arkada bir yerlerde yere düştü.

Yanımdaki adam küfretti, gaza yükledi ve garaj kapısı önümüzde bir bariyer gibi yükseliyor olmasına rağmen durmadı. Adamın bir eli hızla göğsüme yaslandı ve ben koltuğa adeta yapıştım. Aynı anda garaj kapısını büyük bir gürültü ile yarıp gün ışığına çıktık.
Göğsümdeki elin baskısı olmasa, başımı çoktan bir yerlere çarpmış olacağımı bildiğimden, emniyet kemerini bağlamak aklıma geldi. Kemerimi telaşla bağlarken adam ardına bile bakmadan gaza yüklendi.

Onun kadar özgüven ile dolu olmadığımdan başımı çevirip geriye baktım. Üç katlı, kocaman bir villanın garaj kapısını yarıp dışarıya çıkmıştık. Villa, çorak bir arazinin ortasında bir başına yükselen bir dağ gibi orada dikiliyordu ve etrafı silahlı adamlarla çevriliydi. Birkaçının, bize doğru umutsuzca baktığını görebildim. Dağlık bir alandaydık, yolun iki tarafı ağaçlar çevriliydi. Adamlar şimdiden peşimize takılmıştı. Anahtarları kırık olduğundan, yalnızca bir iki siyah araç garajdan çıkabilirken, evin arka tarafından gelen onlarca siyah araç telaşımı arttırdı. Araçlardan başını uzatan korumaların ateş açması yine gecikmedi ve aracımız sarsılmaya başladı. Peşimizi bırakmayacaklardı ve ön camı tamamen parçalanmış bu araçla kaçabileceğimize inanmıyordum.

Kalbim adeta depar atıyor, yaşadığı bu korkunç aksiyonu kaldıramıyordu. Nefes nefese kalmıştım, tüm hücrelerim adeta canlanmış ve damarlarımda gezinen adrenaline kucak açmıştı. Korku, heyecan ve bir nebze umut beni ele geçiriyordu.

Başımı yana çevirdim ve emniyet kemerini hala daha bağlamamış olan adamın direksiyon üzerindeki hâkimiyetini izledim. Acıyan boğazımı önemsemedim, ''Kaçamayacağız...'' diye mırıldandım. Kısa bir anlık, başını çevirip bana baktı. Karanlık gözleri ve ter içinde kalmış yüzü onu tamamen korkunç gösteriyordu.

''Merak etme,'' diye soluklandı. ''Planım kusursuz işliyor.''
Yutkundum, kurşunlardan korkup koltuğun ardında iki büklüm saklanmaya çalıştım. Adam, direksiyonu ani bir hareket ile sağa doğru kırdı ve biz, ağaçların arasındaki toprak yola hızlı bir giriş yaptık. Peşimizdeki araçlar an be an çoğalırken araç hasar almaya devam etti.

Toprak yolda sarsıla sarsıla ilerlerken adam, usta manevralar ile onca ağacın arasından kıvrılarak kendine bir yol çiziyor ve takibi zorlaştırıyordu. Arkamızdaki adamlar ara ara bize yetişti ancak ağaçların arasından yol bulup bize yaklaşamadılar. Başımı bir an için kaldırıp sağımdaki camdan dışarıya baktım; siyah bir aracın arka tarafından sarkan adam silahını doğrultup beni hedef alarak ateş etti. Çığlık attım ve eski konumuma tekrar döndüm. Cam paramparça olurken kırıkları üzerime dağıldı. Adam hızlandı, yeniden öne geçtik.

Kıvrak bir hareketle direksiyon bu defa sola çevrildiğinde ise yeniden yola çıkmıştık. Ağaçlar sonunda seyrekleşmiş ve toprak arazi açığa çıkmıştı. Kurşun sesleri azalınca, korumaları atlattığımızı umdum.
Başımı çevirip yeniden arkama baktım. Ve fark ettim ki, bu adam beni o korkunç villadan çıkarmak için yalnız çalışmamıştı. Ardımızda toz bulutu oluşturarak ilerlediğimiz yolun her iki tarafından aniden iki gri araç çıktı ve silahlı korumalar ile aramıza bariyer oluşturdu. Ateş sesleri, bize ulaşamadan arkadaki araçlarda son bulurken alnımdan aşağı bir ter damlası döküldü.

