21|İftira Ve Kırık Birkaç Duygu

Gökşin Derin - Aynı Yıldızın Altında

Merhaba, kitabımızın Instagram sayfası açıldı, takip etmeyi unutmayın. Kesitler paylaşılacaktır.~^
@golgesinde.seytan

Kontrol etmeden atıyorum hatam varsa affola, iyi okumalar...

YILLAR ÖNCE ...

Tanrı'nın reddedilmiş çocukları kırık olurlardı. Onlar, oksijen yerine acı solurlardı.

Genç kadın topuzundan düşen sarı tutamları umursamayarak gülümsedi ve karşısındaki çocuğa baktı. Çocuk, babasının bir kopyası gibiydi. Keşke kardeşi yerine o yanımızda kalsaydı, diye düşündü bu yüzden.

Çocuğun, annesine benzeyen kardeşi yerine, daha iyi bir seçenek olduğu bariz belliydi.

"Neden beni görmek istedin, tatlım?" diye gülümseyerek konuştu kadın, gülümsemesinde bir yılanın zehri gizliydi.

"Paraya ihtiyacım var." dedi çocuk sıkıntıyla, beyaz teni soluk duruyordu ve gözlerinin altı kızarmıştı.

"Sen on yedi yaşında genç bir çocuksun, Mustafa Kemal." geriye yaslandı ve tek kaşını kaldırarak çocuğa baktı. "Paraya ihtiyacın varsa çalışıp kazanman için bir engel görmüyorum."

Mustafa Kemal'in kaşları çatılırken elleri masanın üstünde kenetlendi ve Ayşe Şimal'e doğru değildi. "Ben görüyorum ama." diye tısladı, boynundaki damar kabarmıştı sinirden.

"Neymiş ki, o?"

"İlla ayna istiyorum, diyorsun." diye homurdandı boğul sesiyle, kadının suratındaki gülümseme tekledi.

"Benden para dileniyorsun," diye mırıldandı dudak bükerek kadın, dolgun dudaklarında ateş kırmızı parlak bir ruj vardı. "Aynı zamanda da beni aşağılıyorsun. Sen ne yaptığını sanıyorsun, Mustafa Kemal?"

"Senin yüzünden bu haldeyiz, hepimiz," sıkıntıyla yüzünü sıvazladı genç çocuk. "Annem ile teyzem konuşmayı kesti, annem en son elimizdeki son yardıma,"Bunu bile bile nasıl yapabildin, vicdanın yok mu, senin?" diye bağırıyordu. Ben de illa sana böyle cümleler kurup, olmayan vicdanına mı dokunayım?"

"Hâlâ devam ediyorsun." dedi kafasını sallayarak Şimal, sıkılmıştı ve önündeki kahvesi de soğumuştu. "Neyse ki vicdanlı biriyim tatlım," dedi düşük surat ifadesini bozup gülümseyerek. "Paran yarın hesabına yatmış olabilir."

Şimal, ayaklandı ve Mustafa Kemal'e son kez bakmadan kafeden ayrılacakken duraksadı, bakışları kafenin kapısındaydı, tam olarak Mustafa Kemal'in biraz uzağında ama yan tarafında kalıyordu.

"Sen ölsen benden para isteyecek son kişiydin aslında," dedi kısıkça. "Neden istiyorsun bu parayı?"

Mustafa Kemal, gözlerini sımsıkı kapatarak yutkundu ve gözleri açtı, yorgun gözleri artık etrafı buğulu görüyordu.

"Annem hasta." diye fısıldadı. "Annem," zorlukla yutkundu."Hasta."

***

Gökyüzü, güzeldi ve insanlara çok benziyordu.

Bazen saf, berrak mavi parıl parıl parlıyordu, bazen karamsar mavi göğü kaplıyordu, bazen kara bulutlar pare pare seriliyordu göğe ve bazen boş mezarın dibi kadar siyah olan gökyüzüne yıldızlar sarılıyordu.

İnsanlar da böyleydi, hiçbiri tamamen saf mavi kalmıyordu ya da tamamen karamsar mavi.

Peki ya Agah neydi?

Saf, berrak bir mavi miydi?

Yoksa o boş bir mezar dibi, ben de ona sarılan yıldızlar mıydım?

