3|Kolye
Beğeninizi ve yorumlarınızı esirgemeyin lütfen.
***
6 yıl önce... (10.sınıfın ilk dönemi.)
"Ama Esin Hocam, bu haksızlık!"
Sızlanmalarımın faydasız olacağının farkındaydım ama beden dersinden sonra burayı toplamak istemiyordum, ne olmuş yani beden dersine uygun kıyafetler yoksa üstümde.
"Asıl haksızlık sana ceza vermemem olurdu Amara," dedi at kuyruğundan düşen bir tutamı kulağının arkasına sıkıştırarak. "Beden dersine bir tek sen kıyafetsiz geldin."
"Size söyledim, kıyafetlerimi hep spor odasındaki dolabımda tutuyorum ama sanırım bu sefer unutmuşum."
Siyah gözlerini etrafta gezdirdikten sonra dudaklarını yaladı, tek seferlik müsamaha gösterseydi okul yıkılmazdı ya.
"Ben anlamam Amara, dediğimi yapacaksın."
Yenilgiyle omuzlarımı düşürdüm ve kafamı salladım, Esin Hoca sınıflara dağılabileceğini söylediğinde kendimi seyirci koltuklarına bırakarak ofladım.
Aniden sahanın ışıkları kapandığında homurdandım, sahada hala loş bir ışık vardı ama ben hala burdaydım yahu!
Sahadaki malzemelerde göz gezdirdiğimde normale göre daha kalabalık olduğunu gördüm, sanırım beni beklemişlerdi bu kadar dağıtmak için.
Tüm enerjimi harcayarak voleybol oynadıktan sonra hareket etmek zor geliyordu, dar okul pantolonumu yukarı çekiştirdikten sonra sweatimin kollarını sıvadım ve tüm sahayı toplamaya başladım.
Dolabımdaki kıyafetlere ne olduğunu anlamıyordum, acaba eve götürmüş sonra da yeni bir şeyler getirmeyi unutmuş olabilir miydim?
Hatırlamıyordum ama büyük ihtimalle öyleydi, kıyafetlerimin ayaklanıp gidecek hali yoktu.
"Gevurun tohumları ya! Kockoca sahaya ne gerek vardı." derken işimi bitirmiş, kendimi tekrar saha koltuklarına bırakmıştım.
Son dersimiz beden olduğu için derse yetişmek gibi bir acelem yoktu ama etüte girmeliydim ya da direkt eve giderdim, uyumak istiyordum.
Yan koltuktaki çantamı kendime çekip içinden suyumu çıkardım, hâlâ biraz soğuk olan suyu içip tekrar çantama koyarken sahanın kapısı açılmıştı.
Etraf fazla aydınlık olmadığı için girenin kim olduğunu anlamamıştım, gözlerimi kısarak çantama sarıldım.
Tolga Teoman Gürsoy.
Lisenin popüler çocuklarından biriydi, onu herkes tanırdı çünkü bu büyük lisenin ve bu liseyle bağlantılı olan üniversitenin sahibi babasıydı. Bir de yakışıklıydı işte.
Elindeki basket topunu sektirerek atış yapmaya başladı, sahanın kenarındaki koltuklarda olduğum için beni görmediğini fark ederek onu izlemeye devam ettim.
Üstünde kolsuz bir kapüşonlu vardı altında ise şort, ikisinin de rengi siyahtı. Yorgunlukla kafamı geriye atıp onu kısık gözlerle izledim, bu yanlıştı ama hem kalkacak halim yoktu hem de hoş bir manzaraydı.
Ne kadar süre onu öyle izledim bilmiyorum ama sahanın kapısının açılıp kapanmasıyla irkilerek kendime geldim, mayışmıştım, resmen uyuyacaktım.
Gözlerimi ovarak hızlıca çantamı sırtıma geçirdim, seri adımlarla çıkışa yürüken gördüğüm şeyle duraksadım. Çıkış kapısına beş altı adım kala yerde bir kolye duruyordu.
Kolyeyi yerden aldım, uzun bir zinciri vardı ve zincirin ucunda küçük, gri renkli bir kuş figürü vardı. Sahayı toplarken bunu görmediğime emindim.
