4|Zühre

Oylarınızı ve yorumlarınızı esirgemeyin lütfen. <3

***
6 yıl önce... (10.sınıfın ikinci dönemi.)

Yutkunarak heyecandan kuruyan genzimi ıslattım, boynumda taşıdığım kolyesi hızla atan kalbime yakındı, gülümseyerek soyunma odasının kapısını araladım. Yakalanırsam söyleyecek bir bahanem yoktu, dikkatli olmalıydım.

Beden dersinden kaytarıp basketbol sahasından çıkmış ve dolabıma gidip Tolga için aldığım kitabı kucaklamış, hızlıca geri dönerek soyunma odasına gelmiştim.

Erkeklerin soyunma odasının fazlasıyla düzenli olduğu fark ederek dudaklarımı büktüm ve kapının önünde bekleyerek içeriyi dinledim, bomboştu.

Temkinli adımlarla sol tarafa yürüyüp en sondaki dolaplara ilerledim, cebimden dolabının anahtarını çıkararak kilidini açtım, anahtarı tekrar cebime koydum. Elimdeki hediye pakedini dolabın içine koyarak tişörtleriyle gizledim ve boynumdaki kolyeyi çıkardım.

İki aydır kolyesi bendeydi, aslında vermeyi hiç istemiyordum ama bir kaç kez arkadaşıyla konuşurken bu kolyenin onun için önemli olduğunu duymuştum.

Kolyeyi hüzünlü bakışlar atarak incelerken açılan kapının sesiyle gözlerim büyüdü, içeriye biri girmişti.

Hızlıca kolyenin zincirini elime dolayıp dolabın kapağını ittirdim ve kendimi arkamdaki duş kabinlerinin olduğu yere attım, kalbim heyecandan ve korkudan hızlıca atarken bir kabine girdim ve sessizce perdeyi çektim.

"Kendini çok zorluyorsun Tolga, biraz rahatlamalısın."

Kulağımı perdeye yaklaştırıp dinlerken sağ elimdeki kolye zincirini sımsıkı tutuyordum.

"Takımın kaptanı benim Enis, bunlar önemsiz." diyen Tolga'yla dudaklarımı ısırdım, dolabını açık bırakmıştım.

Umarım açık unuttuğunu düşünürdü, biraz sonra Enis görüşürüz diyerek ayrılırken Tolga hala içerideydi, keşke okul çıkışı yapsaydım.

Kabinin önünden geçen gölgeyi görünce hıçkırdığımda elimi ağzıma kapadım, duraksadığında tekrar hıçkırdım ve perdeye uzanan elinin gölgesini gördüm.

Kolyeyi tutan elimi refleksle perdeyi tutan eline uzattım ve elini tuttum, eli soğuktu. Siyah ojeli parmaklarım ve avucumdaki kolyeyi görünce perdeyi sıkıca tutan eli gevşedi, dolabına bıraktığım hediyeyi görmediğine sevinmiştim.

"Lütfen."diye fısıldadım beni duyabileceği şekilde, perdeyi açarsa utançtan ölürdüm.

"Dolabımı sen açtın değil mi?" diye sorduğunda bakışlarım ellerimizdeydi, sıcak elim elini ısıtıyordu.

"Evet, kötü bir amacım yoktu. Kolyeni koyacaktım." dedim kısık sesimle, eğer gelmeseydi kolyesini koymaktan vazgeçecektim ama gelmişti, şimdi kolyeyi vermek zorundaydım.

"Perdeyi açmayacağım," dediğinde rahat bir nefes verdim, yüzümün sıcaktan yandığını hissediyordum. "Kolyemi verecektin?" diyerek elini elimden kurtararak avucunu açtı ve içeriye doğru uzattı.

Perdeye tutunan elimi içeriye çektim. "Ben," dedim yutkunarak. "Vermek istemiyorum."

Alayla güldüğünde perdenin aramızda olmasını istemedim bir an, güldüğünü görmek isterdim. Avucunu indirdi, perdedeki gölgesine baktım.

"O kolyeyi bir gün bana vereceksin." diyerek ilerlediğinde bakışlarımla onu takip ettim, yandaki kabinin perdesini çektiğini duyduğumda yutkundum, duş alacaktı.

Suyu açtığında kendime gelerek kolyeyi boynuma taktım ve sweatimin şapkasını kafama geçirerek kabinden çıktım ve koşarak soyunma odasından da ayrıldım.

Merdivenlerden yukarı çıkarak biraz daha koştum ve okul binasından çıkarak sahaya yöneldim, saha kapısının önünde duraksıyarak elimi kalbime yasladım.

