15|Bir Kadının Ölümü

Bazı olaylar çözülürken mutlu olduğunuz için ortalığı daha çok karıştırayım, dedim. Bence iyi, dedim. :) Sürprizlerle dolu bir bölüm oldu bence... 👼

Oylarınızı ve yorumlarınızı esirgemeyin lütfen. İyi okumalar. <3

Seneler önce...

Genç kadın içinde yükselen ateşi yanaklarından kayan sıcak damlalar ile dışa vururken yutkunmaya çalıştı, bağırıp çağırmak ortalığı birbirine katmak istiyordu ama güzel kızı içeride uyurken bunu yapamazdı.

"Senden nefret ediyorum, Ayşe." diye fısıldadı karşısındaki kadına bakmadan, şu an hiç olmadığı kadar yalnız hissediyordu. Yetim biri daha fazla ne kadar yalnız hissedebilirdi ki?

"Ayşe değil," dedi karşısında büyük bir özgüvenle oturan kadın. "Şimal, tekrar et bakalım Aysun."

Şimal, omuzuna dökülen dalgalı saçları, dudağındaki kırmızı ruju beyaz teni ve üstüne yapışan kan kızmızı elbisesiyle cennetten bir parçaya benziyordu. Aysun ona baktı, sonra bakışları yere düştü, doğum yapalı fazla olmadığından hâlâ aldığı kiloları verememişti üstünde siyah bir kot pantolon ve beyaz bir tişört vardı. Şimal'in güzelliği karşısında ezilirken yutkundu.

"Mehmet beni bırakmaz Şimal." dedi kadın son bir çare."Daha yeni onun çocuğunu doğurdum."

"Sence bu benim umrumda mı?"

Aysun, gözlerinde tekrar biriken yaşların yanaklarından akmasına izin vermedi, koca bir denizi içine hapseden göz bebeklerinin akı kızarmıştı, gözlerini kırpıştırdı.

"Lütfen Şimal, sana yalvarırım... Lütfen kızımdan ayırma beni."

Şimal, gözlerini devirdikten sonra manikürlü tırnaklarını inceledi biraz, istediği tek şey güçtü. İstediği tek şey, istediklerinin kendisinin olmasıydı.

"Kızına iyi bir anne olacağıma eminim canım," aklına komik bir şey gelmiş gibi kıkırdadı kadın. "Kocana da iyi bir eş."

Aysun gözlerini sinirle yumarken oturduğu koltukta küçüldü, kocası işlerinde oluşan büyük bir sorun yüzünden yurt dışına çıkmak zorunda kalmıştı, uzun bir süre gelmeyecekti ve Aysun tek başına kalmıştı. Mehmet geri döndüğünde karısı bıraktığı yerde bulamayacaktı.

Tek bulduğu küçük kızını ve beyaz bir kağıdı elinde tutan, yanakları yalancı göz yaşlarıyla ıslanmış olan Ayşe Şimal olacaktı.

"Neden böyle yapıyorsun?" diye hıçkırdı Aysun, o kadar çaresizdi ki nefes alsa ciğerleri yanıyordu.

"Neden mi?" diye hiddetlendi Ayşe Şimal, öfkeli yeşilleri parıldıyordu. "Neden ha!"

Aysun hıçkırdı.

"Mehmet'i ben sevdim, sen daha aramıza yeni girdiğinde bile ben onu seviyordum Ama ne oldu?... Ne oldu?... O aramıza giren utangaç, annesi ve babası olmayan, herkesin acıdığı o kızı sevdi... Beni sevmedi... Eğer sen olmasaydı şu an onun karısı ben olacaktım. Senin gibi bir kenar mahalle çocuğu değil. Tamam mı?"

"Sen delirmişsin." diye fısıldadı.

Ayşe Şimal büyük bir kahkaha attı, kazanacağını biliyordu, beş gün ya da beş sene fark etmezdi onun için. Eninde sonunda o kazanırdı.

"Evet, belki deliyim ama bu kazandığım gerçeğini değiştirmiyor."

