22|Hoş Buldum
Aklınızdaki kitapla ilgili soruları bu satıra yazar mısın lütfen?
M: Zengin Agah...
SINIR: 13 oy, 55 yorum Sınır geçilmezse haftaya bölüm atmayacağım. Bir bölümü 50-60 kişinin okuduğu gözüküyor ama oylar yerde sürünüyor, iki saniye oy vermek size bir şey kaybettirmez. Saatlerce siz bölüm istiyorsunuz, merak ediyorsunuz diye yazıyorum ama hakkımı da istiyorum yani.
Hatam varsa affola.
İyi okumalar... <3
Genç adam dudaklarına dayadığı soğuk biradan büyükçe bir yudum alarak gözlerini etrafta gezdirdi, siyahlarının akı kızarmıştı ve gözleri yorgun bakıyordu ama buna rağmen geceye devam ediyordu.
Saat fazlasıyla geçti, sol bileğindeki saate baktı. "02.36." diye mırıldandı. Elindeki şişeyi yuvarlak masadaki çerez tabaklarının yanına bırakarak alt dudağını ağzının içine alarak emdi.
"Mustafa Kemal."
Yüksek sesli müziği delip geçen sesle bakışları sağ omuzunun üzerinden arkasına döndü, bardaki tek tük kalabalığın arasındaki kızıl saçlı kızın ona gelişini izledi, kızın ela gözleri gözlerine tutunduğunda genç adamın dudaklarında küçük bir tebessüm filizlendi.
"Gelmeyecektin?" diye sorarcasına konuştu Mustafa Kemal, kız kızıl saçları arasından parmaklarını geçirerek omuz silkti. Mustafa Kemal, kafasını sallayarak güldü ve kızı kolunun altına alarak göğsüne çekti.
"Bugün bayağı kötü geçti," diye mırıldandı adamın beline sarılarak. "Enis ile İnel'in yanına uğradım, çok kötülerdi ve beklemediğim bir olay da olmuş ben gelmeden önce."
Adamın kaşları çatıldı ve çenesini kızın kızıl saçları arasına yaslayarak bira şişesini eline aldı.
"Ne olmuş?"
"Esva da oradaydı," dedi kulağına doğru yükselerek, saat geç olduğu için müzik sesi daha kısıktı ama adamın duyamayacağını düşünerek bunu yapmıştı. "Salya sümük ağlıyordu, ben içeriye girerken İnel çekip gitti, ben de Tolga'dan öğrendim ne olduğunu." iç çekti kız. "Esva'yı zar zor gönderdim oradan, bok gibi bir gündü anlayacağın."
Adam gülerek kadının dudağına küçük bir öpücük bıraktı. "Bu dudaklara küfür hiç yakışmıyor Nova," diys fısıldadı kızın kulağına, sonra geriye doğru çekildi. "Bunların Amara ile bağlantısı ne?" diye bıkkınca sordu Mustafa Kemal, Nova'nın boşuna bunları anlatmayacağını biliyordu.
"Esva'nın bu hale gelmesine sebep olan oymuş." dedi adamın elindeki bira şişesini alıp kendi dudaklarına dayamadan önce, soğuk biranın tadını daha iyi almak için dudaklarını yaladı. "Ortalık daha da karışacak anlayacağın. Esva, ne kadar hanım hanımcık gözükse de tam bir kaşardır. Amara'nın bir açığını bulma çalışmalarına başlar yakında," kız kıkırdadı. "Tabii öncesinde kendi yasını tutmalı."
"Bir o eksikti anasını satayım." diye homurdandı Mustafa Kemal.
"Ne zaman ortaya çıkacaksın?" diye sordu Nova, bunu çok merak ediyordu.
"Şimdi değil," dedi kızın saçları arasına küçük bir öpücük bırakarak. "Amara, birçok şeyi öğrendi, Agah'ın dediğine göre. Eğer düşündüğüm şeyi yaparsa ortaya çıkacağım, eğer yapmazsa biraz daha bekleyeceğim."
"Sen öyle diyorsan." diye homurdandı Nova. "Agah'ın ne yapacağını çok merak ediyorum," diye hızla devam etti konuşmasına, genç adam göz devirdi. "Tolga ile karşılaşmamaları büyük kayıp."