Onun olabilir miydi?
***
Gerçekler tek tek devrilirken zihninin en ücra köşesine sus, konuşma.
Kilit vur kuru dudaklarına, izle ve gör.
Hisset ve hissettir.
Unutma, uyuduğun kadar uyut. Gerçeklerini kendine sakla ve sus, gerçekleri kendinden bile sakla.
Önüne bak, kalbine kilit vur.
Olmaz, de. Dilini ısır.
Elimdeki boş bardağın dibinde kalan bir damlayla dudaklarımı ıslattım, Alin elleriyle kendini serinletmeye çalışırken karşıma oturdu, kıkırdayarak ona baktım.
"Sen sarhoş mu oldun?" dedi tek kaşını kaldırarak. İçmeden sarhoş olamazdım ama bunu bilesine gerek yoktu, hıçkırdım ve boş bardağı ona gösterdikten sonra tezgaha bıraktım.
"Bilmem, sanırım," dudaklarımı bükerek kıkırdadım. "Evet."
Birasından koca bir yudum alıp kendini serinlettiğinde sırıttım. "Yanakların kızarmış, neyse. Dans etsene biraz sen de, geldiğinden beri oturuyorsun."
Sıcaktan ve allıktan kızardığını bildiğim yanaklarıma ellerimin tersini bastırdım ve dilimi ısırdım, az kalsın onu tersleyecektim.
"Ama ben dans etmeyi bilmiyorum ki!" dedim bazı kelimelerin harflerini uzatarak, gülümsedi.
Yelkovanı öldüren akrep de onun gibi mi görünüyordu acaba?
Merhametsiz ve soğuk.
Yüzündeki alaylı gülümseme büyürken gözlerini etrafta gezdirdi ve beni ayağa kaldırdı, sendeledim.
"Sadece bir bardak viski içtin tatlım." dedi ben dans pistindeki insanların arasına bırakırken, eğlenmek istiyordu, eğlence istiyordu ama neden bunu benim üstümden yapıyordu?
Üstümdeki ceketi çıkarıp gittiğinde ona engel olmadım, durdum. Bangır bangır çalan müziğe kendimi bırakmadan önce ona baktım.
Gözlerimi ondan çekmeden önce aynı yerine oturup ceketimi çantamın yanına koyduğunu gördüm.
Ellerimi yukarı kaldırarak saçlarımı savurdum ve etrafımda döndüm, terli bedenlerin arasında olmak rahatsız edici olsa da yapmak istediğini anlamıştım ve bunu ona vermeyecektim.
Gelecektim, sarhoş olacaktım, dans edecektim ve kusurak ya da başka bir saçmalık yaparak kendimi rezil edecektim.
Gözlerimi Tolga'nın olduğu locaya sabitledim, bana baksın istiyordum. Bana bakmalıydı.
Üstümde hissettiğim bir çok bakış vardı, insanların dikkatini çekmiştim. Beni tanıdıklarını biliyordum, belki adımı bilmiyorlardı ama tanıyorlardı.
Sessizdim, sakindim, böyle yerlerde işim olmazdı.
Israrcı bakışlarıma dayanamayan gözleri bana döndü, gözleri beni boğabilecek bir denizdi ve ben en çok boğularak ölmekten korkuyordum.
Sırtımdan akan teri hissederken titreyerek mavi gözlerine odaklandım, gözlerine bakıp ellerimi kendime sürterek aşağıya indirdim ve kalçamı salladım.
Dudağının kıyısında filizlenen tehlikeli tebessümü gördüğümde gülümsedim, onunla göz göze kalarak dans ettim ta ki bardağını bana doğru kaldırıp içkisinden bir yudum alana kadar.
Durdum, bunun anlamını biliyordum; onun için dans etmemi istiyordu.
Zaten öyle yapıyordum ama kendimi neden bu kadar iğrenç hissetmiştim ki?
Ucuz hissettirmişti.
Duraksamama gülümsedi, ima dolu bir gülümsemeydi ama sebebini anlayamadım, mavi gözlerinden gözlerimi çekerek bana bakan insanlarda gezdirdim bakışlarımı. Alin de bana bakıyordu, neden engel olmuyordu? Tanrı'm neden?
