28|Güven Veren Sıcaklık

M: ALİN YAZ(Peki hesabını unutmama ne demeli?)

HALSEY - GASOLİNE

SINIR: 20 OY 140 YORUM

Lütfen oy vermeyi unutmayın.

AYNI GÜN, AYNI SAATLER ALİN'DEN....

Hayatan pek fazla şey beklememiştim.

Yanında kendimi ezik hissetmeyeceğim, samimi, bana benzeyen arkadaşlar ve kalbimi titretecek bir sevgi istemiştim sadece. Ne azı ne çoğu, kanımın son damlasına kadar yemin edebilirdim bunun için.

Belki de edemezdim, bilmiyordum, bilmiyordum çünkü kim olduğumu hatırlamıyordum.

Kimdim ben?

Ne severdim?

Geceleri yıldızlara bakarak derince soluklanmayı mı, yoksa pahalı kıyafetler içinde partilerde ter atmayı mı severdim?

Göğüs kafesimde bir bina yıkıldı, öldüm mü, yoksa öldürüldüm mü?

Nefesimi vererek kendime alayla güldüm.

En başından beri, Amara ile arkadaş olduğum ilk saniyelerde bile onunla arkadaş olamayacağımı anlamıştım. Parlak mavi gözleri beni hissizce inceledikten sonra dudaklarına gözleri kısacak bir gülümseme yerleştirdiğinde de, boş gözlerle ona anlattıklarımı dinlediğinde de farkındaydım aslında ama denemek, ona bir şans vermek istemiştim.

Pişman mıydım?

Evet.

Onunla arkadaş olmayı kesmek istediğim anda aniden her şey tepetaklak olmuştu ki bu sadece bir kez olmamıştı.

İlki lise zamanındaydı, onunla aram bozulsun diye bir şey yapmıştım ama olaylar ters tepmiş ve Nova'yla arası bozulmuştu. Şaka gibiydi, gerçekten boktan bir şaka gibiydi.

İkincisi ise onun karşısına çıkıp arkadaşlığımız kesmek istediğimi söyleyecek cesareti bulduğum zamandı, daha okula varamadan, onun karşısına çıkamadan her şey bombok olmuştu.

Süpriz yumurtadan bir adet Agah çıkmıştı, beni hayatımın içine etmekle tehdit etmiş ve benden Amara'nın hayatının içine, kısmen, etmemi istemişti. En yakın arkadaşı tarafından yıllarca kandırılan birinin canı çok yanardı, Agah böyle düşünüyordu ama Amara'nın canının yanmadığına yemin edebilirdim. Lakin kanıtlayamazdım, kanıtlar önemliydi.

Amara'nın beni gerçekten arkadaş olarak görmediğini düşünüyordum, bana hiçbir zaman tamamen kendini açmamıştı ben açarken de beni dinlememişti. Eğer beni en yakın arkadaşı olarak görüyor olsaydı herkese yaklaştığı gibi yaklaşmazdı bana çünkü ben ona öyle yaklaşmamıştım. Gerçekten samimi olmaya, onu anlamaya çalışmıştım ama olmamıştı işte.

Aniden çalan telefonumla irkilerek düşüncelerimden sıyrıldım, çantamdan telefonumunu çıkarırken sahilde tek tük insanların kalmış olduğunu gördüm. Telefonu açarken ayaklandım.

"Efendim annem?" dedim durgunca, pek bir şey yemediğimden midem bulanıyordu.

"Bugün abinlerde toplanacaktık, unuttun mu yoksa kızım?"

Şakaklarımı ovarak duraksadım, siktir, bunu istemiyordum. Melih'le her yüz yüze geldiğim an kendimi bok gibi hissediyordum, aramızda önemli bir şey yaşanmamıştı ama buna engel olamıyordum.

"Bugün gelmezsem olmaz mı?" dedim açıkça, bahane üretmek pek bana göre değildi, annemin isteklerini çevirmeyi sevmezdim.

"Benim hatrım için," diyerek can alıcı bir şekilde başladı cümlesine, yenilgiyi kabullenerek omuzlarımı düşürdüm. "Melih'le pek anlaşamıyorsun biliyorum ama onun için önemli bir gün, biliyorsun."

