25| Yükünü Nasıl Hafifletirim?
M: MUSTAFA KEMAL GÖK VE AMARA AYŞİN ÜLGEN.
Selam, sanırım çoğunuza yeni bölüm bildirimleri gelmiyor, umarım bu bölümün gelir. Aslında beni takip ederseniz bölümü attığım an panonda da duyurduğumdan sorun kalmaz...
İyi okumalar... <3
SINIR: 15 OY 100 YORUM
"Onun daha fazla yaşamasını istemiyorum."
Güneş gözlüklerinin ardından karşısındaki adama baktı Şimal, elleri kucağında sırtı dikti. Avuçları arasındaki notu sıktı.
"Nasıl bir şey istiyorsun?"
Kirli sakalını kaşıdı karşısındaki adam, adı Eriz'di ve öldürerek kazanmayı seviyordu.
"Acı çeksin," dedi omuz silkerek, bulundukları kafenin sözde varoş havasına surayını buruşturdu, çabucak bu işi halletmek istiyordu. "Ölümünün her anını hissetsin."
"En sevdiğim." diye gevşekçe mırıldandı Eriz ve ayaklandı. "Fiyatı ve diğer şeyleri bana mesaj atarsın."
Şimal, kısaca başını salladı Eriz ayaklanırken ve derin bir nefes vererek avuçları arasında sıktığı notu masanın üstünde bıraktı.
"Her günahkar aynı ateşte yanmaz ve Tanrı, soğuk sularını sadece cennete saklamaz.
Tanrı'nın ateşinde yanıp soğuk suyuyla yıkandım ama ona asla inanmadım.
Küllerimden doğmadım, küllerimden öldüm.
-Hatırlamadığın biri. "
Ezberlediği yazılarda tekrar tekrar göz gezdirdi, satırlardaki inci gibi yazının Mustafa Kemal'e ait olduğunu biliyordu. Onun için döndüğü, elindeki her şeyi istediğine adı kadar emindi ama ne olursa olsun onun kazanmasına izin vermeyecekti.
Aynı anlarda Alin seri adımlarla merdivenleri tırmanıyor, endişeyle bezeli bakışlarıyla etrafa bakıyordu. İstediği kata geldiğinde hastanenin ilaç kokusuna suratını buruşturdu ve koridorun sol tarafına dönerek yanından geçtiği her oda numarasını istemsizce mırıldandı.
Aradığı odayı bulduğunda girmeden önce soluklandı ve suratındaki endişeli ifadeyi sildi. Üzerinde mavi günlük bir elbise, beyaz kaban ve kısa topukluları vardı, saçlarını tepeden yarım at kuyruğu yapmış, hatta sanki hastaneye gelmemiş gibi makyajını da yapmıştı.
Aslında bunların hiçbirini yapmaya hali yoktu ama o bu hikayenin kötüsü olması gerektiğinin farkındaydı, arkadaşı hastanedeyken süslenip gelmeli, suratına sahte bir endişe çekmeliydi.
Kapının soğuk kulpunu kavrayarak duvarlarında sessizlik çınlayan odaya adımladı. Odada Amara hariç altı kişi vardı, bunlar Mustafa Kemal, Agah, Tolga Teoman, Enis, İnel ve Nova'ydı. Mustafa Kemal ve Agah, Amara'nın başındaydı. Mustafa, yatağın kapı tarafındaki, sağ taraftaki, küçük boşluğa oturmuşken Agah, sol taraftaki tekli koltuğa oturmuştu.
Alin, Agah'la göz göze geldi. Agah'ın bakışlarındaki soğuk boşluk onu ürkütürken ikisinin arasındaki sırı bozacak bir şey olmamalıydı, dikkatli olmalıydı. Hiç kimse Agah'ın Amara için yaptığını bilmemeliydi, yıllar önce Mustafa Kemal'i bulan Agah, Mustafa'ya onu, Amara'yı ararken bulduğunu söylemişti. Halbuki bu yalandı, zaten Mustafa Kemal'i arıyordu Agah.
Sakin adımlarla yatağa ilerledi, odanın sol köşesindeki koltuk takımında oturan diğerlerine başıyla selam verdi ama diğerleri ona boş boş bakmakla yetindi, hatta Tolga ona değil yatakta yatan Amara'ya bakıyordu. Alin, içinde bir şeulerin kırıldığını hissederken sadece göz devirdi ve Mustafa'ya doğru adımladı. "Geçmiş olsun."