İkili onları kapının arkasında dinleyen kişiyi fark etmeden birbirlerine bakıyordu, kapının arkasındaki kişi duyduklarını anlamaya çalışıyordu.

"Şimal," dedi sessizce ağlarken Aysun. "Sen aile kurmayı bir yarışma kazanmaya benzetiyorsun, içinde bir gram sevgi kalmamış ki Mehmet için sen sadece yarışmanın sonundaki ödülü istiyorsun."

"Çok konuşma." diye homurdandı Ayşe Şimal geriye yaslanırken, kadının bir an önce gitmesini istiyordu.

"Ayşin'i bırakamam." dedi son bir çare Aysun.

"Ya Ayşin," dedi Ayşe Şimal ellerini kucağında birleştirirken, kocaman gülümsedi. "Ya da Mustafa Kemal, sence hangisi?"

"Çocuklarım arasında tercih yapmamı istiyorsun, bahsettiğin şey iki çiçek değil, benim kalbimin iki yarısı."

Ayşe Şimal, suratını buruşturarak onu taklid ettikten sonra kafasını sol omuzuna yatırarak gülümsedi. "Umrumda değil."

"Mustafa Kemal'i seçeceğimi biliyorsun."

"Elbette biliyorum Aysun'cum, sonuçta lösemili çocuğunla birlikte ortadan kaybolacaksın ve çocuğun bir umut yaşayacak."

Aysun, ellerini yüzüne kapattı, ağlamasının şiddeti artarken omuzları sarsılıyordu.

Şimal, onun Mustafa Kemal'i alıp gitmesini istiyordu eğer gitmezse çocuğunu kaybedeceğini söylüyordu. Aysun, Şimal'in bunu yapabileceğini biliyordu, o kötünün de kötüsüydü, elinden geleni ardına koymaz her şeyi yapardı.

Ya Amara Ayşin'i ya da Mustafa Kemal'i seçecekti, Ayşin'ini seçerse ilk göz ağrısı, ilk heyecanından tamamen vazgeçmiş olacaktı. Ama Mustafa Kemal'i seçerse Ayşin'i uzakta da olsa yaşayacaktı.

"Tamam," diye fısıldadı Aysun. "Mustafa Kemal'le gideceğim ama Mehmet'in bizi bulabileceğini biliyorsun."

Ayşe Şimal gülümsedi, o kazanmıştı, her zamanki gibi.

"Ben onu halledeceğim."

Kapının arkasında onları dinleyen Mustafa Kemal'in gözleri yaşardı, altı yaşındaki küçük çocuk her şeyi anlamıştı. Kendini suçlu hisseden küçük çocuk sessizce kapının arkasından ayrılarak kardeşinin pembeye boyanmış odasına girdi, boyu yaşıtlarına göre fazlasıyla uzun olan çocuk beşikte uyuyan kardeşine baktı.

Onu çok seviyordu, tüm oyuncaklarını ona vermek istiyordu ki o oyuncaklarını annesine bile vermezdi. Mustafa Kemal beşiğin parmaklıkları arasından uzanarak kardeşinin elini tuttu, yanakları hızla ıslanıyordu, kardeşinden ve babasından ayrılmak istemiyordu.

"Ben gideceğim kardeşim." dedi sessizce, neler olduğunu anlayabiliyordu, babasının arkadaşı Şimal Teyze'si kötü biriydi ve gitmelerini istiyordu. Dudakları büzerek diğer elini de beşikten içeri soktu ve kardeşinin gür, kahverengi saçları okşamaya başladı. Annesinin dediğine göre kardeşi ona benziyormuş, kendisininde saçları doğduğu zaman gürmüş.

"Ben seni yalnız bırakmayacağım ki," derken omuz silkti. "Biz gideceğiz ama geri geleceğiz Ayşin, tamam mı?"

Küçük çocuk hıçkırdı, en sevdiği beyaz kamyonu kırıldığı zamanki gibi hissediyordu.