"Aynen aynen," diye homurdandı Mustafa Kemal. "Karşılaşsalar da bana kalmadan kendileri sikse birbirlerini."
"Agah, Tolga'yı gördüğü yerde ağzına sıçacak zaten. Dört gözle bunu bekliyor."
"O pezevenge söyle benim için de vursun." derken eli kızın çıplak göbeğine doğru indi.
"Bunu sen de söyleyebilirsin, biliyorsun, değil mi?"
"Benim daha önemli işlerim var, bebeğim." dedi ve kızın dudaklarına kapandı.
***
"Evet, onu gördüm." diye bağırdı kulağına dayadığı telefona doğru. "Tamam yapacağım ama bundan ne çıkarım olacak."
"Avuçlarımdaki sırrın artık avuçlarımda olmayacak, Çisem." dedi hırıltılı sesiyle karşı taraf. "Sadece dediklerimi yap."
"Bunu yaparsam sana o günlüğü vermeyeceğimi biliyorsun, değil mi?" dedi Çisem son bir çare, bu gece yaşanacakları hep hayal etmişti ama böyle olmasını da istemiyordu.
"Boşa nefesini tüketme, günlüğü de istediğimi söylemiştim."
Çisem, karşı tarafı onaylayan bir kaç mırıltı çıkardı ve telefonu kapatarak altındaki kırmızı, kısa eteğin gizli cebine koydu. Adamın olduğu yere kısa bir bakış atarak üstünü düzeltti, üstündeki düğmeleri açık kırmızı-siyah oduncu gömleği onun içindeki siyah cropu ve ayağındaki botlarla her zamanki tarzındaydı.
İç çekerek terleyen ellerini eteğine sildi ve bar tezgahının üstündeki içkisine son bir bakış attı, kafasının güzel olmasını istemiyordu.
İnsanların arasından geçerek tek başına oturan adamın yanına ilerledi ve kendini adamın yanına bırakarak bacak bacak üstüne attı.
"Selam." diye bağırdı elini adamın omuzuna yaslayıp ona eğilerek, adam kızarmış gözlerimi ona çevirdi, gözlerinin çevresi de kızarmıştı.
"Selam." dedi birkaç harfi yutarak adam, gözlerini kısarak buğulu bakışlarıyla kızın kim olduğunu anlamaya çalıştı.
"Nasılsın?" diye fısıldadı kulağına doğru tamamen eğilerek, dudakları adamın kulağına değdi. Adamın saçlarından gelen yoğun kokuyla gözleri dolarken geriye doğru çekildi.
"Bok gibiyim." diye mırıldandı İnel gülerek, soğuk parmak uçlarıyla gözlerini ovdu ve kıza daha dikkatli baktı.
Kızın koyu kahve gözleri ve omuzlarının biraz altına gelen dalgalı, siyah saçlarında göz gezdirdi.
"Ben seni tanıyor gibiyim ya." dedi ve avuç içleriyle suratını sıvazladı.
"Enis'i arıyorum." diye mırıldadı kız burnunu çekerek.
"Hayır," hıçkırık. "Beni böyle görürse üzülür." birkaç yutulmuş harf.
Çisem, onu dinlemeden telefonunu çıkardı ve Enis'e kısa bir mesaj yazarak konumla birlikte gönderdi.
"İnel," diyerek adamın yüzünü kavradı. "Seni çok seviyorum, seni gerçekten çok seviyorum ama yapamam. Bu kadar iğrenç bir insan olamam," kafasını salladı. "Nova'nın günlüğünü de vermeyeceğim," derken gülerek burnunu çekti. "Yakacağım hatta."
"Ne diyorsun?" diyerek peltek peltek konuştu İnel, kızın söylediklerini anlayamıyordu.
Kız, sıcak ellerini adamın yüzünden çekerek gülümsedi ve yanağındaki yaşları sildi.
"Bunları hatırlayacağını biliyorum," diye mırıldandı adamın çenesindeki küçük çukuru öperek, yüzünü geriye doğru çekti ve ellerini adamın omuzuna indirdi. "Evet, beni tanımıyorsun ama ben seni tanıyorum ve çok seviyorum. Bu dış görünüşle kesinlikle alakalı değil İnel, ben senin nasıl biri olduğunu biliyorum ve seni seviyorum ama artık bunu yapamam."
Çisem, titreyen sesini zapt edemediğinden duraksayarak yutkundu ve derin bir nefes aldı.