Başım dönerken ellerimle duvara yaslandım; fazla koşmamalıydım, fazla mutlu olmamalı, heyecanlanmamalı, üzülmemeli ve fazla yorulmamalıydım.

Onu fazla sevmemeliydim, çünkü bana her şeyin fazlası zarardı.

***

Tanrı sana mutluluğu verir, çünkü mutluluk olmadan acı doğmaz. Acı mutluluğu kurtaran kardeşi, mutluluk ise acıyla yaşama tutunan hastadır.

Zehir olmadan şifa olmaz, iyi olmadan kötü olmayacağı gibi.

Buna felsefede zıtların birliği denir, bu yüzden de insan çoğu zaman zıtları bir bütün olarak görür.

Ben onu yıllar önce zıttım, yani bütünüm olarak görmüştüm lakin o benim sadece zıttımdı, bütünüm değil.

Bacaklarımı saran ince siyah külotlu çorabın üstüne siyah şort eteğimi geçirdim ve fermuarını çekip, siyah gömleğimin uçlarını içine soktum.

Siyah topuklu botlarımı da giyip yatağın üstündeki kırmızı kabanımı omuzlarıma attım, kırmızıyı seviyordum.

Kapının koluna astığım küçük çantamı da avuçlarımın arasına alıp odamdan çıktım, hava düne oranla daha çok soğumuştu.

Sabah kalktığımda sıcak bir duş alıp vücudumu dünün kirinden arındırmış, bir şeyler atıştırmış ve hazırlanmıştım.

Dış kapının anahtarını çantama atıp dışarı çıkarken sol elimdeki saate baktım, ikiye geliyordu. Çantamdan arabamın anahtarını ve telefonumu çıkardım, telefondaki bildirimlere sonra bakacağımı aklımın bir köşesine not ederek telefonu cebime koydum.

Çantamın fermuarını çekeren bahçe kapısını açtığımda duraksadım.

"Sana bensiz gitme demiştim." diye karşısındaki Enis'e bağıran İnel'i görünce kaşlarımı çattım, daha dün gece birbirlerinin içine düşeceklerdi.

Enis, büyük bir hiddetle dibindeki İnel'i omuzlarından itince hızla yanlarına ilerledim, ne olmuştu bilmiyorum ama kavga etmek hiç bir şeyin çözümü olamazdı, bazı şeyler hariç.

"Ne yapmamı isterdin İnel? Dayanamıyorum anlasana!" dediğinde yolun ortasında durdum, beni fark etmemişlerdi.

Kafasını yukarıya kaldırdığı için görüş açıma giren Enis'in yüzüyle istemsizce geriye doğru bir adım attım. Dudağında kanı kurumuş bir yara vardı, kaşının sol tarafından aşağıya doğru akan kurumuş kan izinde gözlerimi gezdirdim, yanağı da hafifçe morarmıştı.

İnel ona doğru bir adım atarak sarıldığında yutkundum, ne oluyordu?

"İyi misiniz?" dedim onlara doğru ilerleyerek, irkilerek hızla birbirlerinden ayrıldıklarında dudaklarımı yaladım.

"Evet."

Enis, kekeleyerek beni yanıtlarken İnel'in onun elini tutarak okşadığını fark ettim. Dudaklarımda filizlenen tebessümü genzimi temizleyerek gizledim ve bakışlarımı onlardan kaçırdım.

"Dün seni kim bıraktı?" diye soran İnel'le kelimelerimi yutarak hafifçe kafamı kaldırdım, İnel benden hatta Enis'ten daha da uzundu.

"Tolga," diye mırıldandım adı dudaklarımı yakarken. "Aslında bırakmasına gerek filan yoktu ama sanırım sana borcu varmış, onun için yapmış."

İnel, ellerini cebine sokarak kafasını sallarken Enis tebessüm etti ve sanırım dudağındaki yara sızlamış olacak ki hemen sonrasında suratını buruşturdu.

"Benim derse yetişmem lazım çocuklar, sonra görüşürüz." dediğimde gök gürledi, dudaklarımı büktüm.

"Şemsiyeni filan almayacak mısın?" diye sordu Enis, omuzlarımı silktim.

"Arabamla gideceğim." diyerek geriye doğru adımladım, suratım hala onlara dönükken el salladım ikisine de. Tepkilerini beklemeden topuklarımın üstünde geriye doğru döndüm.

Enis'e ne olduğunu deli gibi merak etmiştim ama sormak haddime değildi, ikisinin beni gördüklerindeki surat ifadeleri aklıma gelince kıkırdadım.