Ne yapacaktım? Ben şimdi gerçekten ne yapacaktım?

Beynim, beni bile şaşırtacak derecede hızlı çalıştı ve kusursuz bir kurgu oluşturdu.
Yanımdaki bu adam, ailemi öldürüp beni kaçıran o insanlar kadar güçlü bir ekibe sahipti ve onun, babamın tarafında olup olmadığından asla emin olamayacaktım.
Arkamızdaki gri araçlar ile aramızda mesafe oluşmaya başladığında, bizim kurtulmamız için onların kendini feda ettiğini anladım.

Adam durmadı ve tamamen görünmez hale gelene dek yol boyunca ilerledik. Uzun bir süre, belki de saatler sonra nefesim düzene girdi ve güneş ışıkları kırık camlardan sızıp tenimi ısıtırken ancak rahatlayabildim. Onları gerçekten atlatmıştık, peşimdeki adamları gerçekten atlatmıştık.

Titremem azalıp gözlerim usul usul kapanırken gözyaşlarımda tuzlu tadını dudaklarıma ulaştırdı. Ağlıyordum, yine ağlıyordum ve bu defa niye olduğunu bile bilmiyordum.

Başka bir bataklığa sürüldüğümü fark etmemden miydi? Yoksa içinde bulunduğum durumu kaldıracak güçte olmayışımdan mıydı? Her şeyden öte, babamın bu adamlarla ne işi vardı?

Yanımdaki adama döndüm. Bir saat önce çıkardığı ceketinden dolayı belli olan kırmızı lekeli gömleği, dağınık saçları, yaralı yüzü ve direksiyonu sıkı sıkı kavramış eli ile gözlerini dahi kırpmadan yola bakıyordu. Bunca zaman hiçbir şey söylememişti ve bana bir açıklama borçlu olduğunu biliyordum.

Yutkundum, sormam gereken şeyleri düşündüm.
''Adın ne?''
Pürüzlü sesimi duyar duymaz başını çevirdi. Dipsiz kuyuları andıran siyah irisleri ürpermeme neden oldu. ''Barkan.'' Tok sesi aracın içine gülle gibi oturdu.

''B-babamı nereden tanıyorsun Barkan?'' Aramızdaki yaş farkını önemsemeden, sesimi düz tutmaya çalışarak sordum.
''Çalıştığı iş hakkında bilgim vardı. Bir süre onu korumak için görevlendirilmiştim.''

Kaşlarım havalandı. ''Seni kim görevlendirdi?''
Çenesini sıktığını fark ettim, ''Seni korumam için görevlendiren kişi ile aynı kişi...''
Cevap vermeyeceğini anlayınca önüme döndüm ama sonra vazgeçip bedenimi ona doğru çevirdim. ''B-babamı... Ne için koruyordun?''

Başını arkaya doğru salladı, ''Seni kaçıran adamlar ondan bir şey istiyordu ve baban vermemekte ısrarcıydı.''
''Neden?''
''Sana söylemişlerdir. Yonga denen küçük bir çip...''
Başımı iki yana salladım. ''Hayır, onu sormadım. Babam neden vermek istemedi? Hayatının ve hayatımızın tehlikede olduğunu biliyorsa neden vermedi?''

Barkan bir süre sessiz kaldı. Sonra bakışlarını yoldan ayırmadan cevapladı, ''Verse de, vermese de sonuç değişmeyecekti de ondan.''

Gözyaşlarım hiç durmak bilmez gibi yeniden süzüldü yanaklarımdan. Gözyaşlarımı öfkeyle sildim ve bu yonganın neden bu kadar önemli olduğunu düşünmeye çalıştım.
''Bu yonga ne işe yarıyor? Babamda ne işi vardı onun?''

Ofladı, sorularıma cevap vermek istemiyor gibi duruyordu. ''Bilmiyorum.''
Kısa ve belirsiz cevabı öfkelenmeme sebep oldu. ''Neyi bilmiyorsun? Nasıl bilmezsin?''

Başını aniden bana çevirip bağırınca neye uğradığımı şaşırdım. ''Sen nasıl bilmezsin! Tüm bunları nasıl bilmezsin!''