İnsanlara çarpa çarpa dans edenlerin arasından geçtim, saçlarımın bir kaç telinin terli suratıma yapıştığının farkındaydım, elimi göğüslerimin arasında ve cropumun içinde kalan kolyeye bastırdım.
Kolyenin zinciri diğer kolyelerin zinciriyle karıştığı için fark edilmiyordu, kendimi Alin'in yanına bıraktım.
"Tatlım, iyi misin?" ceketimi üstüme geçirerek ona baktım ve saçlarımı geriye savurdum.
"Midem bulanıyor." dedim parmak uçlarımı dudaklarıma bastırarak, arkamda bir yeri işaret etti. Çantamı da omuzuma astım.
"O koridordan lavoboya gidebilirsin."
Başımı sallayarak kalktım ve düzensiz adımlarla ilerledim, sırtımdaki gözleri hissesiyordum.
Koridora girdiğimde yürüyüşümü düzelttim, eve gitmek istiyordum. İki ya da iki buçuk saattir buradaydım, Enis geldikten yarım saat sonra gitmişti, gitmeden önce de beni İnel'in bırakacağını söylemişti.
Karşı çıkmamıştım, iyiliğimi istiyordu geri çevirmek kabalık olurdu.
Birbirine yapışan çiftlerin arasından geçerek lavaboya girdim, içerisi boştu. Ellerimi soğuk mermere yaslıyarak aynadaki yansımama baktım, terlemiştim.
Dağılan saçlarımı hafifçe düzelttim ve boş kabinlerden birine girerek işimi hallettim, heyecanlanınca çişim geliyordu.
Şortumun düğmesini kapayarak çıkmak için kilidi açtığımda lavobonun kapısı açıldı, sanırım içeriye kalabalık bir grup girmişti.
"Hala inanamıyorum ya!"
Neden lavoboda dedikodu yaparken biri var mı, diye bakacak kadar akıllı değilsiniz?
"Yine neye inanamıyorsun Çisem?"
"Neye olacak, kesin saçma bir şeydir Zeliha."
Kilidi sessizce çevirerek alnımı kapıya yasladım ve yere bakmaya başladım, sanırım üç kişilerdi.
"Elbette o kıza Zeliha, hem Meryem neden öyle diyorsun ya? Sanki her şeye inanamıyorum filan diyorum."
İnanamıyorum, diyen kızın sesi diğer ikisine göre tizdi, suratımı buruşturdum.
"Keşke hangi kız olduğunu da söylesen." diyen kızın sesi sakindi, sanırım bu Zeliha'ydı.
Dedikoduyu başlatan Çisem, sakin sakin soru soran Zeliha, Çisem'le dalga geçen de Meryem'di.
Telefonumu çıkarıp ses kaydetmeye başladım, benimle ilgili konuşacak olmasalar bile belki işime yarayan bir şeyler diyebilirlerdi.
"Yahu Nova'ya inanamıyorum," derken sesi biraz değişik çıkmıştı, boya badana yapıyorlardı sanırım.
"Yine mi başlıyoruz?" dedi Zeliha bıkkınca.
"Ay, evet, başlıyoruz! Deli oluyorum o kıza, resmen ağzının içine giriyor İnel'ciğimin ama ben göstereceğim ona."
"Uu, heyecanlı." dedi Meryem, sanırım bu kızda ciddiyet yoktu.
"Boş yapıyorsun." dedi Zeliha.
"Hiç de boş yapmıyorum, bunun dolabının şifresini öğredim. Sakin bir anda dolabına gireceğim ve," e'leri uzattı, kaşlarımı çattım.
Neden hakkı olmamasına rağmen başka insanların hayatına karışıyordu ki, ona neydi?
"Günlüğünü alacağım." diye tamamladı cümlesini Çisem, gözlerimi devirdim ve dudaklarımı yaladım.
"Sen salaksın." dedi Zeliha.
"Bunun sana ne yararı var?" dedi Meryem de.
Ses kaydını kapatarak konuşmanın devamını umurasamadan gözlerimi kapadım ve çıkmalarını bekledim, insanların bencil olması delirticiydi.
