18|Nefes
Medya: Tolga Teoman GÜRSOY
Britney Spears - Toxic
Yıllar önce...
Geç kadın durduğu pencereden göğe baktı, karamsar gökyüzü bakir bir bedenin acısının sindiği çarşaf gibi semayı kaplıyordu.
Yutkundu kadın, gözlerini akını kırmızı bir şarmaşık gibi saran göz damarları oradaydı, arka çaprazından gelen ağlama sesiyle irkildi ve perdeyi çekerek beyaz beşiğe ilerledi.
Yorgunluğun yuva bellediği yüzüne hüzün bir is lekesi gibi sindi, beşiğe eğilip küçük kız bebeğini sarıp sarmaladı ve odanın içindeki, beşiğin yanındaki tekli koltuğa oturdu.
Kucağındaki kızını koklarken aynı zamanda pış pışlıyordu, küçük kız bebeği artık ağlamıyordu, annesinin kalp atışlarıyla harmanlanmış kokusu bebeği rahatlatmıştı.
"Uyu bebeğim uyu," diye kısık sesle fısıldadı kadın, bu kızına söylediği son ninni olacaktı.
Bu kız bebeğin annesiyle son anısıydı ve bu anıyı sadece biri hatırlayacaktı.
"Annesinin kuzusu,
Babasının yavrusu.
Uyu bebeğim uyu,"
Yaşlar kadının yüzünden sicimle kayıyordu, bebek odasının dışında, sırtını kapıya yaslamış olan erkek çocuğu da ağlıyordu.
"Canımın içi,
Yüreğimin çiçeği.
Uyu bebeğim uyu,
Annesinin kuzusu,
Babasının yavrusu.
Uyu bebeğim uyu,
Canımın içi,
Yüreğimin çiçeği."
Kadın, burnunu kızının boynuna sürttü, kızının cennetten bir parça kokusu ciğerlerine batarken dudaklarını sımsıkı birbirine bastırdı ve boğazına kadar tırmanan hıçkırıkları yuttu.
Bir bebek annesinden mağrum kaldı o gün, bir adam ise kalbinin yarısından.
***
Beyaz yalanlar vardır hayatta, zararsızlardır, hafif sızı verir ama ne acıtır ne de öldürür. Sinek ısırığı gibidir, kaşındırır, yara olur ama geçer.
Gri yalanlar ise biraz daha kötüsüdür, actır ama bu da öldürmez. Ani bir parmak kesilmesi gibi acı verir, kanar ve izi de kalır. Biraz hasar verse de geçer.
Bunların en kötüsü, Şeytan'ın diline pelesenk olmuş siyah yalanlardır. Acıtır, çok acıtır ve hem fiziken hem de ruhen sayamayacak kadar çok emare armağan eder size. Kanatır, kanattıkça yara da derinleşir.
Siyah yalanların izi asla kalmaz, çünkü yaranın kanaması ebediyete kadar durmaz.
Sıçrayarak yataktan kalktım, soluklarım sık, bedenim terliydi. Bilinç altımda canhıraş çığlıklar atan kabuslar tam olarak beş gündür beni uyutmuyordu, lakin odamdan çıkmadığım için kimse bunun farkında değildi.
Terli suratıma yapışmış saçlarımı ellerimle geriye doğru sürükledim ve yataktan kalktım, şafak fahişe bir bedenden zorla alınan bir bebek gibi sökülüyordu gökten. Havanın soğukluğuna rağmen açık olan balkon kapısından geçerek balkona girdim, terli bedenime saplanan soğuk beni üşütsede bunu umursamadım. Soğuğa da alışırdım.
Koca balkonun ortasındaki oturma takımını es geçtim, askılı geceliğimin açıkta bıraktığı kollarımı korkuluklara yaslarken iç çektim.
O gün Tolga'nın yanından nasıl kalktığımı, nasıl eve geldiğimi bir Allah biliyordu. Sol elim hala korkuluklara yaslıyken diğer elimle topuzumu hapseden tokayı çıkardım, dipleri terle ıslanmış olan saçlarım omuzlarıma sürterek özgürlüğüne kavuştuğunda parmak uçlarımla onları geriye taradım.
"Annene sarıldın mı, Amara?"