Kaşlarım çatılırken ana yola doğru ilerledim.

"Neden önemli bir gün?" dedim hatırlamaya çalışarak, bana bugünün öneminin söylendiğini hatırlamıyordum.

"Dilek'in," Taksi durdurmak için havaya kalkan elim dondu. "Melih'in sevgilisinin doğum günü, onu kutlayacağız. Bir de Melih bize bir şey açıklayacakmış Alin, lütfen gel. Aile buluşmalarını son zamanlarda çok boşladın."

"Ben," Havadaki elim yumruk olurken nefes vererek güldüm. "Tamam. Geliyorum ama gecikebilirim."

Kısa bir vedalaşmadan sonra telefonu kapatıp cebime koydum, bu garip olacaktı. Sonunda önümde bir taksi durduğunda yavaşça bindim ve Melih'in adresini söyledim. Beni gördüğünde mutlu olacağını sanmıyordum, istemsizce parmaklarımla oynamaya başladım, gerilmiştim. Beni orada görmek isteseydi kendi arayıp haber verirdi ama bunu yapmamıştı çünkü istemiyordu işte.

Ne boktandı, hiç istenmiyordum.

Ama neden?

Neden istenmiyordum?

Bunu hak etmiyordum. İstenmemeyi ya da ortamda gergin hava yaratan kişi olmayı hak etmiyordım, bunu hak etmek için ne yapmak lazımdı bilmiyorum ama hak etmiyordum işte.

Ne olursa olsun, bu haksızlıktı.

Alt dudağımı ağzımın içine çekerken güldüm, neden geçmişi geçmişte bırakmak insanlar için zordu? Ben Melih'i hiç sevmemiş gibi davranabiliyordum ama o beni her gördüğünde gözlerini benden kaçıyor, sadece kısa kısa konuşmalar yapıyor ve benimle tek başına kalmamaya çalışıyordu.

Ne sanıyordu ki, tek kaldığımızda üstüne falan mı atlayacaktım? Saçmalık.

Melih'e onu sevdiğimi sadece bir kez söylemiştim, sevgime karşılık beklememiştim ve onu tek bir kez öpmüştüm. Küçük, masum bir öpücüktü ama olmamalıydı, belki onu öpmeseydim her şey farklı olurdu.

Agah'ın avuçları içinde olmamamın tek sebebi Melih'i bir ara sevdiğimi bilmesi değildi, o küçük, masum öpücüğün fotoğrafının onda olmasaydı. Eğer Melih'i öpmeseydim, o da bunu fotoğraflamasıydı belki sözlerini inkar eder ve hayatıma devam ederdim. Ama olmamıştı işte, saniyelik bir hamle tüm hayatımı etkilemişti.

Kelebek etkisi buydu, sadece bir kez, kısa bir an çırptığım kanatlarım kendi hayatımda sonu gelmez bir fırtına yaratmıştı.

Fırtına sona erdiğinde hiçbir şeyin aynı kalmayacağını biliyordum.

Agah, istediğine kavuşacak, Mustafa Kemal kardeşine kavuşacaktı, Tolga'nın bile mutlu olacağına inanıyordum. Amara, Enis, İnel, Nova, Akut, Melih... Ben hariç herkesin mutlu olacağını düşünüyordum ama her şey bittikten sonra buradan gidip yeni bir hayat kurarsam ben de mutlu olabilirdim.

Umarım bunu yapabilirdim.

Mutlu olmak zor olmamalıydı.

Taksi ağır hareketlerle durduğunda çantamdan ücreti çıkardım ve teşekkür ederip iyi akşamlar dileyerek araçtan indim, sokak boştu. Taksi sokaktan çıkıp sessizlik içinde beni yalnız bıraktığında bakışlarımı apartmanın kapısından alarak yukarıya çıkardım ve ilk kata baktım.

Melih, oradaydı, dirseklerini demir korkuluklara yaslamıştı. Elinde sigarasını tutarken kafasını yukarıya doğru kaldırmıştı, gökyüzüne bakıyordu. Tebessüm ettim, göğü izlemeyi çok severdi.

