7|Dehşetin Fotoğrafı
Merhabalar...
Ciğerlerine çektiğin nefes kadar acı çekiyorsan, neden bunun için bir şey yapıyorsun?
Seni görüyorum, duruyorsun izliyorsun, boş bakışların dolanıyor insanların üstünde, sonra gülümsüyorsun. Şimdi senin sahte diye nitelendirdiğin insanlardan ne farkın kaldı?
Unutma ki sahte her zaman sahtedir.
"Ben hafif bir şeyler alacağım, midem hala pek iyi değil." diyerek gözlerini menüde gezdirdi, yüzünde her zamankinden sade bir makyaj vardı ve saçları dalgalar halinde omuzlarına dökülüyordu.
"Ne olduğunu anlatmayacak mısın?" diye mırıldandım kırmızı şarabımdan bir yudum alarak, aç değildim.
Alin, gözlerini biraz daha menüde gezdirdi ve salatalardan birini sipariş etti. Başımızda bekleyen garson sonunda dermiş gibi gülümseyip gidince gülümsedim.
Kütüphaneden çıktıktan sonra eve gitmiştim, bir kaç yüz sayfa kitap okumuş, yemek yemiş, saçma sapan bir kaç program izlemiştim.
Gayet sıradan ev kişiliğime bürünmüştüm, daha sonra aklıma sözleştiğimiz akşam yemeği gelmişti, ben de el mahkum hazırlanmış ve meşhur ayna fotoğraflarımdan çekilip paylaşmış ve evden çıkmıştım.
"Ne anlatmamı istiyorsun?" dedi hoşnutsuzlukla, normalde ondan bir şey anlatmasını isteyen taraf asla olmazdım.
O anlatırdı, ben de dinlerdim, yani bazen çünkü genellikle aynı şeylerden bahsederdi. Okul dedikoduları, erkekler, kızlar, moda ve Tolga Teoman.
"Dün gece ne olduğunu." dedim dudaklarımı yalayarak, son zamanlarda çok solgun duruyordu. Bunu dört ya da beş gün önce fark etmiştim, göz kapaklarına sürdüğü farın rengi koyu kahveydi ve o kahverengini sevmezdi. Bir de şort eteklerinden birini giymişti ki o bunu da sevmezdi, çünkü iki şeyin birleşimiydi, karışık şeyleri sevmezdi.
"Bence sen anlatmalısın," dedi önüne konan salatadan bir çatal alırken, garsona teşekkür etmedi. "Sonuçta partiden Tolga'yla ayrılan sensin."
Bu beni gülümsetti, konuyu değiştiriyordu. Hayır, konuyu değiştirmiyor, seni köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Utandırmaya.
Omuzlarımı silktim. "Beni evime bıraktı." dedim, kıkırdadı.
"Neden?" diye sordu bariz bir alayla, gözlerinde bir miktar da aşağılama vardı.
"Enis rica etmiş." dediğimde suratındaki gülümseme soldu, Enis'i sevmiyordu.
Enis'i neden sevmediğini hatırlamaya çalıştım içeceğimin son yudumu alıp, bu nefretin liseden beri onda olduğunu biliyordum. Ne zaman Enis'i görse suratını buruşturuyor ve onun sevmediği yönlerinden bahsedip duruyordu. Kaşlarımı çattım, bana neden Enis'ten nefret ettiği hiç söylememişti.
"Anlıyorum." diye mırıldandı ve sustu, yemeğini yedi, ben de bir bardak daha kırmızı şarap içtim. Tadına bayılıyordum.
"Tarzında bir kaç değişiklik görüyorum?" dediğinde bakışlarımı dışarı sabitlemiştim ve salatasını bitirmesini bekliyordum, bir tabak ot yemek bu kadar uzun sürmemeliydi.
"Aynı tarz giyinmekten sıkılmıştım."
"Pantolonlarını ve sweatlerini bırakmana sevindim." derken samimi değildi, bunu anlamıştım çünkü ona dikkatli bakmaya başladığımdan beri yalan söylediğinde göz kapaklarını ard ard iki kez kırptığını fark etmiştim.
"Rahatlardı ama çocuksu hissetiriyorlardı." dedim annemin sözleri aklıma gelirken, çocuk gibi giyindiğimi söylerdi.
"Rahat olmak önemli değil tatlım, güzel olmak önemli." dediğinde sırıttım, küçücük aklıyla bana laf atıyordu.
Dudaklarımı dişlerken telefonundan yükselen bildirim sesiyle telefonuna uzandı, gördüğü şeyle yüzünün şekli değişirken dikleştim, ne olmuştu?
"Kalkalım mı?" diye sorduğunda onu onayladım ama merakım kafamın içini tırmalıyordu.
"Arabanla mı geldin?" diye sordum kabanıma sarılarak dışarı çıkarken, kafasını onaylamazca salladı.
"Seni bırakabilirim."
"Taksiyle giderim, yoluna ters düşüyorum." dediğinde ona nereye gideceğini sormak istiyordum, evine gitmiyordu çünkü evi yolumun üzerindeydi. Hiçbir zaman meraklı olmadığım için sorularımı yutarak kafamı salladım.
Valeden arabamı isterken bir tane de taksi çağırmasını rica etmiştik, vale arabamı getirdiğinde Alin'le vedalaşarak yola çıktım.
Bir kaç dakika sonra sağa dönmek yerine sola döndüm ve restorana geri dönen yola girdim, neden suratının o ifadeyi aldığını bilmeliydim, bir şeyler karıştırıyordu.
Taksiye bindiğini gördüğümde yavaşladım ve taksiye yol verdim, o önden ben arkadan giderken geçtiğimiz yollar tanıdık değildi.
