8|Alin
Ektiği korku tohumları sulayan Agah neşeyle güldü, sigarasından çektiği dumanı ağır ağır üflerken gülümsemesi suratında dondu.
Ya her şey istediği gibi olmazsa?
Sigarasından derince solurken bu düşünceyi göz ardı etti, o istediğini alırdı, hep almıştı. Ya seve seveydi ya da seve seveydi, başka oluru yoktu.
"Sana gelmeyecek." diyen diğer adam yorgundu, göz altları morarmıştı.
"Fikrini soran oldu mu Akut?" diye hırladı aniden, bu düşüncenin zihnin kıyısından geçmesi bile onun kontrolünü kaybetmesine yol açıyordu.
"Ben konuşmayı seven, ağzının ayarı olmayan bir piçim Agah, yapacak bir şey yok." dedi alayla Akut, Agah'ın sinirleriyle oynuyordu ki adam vazgeçsindi.
Lakin bilmiyordu adamın vazgeçmeyeceği tek şey o idi.
"Ağzını s*kerim Akut, sinirlerimle oynama benim."
"Bunu en son dediğin zaman bir kaç kemiğimin kırıldığını hatırlıyorum, bak hatta acıyı tekrar hissetim Agah." diye mırıldandı Akut, adamın kanında ciddiyet yoktu.
Akut, Agah'ı sinirlendirip dayak yemek istiyordu aslında çünkü ona göre Agah sinirini onun üzerinde atarsa diğer insanlara zarar vermezdi. Bu çabası boşunaydı, bir canavar her zaman canavar kalırdı ve içindeki öfke, kin ve nefret hiç sönmezdi.
"Ona yaklaşmalıyım Akut, kokusunu özledim." derken gözlerini odanın içinde gezdirdi, her evde görülebilecek bir salonu vardı evin, kalçasını percerenin mermerine yaslayıp yüzünü sıvazladı.
Yarasına merhem olmak için yara açıyordu, kendisi kanatıyordu ki sonradan gelip kendisi sarsın.
Her şey istediği gibi gitmeyecekti, hiç birinin istediği şey istedikleri gibi gitmeyecekti.
Bunu öğreneceklerdi.
***
"Şunu iç."
İrkilerek bakışlarımı sabitlediğim yerden aldım ve bana uzatılan bardağa baktım, su dolu bardağı alıp son damlasına kadar içtim ve önümdeki sehpaya koydum.
O fotoğrafı görmemin üzerinden iki saat geçmişti, ilk on dakika öylece durmuştum, sonra ise paranoyak bir şekilde etrafıma bakınıp Enis'in evine koşmuştum.
Fotoğraftaki kişin bana resmen silah doğrultuğu hatta bunu resimleyip görmemi istediği aklıma geldikçe midem bulanıyordu, bu şeyin şaka olduğunu düşünmek istiyordum.
"Amara... Amara," kafamı kaldırıp ikili koltukta oturan Enis'e baktım. "Polise gitmeliyiz." dediğinde durdum, gidersek kötü şeylerin olma ihtimali vardı ve ben asla bunu istemezdim.
"Enis," diye mırıldandım yorgunca, üstümdeki gömleği çıkarıp şortumun üstüne sweatini giymiştim. "Olmaz, kendine çok güvenen biri olmalı."
"Bunu da nereden çıkardın?" dedi kaşlarını çatarak, dudaklarımı yaladım.
"Kendi güvenen biri olmasaydı o fotoğrafı Zühre'ye göndermezdi, o sayfayı takip eden yüzlerce kişi var." soluklandım. "Enis, mantıklı düşün, üniversiteli gençlerin sosyal medya ağının büyüklüğünü herkes tahmin edebilir, o fotoğrafın herkesin dilinde olmasını umursamayacak biri bu kişi, hiçbir şeyi umursamayacak biri yani."
"Anlamıyorum, kimin seninle ne alıp veremediği olabilir ki?"