"Ben de Ali Buğra gibi abilik yapacağım." dedi kaşlarını çatarak, arkadaşının abi olmasına hep özenen çocuk sonunda bunu tatmanın mutluluğunu yaşayamıyordu. "Ben de sana bulaşan çocukları korkutacağım, ama önce gitmeliyiz... Annem seni de çok seviyor Ayşin, lütfen üzülme."

Bir kadının ölümü, genç bir adamı doğurdu o gün.

***

Ne hissettiğimi bilmiyordum, ne yapacağımı, ne tepki vereceğimi de. Titrediğimi hissediyordum, buzulların ortasından çırılçıplak kalmış gibi titrediğimi hissediyordum, tepki veremiyordum. Sanki ağzımı açsam, sesim çıkmayacaktı, yıllardır başka bir kadına anne diye seslenen dudaklarım bilinmezlikle titriyordu.

Beyazdım, bembeyazdım, kalbimi kirlettiler anne, artık kör siyahım.

"Ama," diye fısıldadım kucağıma düşen ellerim arasındaki fotoğrafa bakarken. "Ama, neden?"

Bazı şeyleri bilmemenin iyi bir şey olduğunu şimdi anlıyordum, bu fotoğrafın neden Tolga Teoman'da olduğunu da anlamıştım.

Yapbozun birleşen bir kaç parçasındaki resim belliydi, Enis'in Tolga'nın üvey teyzesi diye bahsettiği kadın benim annemdi Tolga bu yüzden kolyeyi benden almamıştı, çünkü kolyeyi kızına ulaştırmıştı.

Annemin adı Aysun'du, bense Ayşin'iydim. O Ay gibi ışıltılı ve güzel, bense parlak ışık saçandım. Ben onun yarısıydım ama o yoktu, o da mı Agah gibi beni bırakmıştı?

Zorlukla yutkundum, o kadar hissiz hissediyordum ki gözümün önünde biri ölse tepki veremeyecek gibiydim.

Fotoğrafı titreyen ellerimle geri yerine koydum, kontaktaki anahtarı aldıktan sonra arabadan çıktım ve kitledim, ayağımdaki spor ayakkabılar bile beni rahatsız ederken karşımdaki eve baktım.

İki katlıydı, dışının bir kısmının tamamı camdandı ve içeride yaşananları görebiliyordunuz, mahremiyet yoktu. Elimdeki mendilleri kenardaki çöpe fırlattım ama mendiller yere düştü bunu umursamadan içeriye bakmaya devam ettim, fazla kalabalık değildi, toplasanız otuz kişi anca vardı.

Bakışlarımdaki boşlukla Tolga'yı aradım, camın tam önündeki bedeniyle göz göz geldiğimde irkildim. Benden sakladınız... Neden benden her şeyi sakladınız? Neden beni yıllarca bu yalana inandırdınız?

Gözlerinin içine bakmaya devam ederken içeriye girecek gücü kendimde bulamadım, elimdeki anahtarı arabasının kaportasına koyduktan sonra gözlerinin içine baka baka boynumdaki kolyeyi kazağın altından çıkardım. Kaşları çatıldı, ilk kez onun ne düşüneceğini umursamadan titreyen dizlerime hakim olmaya çalışarak gülümsedim ve ondan bakışlarımı kopararak anahtarı geri aldıktan sonra evin kapısına adımladım.

Kısa bir süre kolyeyi çıkarıp anahtarın yanına koymayı ve gitmeyi düşünmüştüm ama ne olursa olsun bu kolye annemindi, hiç bilmediğim, görmediğim, adını bile yeni öğrendiğim annemin.

Beni bırakan annemin?

İçeriye adım atar atmaz yüzüme vuran sıcaklıkla Tolga'nın benim için aralık bıraktığı dış kapıyı kapadım, vücudun sıcak yüzünden gevşerken kusacakmış gibi hissediyordum.

"Güzellik?"

Üç dört adımdan sonra kocaman salona girdiğimde aniden karşımda beliren Enis'e sakince baktım, o biliyor muydu?

"Evet?"