İstanbul'un renkli ve canlı hayatını geride bırakıp sessiz ve sakin yollara girdik. "Nereye gidiyorsun sen?" diye mırıldandım.
Taksi sonunda durduğunda arabamı hemen kenara çekip farlarını kapadım, Alin taksiden inerek etrafını bakındı, suratında bıkkın bir ifade vardı.
Önünde durduğu bahçenin kapısını aralayarak içeri girdiğinde arabadan çıktım, girdiği bahçenin içindeki ev tabiri caizse yıkık gözüküyordu.
Evin dış cephesindeki bordo renkli boya yer yer dökülmüştü, Alin'in burada ne işi olurdu?
Sokağın sessizliğinde spor ayakkabılarımın sesinin bile yankılanacağını düşündüğümden hızlı ama sessiz adımlarla bahçe kapısının önüne geldim.
Alin, evin kapısının önünde durmuş bir adamla konuşuyordu, adamın yüzünü göremiyordum, sokağın loş turuncu ışığı onları aydınlatmaya yetmiyordu.
"Beni kafana göre çağıramazsın."
Alin aniden bağırdığında irkildim, adam ona bir şey dediğinde Alin geriye doğru adımladı ve omuzunu düşürdü.
Adamın sadece siyah kot pantolonu gözükürken, Alin tamamen ışığa çıkmıştı.
"İstediğini yapıyorum," dedi Alin."Allah belamı versin ki istediğin her şeyi yapıyorum."
"Tatlı Alin." dedi gölgedeki adam, sesi ürkütücü ve kalındı. "İstediğim her şeyi yapmıyorsun."
"Agah, s*keyim, bu çok fazla."
Adam aniden gölgeden çıkıp Alin'in kollarından tuttu ve onu verandanın tahtasına yasladı.
"İnsanlar senin götünü çok kaldırmış Alin, emin ol indirmek saniyelerimi almaz." dedi, bağırmadı ama sanırım bağırsaydı bu kadar korkutucu olmazdı.
Kahverengi saçları alnına dökülen adam, adı sanırım Agah'tı, yapılı bir vücuda sahipti ve havanın bir taraf donduran soğuğuna rağmen üstünde sadece siyah bir rambo atletle dışarıdaydı.
Alin, hıçkırdı.
"Özür dilerim." diye fısıldadı Alin, onları tamamen duyabilmek için nefes bile almıyordum.
"Unutuyorsun Alin," derken sol taraftaki elinin işaret parmağını Alin'in boynunda gezdirdi. "Boynuna geçirdiğim o ipi unutuyorsun, hem de o ipi elime sen vermene rağmen."
Alin'in titrediğini görebiliyordum, Agah onu bırakıp bu tarafa döndüğünde hızla eğildim. Bir kaç dakika bekleyip kalktığımda Alin yere çömelmiş titreyerek ağlıyordu, onu daha önce ağlarken iki üç kez görmüştüm. Gözlerim Agah denen adamı aradı ama yoktu, sanırım içeri girmişti.
Elimde bahçe çitini sıkıcı tuttum ve hiddetle arkamı döndüm eski eve, Agah kimdi onu öğrenmeliydim.
Arabama binip sokaktan çıkarken kafam yerinde değildi, her şey fazla geliyordu, her şey çok fazla geliyordu.
Bir şeyler yapacağım diye dolanıyor sonrasında kendi kendime vazgeçiyordum, yapamıyordum çünkü, kıyamıyordum.
Kötü olmaya çalışıyordum, iyi olmayı severken kötü olmak haddime değilken.
Yağmur aniden bastırıken siteye çoktan girmiş arabamı park etmiştim, alnımı direksiyona yaslayıp derince soluklanırken telefonuma ard arda iki bildirim düştü.
Kimden:Enis
Amara neredesin?
Hemen okul sitesine bak, hemen!
Kaşlarımı çattım, Tolga'nın arabasına bindiğim zaman sayfada çıkan haberi de bana Enis atmıştı ama şimdi, neden?
Hızlıca internetimi açıp okulun sitesine girdim, Zühre'nin attığı yazılar alt alt dizilirken son atılan yazıya girdim, sadece altı dakika önce atılmıştı.
"Ben normalde nasıl giriş yapacağımı asla düşünmem minnoşlarım ama şu an nasıl giriş yapacağımı geçtim, ne yazacağımı bile bilemiyorum. Elime az önce bir fotoğraf ulaştı ve tek kelime ile dehteşe düştüm, bilirsiniz ben dedikodu yapmayı severim başka bir şey değil.
*fotoğraf*
Lakin bu fotoğrafta görüldüğü üzere sayfa fazlasıyla insana ulaşmış, kötü bir şekilde. Evet, fotoğrafta gördüğünüz şey bir silah ve doğrultulduğu kişi de hepimizin yakın zamanda adını duyduğu biri. Fotoğraftaki Amara Ülgen arkadaşlar, fotoğrafı bana ulaştıran kişiyi bulamadım.
Sayfa yazmamın istenildiği bir kaç tehdit elbette olmuştu, ama bunların hepsi küçük kavga tehditleridi. Anlamayanlarınız için fotoğrafı özetliyorum hemen; fotoğrafta arkası dönük olan kız Amara Ülgen ve ona tutulan bir silah var, Amara büyük ihtimalle bundan habersiz.
Bir de şunu iletmem istendi:
"Gölgende yaşayacağım."
Daha fazla yazarsam tamamen saçmalayacağım, ellerim titriyor.
-Çoban Yıldızı'nız Zühre."
Titreyen ellerimle daha fazla telefonu tutamadım ve telefon ellerimden kayıp düştü.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top