Bir kaç dakika sonra çıktıklarında kabinden çıkarak aynanın karşısına geçtim, ellerimi sabunlayıp yıkadıktan sonra peçete olmadığını fark ederek homurdandım.
Çantamdan peçete çıkararak ellerimi sildikten sonra peçeteyi çöpe attım, çıkmak için lavobonun kapısını açtığımda müzik sesi hızla kulağıma doldu.
Dudaklarımı bükerek kafamı salladım, lavabolara ses girmiyordu.
Öncekine göre daha boş koridordan çıkarak Alin'in oturduğu yere baktım, yoktu. Tebessüm ettim, beni sarhoş bir şekilde tek bırakmıştı, yani öyle sanıyordu. Büyük ihtimalle onu görmeyeceğim bir yerdeydi, umursamadım. Enis geldiğinde yanımda yoktu ve beni İnel'in bırakacağından habersizdi.
"Kalbini kıracağım." diye fısıldadım.
Yanan gözlerimi kırpıştırarak İnel'in olduğu masaya ilerledim, Tolga'nın o masada olduğunu göz ardı etmeye çalışıyordum.
Masanın başında dikildiğimde tüm gözler bana dönmüştü ama aralarında İnel yoktu. "İnel nerede?" dedim bağırarak.
Ela gözlü kızın bakışları sertleştiğinde tek kaşımı kaldırdım, Nova sanırım bu kızdı, bu tepki neydi? Bir soru sormuştum sadece.
"Ne yapacaksın onu?" diye bağırdı ela gözlü kızın yanındaki, yeşil gözlü kız. Sana ne?
"Bizi ilgilendirmez Azra." dedi ela gözlü kız, dudaklarını okumuştum. Yumruklarımı sıktım, Tolga'nın tam olarak sol tarafımda olması beni geriyordu.
"Beni sinir ediyorsun Nova." dedi Azra gözlerini devirerek, sen sinir olsan ne olur çakma sarışın?
Elimi bir cevap beklediğimi belirtircesine salladım. "İşi çıktığı için gitmek zorunda kaldı."
Taksi bekleyecektim yani, keşke kendi arabamla gelseydim. "Pekala, kendim giderim." diye mırıldandım ve gülümseyerek başımı eğdim teşekkür ederim, dercesine.
Gözlerimi bir kez bile Tolga'ya değdirmeden çıkışa yöneldim, ona bakmamakta zorlanmıştım.
Alin, ilk başlarda ondan bahsettiğinde kendi kendime onu korkutucu bulmuştum çünkü fazlasıyla kavga ettiğini, insanlara karşı soğuk olduğunu, çok gizemli durduğunu söylemişti, bir de çok yakışıklı olduğunu. Birçok kişiden de onun hakkında kötü şeyler duymuştum, çoğu insan bu söylenenlere inanmıyordu ama yine de konuşuyorlardı.
"O zaman neden hala ondan bahsediyorsun geri zekalı!" diye bağırmak istemiştim ona ama sadece onaylamaz bir kaç mırıltı dökülmüştü dudaklarımdan.
Enis'le geldiğimde kapının önü boşken şimdi iki tane koruma dikiliyordu, onlara kısa bir bakış atıp ana caddeye ilerledim.
Soğuk çıplak tenimi hızla sararken ellerimi kendime sardım, bok vardı da böyle giyinmiştim.
Yüzümdeki makyajı, üstümdekileri ve takılarımı çıkarmak istiyordum, elbette kolyesi hariç.
Kuru dudaklarımı ıslatarak kaldırıma oturdum ve düşünmeye başladım.
Alin'in bana sinir olduğunu fark etmiştim, daha önce kırmızı şarap hariç alkol almamıştım ve bunu bile bile bana viski istemişti.
Eğer ben kendim için sipariş verseydim alkolsüz bir şey isterdim, kesinlikle bunun yüzünden hemen benim için sipariş vermişti. İyilik yapıyormuş gibi kötülük yapıyordu.
"Keşke senin yerine o kızla arkadaş kalsaydım," diye mırıldandım. "Belki o zaman kırıklarım göz ardı edilemeyecek kadar çok olmazdı."
Hayır, olurdu. Olacaktı.