Sesimde aynı tavırlarım gibi sakin çıktığında kendime şaşırdım, bu kadar çok sakin olmamı kendim bile anlayamıyordum. Yıkılmış bir binanın önünde yuvasından kalan enkazı izleyen Ayşin mavi gözlerinde parlayan yaşlarla bana baktı, evimizi yıktılar dedi. Evimizi yıktılar Amara.

"Tolga," diye mırıldandı gözleri etrafta gezdirip bana çevirirken. "Biraz kötü olduğunu söyledi, sanırım kabus görmüşsün?"

Gördüm Enis, annemin öldüğünü gördüm ama asıl kabus neydi biliyor musun?

O zaten ölmüş.

"Önemli bir şey değildi." dedim kocaman gülümseyerek, surat ifademi inceledikten sonra gülümsedi ve beni kolunun altına aldı."Öyle diyorsan, öyledir."

Tolga, İnel ve yanlarındaki kızın yanına ilerlerken etrafta yankılanan kısık sesli müziği dinledim. Keman solosuydu, boğazıma tırmanan acımsı tatla duraksadım ama sonra bu geçti, ben de bu hiç yaşanmamış gibi yanımdan geçen garsondan bir bardak kırmızı şarap kaptım ve bir yudum aldıktan sonra gülümsedim.

"İnel'in yanındaki kız kardeşi," diye fısıldadı hızla Enis, onların yanına varmamıza bir kaç adım kala. "Adı Melek Esva, Esva'yı kullanıyor, Melek ismini sevmiyor."

Gözlerimi devirdim, Enis'in sanki ilk kez kardeşiyle tanışıyormuşçasına heyecanlı olması eğer bir kaç dakika önce öğrendiğim şeyleri öğrenmesedim bana deli komik gelirdi ama şimdi gelmiyordu, sadece daha çok sinirimi bozuyordu.

Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım ve karşımdaki kıza gülümsedim, İnel'e çok benziyordu ama gözleri onunki gibi bal köpüğü değil gece gibi siyahtı, buğday tenliydi ve göğsünün üstüne inen dalgalı saçları siyahtı.

Baya gülümseyerek, "Engin'in yeni arkadaşlarıyla tanışmaya bayılıyorum." dedi. İnel homurdanırken kaşlarım çatıldı, Engin mi?

"Ben Melek Esva Pala ama sen Esva diyebilirsin." diye elini uzatarak konuşmaya devam ettiğinde uzanarak elini sıktım. "Amara," dedim önce sonra gülümsememe istemsizce yayılan imayla devam ettim. "Ayşin Ülgen ama sen Amara diyebilirsin."

Bakışlarımı Tolga'ya deydirdiğimde afalladığını fark ederek şarabımı yudumladım ve İnel'e döndüm.

"İkinci İsmin Engin mi?" dedim alayla gülerek, kolu omuzumda olan Enis ve Esva kıkırdarken İnel göz devirdi.

"Evet," dedi bezgince. "Ama sen İnel diyebilirsin."

Cümlesinin sonunda sesini incelterek Esva ile bizim küçük oyunumuzu taklid etti, Esva tam yanında durduğu için elini tersiyle İnel'in koluna vurdu ve atışmaya başladılar. İkilinin atışmasını izlerken kafamı Enis'in göğsüne yasladım, ona güveniyordum, ona güvenmem için bir sebep yoktu ama ona güveniyordum.

"Şu tipe bak ya." diye mızmızlandı Enis, sevgilisini kolları arasına almak istediği belliydi, ona hak veriyordum ama bunu kendileri tercih etmişti neyse ki bunun doğru olmadığını fark etmişlerdi. Ortamızdaki masaya elimdeki kadehi bıraktım.

"Çok yakışıklı değil mi?" diye fısıldadım sahte bir hayranlıkla, sadece onun beni duyabilmesi için kulağına yaklaşarak kısık sesle konuşuyordum.

Homurdandı. "Behlül'sün diyorum, sinirleniyorsun sonra."

Dirseğimle onu dürttüm, acıyla inlediğinde diğerleri bize döndü, Enis acıyla gülümserken, "Böğrümü deşti de." diye mırıldandı.

