Gölgesinde Şeytan
Oylarınızı ve yorumlarınızı esirgemeyin lütfen. <3
Güneş teninizi yakacak kadar sıcak, Tanrı ise yağmur yağdırmayacak kadar gaddardı.
/\
İstanbul'da yağmur yağıyordu.
Karanlığın çöktüğü gökyüzü ara sıra çakan şimşeklerle aydınlanıyordu. Bir anne ölüyordu göğsümde ve bir ceset yatıyordu kırık kalbimde, annelerin ayaklarının altındaki cennet başıma yıkılıyordu.
Hissediyordum artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı, geceler gündüzleri yakacak ve biz gecenin ölü ateşinde ısınırken ben ağlamayacaktım.
Göz yaşları ateşimizi söndüremeyecekti çünkü şeytanım yakmayı severdi.
O gölgemdeydi, o her yerdeydi ama en çok gölgemdeydi. Beni severdi, tenimi keser ve canımı yakardı ama yine o iyileştirirdi. Ben asla bunu bilmezdim.
Hangi insanın gölgesinde şeytan olurdu?
İyilerin mi, yoksa kötülerin mi?
İkisinin de değil, kaldır kafanı ve bak aynaya. Boynunda soluklanan şeytanını görüyorsun, iyi görünen kötü...
Hadi, durma ve gülümse. Sırtında ağırlık yapan ihanetlere rağmen dikleştir omuzlarını, şeytanın seni tatlı sözleriyle kandırırken ince topuklularını üstünde ilerle ve kaburgalarını kır onların.
Senden kaburganı çaldılar, şeytanına kulak ver.
"Şifaları zehir, şifaları ölüm ve sevgilim biz onlara şifa olacağız."
Her şey kötü bir kadının dudaklarının arasından çıkan sözlerle başladı ve her şey kötü bir kadının dudaklarından çıkan sözlerle bitecek.
/\
Tik tak... Tik tak... Tik tak...
Dönüp gölgene bak.
Soğuk ellerimi baldırlarımın altına sıkıştırarak saati izlemeye devam ettim, göğsüm gerginlikten hızlıca inip kalkıyor ve nefeslerim tekliyordu. Burda olmak istemiyordum. Kimse burda olmak istemezdi, bir şeyler anlatmak, içindekileri dökmek istemezdi.
"Sadece saati mi izleyeceksin?"
Mavi gözlerimi karşımdaki adama çevirdim aniden, konuşmasıyla ortamdaki sessizliği delip geçmişti ve bu hoşuma gitmemişti. Sessizlik iyiydi, sessizlik güzeldi ama sessizliğimi bile alıyorlardı.
Sesi kalın ve gürdü, bu yüzden konuştuğu an ona bakmaktan kendimi alamıyordum. Sanki o benim öğretmenimdi de anlattığı hiçbir şeyi kaçırmamam gerekiyordu, tek bir cümleyi veyahut kelimeyi kaçırırsam sınıfta kalacakmış gibi hissettiriyordu.
Kafamı, yeterince eğik değilmiş gibi, biraz daha aşağı eğdiğimde saçlarım yüzümün iki tarafını da kaplamıştı. Çehremi saklamak duygularımı saklamak gibi geliyordu, mimiklerini yok edersen duygular ölürdü.
"Sen ne kadar susarsan biz o kadar görüşmeye devam edeceğiz." diye mırıldandıktan sonra fısıldadı ama duyamadım. "Tabii bundan şikayetçi değilim."
"Ne anlatmamı istiyorsun?" Dudaklarımı kemirdim ve kirpiklerimin altından yüzüne baktım, gözleri gözlerime saplandı. Bu onunla üçüncü seansımızdı ve gözleri hep üzerimdeydi, bir filmi seyreder gibi durmadan beni seyrediyordu sanki. "Burada olmama gerek bile yok."
"Neden ergen triplerini bırakıp içini dökmüyorsun?"
Kafamı kaldırdım, kucağında birleştirdiği ellerine odaklandım, parmak uçları parmak uçlarına değiyordu ve dirsekleri oturduğu tekli koltuğun kolçağına yaslıydı. Yüzüne bakmak istemedim.
"Neden yaşıma dem vurup bana ergen diyorsun? Benimle alay etmen değil, düzgünce konuşman gerekiyor."
Komik bir şeyden bahsetmişim gibi güldüğünde tırnaklarımı altımdaki koltuğa bastırdım, parmak uçlarım acımıştı ama acı sinirimi deliyordu ve kontrol sağlıyordu. Karşımdakinin canını acıtmaktansa kendi canımı acıtmak daha mantıklı geliyordu, çünkü karşımdakinin canını acıttığımda başkasına hesap vermem gerekiyordu ama kendi canımı acıttığımda kimseye hesap vermiyordum. Görmezseler hesap soramazlardı ve onlar beni asla görmezdi, sorun yoktu, her şey yolundaydı.
"Her şey yolunda mı? Tatlım, bizim hayatımız asla yolunda olmaz."
Onun sesini duyduğumda kafamı aniden kaldırdım, doktorun arkasında, sol taraftaydı ve gülümsüyordu. Eğer gülümsemesi bir insan olsaydı çıplak elleriyle kalbinizi sökerdi.
"Amara?"
İrkilerek bakışlarımı ondan çektiğimde sıcaklamış hissediyordum ya da boğuluyormuş gibi, emin olamıyordum ama bunun onun yüzünden olduğunu biliyordum. Onu sevmiyordum, bana benziyordu ama benden nefret ediyor gibiydi... aslında her şeyden nefret ediyor gibiydi.
Omuzlarımın büyük eller tarafından kavrandığını hissettiğimde nefes alamadığımı fark ettim, ellerimi nefes boşluğuma bastırırken kulaklarım çınlıyordu. Doktor bir şeyler söylüyordu, beni sarsıyor ve saf endişeyle gözlerime bakıyordu. Görüşüm buğulanırken gözlerim doktorun arkasına kaydı yine, o oradaydı ve bana gülüyordu.
"Sakinleş!"
İçi mezarlık olan gözlere çevirdim gözlerimi, ellerim kalkarak doktorun omuzlarını kavradı.
"Korkacak bir şey yok, derin nefes al!" Omuzlarını daha fazla sıktığımda beni telkin etmeye devam etti, o hâlâ burdaydı ama onu görmezden gelerek tamamen doktora odaklanmıştım.
Nefes al.
Nefes ver.
Nefes al ve ver... işte bu kadar.
"Artık onu görmek istemiyorum doktor." Titreyen dudaklarımı sertçe ısırdım. "O beni çok korkutuyor."
"O kim Amara? Anlat onu bana."
Terden yüzüme yapışan birkaç tutamı kulakımın arkasına sıkıştırdı ve elini çekti, parmak uçları çeneme sürtmüştü. Gözlerimden yavaşça akan bir damlayla birlikte burnumu çektim.
"O, Mavi... Seni hiç sevmiyor o. Herkesten nefret ediyor, gerçekleri istiyor."
Mavi gülümsedi, aslında her şey tam o anda başlamıştı.
/\
Merhaba, bu benim ilk uzun kurgum, umarım beğenirsiniz. Eleştirilerinizi esirgemeyin lütfen. ♥️
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top