"Seni sevemem, tamam, elbette buna ben karar veremem ama asla beni sevmeyecek biri için de çabalayamam. Bu çok beyhude olur. Benim için çok değerlisin ama benden de değerli değilsin ya. Sadece bir saat önce nefret ettiğim kitap karakterlerine dönüştüğümü de fark ettim hem," kırıkça gülümsedi ve yanağından süzülen yaşları hisseti."Neden, diye sordum kendime. Neden insanların hayatını onlar için zorlaştırmaya çalışıp, kendi hayatımı da aslında onlarla birlikte dibe çekiyorum?"
İnel'in ona bakan boş bakışlarıyladolu gözlerle bir an kıkırdadı, ilk kez bu kadar açıktı.
"Artık böyle olmayacağım ve İnel, lütfen ama lütfen Esva'yı hayatınızdan tamamen sil." ellerini omuzlarından çekerek kucağına koydu. "O çok kötü biri, çok bencil, nasıl aynı kandan olduğunuzu hâlâ anlayamıyorum."
"Enis, geldi." diye mırıldandı kıkırdayarak İnel, bakışları Çisem'in omuzunun üstündeydi. Çisem, yavaşça Enis'e doğru döndü. Enis, İnel'in yanına oturdu ve onu fazlasıyla özleyen İnel hızlıca beline sarılıp kafasını göğsüne gömdü. Birkaç dakika içinde sızacaktı.
"Teşekkür ederim." dedi yorgunca Enis, Çisem gülümseyerek ayaklandı.
"Lütfen sizi hiçbir şeyin ayırmasına izin vermeyin." iç çekerek dolu gözlerini kaçırdı kadın. "Siz çok güzelsiniz ve insanlar güzel şeyleri hep kıskanır Enis."
***
Tüm insanların içinde kötülük vardı ama sadece bazı insanlar bu kötülüğü kullanmayacak vicdana sahiplerdi.
Kötülük her yerdeydi ama iyilik de peşindeydi.
Bir kadın elindeki mektubun pürüzlü yüzeyindeki dolu bakışlarını ona sırtını dönüp giden adama doğru çevirdi, ne mektup onundu ne de adam. Belki de bu yüzden göğsündeki acı vicdanını alaşağı etti ve acı, kötülüğün kaburgası kırık yol arkadaşı oldu.
Gökyüzü, çoktan aydınlanmıştı ama karamsar hava bunu saklamak istiyor gibi kapalıydı. Balkonumda, üstümdeki ince, beyaz gecelikleydim ve üçlü koltukta uzanmış göğe bakıyordum.
Dün olan saçma şeylerden sonra oradan ayrılmış, eve gelmiştim, ne babam evdeydi ne de Şimal. Onların yokluğundan faydalanarak birkaç saçma program seyretmiştim ya da seyredememiştim çünkü zihnimde bir ses yüzüme bas bas Enis'in dediklerini bağırıyordu.
Ona çok kırılmıştım, ona gerçekten, hayatımda hiç kırılacağımı düşünmeyeceğim kadar kırılmıştım ve bu can sıkıcıydı. Evet, canı yanmıştı, canı çok yanmıştı ama canını ben yakmamıştım ki. Neden elindeki hançeri benim göğsüme saplamıştı?
"Bunu ona ödetmeliyiz." diye mırıldandı karşı koltukta oturan Mavi, Ayşin de oradaydı, kafasını Mavi'nin kucacğına koymuş uzanıyordu.
"Hayır," diye fısıldadım kafamı sallarken, bunu istemiyordum, bunu hak etmiyordu. "Üzgün olduğu için öyle söyledi."
"Ama Tolga onu sevdiğini öğrendi," dedi şaşkınlıkla, benden daha çok kızgındı. "Enis'e bunu ödetmeliyiz."
"Şu an Agah'layım," dedim iç çekerek. "Yani Tolga için bir şeyler yapmam gereksiz olur, belki en sonunda yaparım bir şeyler."
"Tolga'yı hiç sevmiyorum." dedi Ayşin, Mavi göz devirerek onun saçını çekti.
"Sen zaten Agah, diye diye öleceksin." Homurdandı. "Ya sen bir şeyler yapana kadar başkasını severse."