Sigarasını dudaklarına doğru kaldırdığında irkilerek ayaklarıma sürtünen siyah kediye baktım, "Selam uğursuz." diye mırıldanarak kediye doğru eğildim. Fazla büyük durmuyordu, yavru diyemezdim ama büyük de diyemezdim işte.

Kediyi biraz severek içeriye girme ve içeride kalma zamanımı azalttıktan sonra ayaklandım, girişe doğru yürürken Melih'in artık balkonda olmadığını fark ettim.

Avuç içlerimle at kuyruğumdan çıkan saçlarımı düzelttim ve kabanımı da omuzlarıma sabitledikten sonra zile bastım, demir kapı tiz bir ses çıkararak açıldı. Haylaz bir sıkıntının göğsüne oturduğunu hissederken yüzüme demir gibi bir ifade kondurdum çünkü Alin buydu, nerede olursa olsun bu olmalıydı.

Dik merdivenleri kısa topuklularımın sesi etrafta yankılanırken yavaşça çıktım, evin beyaz dış kapısı açıktı ve kapıda Dilek vardı. Dilek'i severdim ama buna rağmen dudaklarıma ben herkesden harikayım gülümsemesini yerleştirmekten geri durmadım, o da nar çiçeği rengindeki dudaklarıyla bana kocaman gülümsedi.

Siyah saçları, siyah gözleri, uzun boyu, beyaz teni, çilleri, şekilli kaşları ve düzgün burnu... Dilek, sade ama buna rağmen ilgi çekici olan güzel bir kızdı. Melih'le aynı bölümden mezundu ve üç senedir sevgililerdi, Dilek bana sarılırken gülümsedim, yadsınamaz* sonu görebiliyordum.

-*inkar edilemez-

"Hoş geldin Alin," dedi gülümseyerek geriye çekilirken, gözleri de mutlulukla parlıyordu. Şey gibiydi, tenini iğne batırsam etrafa mutluluk saçarak patlardı. "Uzun zamandır görüşemiyoruz."

Geriye çekildiğinde içeriye doğru adımladım, hızlıca omuzlarımdaki kabanı aldı. "Hoş buldum, tatlım." Mutlu gülümsemem onun gibi gözlerimi parlatmadı. "Biliyorsun, meşgul bir insanım."

Evet, evet, entrikadan başımı kaldıracak vaktim yok.

"Anlıyorum kuzum ama Melahat Annem işte, özlüyor seni."

Melahat annen... Güzel.

"Annem işte," diyerek elimi salladım, beni salon yerine mutfağa doğru yönlendirdi. "Özlüyor. Çok mu geciktim?"

Siyah, kadife elbisessi vücuduna tam oturuyordu ve uzun kolluydu, mutfağa girerken yüzündeki tasasız gülümsemeye baktım.

Sonra tüm düşüncelerimi sonu olmayan bir kuyuya atıp bu ana odaklandım.

Annemin azarı, Dilek'in mutlu kıkırtıları ve Melih'in benden bakışlarını kaçırdığı yemeğin sonunda, yani benim için sonunda Melih kısa bir izin isteyerek ayaklandı.

"Her ne kadar babam şu an burada olmasa da tüm sevdiklerimin yanımda olduğunu görmek güzel. " diyerek konuşmaya başladı, babası ailesine değer verseydi burda olur ama neyse. Masada gezdirdiğim bakışlarım Dilek'in su şişesine uzandığı elinde takılı kaldı, parmağındaki yüzüğün taşı ışığın etkisiyle bana göz kırparken alt dudağımı ağzımın içine aldım. "Uzun süredir Dilek'le olan ilişkimizi çok farklı bir boyuta taşımaya karar verdiğimizi size söyletip mutluluğumuzu," Dilek'le birbirlerine baktılar ve kocaman gülümsediler. "Sizinle de paylaşmak istedik. Biz evlenmeye karar verdik."

Yadsınamaz son.