Bilmiyorum dercesine kafamı salladım ve tekli koltukta geriye yaslandım, düşündükçe daha da boka batıyormuş gibi hissediyordum.
Sanki her şey büyüyor, büyüyor ve etrafımı sarıyordu,
Yorgunlukla esneyip acıyan gözlerimi kapadım, çok uykum gelmişti.
Dış kapının ritimli bir şekilde tıklandığını duyduğumda gözlerimi araladım, Enis'e soran gözlerle baktım.
"Birini mi bekliyordun?" ayaklandı.
"Hayır."
Kollarımı göğsümde kavuşturarak arkasından baktım, yanağımı koltuğa yaslayarak gelmesini bekledim.
"Amara," diyerek odaya girdiğinde gözlerim yine kapanmıştı, saat kaçtı? Uyumak istiyordum.
"Bu sana." diyerek uzattığı siyah zarfı aldım, zarfın tam ortasında beyaz renkle ve büyükçe - A. yazıyordu. Yutkundum.
"Bugün eskiden çalıştığım kitap evine uğradım," diyerek Enis'e baktım. "Şahin Amca birinin bana, üç dört gün önce, bir paket bıraktığını söyledi. Paketin içinde bir çerçeve vardı, çerçevede ise benim fotoğrafım yanında da not vardı, notta 'Bu kadar güzel gülmek insafsızlık değil mi? İnsanı bir kitap karakteri olmaya teşvik ediyorsun.' gibi bir şey yazıyordu. Onu da gönderen A'ydı."
"İnanılmaz." diye mırıldandığında zarfı açıp içindeki beyez kağıdı çıkarmıştım, zarfı kucağıma bırakıp katlanmış kağıdı açtım.
"Merhaba Küçük Kızım,
Hediyemi birazcık geç almana üzüldüm, halbuki ben büyük bir heyecanla sana, kendi ellerimle, getirmiştim. Heyecanım işten çıktığını öğreninceye kadardı, sana sinirliyim Küçük Kızım, hem de çok. O gün hediyemi bırakmadım, geri döndüm, oysaki pakedi açınca yüzünde oluşacak o ifadeyi görmeyi çok istiyordum. Günler sonra tekrar geldim, bana uğramadığını söylediler, bu sefer hediyeni bıraktım, umarım sevmişsindir. Çerçeveyi kendi ellerimle süsledim
Gölgende olacağım benim Küçük Kızım, gölgende yaşayacağım.
Diğer hediyemi beğendin mi peki? Sana bir fotoğraf için bile silah doğrultmak, namlumun ucuna seni koymak zordu. Ama çok sinirliydim çünkü sen yıllardın benimdin, unutma bunu; benimsin ve benim kalacaksın, yanına yaklaşan ve kokunu soluyan herkes namlumun ucunda.
Benden korkma Küçük Kızım, gölgende yaşayacağım.
- A. "
Zarfı bana beklentiyle bakan Enis'e uzattım ve geriye yaslandım, bir sapığım eksikti.
"Vay babasını." diye mırıldandı yazılanları okurken, neşesiz bir kıkırtı döküldü dudaklarımdan.
"Kimin getirdiğini gördün mü?" diye sordum kağıdı sehpaya koyduğunda.
"Hayır," dedi geriye yaslanarak, yüzündeki yaralar ona serseri bir hava katmıştı. "Zarf vardı bir de küçük bir kağıtta adın."
"Anladım." diye mırıldandım dudağınım yanındaki yaraya odaklanarak.
"Sor." dediğinde tebessüm ettim, çok merak ediyordum.
"Yüzüne ne oldu?"
Ne söyleyeceğini bilmiyormuş gibi baktı, sonra avuç içleriyle yüzünü oluşturup koltukta kayarak ayaklarını sehpaya uzattı.
"Sana güveniyorum, sana gerçekten güveniyorum ama söylemek benim için zor." dedi yorgunca, az önceki halinden eser yoktu.