Bakışlarımı gri bulutun yüzeyinde gezdirirken duraksadım. Tolga, başkasını sever miyidi?
Sevmemeliydi.
"Hey şeye aynı anda sahip olamazsın." dedi alayla Mavi, duraksadığımı fark etmişti ve kararsızlığım hoşuna gidiyordu. "Birini kazanırsan diğerini kaybedersin."
Hiddetle uzandığım yerden doğruldum, çıplak ayaklarım soğuk mermerle buluştuğunda titredim ama bunu göz ardı ettim.
"Tolga'yı," Yutkundum. "Tolga'yı kaybetmem ki ben."
"Sen, gözlerindeki yıldızlarla sana bakan küçük Agah'ı bile kaybetmiştin." Göğsümde bir şeyin acı acı titrediğini hissettim. "Şu an yanında olmayan Tolga'yı nasıl kaybetmeyesin? Bak, Tolga yanında değil. O gün gitti ve bir kere bile yanına gelmedi, seni istemiyor işte."
"Senden nefret ediyorum." diye mırıldandım ve dedikleri canımı yakarken soğuk balkonu terk ederek odama girdim. Balkonun kapısını kapatırken Mavi, bana sol omuzunun üstünden bakıyordu.
Bunu umursamadım ve yatağımın sol tarafına uzanarak komodinin üzerindeki telefonu elime aldım, Enis'ten bir sürü mesaj vardı. Tebessüm ettim.
Kimden: Enis.
Özür dilerim.
Öyle söylememeliydim biliyorum ama düşünemedim.
Lütfen beni affet, lütfen.
Amara, gerçekten öyle söylemek istemedim ama düşünemedim işte o an. Kafayı yemiş gibiydim, o an Tolga bile suçluydu gözümde.
Esva'nın böyle bir şey yapacağını asla bilemezdim, o İnel'in kardeşiydi.
Beni affetmen için her şeyi yaparım.
Kötülüğünü istemedim o an, aniden ağzımdan çıktı.
Sana ihtiyacım var.(08.59)
İç çekerek telefonu kitledim ve komodine koydum, son mesajı atalı neredeyse yarım saat olmuştu ama diğer mesajlar dünden kalmaydı.
Sırt üstü dönerek tavanıma baktım, bana ihtiyacı vardı.
Tolga'nın belki onu sevdiğimden haberi vardı ama bunu söylemesi çok yanlıştı, yataktan kalkarak dolabıma doğru ilerledim ne olursa olsun bana ihtiyacı vardı. İlk kez biri bana ihtiyacı olduğunu söylüyordu.
Dolabımın kapağını sağa doğru sürükleyerek açtım ve katlı duran buz mavisi, yüksek bel ve yırtıklarla dolu kot pantolonu yatağımın üstüne attım. Askılarda kısaca göz gezdirerek siyah, köprücük kemiklerimi açıkta bırakacak kısa bir üst aldım, kolları bol ve tüldendi.
Üstümdeki geceliği sıyırıp yatağın üstüne attım ve pantolonu bacaklarımdan geçirerek düğmelerini ilikledim, beli tam oturan pantolonun geri kalanı boldu.
Üstü giyerek içinde kalan saçlarımı çıkardım, belim artı olarak göbeğim birazcık açımta kalıyordu ama bunu umursamadım ve dolaba dönerek sağ taraftaki kapakları sol tarafa kaydırdım, birbirinden farklı renk ve model olan topuklu ayakkabılarla dolu olan raflarda göz gezdirdim bir süre.
Çivi üstünde yürümek... Çok güzel... Çok...
Siyah, parlak bir stiletto bana beni al diye fısıldadığında onu aldım ve yatağa oturarak giydim. Özel davetlerde, partilerde çoğunlukla topuklu ayakkabı giydiğim ve denge konusunda da iyi olduğum için yürüyüşüm gayet iyiydi ama rahat değildi işte.
Ayaklanarak odanın kapısına doğru ilerledim, kalıya sabitlenmiş askılıkta asılı olan kemerleri inceledikten sonra aralarından hoş olan bir tanesini alarak belime geçirdim. Yatağın üstünde bıraktuğım telefonu pantolonun arka cebine koyduktan sonra ofamdan çıktım ve dikkatlice merdivenlerden indim.