Annem mutlulukla ikisini tebrik etmeye başladığında gülümseyerek karşımdaki manzarayı izledim, hüzünle gülümsedim, mutluluk zor değildi.

"Tebrik ederim." dedim samimiyetle. Dilek, gülümseyerek teşekkür ederken Melih, sigara içmek için balkona çıkacağını söyledi.

Melih'in sırtını izlerken Dilek'le anneme kısa bir bakış ardından ayaklandım, sigarasını yakarken kirpiklerinin altından bana kısaca baktı Melih, ben de o sırada balkonun kapısı kapadım.

"Bir şey mi istiyorsun, küçük kardeşim?"

Onun gibi dirseklerimi korkuluklara yaslayarak çıplak omuzlarımı geriye attım, omuzum omuzuna sürttüğünde sola kaydı hafifçe, nefes vererek güldüm.

"Sanırım birazcık mutluluk ve anlayış istiyorum." dedim sigarasının kokusunu derince solurken, ara ara ben de sigara içiyordum. "Ve belki de bir dal sigara?"

"Sen sigara içiyor musun?" diye mırıldandı göğe bakarken kaşları hafifçe çatılmıştı, omuz silktim.

"Belki evet, belki hayır." Dudak büktüm. "Sence?"

"İçmiyorsun?" dedi sorarcasına. "Kokusu rahatsız eder seni, pis pis."

"Melih," dedim bakışlarım aşağıdaki kaldırımda gezerken. "Beni tanımıyorsun. Tanımanı falan istediğimden değil bunu demem, yanlış anlama sadece abilerin kardeşlerini tanıdığını sanardım."

Bakışlarımı yüzüne kaldırdığımda gözlerinde rahatsız olduğunun parıltılarını gördüm, göğsümün ezildiğini hissederken gülümsedim.

"Neden yanına her geldiğimde geriliyorsun?" dedim ona doğru dönüp korkuluklara yaslanırken. Sigarasını izmaritlerle dolu küllüğe bastırarak söndürdü, oysaki daha sigarası bitmemişti. Balkondan çıkmak için hareketlendiğinde önüne geçtim, bana değil, omuzumun üstünden balkon kapısının camından görünen mutfağa bakıyordu. "Neden Melih?"

"Nedenini biliyorsun." dedi soğuk bir sesle, sinirle gülümsedim.

"Herkes bana 'biliyorsun'lu cümleler kuruyor, oysaki ben bilmiyorum Melih. Bilmiyorum çünkü anlatmıyorsunuz ve anlamamı, hatta çözüm üretmemi istiyorsunuz." Derin bir nefes vererek kafamı göğsüne yasladım, kasıldı. "Sadece anlık bir şeydi," diye hiddetle inledim. "Sadece anlık bir dürtüydü ve geçip gitti, küçüktüm, aptaldım ama geçip gitti Melih." Geriye çekilerek omuzlarından ittim hafifçe. "Bıktım! Seni her gördüğümde, sanki üstüne atlayacakmışım gibi davranmandan bıktım Melih! Eski arkadaşımı, abimi görememekten bıktım! Beni anlamamanızdan ama her zaman sizi anlamamı istemenizden bıktım... Lütfen Melih, lütfen bana hastalıklıymışım gibi bakmaktan ve davranmaktan vazgeç çünkü ben bunun bedelini en ağır şekilde ödüyorum."

Üzgün ve suçlu kahverengileri kısaca kızarmış yüzümde gezdi, elini ensesine atarak kafasını yere eğdiğinde ellerimle kendimi sardım.

"Özür dilerim." diye mırıldandı en sonunda, mahçup gözüküyordu. Gözlerim yaşlarla parlamasına rağmen güldüm.

"Özür dileme Melih, sadece beni anla, lütfen... Bir kez olsun anlaşılmak istiyorum." Sağ elimin tırnaklarını istemsizce sol dirseğime geçirdim. "Benden gözlerini kaçırmanı istemiyorum, açık açık söylüyorum Melih, seni artık sevmiyorum çünkü dediğim gibi hem anlık bir şeydi hem de üstünden seneler geçti. Ben unuttum, sen de unut. Lütfen."