Mustafa, ona sadece başıyla bir hareket yaparak dileğini kabul etti ve biraz geriye doğru kayarak Alin'in, Amara'ya yaklaşmasına izin verdi.
Amara'nın soluk yüzü görüş açısına giren Alin, ifadesizce ona baktı, kızın alnındaki hafif kırıklığı fark ettiğinde suratını buruşturdu. Kızın kafasını çartığını düşündü ama o kızarıklığın sebebi Azra'ya attığı kafaydı.
"Nesi var?" dedi ilgiyle, bakışları Mustafa'ya dönecekken gözleri Agah'la çarpıştı, adam ona kaşlarını çatarak bakıyordu, suratına sahte olduğu belli olan bir ilgi geçirdi hemen. Sonra aklına mutlu bir anısını getirerek gözlerinin mutlulukla patlamasını sağladı, bu konularda iyiydi, yıllar onu iyi bir oyuncu yapmıştı.
"Umrumda mı?" diye cevapladı onu hızlıca Enis, Mustafa'nın Alin'i tanımadığını düşündüğünden kendisi ters cevap vermek istemişti. Yanıldığının farkında değildi. Enis Mustafa Kemal'in Amara'nın abisi olduğunu daha saatler önce öğrenmişken Alin, zaten biliyordu. Bunun yanı sıra Mustafa, Alin'i, Amara ve Agah'ın ortak arkadaşı sanıyordu, Alin ile Amara'nın arasında esen soğuk yellerden haberi de vardı elbette Nova sayesinde.
Odadaki herkes Alin'in kötü biri olduğunu düşünüyor ve onun burada bulunmasından rahatsızlık duyuyordu, ama bilirsiniz istisnalar kaideyi bozmazdı. Tolga, Alin'in sakladığını bir şeyler olduğunu düşünüyordu, hatta emindi. Ona göre Agah'ın yanında olmak Şeytan'ın çıraklığını yapmaktı, ki haksız da sayılmazdı.
"Senin göt vermen gerekmiyor mu?" diye sordu geriye doğru adımlayarak Alin, bakışlarını İnel'in yanında oturan Enis'e çevirmişti. Odaya aniden yayılan gergin havayla Enis kısık sesle dudaklarındaki küfürü hırladı ve ayaklandı ama İnel, onu sol bileğini kavrayarak durdu.
"Zaten bok gibiyiz," diye mırıldandı yorgunca İnel, sabrının son demlerindeydi. "Olmayan huzurumuzu bozmak için geldiysen def ol, buradaki herkes senin Amara'yı sevmediğini biliyor."
Elbisesinin eteğini kavrayarak gülümsedi, sırtındaki küçük çantanın ağırlaştığını hissetmişti aniden, alayla kıkırdadı ve bakışlarını Amara'ya çevirdi. Kısa bir süre ona baktıktan sonra, "Siktirin gidin." diye tısladı bakışlarını Agah'a kaydırarak.
Alin, odadan çıkarken odadaki herkes artık Agah'ın da arasının Alin'le bozulduğunu düşünüyordu, ama bu önemsizdi. Gözlerle görünen yanılgıların arkasındaki gerçekler karanlık bir köşede sızlayan kemikleriyle ağlıyorlardı. Alin'in yürek çiçeği günden güne soluyordu.
Odadan çıkar çıkmaz titrek bir soluk bıraktı kadın, neden nefret edilen oydu? Neden herkes Amara'nın etrafında dört dönüyor, ona ise iğrenen, nefret dolu bakışlarla bakıyorlardı?
Melih*, üvey abisi, bile şu an başkasıyla birlikteydi, onu da kaybetmişti Alin. O hep kaybetmişti, önce ilk okuldaki şiir yarışmasını şimdi de benliğini; o her zaman kaybetmişti.
(Daha önce ad verdim mi hatırlamıyorum, verdiysem bike artık Melih abisinin adı.)
Merdivenlerin başına ulaştığında attığı afımla sendelrdi ve gelecek acıyı beklerken karnına sarılan kolları hissetti, boğazından yükselen acı hıçkırığı tutamayarak ağlamaya başlarken arkasındaki Tolga'yı umursamadı, karnındaki ellerin sahibinin kim olduğu umrunda değildi. Sadece ağlamalıydı.
"Yapamıyorum!" diye hıçkırdı Alin. Tolga, karnına daha sıkı sarılarak kadını göğsüne, çenesini ise kadının omuzuna yasladı.