Dizlerimi kendime doğru çektim, ellerimi bacaklarıma sarıp çenemi diz kapaklarıma koydum ve gözlerimi kapadım.
Soğuk bir sessizlik sizi içine çektiği zaman kendi sesinizi bile duyamıyordunuz, kendinize bile sağır oluyordunuz.
Bu sağırlık içinde gerçekleri sorguluyor, inkar ediyor ama sonunda kırıla kırıla kabul etmek zorunda kalıyordunuz.
Yapmaz, dediklerimiz yapıyorlardı.
Hem de en acımasız şekilde yapıyorlardı; ruhunuzu deşiyor, bedeninizi deliyor, kaburgalarınızı kırıyor ve kalbinize ulaşıyorlardı.
Sonra kalp kemiğinizi kırıyorlardı.
Siz onlar için her şeyden vazgeçiyordunuz, her şeyden. Böyle olacağını hiç düşünmüyordunuz ama oluyordu işte, yapıyorlardı çünkü acımasızlıktan ve bencillikten zevk alıyorlardı.
Soğuk yüzünden ağrıyan başımı ovuşturuken gözlerimi açtım, ne gelen vardı ne de giden. Gidip korumalardan taksi çağırmalarını isteyebilirdim sanırım, bu bayağı mantıklı olurdu.
Bacaklarımı ovuşturduktan sonra kalçamı silkeleyerek kalktım, tam o anda sokağa giren siyah Jeep'in ışıkları gözümü aldı, Jeep barın sokağından çıkmıştı.
Eğer gözlerim yanmasa ve başım ağrımasaydı arabanın gidişini hayran hayran izleyebilirdim, bu arabaya bayılıyordum, uyuşan parmaklarımı ceketimin cebine soktuğumda araba yanımda durmuştu.
Kaşlarımı çattım, arabanın camları filmli olduğu için içindeki göremiyordum ama İnel olabileceğini düşünerek bekledim. Eğer farklı biriyse bardan fazla uzakta değildik, koşarak oraya gidebilirdim.
Arabanın camı açıldığında irkilerek geriye adımladım, boğucu maviler bir ok gibi gözlerime saplandı.
"Bu saatten sonra buradan taksi geçmez," dedi direksiyonda ritim tutarak. "İnel'in de tekrar geleceğini sanmıyorum, istersen seni bırakabilirim?"
Yutkunarak ona bakarken dilim tutulmuş gibi hissediyordum, durdum, amacı beni yatağa atmakmış gibi gelmişti.
"Bunu neden yapasın?" dolgun dudaklarımdan yorgunca dökülen kelimelere güldü, yüzünü tırmalamak istedim çünkü uykum vardı ve benimle alay ediyordu.
"Hayrına yapmıyorum elbette, İnel'e borcum var, böylece borcumu kapatıyorum."
"Pekala." diye mırıldandım ve arabanın etrafından dolanarak yolcu koltuğuna bindim, neden beni eve bırakmak gibi bir meseleyi bu kadar önemsediklerini anlamamıştım.
Tolga'nın çehresini yandan yandan incelerken arabanın klimasından gelen sıcak havayla mayışmıştım bile, uyuşuk biriydim ve bugün yeterince enerji tüketmiştim.
Arabanın içi karanlık olduğundan onu incelemekten çekinmiyordum, yanından geçtiğimiz sokak lambaları arada bir yüzünü aydınlatıyor, bana yüzünün ayrıntılarını sunuyordu.
"Aziz Evren Site'sinde oturuyorum." diye mırıldandım, sonuçta evimin adresi vahiy olarak inmiyordu.
Bana cevap vermeden kafasını salladığında gözlerimi kapadım, hâlâ tam olarak ne yapacağımı bilmiyordum ve her yeni bir şey hatırladığımda daha da sinirleniyordum.
Sırtımı yasladığım duvar aslında hiç orada olmamış gibiydi, garipti, afallatıyordu.
"Bizim okuldansın değil mi?" diye sorduğunda irkilerek gözlerimi açtım ve ona baktım, tebessüm ettim.
Lisemiz puanı yüksek ve ücreti de bayağı kabarık bir liseydi, burslu olanlar kadar ücretli okuyanlar da çoktu, ama size çok güzel imkanlar sunuyordu; kendisiyle bağlantılı olan üniversiteye sizi harika bir şekilde hazırlıyordu.