Alt kattaki diğer odama girerek kapıyı kapattım ve değişen odada göz gezdirdim. Şimal, odayı tam bir giyinme odasına çevirmişti. Çantalar, ayakkabılar, takılar ve diğer her şey için ayrı ayrı dolaplar yaptırmıştı. Test kitaplarım ve diğer istemediği eşyalar hizmetlilerin kaldığı kattaki boş bir odadaydı. O eşyaların o kata layık olduğunu söylemişti.
İç çekerek çantaların olduğu bölümde durdum ve beyaz Chanel marka bir çanta alarak makyaj masasına ilerledim. Kenardaki taraklardan birini alarak saçlarımı düzgünce topladım ve tepeden sıkı bir at kuyruğu yaptım, en sevdiğim rimele uzanarak kirpiklerimi kıvırdım ve dudağıma mat kırmızı bir ruj sürerek gülümsedim. Sabah uyanır uyanmaz duş alıp dişlerimi fırçaladığım için mutluydum, bir onlarla uğraşmayacaktım. Aynadaki aksime memnuniyetle bakarken parfümlerden birini alarak boynumdaki nabız noktalarına, omuzlarıma ve el bileklerimin nabız bölgesine sıkarak ayaklandım.
Çantanın kayışını omuzuma geçirip ceketlerin olduğu dolabın kapağını açarak üstünle uyumlu bir ceket aldım ve bileğimle dirseğimin arasında tuttum.
Odadan çıkıp merdivenlere ilerlerken babamın ve Şimal'in odasından gelen seslerle durdum.
"O çocuğun, kızımın yanına yaklaşmasını istemiyorum." diye bağırdı Şimal, normalde seslerini duymam imkansızdı ama kapılarının önünde olduğumdan dolayı net bir şekilde duyuyordum. "Nasıl buraya geri dönebilir?"
"Buna engel olamam," dedi babam gergince. "Onlar öz kardeş."
"İstemiyorum." diye bağırdı. "Mu-"
"Yeter!"
Babam sesini hafifçe yükselterek onu susturduğunda keskince nefeslendim, abimin adını söyleyecekti. Kapıya yaklaşarak devam etmesi için bekledim, etmedi hatta kaşıya doğru gelen adım seslerini duydum. Topuklularımın ucunda koşarak merdivenlere ilerledim, bir basamak inmiştim ki odalarının kapısı açıldı.
"Kızım?"
Gülümseyerek babama doğru döndüm, babam bana doğru kollarını açarak geldiğinde gülümsemem daha da büyüdü ve kolları arasına girdim. Ona sarılırken Şimal'i gördüğümde yüzümdeki gülümseme tekledi ama solmadı.
"Yüzünüzü gören cennetlik babacığım." dedim koluna girerek, gülümseyerek bana eşlik etti.
"İş güç var kızım biliyorsun," dedi bıkkınlıkla. "Sen çok güzel olmuşsun, ben yokken manken mi oldun yoksa?"
Şımarıkça kıkırdadım. "Bilemiyorum." dedim ve arkamızdan gelen Şimal'in beni duyması için hafifçe ama anlaşılmayavak kadar sesimi yükselttim. "Annemden geliyor bence güzelliğim."
Merdivenlerin sonunda babam aniden duraksadığında sanki bunu fark etmemişim, hatta ben kendim durmuşum gibi davrandım, Mavi babamın arkasındaki duvara yaslanmış gülümsüyordu, Ayşin ise ortalıkta yoktu.
"Evet," dedi babam iç çekerek. "Annen gibi çok güzelsin."
Bakışlarımı sol doğru çevirip Şimal'e gülümsedim, sanki babamın ondan bahsettiğini sanıyormuş gibi davranıyordum, bildiğimi bilmiyorlardı ama buna rağmen Şimal'in yüzünün kızardığını gördüm. Babama doğru döndüm.
"Kurslarının saatlerin telefonuna gelecek bugün," diyerek babamın omuzuna tutundu Şimal, ince askılı lacivert bir elbise giymişti ve makyajı daha sadeydi. "Sevmediğin birkaç kurstan kaydını sildirdim ve istediklerine yazdırttım seni."
"Teşekkür ederim," dedim ve göğsümden yukarısının buz tuttuğunu hissederken devam ettim. "Anne."
"Bir şey değil, canım."
Canın çıksın.
"Ben malesef kahvaltıda size katılamayacağım," derken merdivenlerden tamamen indim. "Arkadaşlarıma sözüm var."