"Neden Alin?" diye fısıldadı Tolga, renksiz sesiyle. Alin, kendisini tutan kişinin kim olduğunu anladığında ağlarken onu tutan elleri kavradı ve elleri çekmeye çalıştı. Tolga, buna izin vermeyerek geriye doğru adımladı, boş koridorda sadece ikisi varken sırtını duvara yasladı adam, kadının bakışları karşısındaki duvara odaklanmıştı. Sarsıla sarsıla ağlıyordu. "Neyi yapamıyorsun?"
"Siktir git!" diye hıçkırdı Alin onu bırakması için çırpınırken, adamın onun yanına neden geleceğini bilecek kadar akıllıydı, düşmanının düşmanını tanıyordu.
Tolga, daha fazla dayanamayarak Alin'i bıraktığında kadın yüzünü ıslatan yaşların izlerini ona sergilemek istercesine Tolga'ya döndü ve onu omuzlarından ittirdi. "Bana dokunma!" dedi taşan siniriyle, adam ona boş boş bakıyordu, belki biraz da alaylı. "Bulaşma tamam mı, bana? Bir de seni çekemem."
"Alin," diye mırıldandı Alin'in suratına doğru eğilerek. "Sana bulaşmama sen bile engel olamazsın."
Alin, afallayarak geriye doğru, çekildi. Soluğunu nefesteki Tolga'nın kokusu ve kadının suratına değen adamın nefesi onu gafil avlamıştı. Kaşlarını çattı. "Ona diz çöktüm Tolga," diye fısıldadı kendiyle alay edercesine. "Şimdi ölsem senin önünde diz çökmem."
"Benim önümde diz çökersen bu farklı bir şey için olur Alin." dedi alayla Tolga, kadının dudaklarından kısık sesli bir şaşkınlık nidası koparken adamın cümlesinin altındaki terbiseysiz anlamla gözleri büyüdü.
"Sen!" diyerek sağ elini kaldırdı ve Tolga'nın sol yanağına şiddetle vurdu Alin, adam onu engellemek için çabalamamıştı bile. "İğrençsin!"
Hiddetle arkasını dönerek gitti Alin, Tolga ise sağa dönmüş kafasıyla orada durdu ve bakışları yere takılı kalırken gülümsedi.
Kaostan zevk alan bir manyaktı.
***
Küçüklüğümden beri kalbim beni hep yarı yolda bırakırdı.
Koşamazdım, korkamazdım, heyecanlanamazdım veyahut sevemezdim ama elbette bunların çoğunu yapmıştım ve yapıyordum. Bunlar bana göre sorun değildi, olmamalıydı lakin oluyordu işte.
İlkokulda katıldığım koşu yarışında yarı yolda fenalaşmıştım, lunaparkta korku tüneline girdiğimde fenalaşmıştım, Tolga'yla ilk karşılaşmamızda ve onu sevdiğimi anladığımda fenalaşmıştım.
Ben ne zaman hislerimi özgürce yaşasam fenalaşmıştım.
Son yıllarda kullandığım ilaçlar sayesinde iyi gidiyordum, biraz uyuşuk gibiydim ama iyiydim işte, lakin son aylarda kafam o kadar dolu oluyordu ki ilaçlarımı kullanmak aklıma gelmiyordu.
Yattığım yumaşak yüzeyde hafifçe kıpırdanarak gözlerimi aralamaya çalıştım, kulağıma boğuk, anlamsız konuşmalar doluyordu. Saçlarımda gezinen ellerin sahibiyle gözlerim tamamen açıldığında göz göze geldim, yorgun ve uykusuz gözüküyordu.
"Kesin sesinizi!" dedi arkasına dönerek Agah, sesi suyun altındaymışım gibi geliyordu, anlamsız boğuk sesler kesildiğinde diğerlerini gördüm. Kulaklarımın uğuldaması yavaş yavaş azalırken hepsi yatağın yanına doğru yanaştı. Nova, Mustafa Kemal'e yaslanmış bana bakıyordu. Enis ile İnel ise sadece yan yana duruyordu, Enis biraz sinirli gözüküyordu ama bunu umursamadım, hastaydım ben.
"İyi misin?" diye sordu samimiyetle Nova, Enis'teki bakışlarımı ona çevirdim ve dudaklarımı yaladım. "Bir gündür uyuyorsun."