Parlayan bakışlarımı yağmurun vurduğu camdan aldım ve ona çevirdim. İkili koltukta oturuyorduk, aslında o oturuyordu benim ayaklarım ise onun kucağındaydı, rahattım.

"Senin hakkında bir şeyler duymuştum. " diye mırıldandım, karnı doymuş bir bebek gibiydim şu an utanmasam uyurdum.

"Ne gibi?" dedi ayak bileklerimi okşarken, tavana bakarak gülümsedim.

"Çok zengin olduğunda ilgili." onu ilk gördüğüm gün Enis'in söyledikleri aklıma takılmıştı. "Eğer öyleysen, neden burada yaşıyorsun?"

"Burayı seviyorum." dedi düzgün dişlerini ortaya seren bir gülümseme sergelerken. "Herkesden uzak, özellikle paparizelerden."

Kıkırdadım, dudağımı ağzımın içine yuvarlarken orta sehpanın üstündeki telefonum titredi, bunu umursamayarak Agah'a baktım ama tekrar titrediğinde kaşlarımı çattım ve hafifçe kalkarak telefonumu aldım. Okulun sayfasında iki yeni yazı paylaşılmıştı, kaşlarım gevşerken merakla doğruldum ve ilk yazıyı açtım.

"Merhaba,

Evet, benden daha enerjik bir giriş beklerdiniz ama şimdilik bu umrumda değil. Elimde avucumda ne varsa buraya bırakıyorum ve gidiyorum. Bu yazıdan sonra başka bir yazı daha gelecek, onu kesinlikle okumayı unutmayın.

Geçen günlerde Alin Yaz'ın büyük bir rezilliğinden bahsetmiştim, aslında pek önemli bir şey değildi ama komikti. Aşağıya videoyu bırakıyorum ve yorumlarınızı bekliyorum.

Dipnot: Götünüzle içecekseniz hiç içmeyin, insanları rahatsız etmeyin.

-Çoban Yıldızı'nız Zühre. "

Ayaklarımı Agah'ın kucağından aldım ve daha düzgün oturarak videoyu açtım. Alin, elinde bir şişeyle kadraja girdiğinde yutkundum, karşısındaki çocuğa sürterek dans ederken kafasının güzel olduğu belliydi.

"Nefret ediyorum." diye bağırdı elindeki şişeyi ağzında diktikten, karşısındaki çocuk ona bir şryler söyledi, umursamadı. "Bunu yapmak istemiyorum, tamam mı?"

Karşısındaki çocuk gülerek, "Uçmuş bunun kafa." dedi ve dans etmeye devam etti. Sonrasında çocuk Alin'in dudaklarına doğru eğilmişti ama Alin'in elindeki şişe yeri boylarken çocuğun üstüne kusmuştu.

İğrenç bir manzaraydı, içim acıdı.

İç çekerek diğer yazıyı açtığımda gözlerim büyüdü, kafamı salladım. "Hayır..."

"İnsanların özeline saygılı biriyimdir, beni bilirsiniz ama Enis ve İnel'in arkadaşlarımızım bizden yıllardır sakladıkları çok özel şeyler varmış. Ben de bunu duyunce dedim ki, Allah'ın bildiğini kuldan saklamak çok ayıp ve işte buradyım.

Biliyorum, çok şaşkınsınız ama ben hem şaşkın hem de kızıgınım. Nasıl bunca yıldır, okulun iki parlak çocuğu bizden bunu sakladı? Hâlâ aklım almıyor.

Okulumuzun pırlantaları bunca insandan sevgili olduklarını bunca zaman saklamaları... Bilemiyorum, şoke edici.

Hayır, sakin olun kesinlikle yanlış okumadınız. Evet, biricik Enis ile İnel sevgili.

Eğer inanmıyorsanız alt taraftaki fotoğraflara bakabilirsiniz. Öpüldünüz, görüşürüz.

-Çoban Yıldızı'nız Zühre."

"Hasiktir!" diye dehşetle fısıldadım fotoğraflara bakarken, fotoğraflar Enis ve İnel'in telefonundan alınmış olmalıydı çünkü çoğu ayna fotoğrafıydı. Ve sevgili oldukları bariz belliydi, yoksa bir erkek neden diğer erkeğin beline sarılıp boynunu öperdi ki?

"Ne oldu?" diye sakince sordu Agah telefonuma doğru eğilirken. "Gitmeliyim." diyerek ayaklandım.