Babamın itirazları arasında evden zar zor çıktım ve hızlı adımlarla otoparka giderek arabama bindim. Çantamı ve ceketimi yolcu koltuğuna bırakarak telefonu arabaya bağladım ve Enis'i aradım.
Telefon ilk çalışta açıldığında iç çektim ve tebessüm ettim.
"Amara?"
"Nerdesin?" diye sordum hızlıca, karşı taraftan gelen kırılan cam sesiyle kaçlarım kalkarken kırmızı ışıkta durdum.
"İnel'deyiz." dedi kısıkça. "Geliyor musun?" diye devam etti heyecan ve mahçupça.
"Kim var?"
"İnel, Tolga ve Çisem."
Yanan yeşil ışıkla hareket ederken son duyduğum isimle aniden fren yaptım, kafası mı güzeldi bu çocuğun?
Arkamdan korna basan arabayla tekrar hareket ettim. "Çisem, ne alaka?"
Derin bir nefes alıp verdi. "Geldiğinde anlatsam."
"Pekala." diye mırıldandım.
Bluzumun içinde kalan kolyenin tenime battığını hissettiğimde rahatsızlıkla suratımı buruşturdum ve kolyeyi dışarıya çıkardım, tam o anda telefonum çaldı. Arayan Agah'tı, dikiz aynasından arkadaki hareketliliği fark ettim. "Agah arıyor!" diye heyecanla bağırdı Ayşin, gözlerimi devirerek aramayı cevapladım.
"Efendim?"
"Kahvaltı?" diye sordu hemencecik.
"Malesef Enis'in yanına gitmeliyim," yanağımın içini dişledim. "İstersen sen de gel, sonra birlikte kahvaltıya gideriz."
"Olur," dedi durgunca, sesi az önceki gibi değildi. "Konum atarsın."
"Görüşürüz."
"Görüşürüz."
Telefonu kapadığında, Mavi, arka koltuktan kafasını öne doğru uzattı. "Tolga ve Agah," kıkırdadı. "Yan yana."
"Hasiktir!" diye fısıldadım dehşetle.
İkisinin arası nasıldı bilmiyordum ama iyi olduğunu düşünmüyordum, umuyordum ki Tolga, benim onların üvey kardeş olduklarını bilmediğimden bunu belli etmek istemezdi. Alt dudağımı dişledim, Enis ve İnel'in de bu durumdan haberdar olmadığına emindim.
Agah, Alin'le birlikte yanımıza geldiğinde Enis ve İnel, herhangi bir tepki vermemişti, sadece Enis onun Agah Ak olduğunu öğrendiğinde şaşırmıştı çünkü Agah, bayağı ünlü bir iş adamıydı.
Birkaç dakika sonra arabayı park ederek indim ve içeriye girerek yukarıya çıktım, Agah da birazdan burada olurdu.
Kapıyı bana Çisem açtı, mutlu gözüküyordu. Üstünde asker yeşili kargo pantolon, beyaz, ince askılı tişörtü vardı, tişörtü pantolonun içine sokmuştu ve ayağında postalları vardı.
"Selam?" dedim içeriye girerek, kapıyı kapatarak hafifçe gülümsedi, ondan uzun duruyordum.
"Selam."
Önünden geçerek salona doğru ilerledim.
Enis, üçlü koltukta tek başına oturuyordu, ellerini dizleri arasına almış kapalı televizyon ekranına bakıyordu, eşofmanı ve gri tişörtüyle çok paspal gözüküyordu.
Bakışları topuklu seslerimle bana döndü, suratındaki boş ifade yerini çok hafif bir gülümsemeye bırakırken yanına oturdum, aslında o bir uçta ben diğer uçtaydım.
"Hoş geldin." dedi, sesi kısıktı.
"Hiç uyudun mu?" diye sorarken karşımızdaki ikili koltuğa oturan Çisem'e bakıyordum.
"Hayır." dedi gözlerini ovarak, sol işaret parmağındaki yara bandını fark ettim.
"Gel," diyerek ellerimle baldırıma vurdum, beni ikiletmeden kafasını kucağıma koydu, saçlarını okşamaya başladım. "Seni hâlâ affetmedim."
Çisem'e kısa bir bakış attım, kaşlarını çatarak kolyeme bakıyordu, düşünceli görünüyordu.