"Hak etmişsindir." dedi Tolga düşünceli bir sesle, ona döndüğümde kolyemde olan gözleri hemencecik suratıma tırmandı.

Omuzumun üstünden ona bakarken bana fazlasıyla yaklaştığını fark ettim, Enis'in göğsünden ayrılıp dikleştim, boynum ağrımıştı.

"Uykun mu var?"

Bakışlarım İnel ve Esva'dayken, Tolga'nın sıcak nefesini boynumda hissetmemle huylanarak ona döndüm, bu tamamen istemsizceydi. "Uykun mu geldi?" diye fısıldadı.

Hayır, sadece biraz kandırılmış hissediyorum. Ama halledeceğim, söz veriyorum, iyi olacağım...

"Birazcık." diye fısıldadım tekrar önüme dönerken, kafasını sallayarak geri çekildi ve, "İstersen seni evine bırakayım." dedi, diğerleri okul sitesinin başında kim olabileceği ile ilgili bir sohbete daldığından bizimle ilgilenmiyordu, hatta göğsünden kalktıktan sonra Enis de elini omuzumdan çekmiş tamamen onlara odaklanmıştı.

"Arabam evinin önünde." dedim tamamen ona dönerek. "Takisyle geri dönerim."

Kararlı bakışlarımla ona bakarken kaşları hafifçe çatıldı, bundan hoşlanmamış gibiydi ama kararlı olduğumun farkındaydı. Omuzlarını düşürdü.

"Biraz daha kal bari," dedi son bir çabayla, iç çektim, ya şimdi ya da bir saat sonra ne fark eder ki? Eninde sonunda bu gerçekle, tek başıma kalacaktım. "Şimdi gidersen Esva seni sevmez."

"İnanamıyorum(!)" dedim sahte bir heyecan ve üzgünlükle. "Esva nasıl beni sevmez?"

Omuzlarını silkip güldüğünde gülümsedim, sohbetleri devam eden İnel'leri bölmeden hafifçe Enis'e doğru eğilerek fısıldadım. "Lavabo nerede, biliyor musun?"

Bana bir dakika işareti yaparak Esva'ya, "Abin her zaman serseriydi, hatırlamıyor musun? Lisede otuz kişiyle tek başına kavga etmeye gitmişti, geri zekalıyı betona gömeceklerdi haberi yoktu."

Gözlerinde öğretmenini sorduğu soruyu bilen bir öğrencinin heyecanını fark ettiğimde, içimdeki tüm o karmaşanın durduğunu sandım. O, o kadar gerçekti ki, Enis bilseydi benden saklamazdı." Üst katta, sağ tarafta. Koridorun sonundan ikinci kapı." diye fısıldadı bana doğru.

Sol elimle kolunu sıvazlayarak yanlarından ayrıldım, Tolga'nın olduğuna emin olduğum gözleri üzerimde hissederken insanların arasından geçerek büyük salondan çıktım ve merdivenleri sakince çıktım, midem yanıyordu.

Merdivenler bittiğinde durdum ve önce sola sonra sağa baktım, daha az önce söylediği şeyi unutmuştum resmen. Homurdanarak kafamı salladım ve sol tarafa döndüm, deneye deneye bulurdum artık.

Sol tarafa doğru adımladım, ilk kapıyı araladığımda lavobaya benzemediği için diğer kapıya geçtim, tam o kapıyı da açacaktım ki içeriden gelen seslerle durdum.

Sahiden mi? Yine mi? Neden ben?

"Bunu yapmayacaksın." diye hafifçe bağırdı tiz bir ses büyük ihtimalle bir kadın sesiydi. "Oğlumuzun başından beri bunu istemediğini biliyordun Fatih, şimdi onu buna zorlayamazsın."

Kapıya daha çok yaklaşırken içeriden bir kaç takırtı geldi.

"Oğlunun ne istediği umrumda mı sanıyorsun? O kanı bozuk yüzünden iflas edemem Zümrüd, o kızla evlenecek."

Büyük ihtimalle duvara çarpıp kırılan bir şeyin sesini duyduğumda irkildim, içeridekilerin kim olduğunu tahmin edebiliyordum, çok yüksek ihtimalle İnel'in annesi ile babasıydı.