"Aptalın tekiyim." diye mırıldanarak beni göğsüne çekti, kendimi hep çok kötü hem de çok iyi hissetim. İlk kez birinin beni anladığını, benim yanımda olduğunu hissettim.

Düştüğümde gülecek birinin değil de, bana elini uzatacak birinin varlığını hissetim.

Güven veren sıcaklık.

Bu paha biçilemezdi.

İçimde yıkılmaya yüz tutan son binaya baktım, o bina yıkılmamalıydı. Yıkılırsa... Ben de bir daha ayağa kalkamazdım.

***

Sonraki gün-Sabah

"Saçmalıyorsun." diyerek ağzına küçük bir dilim peynir tıkıştırdı ve çayını yudumlayıp lokmasını yuttu, tostumu ısırdım. Uyanalı fazla olmamıştı, dün gece ağlamalı birkaç film izleyerek elma şekeri yedikten sonra ünlüler hakkında konuşmuş sonra da uyumuştuk."Bunu gerçekten yapacak mısın?"

Portakal suyumdan kocaman bir yudum aldım, bardağın altından damlayan birkaç damla üstündeki siyah uzun tişörte damladı ama umursamadım. Yanımda giyicek bir şey getirmediğimden genellikle sadece uzun tişörtlerimden biriyle uyurdum."Öyle görünüyor." dedim onun çatık kaşlarının aksine sakin sesimle.

"Bu rezilce."

"Elbette öyle." Kafamı hafifçe salladım. "Ama bu rezilliğin beni nasıl tatmin ettiğini bir hafta sonra göreceğiz."

"Neden eşkiyalarla takılan bir kız gibi davranıyorsun şu an?" Çatalını bana doğru salladı. "Yoksa Agah bir mafya kötü çocuk, pardon kötü adam ve geceleri kötü insanları mı avlıyorsunuz?"

"Şimal'in sadece kötü biri olmadığını biliyorsun."

Duraksayarak çatalını indirdi be bakışlarını tabağına indirdi, iştahı falan mı kaçmıştı?

"Biliyorum." diye mırıldandı. "Biliyorum."

"Peki hak etmiyor mu?"

"Amara," İç çekti ve kafasını kaldırarak bana baktı. "Susmayı sevmediğimi biliyorsun." Tek kaşımı kaldırdım, saçlarım çeneme sürtüğü için çenem kaşındığından sağ elimle çenemi kaşıyarak saçlarımı geriye attım. "Ama Şimal hakkında konuşmak istemiyorum, sadece kahvaltımızı yapsak, sonra sen de sevgilinin yanına def olsan olmaz mı?"

Kaşımı indirerek gözlerimi devirdim, Lilen'in aniden değişen ruh hali bana garip geliyordu. Tamam, önceden de arada böyle oluyordu ama şimdi daha çok gözüme batıyordu.

Paranoyaklaşmıştım.

"Agah'ın yanına gidemeyebilirim bugün," Dudaklarımı büzdüm üzgünce. "Dersim ve kursum var, sonra da babamla buluşacağım."

"Aslında bir şeyi çok merak ediyorum." dedi çatalını tabağına bırakıp ellerini birbirine kenetlerken, çenesini kenetlediği ellerine yasladı. "Tolga'ya ne oldu?"

Sakince gülümsedim ve nefesimi verdim. "Bir şey olduğu yok, bitti gitti."

Kaşlarını kaldırdı. "Bitti gitti?"

Çatalımı tabağın kenarına bırakarak geriye yaslandım.

"Evet. Bitti gitti. Yani tamam, ortak arkadaşlarımız olduğundan ve dün anlattığım gibi Agah'ın üvey kardeşi olduğu için onu göreceğim ama artık bu pek kalbimi hızlandırmıyor." Yavaşça, anladım dercesine kafasını salladı ama bakışları boynuma düştü. "Kolye'yi onun için takmıyorum Lilen, annem için takıyorum."

"Belki aptalca gelecektir ama ben kolyeyi annenin bıraktığını sanmıyorum."