"Biliyorum," dedi esneyerek gözlerini kapatırken. "Hak ediyorum."
"Hak ettiğinden değil," dedim alayla, hafifçe saçlarını çekiştirerek. "Can sıkıntısı."
"Hı hı." diye mırıldandı, tırnaklarımla saç diplerine baskı yaptım. İnel'in saçlarını okşadığı zaman bunun onu rahatlattığını söylediğini hatırlıyordum.
Bakışlarımı ondan alarak Çisem'e baktım, kolyemdeki bakışlarını suratıma çevirdi. "İnel ve Tolga, neredeler?"
"İnel, dün çok içti, kusuyor şu an. Yanında Enis'i istemediğinden Tolga, onun yanında."
Kaşlarımı çattım. "Neden Enis'i istemedi ve sen neden buradasın?"
Omuz silkti. "Büyük ihtimalle Enis üzülmesin, diye istemedi." at kuyruğu yaptığı saçlarındaki tokayı çekip çıkardı. "Ben buradayım çünkü İnel çağırdı."
"Neden?"
İç çekerek bakışlarını kaçırdı, saçlarını düzeltirken tebessüm etti. "Dün Esva benden bir şey yapmamı istedi, beni tehdit etti yani yapmam için. Ben de," dudaklarını yaladı ve bana baktı. "Yapmadım ve İnel'e bir şeyler söyledim, o da sabah beni buraya çağırdı."
"Anlıyorum," diye mırıldandım. "Peki sana neden güvenelim?"
Ensesini kaşıdı. "Neden güvenmeyesniz ki?"
"Çantamı uzatır mısın?" dedim, çantamı orta sehpaya bırakmıştım ama Enis, bacaklarımda uyuduğu için hareket edemiyordum.
Çantamı bana vererek yeniden yerine oturduğunda telefonumu çıkardım ve ses kayıtlarına girdim, bakışları merakla bendeyken ses kaydını başlattım.
Nefesi hızlanırken şaşkınlıkla bana baktı. "Yemin ederim günlüğü yaktım."
"Pekala," dedim telefonu kitleyip çantaya atarken. "Eğer o günlükle ilgili bir şey olursa bu ses kaydı ortaya çıkar.
Saçlarını geriye doğru iterek bana cevap vermek için ağzını açtı ama tam o anda kapı çaldı."Ben bakarım." diye mırıldanarak kaçarcasına odadan çıktı.
Ona güvenmiyordum.
Odaya Agah'la birlikte döndüğünde gülümsedim ve Agah'ı süzdüm, üstünde takım olduğu belli olan fil dişi rengi bir takım ve beyaz gömlek vardı, gömleğin ilk iki düğmesi açıktı. Şık ve rahat duruyordu.
Sol tarafımda kalan tekli koltuğa oturdu, Çisem ise yine aynı yere geçti.
"Hoş geldin." dedim hâlâ Enis'in saçını okşarken, bakışları kısa bir süre Enis'e takılı kaldı sonra ise kolyemde, çenesi kasılırken gözlerime baktı.
"Hoş buldum." dedi kafasını sallayarak, Enis'i mi kıskanmıştı?
"Amara?" bakışlarım ondan koparak salonun kapusında duran Tolga'ya döndü, kaşları çatıktı ve Agah'a bakıyordu. O olduğunu anlamış mıydı? "Hoş geldin."
"Hoş buldum." diye mırıldandım gergince. "İnel, nerede?"
"Yatağına yatırdım." dedi kapının önümde durmaktan vazgeçerek Çisem'in yanına ilerlerken, gergin duruyordu ama sanki mutluydu da. Kaşlarım çatıldı.
"Sen de hoş geldin." dedi koltuğa yayılarak oturduğunda, Agah'a bakarak.
Agah, boynunu kıtlatarak gülümsedi, zehirli bir gülümsemeydi bu. "Hoş buldum." dedi ama sanki küfür ediyordu. "Hoş buldum."
***
Lütfen sorulara cevap verin, düşüncelerinizi merak ediyorum.
Sizce Tolga ve Agah arasında gerginlik olacak mı?
Agah mı, yoksa Tolga mı?
Çisem, rol yapıyor olabilir mi?
Mustafa Kemal ve Nova'ya şaşırdınız mı?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top