20|Kardeşim
Medya: Alin
Kontrol etmeden attım, hatam varsa affola...♥️
Ellerindeki küçük kesiklere baktı Alin ve gülümsedi, gülümsemesi ellerini kesen kırık bardak parçalarından daha da kırıktı.
Tanrı biliyordu ya, Alin bunları hak etmemişti.
"Ben çok yoruldum." diye fısıldadı avuçlarını kucağına koyup ileriye bakarken. Evlerinin üç sokak altındaki parktaydı, şarıl şarıl yağan yağmur çoktan tüm bedenini ıslatmıştı, dün omuzlarına kadar kestirdiği saçları da ıslaktı.
"Neden o bu kadar sevilirken, beni acı çekmeye mahkum ediyorsunuz?"
Sol gözünden akan sıcak damlalar yağmur soğukluğunun işlediği yanağında kaydı, boş bakışları parkın girişindeydi ve Alin, tıpkı bir ağaç gibi hissediyordu.
Kökleri sımsıkı toprağı kavrarken, gövdesinin başı boştu. Yağmur da değiyordu gövdesine, kar da...
İç çekerek oturduğu salıncaktan kalktı, başı kalkışıyla birlikte dönerken sendeledi ve salıncakların mavi, kalın direğine tutundu. Biraz bekledikten sonra gözünün önündeki siyah beneklerin gitmesiyle dizleri titreye titreye parkın çıkışına ilerledi.
"Ben kötü biri değilim ki!" diye fısıldadı birkaç adım sonra, hafifçe kararmış havayı aydınlatan şimşekle beraber gözlerine giren araba ışığıyla gözlerini kıstı ve duraksadı.
Başına giren keskin ağrı ve bulanan midesiyle tutunacak bir yer aradı yere düşmeden önce ama elleri boşlukla karşılaştı.
Bedeni bir çuval gibi yere düştü, yüzünün sol kısmı yerin taşlı yüzüne sürtünürken acıyla inledi, arabanın ışıkları hâlâ parkı aydınlatırken boğuk birkaç ses duydu.
"Ben..." diye mırıldandı gözleri kapanıp, zihni sessizliğe gömülmeden önce. "Mecburdum..."
***
Donuk mavilerimin odağındaki fotoğrafı aldığım çekmeceye geri koyarken ellerim titriyordu, siktir, neyin içindeyim ben?
"Agah seni bekliyor." diye huysuzlandı yatağın karşısındaki koltukta oturan Ayşen, ona baktım. Mavi de yanındaydı.
"Sanki hiç derdimiz yokmuş gibi..."
Kafamı sallayarak Mavi'nin dediğini onayladım, derin bir nefes alarak yataktan kalktım ve odadan çıktım, ayaklarım yerdeki terliğe takılırken duvara tutundum ve homurdanarak beyaz terlikleri giydim.
Tablolardaki garip resimleri inceleyerek yukarıya çıktım, salonun ışıkları kapalı olduğundan ve tam karşısındaki yerden bir takım sesler geldiğinden oraya ilerledim, Agah ada tezgahın üstüne iki tane tabak koymuştu. Midemin kasıldığını hissederken tabaklardaki soslu makarnadan bakışlarımı ayırdım ve Agah'a baktım. Sol omuzumu kapının pervazına yaslamış, kollarımı göğsümde birleştirmiştim.
"Beni yemekle mi etkileyeceksin?"
Elindeki çatalları, tabakların yanındakileri peçetelerin üstüne bıraktı ve ellerini tezgaha yaslayarak bana baktı. "Bir ihtimal?" dedi omuz silkip gülümseyerek, yüzündeki çiller mutfağın beyaz ışığı altında parlıyordu.
"Bir ihtimal." diye mırıldandım yanına ilerlerken.
Ada tezgahın önündeki bar taburelerine benzeyen şeye oturdum, o ise çift kapaklı gri dolaba yönelerek iki küçük, cam şişe meyve suyu çıkardı, sanırım portakal suyuydu. Birini önüme koyduktan sonra sol tarafıma oturdu, buna gülmek istedim, sanki hiçbir şey olmamış gibi yan yana makarna yiyecektik.
Dirseğimi tezgaha yaslayarak çatalımı elime aldım. Mutfağı da odası gibi derli topluydu, tezgahların üstünde fazla eşya yoktu ve mutfağa gri-siyah renkleri hakimdi, güzel bir murfaktı.
"Anlatmaya başlayabilirsin." dedim çatalıma doladığım uzun makarnaları ağzıma atmadan önce, o da benim gibi dirseğini tezgaha yaslamıştı ama yemeğini yemiyordu, sadece beni izliyordu.