"Ne?" Dudaklarımı yaladım. "Neden?"

"Yirmi iki yaşındasın Amara." Topuzundan düşen tutamı kulağının arkasına sıkıştırdı ve ela gözlerini kıstı. "Koskoca yirmi iki yıl, hatta daha fazla zaman boyunca kolyenin bu kadar yeni durması?" Omuz silkti. "Bilemiyorum. Bana mantıksız geliyor."

Farkındalık aniden bir şarmaşık gibi zihnimi işgal ettiğinde kafamı iki yana salladım, sadece annemden kalan bir kolyeydi. Manevi değeri yüksek olan bir aksesuardı, bu kadar.

"İyi bakmıştır," diye mırıldandın düşünceli sesimle."Sadece bu."

---

Kim iki saatlik blok dersin ardından Ebru Sanatı kursuna gelirdi?

Elbette ben.

Lilen'in yanından ayrıldıktan sonra eve gitmiştim. Üstümü değiştirip siyah, havuç pantolon, bebek mavisi bir gömlek ve nefret ettiğim beyaz kabanımı giymiştim. Babamla da karşılanmıştım ama sadece kuru bir selamlaşma ve sarılma yaşamıştık, Şimal'le de tam kapının önünde karşılaşmıştık, giydiğim siyah kalın topuklu ayakkabı ve beyaz kabanımda memnuniyetle gözlerini gezdirmişti.

Beyaz rengi ve topuklu ayakkabıları sevmezdim, gerçekten. Sırf bu yüzden özellikle bunları giymemi istiyordu.

"Bırak biraz gülsün." dedi Mavi kurs binasının merdivenlerinden inerken, sol tarafımdaydı. Ona kısa bir bakış attım, beyaz spor ayakkabıları, lacivert eşofman takımıyla çok rahat gözüküyordu ve ağzında da sakız vardı. Sakızı şişirip patlattı. "Bizim ona gülmemize az kaldı."

"Gerçekten bunu yapacak mıyız?" diyerek aniden sağ tarafımdan önüme atlayan Ayşin'le durdum, az kalsın ona çarpıyordum.

"Neden yapmayalım, bücür?" dedi Mavi, Ayşinin kahverengi saçlarını karıştırırken. Ayşin kollarını göğsünde bağlayıp kenara çekildiğinde ikisini de umursamadan ilerledim. Ayşin'in üstünde kısa siyah bir şort ve pembe bir gömlek vardı, mavi gözleri hem sinir hem de oyunbaz bir parıltı vardı. İkisi de arkamdan geliyordu.

Kaldırımın ucuna geldiğimde çantamdan telefonumu çıkardım ve sessizden çıkararak gelen bildirimlere baktım, Agah'tan hiç bildirim yoktu.

"Elinden şekeri, ay pardon tatlım, elma şekeri alınmış gibi ekrana bakma bence." dedi Mavi, sol omuzumun üstünden telefona bakıyordu. "Ne sanıyordun, Agah'ın tüm hayatının sen olacağını falan mı?"

"Kes sesini!" diye tısladım ona doğru, kaldırımdaki birkaç insan bana dik dik baktığında ben de onlara dik dik baktım ve biraz yürümeye karar verdim. Evet, topuklularla.

Ellerimi kabanımın cebine sokarken havanın gerçekten soğuk olduğunu fark ettim, aralık ayına girmemize fazla bir şey kalmamıştı ama sonbaharın bu kadar soğuk olması normal değildi bence.

Babamla buluşacağım yer fazla uzak olmadığından çabucak vardım ama ayaklarım bunun pek kısa bir mesafe olmadığını söylercesine sızlıyordu, kafenin kapısını ittirerek içeriye girdim. Babamı bulmak için bakışlarımı etrafımda gezdirdim, onu buldum da ama tek başına değildi. Yanlarına doğru ilerledim, babamın zeytin tanesi gözleri Cenk'in omuzunun üstünden bana kaydığında gülümsedi.

"Gelmeyeceksin sanmıştım kızım." dedi ayağa kalkarken, Cenk'i görmezden gelerek açtığı kolları arasında girerek ona kısaca sarıldım. Alnımı öpüp geriye çekildiğinde yanına oturdum.