Ona cevap vermek için ağzımı araladığımda boğazım susuzlukla acıdı ve bakışlarımı Agah'a çevirerek, "Su." diye fısıldadım.
Bana hızlıca su verdiğinde kana kana içtim. "İyiyim." dedim baygın bakışlarla. "Öğrendiniz mi?"
Onlar cevap veremeden odaya doktor ve hemşir girdi, doktor ve hemşirle ilgilenmedim. Kriz geçirmişim bla bla, kalp için sıradaymışım bla bla, ilaçlarımı kullanmalıymışım bla bla. Ben bunları ezbere biliyordum.
Dakikalar sonra sırtım Agah'ın göğsüne yaslıydı ve saçlarınla oynuyordu, serumum bittiği zaman çıkışımı yapacaktık, çocuklar köşedeki koltukta oturuyorlardı.
"Çok mu korktunuz?" diye sordum Nova'ya bakarak.
Mustafa'nın omuzuna kafasını yaslamıştı ve sevgilisinin elleriyle oynuyordu, güzel duruyorlardı.
"En son abimi öyle bulduğumda bu kadar korkmuştum." Omuz silkti. "Korktuk tabii."
Bakışlarım boşluğa düştü kısa bir süre, abim olsaydı şu an büyük bir sevgiyle saçlarımı okşardı, belkide hastanede değilde evimizde olurduk.
"Ne çok dram seviyorsun sen öyle ya." dedi alayla Mavi, göz devirdim. Yatağın sol tarafındaki koltukta oturuyordu, koltuğun kolçağında Ayşin de vardı, hayran hayran Agah'a bakıyordu.
"Alnın neden kızarmıştı?"
Yere dalan bakışlarımı aniden Mustafa Kemal'e çevirdiğimde gerildim, sırtım Agah'ın göğsüne yaslı olduğumdan gerildiğimi anlamış olmalı ki saçlarımdaki elleri duraksadı.
"Bugün," diye mırıldandım, Agah'ın nasıl bir tepki vereceğini bilmediğimden çekiniyordum. Beni yeni bulmuşken kaybedeceğini duymak ondan nasıl bir tepki yaratırdı kestiremiyordum. Tamam, işim bittiğinde onu bırakacaktım ama bu aylar sonra olur diye düşünmüştüm. "Azra'yla karşılaştık, saçma sapan konuştu." Enis'in kaşları çatılırken oturduğu yerde doğruldu. "Bende ona kafa attım."
Odada yaşanan kısa sessizliğin ardından hepsi aniden gülmeye başlarken, Agah kıkırdıyordu ama Enis gülmüyordu, ben ise zorla sırıtıyordum.
"İyi yapmışsın," dedi Nova. "Hak etmiştir kesin."
Kafamı sallayarak onu onaylarken gözlerim Enis'teydi. "Ne dedi de bu kadar sinirlendin?"
Hepsi beklentiyle bana bakmaya başladı, Agah artık saçlarımla oynamıyordu.
"Bir şeyler dedi işte." diyerek kaçmaya çalıştığımda işe yaramayacağını elbette biliyordum ama son çırpınışlardı işte.
"Ne dedi güzelim?"
Kucağındaki ellerle oynamaya başladım. "Çok eğleneceğiz ya." diye coşkuyla kıkırdadı Mavi, elimin tersiyle ağzına çarpasım geldi.
"Annem," dedim nefretle. "Onun annesi ile konuşmuş, onun," Hafifçe Agah'a doğru döndüm. "Yani Azra'nın abisi, Cenk var," Agah'ın kaşları çatılırken saçlarımdaki elini çekti. "Annem, beni onunla evlendirmekle ilgili konuşmuş, şirketlerin birleşmesi için ama evlenmeyeceğim. Cenk ayyaş ve bağımlı, bu sadece saçmalık."
Artık diyecek bir şey bulamadığımda tepkisini izlemek istercesine gözlerinin içine içine baktım. Kaşları daha da çatılırken dudaklarını yaladı.
"Sakinim," diye mırıldandı yumruklarını sıkarken, derince bir soluk verdim. Aslında tam olarak onun tepkisinden değil de onun verdiği tepkinin doğuracağını sonuçlar beni endişelendiriyordu, Şimal'in tepkisini düşünmek... "21.yüzyıldayız, annen farkında mı?"
Sinirlendiği belliydi ama kendini tutuyor ve olabildiğince sakin görünmeye çalışıyordu, çocuklar koltuklarda bu konuyu konuşuyordu, Agah gülümseyerek tekrar beni göğsüne çekti ve kulağıma, "Halledeceğiz güzelim." diye fısıldadı.