Üniversitemize genellikle lisedeki çoğu kişi giriş yapıyordu, burslu veya paralı olması fark etmezdi ve bu yüzden lisedeki tanıdık yüzlerin çoğu aynı üniversitede oluyordu.
Elbette üniversitemize farklı liselerden de girenler oluyordu ama hem ücreti hem de puanı yüksek olduğu için bu kişiler azınlıktaydı, yolu izleyen gözlerine baktım.
Biz onunla 7 senedir aynı yerdeydik aslında, nasıl bir körlüktü bu?
"Evet." dedim kısa bir süre sonra, sesim düzdü ama içten içe kırılmıştım.
"Seni hiç görmedim sanırım, yeni filan mı geldin?"
Neden sadece susmuyordu? Onun bu kadar meraklı olduğunu tahmin etmemiştim, etrafa soğuk bakışlar atsaydı ya yine.
"Hayır." dedim kısaca, gülümsedi ve direksiyonu sağa kırdı, gözlerimi dışarıda gezdirdim, az kalmıştı.
Yüzündeki gülümsemeyi izlemek istesem de kafamı sağa çevirerek geçtiğimiz yerleri izledim, neden gülümsediğine anlam verememiştim. Canı sıkılınca gülüyordu sanırım, oysaki insanlar onun fazla gülmediğini söyleyip duruyordu.
Alin'in ondan hoşlandığına emindim ama bunu asla dile getirmediğinin de farkındaydım, Tolga'yı sadece yakışıklılığıyla ilgilendiği diğer erkekler gibi göstermek istiyordu çünkü Tolga lise onunla ilgilenmediği için gururu kırılmıştı. Tabii bunlar benim düşüncelerimdi.
Bunu anlamak için sadece gözlerimi kitaplarımdan kaldırmıştım.
Araba sarsılarak durduğunda kemerimi çözerek teşekkürümü mırıldandım ve ona bakmadan kapıyı açtım, sağ ayağımı arabadan dışarıya çıkardığımda sol bileğimi saran elle durduruldum.
"Kolyelerin güzelmiş." dondum, kafamı hareket ettirmeden gözlerimle kolyelerime baktım.
Ucunda kuş olan kolyesi diğer kolyelerimden daha uzun olduğu için burdayım dercesine bağırıyordu, ne zamandan beri görünürdeydi? Dans ederken ellerimi boynumda gezdirdiğimi hatırlayınca gözlerimi sımsıkı yumup açtım, o zamandan beri görünürde miydi?
Cevap vermeden bileğimi hızla elinden kurtardım ve hızlıca indim, kapıyı sertçe kapatıp arkama bakmadan siteye girdim hızlıca.
Güvenlik kulübesinin içindeki Kemal ağabeyin beni izlediğinin farkında olduğum için başımla selam vererek titreyen ellerimi gizledim, umarım sadece onun kolyesine benzediğini düşünürdü.
Arabasının far ışığının artık görünmeyeceği kadar uzaklaştığımda sola döndüm ve daha fazla dayanamayarak sırtımı bahçe kapısına yaslayarak yere çöktüm.
Kolyeyi görmemeliydi, kolyeyi asla görmemeliydi başımı hafifçe arkaya vurarak hatırlamamasını umdum, hatırlamamalıydı.
Titreyen dudaklarımı ısırarak gözlerimi yumdum, boğazıma oturan yumru nefesimi tıkarken zorla yutkundum.
Soğuk yanaklarımdan akan sıcak bir kaç damla yanağımda tuzlu ve şeffaf bir yol bıraktı, yerden kalktım ve yürümeye başladım.
Suskun dudaklarımı yakan gerçekle reddedilmiştim ben, yüreğime düşen o kavruk sancıyı göz ardı etmiştim.
Bana kör olan gözleri vardı hep, ısrarlı bakışlarımı hissetmeyen teni ve ellerime değmeyen soğuk elleri.
Satırlarımı süsleyen beyhude kelimelerimde hep o vardı ama görmemişti, acı kokan nefesim tenine değerken hissetmemişti.
✨
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top