"Ben de yalnız olacağız sanmıştım."

Babam sözlerimin altında yatan anlamı anlayarak bana anlayışlı bir bakış attı, süpriz misafirleri sevmezdim. "Cenk," diyerek önce onu sonra da beni işaret etti. "Amara. Cenk'le burada karşılaştık biz de, canım."

Karşılaşmak... Hani şu plansız olan şey.

Cenk'in burada olmasının kesinlikle Şimal'in işi olduğunu düşünüyordum, henüz planlarından haberim olduğunu bilmiyor olmalıydı. Oysaki Azra'ya attığım kafadan sonra öğrendiğimi öğrenir sanmıştım ama demek ki Azra bana söylemekle yalnış yapmıştı. Hım, bunu kullanabilirdim.

Cenk'e baktım, yeşil bir kazak giymişti ve boynundaki benler gözüküyordu, kesinlikle planlanmış değildi, hatta bu yüzden Cenk'in üstünde en sevdiğim yeşil renk vardı. Kesinlikle inandım.

Mavi gözlerim, kahverengi gözleriyle buluştuğunda alaylı olmaya özen gösterdim. Rampa yaptığı siyah saçlarına, tüm yüzüne alayla baktım, çünkü alaylı bakaışları sevmediğini biliyordum.

"Biz tanışıyoruz Cenk'le babacığım," Gülümsedim. "Sana anlatmadı mı? Lisede-"

"Lisede aynı okuldaydık." diye cümlemi tamamlarken bana söylersen ölürsün bakışları atıyordu, bakışları umrumda değildi.

"Hele hele, tipe bak." dedi onun yanına oturarak Mavi, Ayşin etrafta gözüküyordu. "Annesi bunu doğurmamış, sıçmış."

Mavi'nin sözleriyle gülmemek için yanağımı dişledim, o kadar komik bir tavırla söylemiş ki kahkahalarla gülebilirdim. Babam anladım, ne güzel, gibi birkaç şey söyledi.

Cenk'in bakışlarını umursamadan babama döndüm ve tepkisini merak ettiğimden dolayı onunla konuşurken kolyemi gömleğimin altından çıkardım ama istediğim tepkiyi alamadım. Kurslarım hakkında konuşurken arada Cenk de konuşmaya katılıyordu ama onu yok sayıyordum.

"Baba," dedim en sonunda ve kolyemin uvunu kavrayarak ona gösterdim. Bunu garipseyeceğini sanmıyorum, küçükken aldığım yeni şeyleri hep ona gösterirdim. "Sence kolyem nasıl?"

"Hoşmuş." dedi kahvesinden içmeden önce. "Tam senin tarzın."

"Evet, öyle." diye mırıldandım.

Annemin sevdiği çiçeklere baktığı gibi bakmasını beklemiştim aslında kolyeye, çünkü bu kolye anneminse öyle bakardı ama bunun tam aksine herhangi bir şeye bakar gibiydi. Telefonu çalıp izin isteyerek ayaklandığında Cenk'le yalnız kadık, umarım arayan Şimal değildi, babam geri geldiğinde kimin aradığını sorardım.

"Benimle konuşmayacak mısın, Amara?"

Gözlerimi devirerek çantama uzandım ve telefonumu çıkardım, onunla konuşursam sonunun iyi bitmeyeceğine emindim ve babam buradayken bunu istemiyordum. Eğer başka bir yerde onunla olsaydık kardeşine yaptığımın aynısını ona yapmak hoşuma giderdi, şimdi düşündüm de sadece hoşuma gitmezdi acısı bana zevk de verirdi.

"Azra'ya kafa atmışsın." dedi gülerek. "Senden bunu pek beklemezdim açıkçası."

"Beni tanıyormuş gibi konuşma ayyaş."

Sustu, telefonun ekranındaki oyuna baktığım için yüz ifadesini göremedim ama kaşlarını çattığına emindim, belki birazcık sinirlenmişti.