Enis'in yeşil gözleri kocaman olmuştu, İnel ise afallamıştı.

Gülümseyerek arabanın kapısını açtım ve omuzlarımdaki kabanımı yan koltuğa atarak sürücü koltuğuna oturdum, kemerimi takarak arabayı çalıştırdım ve klimayı açarak park yerinden çıktım.

Telefonumu çıkarıp arabayla bağlantı kurduktan sonra Perdenin Ardındakiler'in Kendime şarkısını açtım.

Bu şarkının bendeki anıları güzeldi, şarkının sesini arttırdım ve şarkıya mırıldanarak eşlik etmeye başladım.

Dudaklarımdan defalarca dökülen bu şarkı sadece bir kaç dakikalık bir anının esiri olmuştu, sıcak yanaklarımı gıdıklayan soğuk gözyaşlarımın hissiyatını tekrar hissediyor gibiydim.

Sonunda okula geldiğimde otoparka girip arabamı park ettim ve otoparktan direkt kampüse çıktım, düzleştirip at kuyruğu yaptığım saçlarımdan bir kaç tutam yüzüme dökülürken bunu gözmezden geldim.

Edebiyat Fakültesine giden yola girmek için sola döndüm, hava soğuk olduğu için bahçede fazla kişi yoktu ama bana kalırsa çardakların hepsinin dolu olması bile fazlaydı.

Üstüme sabitlenen bakışlar her adımda artarken gülümsedim.

"Paylaşılan videoyu gördündüz mü? Nasıl dans ediyordu."

"Kızın içinden değişik bir şey çıktı aga."

"Sanırım aşık oldum arkadaşlar."

"O kadar da güzel değil ki."

Kimse onları duymamdan çekinmeden, aralarında konuşarak dedikodumu yapıyorlardı. İşime gelirdi.

Edebiyat Fakültesi'ni, dersime daha yarım saat olduğunu fark ettiğim için, es geçtim ve biraz ilerideki ortak binaya ilerdedim.

Ortak bina da diğer binalar gibi büyüktü, toplamda beş katlıydı, iki katı yerin altında kalıyordu.

En alt katında bir tane havuz ve soyunma odaları bulunuyordu, onun bir üst katında ise basketbol sahası ve masa tenisi odası bulunuyordu.

Girişte direkt olarak kantine çıkıyordunuz kat tamamen oturup dinlenmek ve bir şeyler yemek içindi; birinci katta fotoğrafçılık kulübünün, okuma kulübünün ve resim kulübünün odaları vardı. En üst kat ise tamamen kütüphaneydi.

Kendime bir bardak kahve alarak cam kenarında gördüğüm boş yere geçtim ve oturdum, içerisi fazlasıyla sıcak olduğu için arabadan inerken giydiğim kabanımı çıkardım ve yanıma bıraktım.

Kahvemden bir yudum alarak telefonumu çıkardım, sabah yine aynadan fotoğraf çekilip paylaşmıştım, Instagram'dan gelen bildirimleri hızlıca silerken gördüğüm bildirimle duraksadım.

Kimden:Enis.
Okulun sayfasına bak.

Tek kaşımı kaldırdım, okulun sayfasımı varmış?

Gönderilen linke tıkladım, uzun zaman sonra siyah oje sürdüğüm uzun parmaklarım masanın üstünde ritim tutarken açılan sayfayla duraksadım. Hızla yazılanları okudum, şaka gibiydi.

"BÜYÜK OLAYLAR!

Merhabalar benim minnoşlarım, biliyorum beni çok çok özlediniz, vallahi ne diyeyim? Ben de sizi çok özledim. Böyle şakalar, komiklikler filan yapmayı özledim sizinle yahu, baktım hiç olay olmuyor tam ellerimi açtım semaya dua filan edecektim ki okulumuzun güzel mi güzel kızları yardımıma yetişti. Seni nasıl dedikodusuz, olaysız bırakırız Zühre, dediler. Minnoşlar işte.

Ay yine fazla uzatmışım, neyse, sustum.

Okulumuzun liseden beri bakışıyla kızlarımızın gönüllerini yakan erkeğinin, evet evet Tolga Teoman Gürsoy'u kastediyorum, partisinde aniden parlayan ve... Hazır mısınız? Vallahi ben çok heyecanlandım ayol... Ve partiden Tolga'yla birlikte ayrılan Amara Ülgen konumuz. Ay unuttum, bir de Alin Yaz'cığımızın rezillikleri var.