İrkilerek arkama döndüm, sırtım korkuluklara çarptı, küçük Ayşin oturma takımının ortasında duran, biraz yüksekçe olan masanın üstünde duruyordu. Bakışları donuktu, gözleri açık bir ölüye benzediğinin farkında mıydı?
"O benim annem değil." diye fısıldadım, avuç içlerim sırtımın yaslı olduğu korkuluklara sarılırken gülümsedi. Üstünde beyaz dantelli bir elbise vardı, elbise düşük omuzluydu, bir prensese benziyordu. Bu elbiseyi ne zaman giydiğini hayırlıyordum, Agah'ın onu terk ettiği ilk gün giymişti.
"Hayır, o senin annen."
"Değil." diye tısladım kafamı sallayarak. "Neden buradasın Ayşin? Agah, seni terk etti diye mi?"
Ayşin, bana gözlerinde dipsiz bir kuyuyla bakarken gülümsedi, küçük elleri elbisesinin eteğini sıktı, dokuz ya da on yaşında olmalıydı ama boyu uzundu ve zayıftı. Aslında sadece bedenen değil, ruhen de zayıftı.
"Agah, gitmez." dedi masanın üstünde zıplayarak, düşmesinden korkarak dikleştim. Titreyen dudaklarını büktü. "Agah, gitmez ki. Söz verdi."
"Agah, nerede?" diye fısıldadım, suratımda acısından haz alan bir ifade vardı, Ayşin'in sol gözünden bir yaş aktı.
"O kalbimde." diye fısıldadı gülümseyerek, ağlarken kocaman gülümsedi, mavi gözlerinin akı ve göz kapaklarının etrafı kıpkırmızıydı. "O senin ve Mavi'nin de kalbinde."
Kuruyan dudaklarımı ıslattım, soğuktan titriyordum, kaşlarımı çattım. "Mavi kim?"
Heyecanlandığı zaman yaptığı gibi parmak uçlarında kalkmaya başladı, bu hareketi yapmayı çok seviyordu.
"Mavi sensin," aklına komik bir şey gelmiş gibi kıkırdadı, parmak uçlarını dudaklarına bastırırken artık ağlamıyordu. "Ben de senim. Biz seniz Amara, ama Mavi başaramayacağını söylüyor."
Korkulukları hapsolduğu avuçlarımdan kurtarıp ona adımladım, "Seni anlamıyorum Ayşin." derken, mavi gözleri endişeyle büyüdü ve masadan atladı, adımlarımı hızlandırdım.
"Ayşin kaçıyor, yakala onu."
Zihnimdeki boşlukta yankılanan fısıltıyla adımlarım hızlandı, Ayşin çoktan odamdan çıkmıştı elbisesinin etekleri ayaklarına dolanıyordu, kapalı kapıyı hızlıca açıp merdivenlerden indim. Koridora çıktığımda Ayşin çoktan alt katın merdivenlerinden inmişti, merdivenleri indikten sonra suratımı kapatan saçlarımı geriye ittim ve hızlıca dış kapıya yöneldim.
Dış kapıyı açmamla soğuk hızla suratıma vurdu ama tenim bunu hissedemeyecek kadar donmuştu. Çıplak ayaklarıma batan taşları umursamadan bahçe kapısına giden yolu geçtim ve bahçe kapısını açıp dışarı çıktım.
Ellerimi nefes boşluğuma sardım, öksürürken titreyen dizlerim beni daha fazla tutamazken dizlerimin üstüne çöktüm, Ayşin yoktu.
"Ayşin'i bulmalıyız."
İrkilerek etrafıma baktım, kimse yoktu, hiç kimse yoktu.
"Sen kimsin?" diye fısıldadım.
"Ben senim Amara, ben Mavi'yim."
***
Sıcak su ince derimi yakarak tenimden kayarken saçlarımdan elimi geçirerek şampuandan arındırdım, saçlarım çok uzamıştı. Göz kapaklarıma fotoğraflarda gördüğüm annemin siületi düştüğünde irkilerek gözlerimi açtım, başımdan aşağı dökülen su gözlerimi yakıyordu, bunu göz ardı ettim. Acı katlanılabilirdi.
Ya da acı kanatabilirdi.
Saçlarımı son kez şampuanlayıp kremledikten sonra suyu kapattım, duş kabininin kapaklarını kaydırarak açtım ve üstümden damlayan sularla kabinden çıktım.