"Kötü bir şey mi oldu?"

Odasına doğru inerken iç çektim, sadece kötü değil çok kötüydü. "Benimle ilgili değil arkadaşlarımla ilgili," hızlıca odasına girdim ve arkada olmasını umursamadan üstümü çıkarıp elbiseyi giydim ve eteğimin altından eşofmanı çıkardım. "Onların yanına gitmeliyim."

Elbisenin nemli olmasını umursamadan eşyalarımı aldım ve ona doğru döndüm, omuzunu kapının pervazına yaslamış beni izliyordu. "Pekala." diye mırıldandı yanından geçerken. "Seni bırakabilirim? Hâlâ yağmur yağıyor."

"Arabamla geldim." dedim merdivenleri hızla çıkıp kapıya yönelirken, kenarda duran botlarımı giydim ve doğrularak ona döndüm.

"Seni bekleyeceğim." diye fısıldadı burnu burnuma değerken, gülümseyerek yanağını öptüm. "Geleceğim."

O andan sonra nasıl arabaya bindim, Enis'lerin olduğu yere geldim bilmiyordum. Beynim kazan gibiydi, gerçekten, bir taraflarım fokurduyordu hatta.

İnel'in evinin kapısını çalıp bir süre bekledim, içeriden ses gelmiyordu ama burda olduklarını biliyordum. Agah'ın yanına gitmeden önce Enis beni buraya çağırmıştı ama gelmemişti.

Kapı açıldığında irkilerek kapıya döndüm. Tolga, bana kafasayla selam verdiğinde aynısını yapıp eğilerek botlarımı çıkardım, yanıma sadece telefonumu almıştım ve sanırım titriyordum. Büyük ihtimalle hasta olacaktım.

"Nerdeler?" diye fısıldadım.

Kafasıyla mutfak olduğunu tahmin ettiğim yeri işaret etti, sol avucumdaki telefonumu sıktım ve sağ elimle saçlarımı geriye iterek oraya yöneldim.

İlk olarak İnel'i gördüm, dört kişilik masanın duvar tarafında oturmuştu, üstü çıplaktı altında ise sadece bir şort vardı ve saçları ıslaktı. Kafasını duvara yaslamış, boş bakışlarla karşıya bakıyordu, Enis ise dirseklerini masaya yaslamış kafasını avuçları içine almıştı ve bakışları masanın cam yüzeyindeydi. Ve Esva da buradaydı, kalçasını mutfak tezgahına yaslamış, renksiz bakışlarla onlara bakıyordu.

Mutfağın ortasına kusmak istedim.

Kaçlarım çatılırken mutfak kapısının tam yanındaki duvara yaslandım, Tolga da omuzunu kapının pervazına yasladı. Aniden hapşurduğumda İnel ve Enis, irkilirken buna gülmek istedim ama ağlayasım da gelmişti.

"Kim olabilir?" dedi Enis, kızarmış yeşillerini bana çevirerek, üstünde nemli, gri bir rambo atlet ve eşofman vardı. Sanırım İnel kendini yağmurun altına atmıştı be Enis onu zorla çıkarıp üstünü değiştirmişti ama kendini unutmuştu. Dudaklarım düz bir şekilde gerildi. "Bu odadakiler hariç kimse bilmiyordu."

Dediği şeyle birlikte afalladım ve alt dudağımı ısırdım, ben bu olayın gidişatını biliyordum, kollarımı göğsümde birleştirdim. Yorum yapmadım ve konuşmalarını bekledim, tahmin ettiğim gibi Esva konuştu, sesi fazla çıkıyordu.

"Hepimiz birbirimizi uzun zamandır tanıyoruz," dedi gergince Enis'e bakarak, sonra bakışları bana döndü. Esva'nın yanında duran Mavi'ye baktım, sinirliydi. "Birimiz hariç."

Hepsinin bakışları aynı anda bana döndüğünde bakışlarım parke zemindeydi, Ayşin eteğimden tuttu, tebessüm ettim ve kafamı kaldırdım. Yine bir yorumda bulunmadım, gözlerim İnel'le çarpıştı. Bakışlarındaki kuşku tenimiz kestiğinde surat ifademi bozmadım, kafasını sallayarak Esva'ya döndü. "Saçmala." dedi keskince, sesi kısılmış gibiydi, bakışlarımı Enis'e çevirdim.