"Bu saçmalık." dedi Mustafa Kemal, fazlasıyla sinirli duruyordu, "Annen bir-"
Sözlerini tamamlamaması için Nova, Mustafa'nın elini kendine doğru çektiğinde bunu umursamadım, istediğini diyebilirdi. Zaten sonunda eminim Mustafa Kemal bile olanları öğrenecekti.
"Aslında," diye mırıldandım Agah'ın avuç içini öpmeden önce, tamamen içimden gelen bu davranış onun donmasına sebep olmuştu. "Aklımda birkaç şey var istedikşerini yapamasın diye."
"Nasıl yani?" dedi Enis, İnel'e sırnaşarak. "Annene bir şey yapmayı mı planlıyorsun?" Bastırdı. "Annene?"
"Uzun uzadıya anlatmak istemiyorum, Şimal benim annem değil."
Odada kısa bir sessizlik yaşandığında devam ettim. "Bir de süpriz yumurtadan çıkmış bir abim var falan."
"Kek tarifi veriyor sanki," diye homurdandı Mavi. "Salağa bak."
Mustafa Kemal, aniden ayaklanarak odadan çıktığında şaşkınlıkla kaşlarım kalktı. Nova da peşinden gitti, ne olduğunu anlamamıştım.
Dudaklarımı sıkıntıyla yaladım, ne zaman anlamlandıramadığım şeyler olsa altından bir şeyler çıkıyordu.
***
Odayı içindeki sinir ve kendine bunu yedirememe duygusuyla terk eden Mustafa Kemal koridorun duvarına sırtını verdi ve sakinleşmeye çalıştı, sevgilisi Nova da karşı duvara sırtını yaslamıştı.
"Ben yapamıyorum böyle." diye fısıldadı, duyguları karman çorman olmuş, boğazına dolanmıştı. "Ben yapabilirim sandım ama olmuyor, kardeşime sarılıp geçeceğini söyleyemiyorum."
"Amara seni anlar," dedi büyük bir ciddiyetle Nova, hüzün dolu bakışları sevgilisinin suratında geziniyordu. "Anlar ki o seni, zorundaydın."
"Ben ona nasıl anlatırım ki?" diye hıçkırdı. "Nasıl kaldırır?"
"Yükünü hafifletmek için sen varsın."
"Annem," diye hıçkırdı Mustafa Kemal. "Annem onun bir oda üstünde, ona yakın ama uzak. Onu tanımıyor, sesini bilmiyor ve belki asla duyamayacak, ona sarılamayacak. Ben nasıl hafifleteyim bu yükü?"
Nova, Mustafa'nın yanına doğru adımlayarak omuzlarından tuttu ve koca adamı göğsüne çekti, koridorda bulunan bir iki kişi onlara bakıyordu ama bu ikisinin de umrumda değildi.
Her saniye ölen bir ruhun çürüyen bedenini özlemek insanı yoruyordu, Mustafa çok yorulmuştu. Oradaydı, hâlâ yaşıyor, titrek solukları acıyla kırılmış göğüs kafesini titretiyordu ama belkide uyanmayacaktı.
Ölümün ne ne zaman geleceği belli olurdu ne de senden kimi alacağı. Mustafa Kemal, onu göğsünde büyüten annesinin makinelere bağlı olmasını değil, sabahları uyandığı yumuşak yatağına bağlı kalmasını istiyordu.
Ölümü düşleyen bir kadın için yaşam diliyordu, beyhude göz yaşları suratını yıkarken, göğsünde bir sıkışma hissediyordu adam.
Onun ölmek istediğini biliyordu, ama bencilce yaşama tutunmasını diliyordu.
****
O kadar ne yazdığımı bilmediğim bir bölümdü ki... Gerçekten kafam çok dolu ve bu beni delirtiyor.
Şu an kırgın ve aklı karışığım, bugün biraz kafamı boşaltıp diğer bölümü hemen yazmaya çalışacağım ki daha uzun olsun.
Bölüm hakkındaki düşünceleriniz?
Tolga yine ne yapıyor?
Amara ve Mustafa'nın annesi, şu an bulundukları hastanedeymiş, sizce ne oldu ona?
Alin, haklı mı?
İnel, Enis'in bileğini tutmasamıydı?
İnel ile Enis'ten sahneler yazmamı ister misiniz?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top