Sırtında dünyanın yükünü yaşıyormuş gibi baktı bana, bir şeyin kalbimi sıktığını hissettim.
"Seni zorlamıyorum, istediğin zaman söylersin." dedim, gülümsedi.
"Teşekkür ederim." dediğinde rica edemeden büyükçe esnedim. "Ben kalkayım artık." dedim koltuktan yavaşça kalkarken.
"Burda kalsana, saat çok geç oldu." bahanesine kıkırdadım.
"Evim tam karşıda." dediğimde oturuşunu düzelterek gözlerini büyüttü.
"Senin evin yok," dediğinde başımı sağa doğru eğerek ona baktım. "Sen beni çıldırtmak mı istiyorsun? Senin evin yok!"
Suratını değişik değişik şekillere sokuyor ve elleriyle saçma hareketler yapıyordu.
"Tamam evim yok benim, kalıyorum burda."
"Güzel, zaten tek başınasın aklım sende kalırdı." koltukta eski pozisyonuma döndüm.
"Çocukluğumuzu hatırlıyor musun?" diye sordum aniden, çocukken onunla oyunlar oynadığımız hatırlıyordum.
"Unutmak mümkün mü? Vahşiydin kızım." gözlerimi devirdim.
"Ben mi vahşiydim? Ben? Asıl sen vahşiydin be!"
"Ben en azından seni unutmadım." dediğinde sırıttım, onu hatırlamayıp adını sormuştum lisedeyken.
"Sen liseye geçtiğinde hiç konuşmadık," derken omuz silktim. "Senden bir sene sonra ben de liseye geçtim ve seni göreceğim sevinçliydim aslında, sonra seni ve kalabalık çevreni görünce yaklaşmak istemedim."
"Sonra kendini herkese kapattın." diye tamamladı konuşmamı. "Unutman gerekenleri unuttun."
"Kalabalığı sevmiyorum Enis, gürültüyü, sahteliği, gereksiz şeyleri, sevmiyorum, sevemiyorum."
Bir süre sustu, gözlerim televizyon ünitesinin üstündeki saate kaydı, gece on ikiye geliyordu.
"Alin'le hala konuşman çok saçma o zaman." dediğinde güldüm, hatta sinirim bozulduğu için zar zor gülmemi durdurabildim.
"Bunu bana bir ay önce söyleseydin, sana onu savunurdum ama biliyor musun? Artık her şeyin farkındayım." kaşlarını çattı.
"Amara, lütfen bana duvarlarını yıkmanın sebebinin o olduğunu söyleme." Cevap vermedim, gülümsedim.
"İnanamıyorum ya!" diyerek oturduğu yerden hiddetle kalktı ve odadan çıktı, insanların değişmesi sevmeyen biriydi bunu biliyordum ama bu kadar parlamasını anlamamıştım.
Kollarımı kavuşturarak küçülebldiğim kadar küçüldüm ve koltuğa yaslayarak gözlerimi kapadım.
***
5 yıl önce. (11.sınıfın ikinci dönemi.)
Genç kız düzleştirdiği saçlarını sol taraftan ayırdı ve aynada kendine göz kırptıktan sonra banyodan çıktı, bugün kendini daha güzel hissediyordu, gülümseyerek ayakkabısını ve paltosunu giydi. Anne ve üvey babası çoktan işte gitmişti, üvey ağabeyinin hala uyuduğunu bile bile dış kapıyı sertçe kapatarak hızla merdivenleri indi.
"İnşallah uymışsındır domuz." diye mırıldandı, ona sinirliydi çünkü kendisini kırmıştı.
Apartmandan çıktığı anda yüzüne vuran soğukla titredi, paltosuna daha sıkı sarılarak yürümeye başladı, okulu yürüyerek bir saat sürüyordu ama yürüyerek gittiği zaman parasını kenara koyabiliyordu. Zaten ailesi onu zar zor okuturken özel isteklerini karşılayamıyorlardı, burnunu çekerek koyu göğe baktı.