Sırtım kapıya yaslanırken bedenim titredi. Barkan'ın öfkeli yüzü, tıpkı korkunç bir yaratığı andırırken kabuğuma saklanmaya çalıştım. Damarları açığa çıkmış, parmak boğumları beyazlamıştı. Ne kadar güvenilmez ve belirsiz biri olduğunu tekrar anladım.

''Etrafında onca şey olup biterken nasıl olurda hiçbirini fark etmezsin? Babanın ne işle uğraştığını gerçekten nasıl bilmezsin!''
Başını yeniden yola çevirip derin derin nefesler almaya başlayınca kendi kendine sakinleşmeye çalıştığını umdum. Bana bağırmasının şokunu atlatamamışken sözlerinde bu kadar haklı oluşu göğsümü sıkıştırdı. Başımdaki ağrı geçmek bilmezken yorgun bedenim uyumak için fırsat kolluyordu.

Ona bir yanıt vermek istedim, söyleyecek bir söz bulmam beş dakikamı aldı. ''Sen neden beni kurtarmaya geldin öyleyse? Senin derdinde sadece bu saf kızı kurtarmak mı gerçekten? Senin de o yonganın peşinde olmadığını ve bana yalan söyleyip söylemediğini nerede bileceğim?''
Sesimin kendinden emin çıktığını umuyordum ama sözlerimin kuvvetinin aksine sesim fısıltıdan öteye gidemedi. Barkan kısa bir an gülümsedi. Acizliğim hoşuna gitmiş gibi duruyordu.

''Saf, küçük, ne olup bittiğinden bir haber ve oldukça dayanıksızsın ve evet, yalnızca seni kurtarmak için geldim çünkü babanı destekleyen bir ekibe çalışıyorum. Amacım yonga olsaydı, onların aksine şimdiye elde etmiş olurdum. Bana güvenip güvenmemen de umurumda değil, sözümü dinle yeter.''
Yüzüme bakmadı, bende ona inanmış gibi davrandım. İlk fırsatta ondan kurtulmam ve artık köşe bucak kaçmam gerekiyordu.

Sırtımı koltuğa yaslayıp bacaklarımı kendime çektim, güneş ışınlarına rağmen ısınmayan bedenimin titremesini azaltmaya çalıştım. Barkan hareketlendi ve biraz sonra çıkarıp attığı ceketini üzerime örtmeye çalıştığını gördüm. Tek eli direksiyonda, yola bakarak yaptığından ceketi üzerime atıverdi ve yeniden önüne döndü.
Siyah cekete baktım, üzerinin kan lekeleri ile dolu olduğunu görünce ise aniden atıverdim üstümden. Saatler önce evden kaçmak için onlarca adamı gözünü kırpmadan öldürüşü ansızın gözlerim önünde canlandı. Gözlerim öylece yerdeki cekette takılı kalırken Barkan soluklandı.

''Üşüyüp başıma dert açma,'' diye mırıldanırken arabayı biraz yavaşlatıp yere attığım cekete uzandı. Aynı anda araç sarsıldı ve kemerime rağmen öne doğru savruldum. Araç durdu. Barkan aniden doğruldu ve şoför kapısını açtığı gibi arabadan çıktı.

Telaşla etrafıma baktım, ardımızdaki korumaların bize yetiştiğinden korkup bende kemerimi çıkardım. Barkan, aracın etrafını dolaşıp kapımı açtı ve soğuk aniden içeriye doldu. Çatık kaşları beni iyice telaşa sürüklerken arabadan inmek için yeltendim. Elini omzuma yaslayıp beni geri yerime oturttu. Yere diz çöküp ellerini bacaklarıma uzattı.
''Ne oldu?'' diye soludum şaşkınlıkla.
''Vurulmuşsun ve kan kaybediyorsun. Allah aşkına, bunu nasıl fark etmezsin? Ölmek mi istiyorsun?''
Barkan öfkeli suratı ile elini bacağıma dolayıp kendine doğru çekti ve yere koyduğu dizine yasladı.

Kirden ve kandan rengi atmış tozpembe elbisemi iyice sıyırıp bacağımdaki yarayı görülebilir hale getirdi. Tenimde gördüğüm sıyrık ve kan ile gözlerim korkuyla açıldı. Ben, vurulmuştum. Bunu nasıl fark etmediğimi de bilmiyordum. Vücudumdaki ağrının ve bu kadar üşümemin sebebi belki de buydu.