Kızarmış yeşillerine ifadesizce baktım, ondan da bir tepki bekliyordum ama sustu. Gülmek istedim.

"Neden olmasın?" diye devam etti Esva, ensesini ovdu, onu süzdüm. Şık görünüyordu, üstünde kırmızı bir tulum vardı ve hafif makyajlıydı. Kaşar. "O hariç kim yapabilir bunu?"

Yanımdaki Tolga'nın homurdandığını hissettim, üstündeki beyaz tişörtün yakasını çekiştirdi. "Kes artık saçmalamayı." dedi sakince ama sesi bir insan olsaydı, çoktan Esva'nın boynuna sarılmıştı.

"Ne?" dedi Esva omuz silkerek, sinsi. "Baksanıza konuşmuyor bile."

"Havlamanı izlemek hoşuma gidiyor," dedim onun gibi omuz silkerek. "Güzel havlıyormuşsun Züh- Esva."

"Ne dedin sen?" diye hiddetlendi, kuyruğunu kıstırmış bir köpeğe benziyordu. Gülümsedim, ona köpek dediğim için değildi bu tepkisi az kalsın Zühre diyeceğim içindi.

"Güzel havlıyorsun."

Sinirle bana doğru adım attığında topuklularının sesi etrafta çınladı ama adımları Enis'in söyledikleriyle bölündü, bakışlarım Esva'daydı.

"Sen mi yaptın?"

Enis'e dönmedim, ona bakmadım, bakışlarım hâlâ Esva'nın saniyelik de olsa gülümsemeyle bezenen yüzündeydi, ifadesini toparladı ama gözleri sinsice parlıyordu.

"Pişman olacağın şeyler söylemeden önce düşün," diye fısıldadım, Esva'ya bakıyordum ama ikisi için de konuşuyordum. "Neden böyle bir şey yapayım ki? Çıkarım ne bundan benim?"

Enis'e döndüm, suratını sıvazladı ve tekrar bana döndü. "Belki de Tolga hislerine karşılık vermedi, diye intikamını bizden almışsındır?"

Boğazıma saplanan yumruyu umursamadım. "Bizi çok kırdı," diye hıçkırdı eteğimi tutan Ayşin. "Bak o da bizi kırdı."

Zorlukla yutkundum, İnel'in bakışları masadaydı, Tolga yanımda gerilmişti ve Esva'nın içinden kahkahalar attığına yemin edebilirdim.

"Sen," diye fısıldadım, fısıldamasaydım ağlardım. "Sen bunu bana söyledin ya Enis, bunu bana burda, bunların önünde söyledin ya." ellerimi saçlarımdan geçirdim. "Etim kemiğimden sıyrılsa bile seni affetmeyeceğim."

Afalladı, kızarık gözlerinden birkaç damla aniden akarken İnel kafasını salladı. İç çekerek Esva'nın yanına ilerledim.

"Şimdi gerçekleri konuşalım."

Herkesin bakışları bendeyken aniden Esva'nın cebimdeki telefonunu aldım ve ondan uzaklaştım, Esva şokla bana baktı ve hareket edemedi.

"Gördünüz değil mi?" dedim gözlerimi üçlüde gezdirerek, telefonu onlara gösterdim. "Bu telefonu az önce Esva'nın cebimden aldım."

"Ne yapıyorsun sen ya?" diye bağırarak bana ilerlediğinde aniden Tolga aramıza girerek onu tuttu. "Tolga bıraksana!"

"Enis Doğum tarihin ne?"

Esva, donup kaldı. İnel, kaşlarını çattı ve inanamazca bana baktı. Enis'in kaşları çatıldı ve kısa bir an Esva'ya baktı.

"5 Şubat, 1996." diye mırıldandı.

"05.02.96." diye mırıldanırken Esva'nın telefonunun şifresini girdim, tam tahmin ettiğim gibiydi.

Açılan ekranı Enis ve İnel'e gösterdim, Enis şaşkınlıkla ekrana bakarken İnel kısık sesle küfür etti.

"İnanılmaz!" dedim coşkuyla Esva'ya dönerek. "Esva'nın telefon şifresi, Enis'in doğum günü." Güldüm, Mavi de olduğu yerde gururla gülümsedi.