Bugün her şeyi geride bırakıp iyi biri olmak istiyordu, buna sözde yakın arkadaşı Amara ile arkadaşlığını bitirerek bağlayacaktı. O kızı sevmiyordu, aslında bu tam olarak sevmemek değildi kıskanmaktı.
Alin, Amara'yı kıskanıyordu ve bu yüzden onunla yan yana olmak istemiyordu. Okulundaki kimseyi sevmiyordu, çünkü hepsi istediği şeylere anında sahip olabilen insanlardı.
Kendini mutlu, enerjik ve zengin gibi gösteriyordu ama bunların hiçbiriydi; o mutsuzdu, güçsüzdü ve orta halli bir ailenin kızıydı.
Ayağındaki botlara baktı, ünlü bir markanın merdiven altı ürünüydü, kendinden daha yoksul insanlar olmasına rağmen hayatın adil olmadığı düşünüyordu. Yeni bir bot almayı aklına yazdı, oysaki ayağındaki botlar yepyeniydi.
Kaşıya geçmek için etrafına bakındığında aniden önünde duran arabayla geriye doğru adımladı, ne oluyordu? Koca arabanın kapısı saniyeler içinde açıldığında iki adam arabanın içine onu çekmişti, o kadar hazırlıksızdı ki olanlara çığlık bile atamamıştı.
Korkuyla arabanın içindeki adamlara baktı, çoktan titremeye başlamıştı.
"Tatlı Alin."
Karşısındaki adama odaklandı, sağında ve solunda duran siyah takım elbiseli adamlardan farklı gözüküyordu, üstünde kalite kokan bir takım elbise vardı. Alin daha çok korktu, organ mafyasının eline düştüğünü düşündü.
"Ben Agah, Agah Ak."
Bu isim Alin'e hiçbir şey çağrıştırmadı.
"Sizi tanımıyorum." dedi titrek sesiyle.
Karşısındaki adam gülümsedi, kendisinden yaşça büyük olduğu belliydi ama adam fazlasıyla yakışıklıydı.
"Şu an tanışıyoruz," dedi adam pişkince. "Korkman gereken biri değilim."
Alin, adamın gözlerine baktı, bu bir hataydı çünkü adamın gözlerinde gördüğü tek şey boşluk olmuştu. Adamın gözleri boş bir mezara bakmak gibiydi, başını döndürüp seni içine düşürüyordu.
"Ben sizi tanımıyorum." diyerek sözlerini tekrarladı genç kız, arabanın sıcaklığı soğumuş uzuvlarını ısıtırken ellerini ovuşturdu.
"Beni tanıyacaksın tatlı Alin ve beni tanıdığın zaman tanımamak isteyeceksin."
"Sizi zaten tanımak istemiyorum, şu an suç işliyorsunuz."
Adam küçük bir kahkaha attı, gözlerinde yeşeren küçümsemeyle kıza baktı.
"Suçların herkese göre değişebileceğini düşünüyorum, örnek vermemi ister misin?" derken sakalını kaşıdı adam.
Başını sallayarak onu onayladı, bir an önce gitmek istiyordu, çok korkuyordu, onu bırakırlardı değil mi?
"Mesela ağabeyin ile seni örnek vermemi ister misin?"
Genç kız dondu, bakışları adamın üzerindeydi ama sanki adamı görmüyordu.
"Siz," diye mırıldandı kız. "Siz nasıl?"
Elleri titremeye başlayan genç kız her an ağlayabilirdi, bu adam kimdi? Onu nasıl tanıyordu?
"Ben nasıl mı üvey ağabeyinle ilişkini biliyorum?" diye sordu adam gözlerindeki parıltıyla, o parıltı aldığı hazzın parıltısıydı. İnsanların çaresizliğinden haz alıyordu. Onun gölgesi şeytandı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top