Barkan, aracın torpido gözüne uzanıp kapağını açtığında bakışlarım elini takip etti. Torpidoda gördüğüm silahı hiç görmemiş gibi yaparak bulduğu küçük sargı bezini açışını izledim. Yerde kalmış ceket ile önce kanı temizledi, hissettiğim yoğun acı ile dişlerimi sıktım. Dudaklarım arasından acı dolu bir inleme kaçtı. Barkan kısa bir an başını kaldırıp çatık kaşları ile bana baktıktan sonra eğildi ve yaramı sardı.

Dudaklarımı birbirine bastırdım ve biranda aklıma üşüşen şey ile yanı başıma bakındım. Anahtarları üstünde olan arabayı, Barkan'ı arkamda bırakarak alıp kaçabilir miydim?

Zihnim, saçmaladığımı ve bunu asla beceremeyeceğimi bas bas bağırırken bedenim umutla doldu ve bacağımı Barkan'dan kurtarıp aracın içine usulca bıraktım. Barkan ayağa kalkmadı, bende bunun bir fırsat olduğunu düşündüm sürücü koltuğuna doğru uzandım. Ancak aynı anda Barkan'ın bıçağını çıkarması ile kaldırdığım elim aynı hızla yerine indi ve ben korkuyla adamın ne yapacağını bekledim. Barkan, üzerime uzandı ve elbisemi tutup çekiştirdi. Aklımda onlarca senaryo şekillenirken bıçağı bacaklarıma yaklaştırması ile korktum.

''Ne yapıyorsun?'' diye hiddetlenip elini ittirmeye çalıştığımda elime vuruverdi. ''Bir rahat dur...''
Elbisemi, oldukça kirli görünen kısımdan itibaren kesip attı. Tozpembe, bileklerime kadar uzanan elbisem dizlerimin altında kalırken gözlerim, çalıların arasına attığı parçaya kaydı. Boğuk bir kırmızı rengine bürünmüş parçanın, ailemin kanı ile kaplı olduğu düşüncesi yeniden acılarıma tuz bastı. Ailemden geriye kalan her şey teker teker benden uzaklaşıyordu.


Barkan kapıyı gürültüyle kapattı, irkilip önüme döndüm. O yeniden sürücü koltuğuna yerleşirken onun yapılı bedenini ve hala sert duran yüzünü inceledim.
''Babama ne kadar yakındın?''
Derin bir nefes aldı, ''Oldukça...''
''Peki... Seni daha önce gördüm mü?''
Tanıdık simasını bir türlü çıkaramazken Barkan duraksayıp kemerini bağladı. ''Sanmıyorum.''

Tek kaşım aniden havalandı, ''Buna emin misin? Çünkü...'' Sözüm kesildi. ''Evet, eminim. Ben seni pek çok kez gördüm ama sen beni hiç görmedin.''

Verdiği cevap, diğerlerine göre daha tatmin edici gelince konuşacağını anlayıp devam ettim. ''Neden? Nerede gördün beni?''
''15 yaşında okuldan eve gelirken altına kaçırdığın bir gün görmüştüm seni,'' deyince biran başımdan aşağıya kaynar sular döküldü sandım. Her zamanki utancım yine beni bulup yanaklarımı al al etti.

''Yalan söyleme, bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum.''
''Evet, farkındayım. Ama sorularını doğru kişiye sormuyorsun ufaklık.''
Kaşlarım çatıldı, kollarımı göğsümde birleştirip arkama yaslandım. Onu taklit ederek önüme döndüm ve önümüzde uzanan uçsuz bucaksız yolu izledim.

''Pekâlâ, kime sormam gerekiyor?''
Cevap gecikmedi. ''Babana.''
Ve omuzlarım aniden çöktü, karamsarlık kara bulutlar gibi etrafımı sardı. Eğer, babamı görme imkânım olsaydı elbette ona soracağım onca şey vardı ancak bu artık imkânsızdı. Babamı bir daha asla göremeyecektim ve beni duyduğunu umabileceğim, başında acılarımı dökebileceğim bir mezarı bile olmayacaktı.
Sahi, neredeydi o kucağında ağladığım, her gece öpmeden uyuyamadığım bedenleri? Benden ne kadar uzağa götürülmüş, nerede çürümeye bırakılmıştı?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top