Yanan bir ruhu çevreleyen buhara benzettiğim, banyoyu saran buhar beni boğarken kapının arkasına astığım bornozumu üstüme geçirip kuşağını bağladım, bornozun altında kalan saçlarımdan tenime akan damlaları hissediyordum.
Babamın odasında ebeveyn banyosu olduğu için bu banyoyu sadece ben kullanıyordum, bu yüzden kapıyı kitlemeye gerek duymuyordum ama bugün kitlemiştim. İç çekerek anahtarı çevirdim ve kapıyı açtım, kapıyı hafifçe aralık bırakarak ışığı kapattım, kapıyı hafifçe aralık bırakmak banyoyu kullandığım anlamına geliyordu.
Kapının önünde hazır duran beyaz, yumuşak terliklerimi giydim ve odama çıkan merdivene ilerledim.
"Amara?"
Kulaklarıma dolan ince sesle aşağıya inen merdivenlerin tam önünde duraksadım, yutkunurken hareket edemedim, merdivenleri çıkan ince topuklu ayakkabıların sesi kulağımı tırmalıyor gibiydi, kitlenmiştim.
"Evin her köşesine onun kokusu sinmiş, farkındasın değil mi?"
Avuç içlerimle bornozumun eteğini kavradım, tam karşıma geçtiğinde suratımda düz bir ifade vardı ve bakışlarım boştu. Buna emindim çünkü boşluktaydım.
"Efendim?"
Suratında kızgın bir ifade vardı, sarı saçları tepeden toplanmış ve maşalanmıştı, saçları çok uzundu. Omuzları düşük, simsiyah bir elbise giyiyordu, elbisenin üst kısmı gövdesini sımsıkı sararken alt kısmı dizlerine kadar iniyordu ve boldu. Genç, zarif ve güzel gözüküyordu,
Beni baştan aşağı süzdükten sonra kaşlarını daha çok çattı, birisi ona böyle şeyler yaparsa suratının kırışıcağını söylemeliydi.
"Üstünü giyinip aşağıya gel, seninle konuşmam gerekiyor."
Kafamı sallayarak yanından geçtim, bu anı daha önce yaşamıştım, ben bu anları göğsüme kazımıştım.
Merdivenleri çıkarken bana baktığını biliyordum, hatta kollarını göğsünde kavuşturduğunu da, bana hiç benzemediğini de.
Odamın kapısını açar açmaz suratıma vuran sıcakla parmak uçlarıma kadar titredim, balkonumun kapısını açık unuttuğum için kapıyı kapattıktan sonra odamın ısısını arttırmıştım.
Saçlarımı bornozun altından çıkararak sol omuzuma toplarken dolabın önüne geldim, parmaklarım saç uçlarımı tararken fark ettiğim şeyle kaşlarımı çattım. Dolabım değişmişti, siktir, manyak kadın dolabımı değiştirmişti.
İki ayrı taraftan oluşan dolabım artık dörtlü açılan kapaktan oluşmuyordu, iki tane sürüklenen kapak vardı. Bunu ne zaman yapmıştı? Nasıl yeni fark ederdim?
Beş gündür bu odadaydım. Siktir, delirecektim. Evde olmadığım an bunu yaptırmıştı, burda değildi ama Seher buradaydı. Ellerimi saçlarımdan geçirdim, sakin olmalıydım, sakindim. Gözlerimi kapatıp burun kemerimi sıktım, değildim.
Dolapları açmadan hışımla odadan çıktım, dolabı açmadan bile içinde ne olacağını biliyordum, o da anlayacağımı biliyordu. Artık bana seçenek bırakmıyordu, bir şeye sinirlenmişti, ama bana dokunmamalıydı.
"Bize dokunmamalıydı."
Ayaklarımla merdivenleri ezerken üstümdeki bornoz umrumda değildi, ellerim kaşınıyordu, ellerim titriyordu.
Salona girdiğimde bakışları bana dönmedi, arka bahçeye açılan cama bakmaya devam ediyordu, renksiz yüzüyle yağan yağmuru izliyordu. Ama önündeki sehpada dumanı tüten türk kahvesi, keyfinin yerinde olduğunu belli ediyordu.
"Neden?" diye fısıldadım. "Neden bunu yaptın?"