Telefonu karıştırarak aradığım uygulamayı bulduğumda, "Bakın burada ne varmış?" diye mırıldandım uygulamaya girerek.

Uygulamanın gönderi atılan küçük kısmına tıklayıp yazmaya başladım, aynı zamanda da yazdıklarımı seslice söylüyordum.

"Merhaba,

Uzun zamandır hakkım olmamasına rağmen insanların hayatına burnunu sokan, onları birbirine düşüren bununla da yetinmeyip kendi ağabeyimin bile hayatını sizi önünüze seren adi pisliğin tekiyim." duraksayarak İnel'e baktım, ağlıyordu. Aslında sadece o değil Enis ve Esva da ağlıyordu, ama sadece birinin gözlerinde hayal kırıklığı vardı, İnel yıkılmıştı.

"Evet, ben Esva Melek Pala. Bugün attığım yazıdaki İnel Engin Pala'nın kardeşiyim, bu iğrenç şey ona yaptım çünkü sevigilisi Enis'e aşıktım.

Onları kıskandım ve bu iğrenç şeyi yapmaya engel olamadım.

-Çoban Yıldızı'nız Esva."

Yazıyı yayımlayarak telefonu masanın üstüne attım ve o sırada telefonlarımıza bildirim geldi, gülümsedim. Enis'e döndüm,"Pişman oldun değil mi? Bak ben de kırıldım ama geri dönüşü yok."

Esva, hıçkıra hıçkıra ağlarken yere çökmüştü, az önce yaslandığım duvara geri döndüm. Tolga, öylece olduğu yerde durmuş masadaki telefona bakıyordu. Enis, bana bakıyordu ve İnel'in ıslak gözleri kardeşindeydi.

"Özür dilerim." diye hıçkırdı Esva, bakışları yerdeydi.

Kıkırdayarak ona baktım, komikti.

"Bunu söylemeyi düşünmüyordum." dedim Enis'in gözlerinin içine bakarken ama sözlerim Esva'ydı.

"Verdiğin partide anne ve babanızın söylediklerini duyduğumda senin odana saklım Esva, dakikalarca odanda kaldım ve sıkıldım. Sonra bilgisayarını fark ettim ve bakmanın sorun olmayacağını düşündüm, bir de ne göreyim? Ekranda okulun sitesi var ama biraz farklıydı, gönderi atabiliyordun ve o an anladım ki Zühre sendin." omuz silerek gülümsedim ve İnel'e baktım.

"Ve İnel, anneniz ve babanız en başından beri senin durumunu biliyordu, kardeşinin Enis'i sevdiğini de. Baban, senin için annene oğlun diye bahsediyordu ama annen oğlumuz diyordu. Baban, Esva diye sayıklıyordu İnel." iç çektim.

Sırtımı duvarsan ayırdım, hepsi yıkılmıştı ama en çok İnel'e üzülmüştüm çünkü bu odadaki en büyük kaybeden İnel'di. Bir de ben.

Son kez onlarda göz gezdirip mutfaktan çıktım, sonrada evden ayrıldım.

Yaralı çocukların yarası geçmez, daha da büyürdü.

Ve acı bir süre sonra sıradan bir şey olurdu.

***

Elleri arasındaki çiçeği kazdığı toprağa koyarken sırılsıklamdı, buna rağmen içtenlikle gülümsedi ve çamurlu toprakla çiçeğin köklerini kapatmaya başladı.

"Güzel çiçek." diye fısıldadı işi bitip geriye çekilirken, gözleri yanıyordu, hastanede tek başına uyanmıştı. Acaba ölse insanların ne zaman haberi olurdu.

Kararmış gökyüzüne kaldırdı kafasını, yağmur onu ıslattı ama temizleyemedi, ruhu çok mu kirliydi?

Üşüdüğünü hissederek ayaklandı ve apartmana doğru ilerledi, evlerinin karşısındaki boş arsanın tam ortasına ekmişti Kasımpatı'nı.

Yolun tam ortasında durup çiçeğe el salladı Alin.

"Görüşürüz, Ölüm Çiçeği, hüzünlü kal." diye fısıldadı boğazındaki yumruyla.

Bir piyondu o, ama duyguları da vardı.

Etrafını çevreleyen duvarlar arasından sıyrılmak, kanatlarını özgürce hareket ettirmek isteyen bir kelebekti o.

Ömrü kısa, kanatları prangalıydı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top