"Nerden başlamamı istersin?"
Portakal suyumun kapağını açarak birkaç yudum aldım ve kaşlarımı kaldırarak ona bunu soruyor musun, bakışları attım. Güldü.
"O zamanlar," diye manidar bir giriş yaptığında gülmek istedim ama surat ifademi stabil tutarak onu dinlerken yemeğimi yemeye devam ettim. "O zamanlar Akut daha çok küçüktü, aslında ben de çok küçüktüm ama ne olduğunu anlayabilecek yaştaydım. Annem ve babamın arası iyi değildi, sürekli kavga ediyorlardı, sürekli. Annem bunu bize yansıtmamak için fazlasıyla özen gözterirken, baban bunu pek umursamıyordu. Annemin babama aile fotoğrafı çekilmek için yavlardığını duymuştum. Onlar senin de çocukların, diyordu. Onlara biraz sevgi göster, lütfen.
Babam sonunda bunu kabul etti ama ben çoktan bunun farlındaydım, bizi sevmiyordu. Sonra bunları atlattık, artık kavga etmiyorlardı çünkü artık babam eve bile gelmiyordu. Annem bunu hiçbir zaman öğrenemedi ama," Duraksayarak bakışlarını tezgaha düşürdü, suratını buruşturmuştu. " Babam kendine yeni bir aile kurmuştu, yani kurmaya hazırlanıyordu. Bir gün eve geldi, ben altı yaşındaydım ve Akut hariç iki yaşında bir kardeşim daha vardı, hem de başka bir kadından, neyse eve geldi ve benim okulum için gerekli olan bir belgede annemin imzası gerektiğini söyledi ve belgeyi imzalattı.
Aslında yalan söylüyordu, babam başka bir kadınla evlenmişti ama hâlâ annemle de evliydi, o imzalattığı aslında bir boşanma dilekçesiydi ve annemin okuma, yazması olmadığı için babama inanarak imzaladı."
Kapağını açarak ona uzattığım meyve suyu şişesini alarak gülümsedi ve biraz içti.
"O günden sonra babam eve bir daha gelmedi. Sonra... Sonra aradan yıllar geçti büyüdüm, seninle tanıştım. O zamanlar annem çok kötüydü ve bu Akut'a da yansıyordu, ben sürekli senin yanında olduğumdan bunu biraz geç fark ettim." duraksayarak bana baktığında tebessüm ederek sorun olmadığını gösterdim, iç çekti.
"Sonra bir gün Akut evden kaçtı, on iki yaşındaki sevgisiz bir çocuk evden kaçtığında bir anne doğal olarak endişelenirdi değil mi? Ama annem o kadar donuk ve umursamazdı ki bunu ona söylediğimde bana boş boş baktı, ve oturduğu koltuğun karşısındaki camdan dışarıyı izlemeye devam etti." sesi boğuklaşırken elleri yumruk olmuştu, titreyen dudağımı ısırarak sağ elini tuttum.
"Annem babam gittiğinden beri öyleydi, yemiyordu, içmiyordu, sadece o camdan bakıyordu. Bir gün babam geri döner diye bekliyordu Ayşin, ama bilmiyordu ki babam yeni ailesiyle çok mutluydu.
O gün dışarı çıkarak gece yarısına kadar Akut'u aradım, bulamayınca eve döndüm, belki eve gelmiştir diye ama Akut yoktu. Evimizin önünde sürüyle insan vardı ama Akut yoktu Ayşin. Önce duraksadım o kalabalığı görünce, sonra, ne olduğunu bile bile, evim demeye utandığım yere ilerledim." duraksadı, gözlerinin etrafı kıpkırmızıydı ama ağlamıyordu, belki de ağlayamıyordu, göz yaşları bitmişti. Ben ise çoktan sessizce göz yaşlarımı akıtmaya başlamıştım.
"Annem intihar etmişti, annem daha fazla dayanamayarak bizi bırakmıştı ve en kötüsü de ne biliyor musun onu Akut bulmuştu. Bileklerinden akan kanların içinde yatan annemizi o bulmuştu.
O günden sonra bizimle polisler ilgilendi, Akut evden kaçtığı için sürekli kendini suçladı, ben kaçmasaydım ölmezdi, diye sayıklıyordu arada. Ve haklıydı, bunu ona asla söylemedim, hatta inkar ettim ama haklıydı. annemi evde yalnız bırakmasaydık bunlar olmazdı, çünkü annemin psikolojisi hiç iyi değildi ve bizim de onu bıraktığımızı sanmıştı büyük ihtimalle.