"Sen ne zaman böyle biri oldun?" diye titrek bir sesle sordu Zümrüd, boğazımın yandığını hissederken yutkundum, sesindeki hayalkırıklığı göğsümü çizdi.

"Oğlun bunu günlüğüne yazdığından beri böyleyim," dedi soğuk sesiyle Fatih, ikinci kez İnel için oğlun demişti, oğlumuz değil. "O yanındaki piçin sadece arkadaşı olduğunu düşündüğümüzü düşünüyor ama göstereceğim ben ona."

Bir kaç şeyin yere düşüş sesiyle alnımı kapıya yasladım, Zümrüd'ün hıçkırık sesiyle karışık cümlesi kulağıma dolarken, gözlerime yaşlar sarıldı. "O senin oğlun, o bizim oğlumuz. Neyi, kime göstereceksin sen?"

Histerik bir kıkırdama duydum.

"O kanı bozuk mu benim oğlum? Kız kardeşinin sevdiği erkekle çıkan çocuk mu, benim oğlum?"

Alnımı hızlıca kapıdan kaldırırken kapının kulpunda olan elim kulptan kaymıştı, içerideki sesler kesilirken ellerimi havaya kaldırarak panikledim ve hızlıca arkadaki odaya girdim. Odanın kapısını kapatırken karşı odanın kapısı açılmıştı.

Sırtımı kapıya yaslarken kalbim sert darbelerini göğsüme geçiriyordu, olanlara yetişmekte o kadar çok zorlanıyordum ki düşüncelerim karman çormandı.

Biraz bekleyip etrafı dinledim, bir süre sonra yaklaşan adım seslerinden sonra kapanan kapının sesini duydum, koridora baktıktan sonra odaya geri dönmüşlerdi sanırım.

Esva, diye heyecanla bağırdı içimdeki küçük kız, gözünün önüne yaşanacak olayların kasvetli ihtişamı geliyordu. Esva, Enis'e aşık ama Enis, İnel'e aşık. Tekrar kıkırdadı ve beyaz elbisesinin eteklerinden tutarak zıplamaya başladı.

"Siktir!" diye dehşetle fısıldadım. Gözlerim odanın içinde gezerken parmak uçlarımla ağzımı kapattım ama üzerimdeki şoku atlatamamıştım.

Bulunduğum odanın Esva'nın odası olduğunu, dışarıdaki ışığın aydınlattığı, yatağın üstündeki yastıklardan anladım. Odası fazla kalabalıktı ama buna rağmen bir uyum içerisindeydi. Evet, bunca karmaşada odasının uyumunu düşün, harikasın.

***

Aylar sonra... (Gelecekten bir kesit.)

Genç kadın önünde durduğu manzaraya bakarken gözünün önünden tüm yaşantısı hızlıca geçti ama canını en çok onunla tanıştıktan sonrası yaktı, kalbine en çok o dokundu.

Şimdiyse kalbi büyük bir acının önünde eğilmiş, her atışında bıçaklarını göğsüne geçiriyordu.

Hıçkırdı, geride bırakacağı şeyleri, onu şimdiye getiren her şeyi düşünürken hıçkırdı.

Titreyen elleri üstündeki ince askılı, beyaz elbisenin eteğini sıkarken gökyüzüne doğru kaldırdı kafasını. Saçları sırtına dökülerken tatlı tatlı çiseleyen yağmur damlaları suratını gıdıkladı.

Üşüyordu.

"Artık üşümeyeceğim," diye fısıldadı kendini Kırık Tepe'den denize bırakmadan önce. "Artık hep mutlu olacağım ve onu unutacağım, o da beni unutacak."

O gün bir kadın öldü, acısı bir adamın kaburgasına sarıldı ve kalbine de bulaştı.

Kalbi acıya boyandı.

Kadının cesedi, adamın yüreğine gömüldü.

Ve kimse o kadının son sözünün, "Ben bunları hak etmedim." olduğu öğrenemedi.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top