"Ayyaş değilim." Sesi neşesizdi ve kesinlikle sinirli. "Artık kullanmıyorum."

"Ayyaşlara inanmıyorum."

"Hadi ya," dedi sakince ve masaya eğilerek bana doğru uzandı, sağ elimin bileğini kavrayarak beni kendine doğru çektiğinde şaşkınlıkla ona baktım. "Bunu boynundaki kolyeyle sen mi söylüyorsun?" Alayla güldü. "Tolga'nın fahişesi olman pek kaçınılmazdı zaten."

"Ne saçmalıyorsun sen?" diye tısladım.

"Ah, hadi Amara." Kaşlarını kaldırdı. "Babam kolyenin anlamını bilmiyor olabilir ama ben çok iyi biliyorum. Tolga'nın yeni kızı olduğunu görmek pek şaşırtıcı, altına yatarken de bu masum ifadeni mi takınıyorsun? Yoksa sert mi seviyorsun?"

Bileğimi hızlıca avuçları arasından çektim ve kulağını çınlatacağına emin olduğum bir şekilde sol yanağına vurdum, etraftaki insanların bakışları umrumda değildi. Yaptığı imalar ve konuşma şekli iğrençti, aslında daha fazlasını hak ediyordu ama yeri değildi.

Yana dönmüş başını bana doğru çevirerek geriye yaslandı, kaşları çatıktı ama gülümsedi. "Bunu ödeyeceksin, biliyorsun, değil mi?"

"Siktir git Cenk."

Ayaklanarak kafenin çıkışına ilerledim, babam etrafta gözükmüyordu ama bunu umursamadım, ona sonra bir bahane uydururdum.

Yüzüme vuran soğuğu umursamadan seri adımlarla yürüken boynumdaki kolyeyi çıkardım ve sağ elimin avuç içinde tutarak sıktım.

Kandırılmış hissediyordum.

İhanete uğramış.

Olduğum meydanın ortasında durarak etrafıma baktım, kalabalıktı ama ben yalnızdım.

"Bak, yine vurdular seni sırtından." diye fısıldadı Mavi elimden tutarken. "Ama üzülme, biz onların kaburgalarını kalplerine sağlayacağız. Şifaları zehir."

***

Selam, selam, selam...

Bir bölümün daha sonuna geldik. Alin ilk kez yalnız hissetmedi, Cenk tokat yedi ve Amara kaldırıldığını öğrendi. Ben de sonunda şu kolyenin gizeminden kurtuldum.

Tolga'nın üstüne çok gelmeyin çünkü...

Nys..

Bu bölümü yazarken aynı anda Alin için bir sahne yazdım kenara ve çok üzüldüm, ben üzüldüm siz de meraklanın... Ay ama o sahnede Alin öyle bir cümle kuruyor ki... İçim gitti, içim. -Şeyda aşkım, sahneyi atmamı istiyorsan kalp bırak eheheh😂-

Haydi sorulara geçelim.

Alin, mutlu olabilecek mi?

Alin'in içindeki son bina ayakta kalabilecek mi?

Diyelim ki o bina yıkıldı, sizce kim yıkmış olur? - Lütfen özellikle bunu cevaplayın.-

Amara,Tolga'dan intikam alır mı?

Alır ama zamanını bekler diyenler +1'lesin.

Tolga, bunu neden yapmış olabilir?

Agah, bunu öğrenir mi?

Öğrenirse ne tepki verir?

Cenk ne zamana kadar dayak yemeden dayanır?

Sorular bu kadar ama ayrı bir şey de sormak istiyorum. Bildiğiniz üzere geniş bir karakter kadrosu var ve ben hepsinden size yazmak istiyorum ama öyle yaparsam Amara'nın ağzından okumayabilirsiniz bazı bölümleri. Yani bölüm içinde kısa kısa görürsünüz belki ama, o kadar yani.

İster misiniz?

Bence isteyin çünkü öyle daha iyi olur...

BÖLÜMÜ BİR TÜRLÜ PAYLAŞAMADIM, DELİRİCEM.

Sizi seviyorum. ♥️

CENK


LEYLA LİLEN

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top