Polislerin yanında kaldık birkaç gün, kimimiz kimsemiz var mı, yoksa bu hayatta yalnız mıyız, diye baktılar. Biz yalnızdık, biz birbirine sahip olan iki yalnızdık. Sonra kimsemiz olmadığını anladıklarında bizi İstanbul'un biraz dışında kalan bir yetimhaneye verdiler. Onlara babamız var diyebilirdim, biliyorum ama bizi yıllar önce bırakıp giden bir adama avucumu açmak istemedim." derin bir nefes alarak yumruk yaptığı elini açtı ve yumruğunu tuttuğum elimi tuttu.
"O adama minnet duymak istemedim işte... Seni bıraktığımı çok sonra fark ettim, sanki biri gelip o gün suratıma bir tokat attı ve seni bıraktığımı haykırdı yüzüme. O an sarsıldım ama geri dönemezdim işte, Akut vardı, onu tek bırakamazdım." çekinerek bakışlarını tezgaha düşürdü."Beni unutursun diye düşündüm, sen daha çok küçüktün çünkü, hatta geçer gidersin sandım." sol elini sol göğsüne bastırdı. "Ama şuramdaydın her an, hiç çıkmadın, çıkaramadım da... Binlerce defa özür dilerim Ayşin, yemin ederim elimde olsaydı asla sözümü tutmamazlık yapmazdım."
Elimi tuttuğunu elini sıkıca tutarak onu kendime doğru çektim, kafasını boyun girintime gömerken ellerimle onu sardım. Neden hayat bize hiç gülmüyordu?
"Şimdi çok büyük biriyim," diye fısıldadı boynuma doğru, ılık nefesi saçlarımın arasından geçerek beni huylandırdı."Ondan çok daha büyük biriyim ama bu büyüklük umrumda değil... Ben, ben çok şey kaybetmesine rağmen her şeye sahip olan biriyim. Ne acı değil mi?"
Ona cevap vermeden sarılmaya devam ettim, çünkü biliyordum ki ağzımı açsam bile konuşamazdım.
Biz acılar içinde büyümüş çocuklardık, yaralarımızı göremezdiniz.
Sadece parlak gülümsemizi sunardık size, donuk bakışlarımızı fark edemezdiniz.
Işıkları söndürdüler, bizi kimseler görmesin diye ama biz daha fazla parladık.
***
Adam hastane yatağında yatan kadına baktı düşünceli gözlerle, kızın suratı çökmüştü ve doktorun dediğine göre günlerdir uyumuyor olabilirmiş.
İç çekti adam, parlak hayatının arkasındaki gerçekleri merak etti kadının ve bu merak etmesi gereken en son şeydi. Birkaç adım atarak kadına yaklaştı ve kadının küçük bedeninden arta kalan boşluğa oturdu, kadının nemli ve kısa saçları beyaz hastane yastığına dağılmıştı. Uzanıp parmak uçlarıyla kadının sarı saçlarımı okşadı Tolga, "Sen de acı çekiyorsun," diye mırıldanırken gülümsedi. "Kötülerin de acı çektiğinin kanıtıyız değil mi?"
Sözleri bittiğinde dudaklarını yalayarak ıslanan parmak uçlarını kızın saçından çekti ve kızın kucağında duran eline uzandı. Alin'in buz gibi elleri, Tolga'nın sıcacık elleri arasındayken adam kafasını salladı, kızın teninin neden bu kadar soğuduğunu, kızın kendine neden bunu yaptığını merak etti.
Deri ceketinin cebindeki telefon titrediğinde elini kızın elinden çekti ve cenimdeki telefonu açtı Tolga.
"Tolga?" dedi telefondaki kalın ve tok ses, yataktan kalkarak odadaki yağmur damlalarının süslediği cama ilerledi Tolga.
"Konuş Hür." dedi, Alin'i de görebileceği bir pozisyonda camın yanındaki duvara yaslanırken.
Tolga, düşüncelerini is lekeleri kaplamış insanlardan biriydi, ne kötü ne de iyiydi o. Arafta kalmıştı, iyi oldukları da vardı, kötü oldukları da.
"Agah'ın yanında gördükleri kız gerçekten Alin Yaz'mış." Hür, biraz duraksadıktan sonra sıkıntılı sesiyle devam etti. "Aslında yıllardır tanışıyorlarmış Tolga, yani yeni değil bu arkadaşlıkları."
Tolga, bir süre sussarak yatakta yatan kızı izledi, kaşları çatılmıştı. Bu kızın Agah'la ne işi olurdu? Agah, ne zamandan beridir parti kızlarıyla ilgileniyordu.
"Tamam, sağ olasın." diyerek telefonu kapatacakken Hür'ün hızlıca söyledikşeriyle dişlerini sıktı.