Şu zamana kadar onun istediği her şeyi yapmıştım, istediği kurslara gitmiştim, istediği davetlere katılmıştım. Ondan sadece tek bir şey istemiştim, sosyetenin olmadığı her yerde kendim olmak.
"Ne, neden?" dedi stabil sesiyle, parlak yeşilleri bana döndü.
"Neden dolabıma dokundun?"
Ellerim iki yanımda yumruk olmuştu ve sesim her zamanki gibiydi, aramızdaki saygı sınırını aşamazdım, o benim annemdi.
Midemin bulandığı hissettim.
Her zamanki kırmızı mat rujunu yedirdiği dudakları hafifçe iki yana kıvrıldı, bakışları tekrar cama döndü.
"Duyduğuma göre tarzını değiştirmişsin, ben de o çöplerden kurtulman gerektiğini düşündüm."
"Hayır," diyerek kafamı salladım. "Yalan söylüyorsun," kaşları çatıldı ama bana bakmadı. "İstediğin her şeyi yaptım, yapıyorum. Dolabıma, bana, dokunmayacaktın."
Keyifsizce kıkırdadı, önündeki fincanı tutarak bir yudum kahveden içti. Siktir, biliyordu.
"Sen kimi kandırıyorsun?" dedi hiddetle, bağırmadı ama bağırsaydı böyle hissettirmezdi. "Ben senin ne boklar yediğini biliyorum, Amara. İki gram aklınla beni mi kandırıyorsun?"
"Ne?"
"Kurslara gitmiyorsun, aylardır kurslarına gitmiyorsun. Ve benim istediğim heri yapıyorsun, öyle mi?"
Nasıl biliyordu, bilemezdi. Henüz beni takip ettirecek kadar kafayı yemediğini düşünüyordum.
"Sen, nereden?"
"Ben senin annenim, Amara, bana asla yalan söyleyemeyeceğini öğrenemedin mi? Artık çok oldun, seni fazla sıkmıyordum ama ipleri gevşeyen köpek kaçar, değil mi?"
Suratıma okkalı bir tokat yemiş gibi sarsılırken geriye doğru bir adım attım, çığlık atmak istiyordum.
Annemi istiyordum.
"Yapamazsın, babam izin vermez...B-beni süs bebeğin yapamazsın."
Gülümsedi, içinde cayır cayır yanan ormanların olduğu gözlerini bana çevirdi, ormanının içinde kendimi gördüm. Yanıyordum.
"Hayır, hayır, hayır... Yanmıyorsun, sakin ol, titreme. Yanmıyorsun ama yakacaksın, ayaklarına kapanacak."
Kulaklarımda yankılanan ince ses, benim sesime benziyordu, irkildim.
"Karanlık odaya mı gitmek istiyorsun?"
Nefesim teklerken geriye doğru adımladım, sol avuç içimi kaşındıran hisle titredim, "Hayır, orası çok korkunç." diye fısıldadı Ayşin, küçük eliyle elimi kavramıştı.
"İ-istemiyorum...Lütfen."
Titriyordum, buna engel olamıyordum, sulanan gözlerim parke zemine düştü.
"İstediklerimi yapacak mısın?"
"Bıçağı göğsüne saplamasına izin ver, Amara. İzin ver ki sonra o bıçağı biz göğsüne saplayalım."
"Yapacağım." diye fısıldadım omuzlarım düşerken, gülümsemesi büyürken gözleri tekrar yağmura çevirdi, sırtımı ona döndüm ve merdivenlere yöneldim, Ayşin de benimleydi.
Sol gözümden sıcak bir damla yanağıma damladı, onun karşısında güçsüzdüm.
"Ama ben değilim."
***
Soğuk havanın sarındığı bedeni uyuşmuştu, dirsekleri dizlerindeyken çıplak gövdesi soğuktan bembeyazdı. Yüzündeki çiller ve gövdesindeki benler adete bir yıldız gibi parıldıyordu.
Evinin verandasına çıkan basamaklarda oturuyordu, yağmur taze toprağın kokusunu ciğerlerine dolduruyordu, bu kokuyu sevmiyordu. Suratını buruşturdu.
Bahçesinin kapısı açılırken yan tarafında duran sigara pakedinden bir dal alıp dudakları arasına hapsetti, sol cebindeki çakmağını çıkarıp sigarasını yakarken misafiri elindeki şemsiyesiyle karşısında duruyordu.