Siz böyle yapınca benim sevinçten tansiyorum düşüyor, detayları yarınki yazımda anlatacağım minnoşlarım ama alttaki fotoğraflara bakıp kudurabilirsiniz.

Haydi iyi kudurmalarrr.

-Çoban Yıldızı'nız Zühre."

Telefonu masaya hiddetle bıraktım, fotoğraflarda, barda otuyor, dans ediyor, onların masasının önünde duruyor ve en sonuncu fotoğrafta arabasına biniyordum. Siktir, böyle olmamalıydı.

Yazıyan gelen yorumların bir kaçını da okumuştum, sinirden yüzüm yanıyordu, kahvenin sıcaklığı umursamadan büyükçe bir yudum aldım.

Yorumlardan birinde gördüğüm diğer linke tıkladım, yayımlanalı yarım saat filan olmuştu.

"SELAMLAR!

Ayol o kadar heyecanlandım ki nasıl girsem bilemiyorum, resmen Tolga'cım Teoman elden gidiyor. Dün partiye Enis Keçecizade ile giriş yapan ikinci sınıf öğrencimiz Amara Ülgen, sanırım birazcık sarhoş oluyor. Bu küçük ayyaş partide diğer arkadaşı (bknz: Alin Yaz.) gibi fazla dağıtmayıp seksi dansıyla pistimizi yakıyor minnoşlarım.

Dün şahşen kendi gözlerimle gördüğüm için bana inanın, kızın içinde yatan afet uyanmış ayol.

Alev alan dans pistinden ayrılan bu arkadaş bir ara ortadan kayboluyor, sonra bir de göreyim minnoşlarım? Amara, Tolga'nın masasının önünde. Tam olarak ne konuştuklarını duyamadım ama Amara ve Tolga bir çift laf bile etmediler lakin gecenin sonunda ikisi birlikte partiden ayrıldılar. Sanırım senelerdir, lisedeki olaydan beri (bknz: boğulan kız.) ilk kez bir kızı arabasına aldığını gördüm. Başımıza taş yağacak, taş.

Amara'nın yeni stilinin sebebi Tolga'yı tavlamak mı? Amara neden bu kadar güzel? Lisenin havuzunda boğulan kız kimdi? (Allah belamı versin bulacağım kızım seni, senelerdir bir ortaya çıkmadın.)

Alin için herhangi bir şey yazmayacağım lakin şimdilik, bir çoğunuz dünki olayından bir haber, yakında görüşmek üzere.

-Çoban Yıldızı'nız Zühre."

Kahvemin son yudumunu da içip karton bardağı masaya bıraktım, kantindeki bir çok bakışın bana değdiğinin farkındaydım.

Parmaklarım merakla masanın üstünde ritim tutmaya devam etti, ben partiden ayrıldığımda Alin görünürde yoktu.

Lisedeki boğulan kız aklıma gelince tebessüm ettim, bunu asla unutabileceğimi sanmıyordum çünkü o kız bendim.

Daldığım anılardan karşıma oturan kişiyle ayrıldım, yüzünde makyaj adını bir şey yoktu, teni solgundu ve üstünde bol bir sweat vardı, fazlasıyla uzundu ama yinede dizinin bir iki karış üstüne geldiğine emindim.

"Bok gibiyim." diye mırıldandı elindeki su şişesinden bir yudum alarak.

"Dün nereye kalboldun Alin? Bu halnin ne?" dedim sahte bir endişeyle, umrumda değildi aslında.

"Sarhoş olmuşum ama o kadar içmemiştim ki! Asla sarhoş olacak kadar içmem." dedi alnını ovarak, dudaklarımı büktüm.

"Seni göremeyince ben de erken ayrıldım." dedim dudaklarıma küçük bir tebessüm kondurarak, saçlarını geriye attı ve elini çenesine yaslanarak bana baktı.

"Tolga'yla mı?" tek kaşını kaldırdı, omuzumu silktim.

"Beni eve bırakmayı teklif etti, ben de geri çevirmedim." yutkunarak gözlerini kaçırdı ve dişlerini sıktı.

"Nova hariç hiçbir kızı arabasına aldığını görmemiştim, şu lisedeki kız da dahil ama Nova onun kız kardeşi gibi. Garip." gülümsedim.

"Bilmem, dediğim gibi teklif etti, geri çevirmedim."

"Anlıyorum." diye mırıldandım. "Bugün güzel olmuşsun."

Kuru bir teşekkür mırıldandım ona, gözlerini kapatıp geriye yaslandı, Zühre'nin bahsettiği rezilliği neydi?

***

Oy vermeden geçmeyin lütfen.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top