"Tolga, Amara ile Agah şu an birlikteler. Amara'nın telefon sinyali onun evinden geliyor."
"Tamam," diye hırladı ve telefonu kapatarak cebine koydu, alnındaki damar sinirden bir nabız gibi atarak şişmişti. Parmaklarıyla şakaklarını ovarak tamamen cama doğru döndü yüzünü.
"Sikeyim," diye mırıldanı sessizce. "Kapıdan kovasak bacadan giriyor, bacayı yaksak camı kırıyor."
***
7 sene önce... (Küfür içerir.)
"Oruspu çocuğu!"
Agah, gülümsedi. Sırtını yasladığı ara sokak duvarı ince tişörtünü geçerek sırtını acıtıyordu ama bunu şimdilik umursamamaya çalıştı ve kollarını göğsünde bağlarken karşısındaki manzaraya bakmaya devam etti.
"Bir daha söyle bebeğim." dedi Agah, Tolga karnına yediği yumrukla dizlerinin üstüne çökerken dudağının sol kenarındaki ve sağ kaşının ucundaki patlaklardan akan kanlar çenesine doğru ince bir çizgi çizmişti.
"Gerçekleti duymak nasıl da hoşuna gidiyor!" diye hırladı boğuk sesiyle, canı çok yanıyordu ama bunu Agah'a göstermeye hiç niyeti yoktu. "Oruspu çocuğu."
"Haydi benim anam osurpu." dedi Agah, sırıtırak. "Senin anan ne lan, yavşak?"
Agah'ın işaretiyle Tolga'nın başından çekildi Siraç, Tolga'yı yumrukladığı sol elinin eklemleri kızarmış Siraç'ın.
Sırt üstü yere uzandı Tolga, yan yattığında boşluğu sızlıyordu, kıkırdadı.
"Biricik babacığının, sevgili karısı kardeşim."
"Senin kardeşim diyen ağzını sikerim, puşt!"
Tolga, Agah tarafından sağ boşluğuna yediği tekmeyle inleyerek iki büklüm oldu.
"Bak benim sabrımı sınama, siktir git bir daha gelme buraya," dedi Agah, kendini tutmaya çalışıyordu, eğer ona vurmaya başlarsa duramazdı, biliyordu. "Hâlâ seni anandan doğduğuna pişman edebilirim." dedi ve tükürür gibi ekledi, "Kardeşim(!)" diye.
"Ben zaten anamdan doğduğuma pişmanım oğlum," derken kanlı dişlerini göstererek gülümsedi Tolga. "Anamdan doğmasaydım senin gibi bir oruspu çocuğuyla kardeş olmazdım."
Hıh'layarak güldü Agah ve tek dizini yere yaslayarak Tolga'ya doğru eğildi.
"Eğer o kolyeyi Ayşin'e verirsen, eğer o kolyenin zinciri tenine değerse o kolyeyi sana yediririm." diye hırladı Agah, sinirden gözlerinin akını kırmızı ince damarlar sarmıştı.
Tolga'nın kanlı suratına tükürdükten sonra kalktı ve Siraç'a işaret vererek sokağın çıkışına doğru adımladı.
"O kolyeyi ben ona vermeyeceğim," dedi olabildiğince yüksek sesiyle, senindeki eğlenen tınıyı bir salak bile anlayabilirdi. "O kolyeyi, kendi elleriyle kendi boynuna takacak Amara ve sen sadece izleyeceksin Agah. Annesinin bıraktığını bilmeden takacak. Ah, pardon, sözde Aysun teyzemin bıraktığı kolyeyi, sırf ben boynumda taşıdım diye büyük bir istekle takacak." ağzındaki kanı tükürdü."Ve onu senden çalarken, sen bir köşede izleyeceksin."
"Allah'ım, evveliyatına sokacağım şimdi." diye mırıldandı Agah ve Tolga'yı zerre umursamadan yürümeye devam etti.
Tolga'nın sözleri altı boş sözlerdi, aslında ikisi de Tolga'nın Amara'ya aşk denen duyguyla yaklaşmayacağını biliyordu.
Amara, Tolga'nın bir şey hissedebileceği bir kız değildi. Yalanlar içinde büyümüştü, kırık bir kız olacaktı bunları öğrendiğinde ve Tolga bir kızın duygusallığını çekecek biri değildi.
"Ölü olmayan anneden, ölü bir hatıra." diye mırıldadı Tolga, yağmur damlaları tenine çarpmadan hemen önce. Kıkırdayarak ekledi:
"Ama anlamlı bir hatıra."
***
Sizce kolyenin gerçek anlamı ne?
Ve ileride neler olacak?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top