Yanakları içe doğru göçtü, çakmağını sigara pakedinin yanına bıraktı ve sol elini işaret ve orta parmakları arasına sigarayı alarak ciğerlerine sinen dumanı dudaklarından akıttı.
Karşısındaki kadının ayaklarından başlayarak onu süzdü. Ayağında beyaz topuklu botlar vardı, kadının bu botları isteyerek giymediğini düşündü Agah, bileğine kadar geliyordu, üstünde haki reni bir elbise vardı, omuzlarından başlayarak v şekli çizerek karnına doğru inen fırfırlar vardı. Üstündeki beyaz kabanı sadece omuzlarına attığından elbisesi göz önündeydi. Agah'ın bakışları kadının suratına çıktı, tepeden sımsıkı at kuyruğu yapılmış kahverengi saçları çok güzeldi. Suratında hafif bir makyaj vardı.
Kadın şemsiyeyi daha sıkı kavradı.
"Neden buradasın?" diye sordu Agah, Amara Ayşin'e, kadının bir aydır doğru düzgün ortada olmaması işine gelmişti ama masmavi gözlerini özlediği de bir gerçekti. Toprakları dik dik mavilere baktı.
"Burada olmamamı mı isterdin?" diye sordu kadın, suratında kırgın bir ifade vardı. Agah, içten içe gülümsedi ama surat ifadesi hala stabildi, kadın kendisine gelmişti. Kadın evine dönmüştü işte. Agah, onu kolları arasına alıp sımsıkı sarılmak istedi ama buna rağmen düz düz Amara'ya baktı.
"Lafımı çarpıtma, neden buradasın, diye sordum."
Amara, iç çekti. Seni istiyoruz, diyemezdi ya. Aslında Mavi istemiyor ama biz seni istiyoruz.
"Sen soru sorma hakkını gittiğinde kaybettin." diye fısıldadı, Agah bunu beklemiyordu. Amara'nın bunu anladığının elbette farkındaydı ama bunu kendisine şimdi açmasını beklemiyordu, kaşları çatıldı.
"Ne saçmalıyorsun?"
Agah'ın sigarasının ölü külü gittikçe büyüyordu, sigarayı dudaklarına dayadı.
"Sözünü tutmadın." dedi omuz silkerek Amara, karşısındaki adamı masum sanıyordu. Adamı kendi yanına çekmek, onum gücünden faydalanmak ve adamı kendini üzdüğü için üzmek istiyordu.
Ama bilmediği şeyler vardı ve bu yüzden kazandığını sanarken, adama istediğini veriyordu.
"Müneccim boku yemedim Amara," diye tısladı Agah, sigarasının külünü silkerken. "Açık konuş."
"Sen açık açık gideceğini söyledin mi ki, ben seninle açık açık konuşayım?"
Agah'ın elleri titredi, Amara'nın bu sözleri gerçekten kalbine dokunmuştu.
"Sen?" diye fısıldadı, kadın şemsiyesini kapattı ve adamım oturduğu basamamların başına bıraktı. Yağmur hızla kadını ıslatırken adam verdanın korkuluğunda sigarasını söndürerek ayaklandı, kadınla yüzyüzeydi.
"Evet," diye fısıldadı kadın. "Ben?"
"Ayşin'im." dedi adam, bu büyük bir aşkla söylemişti, bu ada özlem duyan kuru dudaklarını yağmur ıslattı.
"Canımın en içi." dedi kadın ama bu kelimeler onum yüreğinden değil de küçük Ayşin'in yüreğinden dökülmüştü.
Agah, Amara'nın yüzünü avuçları içine aldı, alnını kadının alnına yaslarken ikisi de sırılsıklam olmuştu.
"Seni çok özledim." dedi adam, kadın kollarını adamın ensesinde birleştirdi ve, "Ben de..." dedi.
İkilinin gözleri birbirine saplanmışken adam kadının dudaklarına eğildi, karşısındaki kadının çıkarı için yanında olduğunun farkındaydı ama bunun şimdilik olduğunun da bilinceydi.
Adam, kadını muhtaç olduğu nefesmiş gibi öptü, parmak uçları kadının yanaklarını okşarken sanki yıllardır ilk kez nefes alıyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top