11|Buzlu Su
Selam, lütfen bu satıra kitabı seveceğini düşündüğünüz birini etiketler misiniz?
SINIR 10 BEĞENİ 25YORUM.. (Sınır bölüm uzunluğunu etkiliyor.)
***
Tanrı'nın sen unuttuğundan yakınıyorsun, peki sen Tanrı'yı hatırladın mı?
***
5 sene önce... (Yaz tatilinin ilk haftaları.)
"Yine mi o kitabı okuyorsun?"
İrkilerek elimdeki kitabı yere düşürdüğümde bunu umursamadım, mavilerimi kaşlarını çatmış anneme döndürdüm.
Ayşe Şimal Ülgen, üstündeki siyah elbiseyle bir kara meleği andırıyordu, sarı maşalı saçları omuzlarına dökülürken yeşillerine yansıyan büyük bir alev vardı.
"Yaz tatilini böyle kitap okuyarak geçireceğini mi düşünmüştün?" derken kollarını önünde birleştirmişti. "Eğer öyleyse çok yanılıyorsun çünkü kurslarına devam edeceksin."
"Ben istemiyorum." diye fısıldadım koltuğumda dikleşerek, alayla gülümsedi.
"Ama ben istiyorum, anlıyorsun değil mi?"
"İstemiyorum anne." dedim daha güçlü bir sesle.
"Ben de seni istemiyordum ama bak işte, istemediğimiz şeyler olabiliyor."
Odamın kapısını çarparak çıktığında buğlanan gözlerimle kapıya baktım, ellerim titremeye başlarken hıçkırdım.
***
"Uyansana." homurdanarak omuzumdaki eli iterek sarıldığım yorganı daha çok üstüme çektim, dün Leza'da saatlerce kalmıştık, Alin ile Agah geldiklerinden bir saat sonra ayrılmışlardı, Enis'ten gizli onun içkisini içmiştim ve sonu pek iyi değildi. Başım ağrıyordu.
"Pandaya benziyorsun," diye mırıldandı Enis. "Şapşal."
Gözlerimi zar zor aralayarak ona baktım. "Evimde ne işin var?"
Omuzumu dürtmeye devam ederek sırıttı, uyumak istiyordum.
"Seni kahvaltıya götüreceğim."
"Canım sadece uyumak istiyor."
Sırtımı ona döndüğümde aniden üstümdeki yorganı çekti, sinirle inledim. Yataktan kalkarak sinirle ayaklarımı yere vurdum, uykumu alamayınca sinirleniyordum.
"En son ne zaman bir şey yedin?" dediğinde omuzuna çarparak odamdan çıktım, arkamdan geliyordu.
"Hatırlamıyorsun değil mi?"
Banyoya girerek kapıyı çarptım, aynadaki aksime suratımı buruşturarak baktıktan sonra çekmecelerden birini açıp siyah bir toka alarak saçlarımı tepeden bir topuz yaptım.
Çekmeceleri karıştırarak yüz temizleme suyunu buldum ve yüzümü bir kez yıkayıp temizlemeye başladım, Enis kapının ardından bağırarak Emir Can İğrek'in Nalan şarkısını söylüyordu. İstemsizce gülerek kafamı salladım, bu çocuk böyle değildi ya.
"Sabah sabah bu enerji ne?" diye bağırdım suratıma su çartıktan sonra,yüzümü kenardaki havlulardan biriyle sildikten sonra dişlerimi fırçaladım ve banyodan çıktım, üstümde dünkü kıyafetlerim vardı ve ayağım çıplaktı.
"Dur bir dakika," diye mırıldandı Enis merdivenlerden çıkarken, şarkı söylemeyi kesmişti. "O kolye neden sende?"
Duraksadım, sen de mi biliyorsun Enis ya!
"Benim." dedim odamın kapısını aralarken, komodinin üstündeki dijital saate baktım, saat daha 09.08'di. Dolabıma yöneldim, Enis yatağıma oturdu.
"O kolye özel yapım." omuzlarımı silktim ve bordo, madonna yaka trikomu dolaptan çıkararak Enis'in yanına attım.
"Tolga Teoman'ın." dedim siyah kot pantolomu da yanına atıp, sağ tarafın kapaklarını kapatıp sol tarafı açarak siyah peluş ceketimi, bordo şapkamı ve gümüş zincirli siyah çantamı çıkararak kapağı kapadım.
Elimdekileri yatağın üstüne koyarken ona bakmıyordum, dizlerimin üstüne eğilerek yatağın altındaki herhangi bir ayakkabı kutusunu çektim ve kapağını açtım, simsiyah air max'lerimi kutudan çıkararak yere koydum ve kutuyu yatağımın altına geri ittim.
"Sende olduğunu biliyor mu?" diye en sonunda sorduğunda yanına oturdum.
"Bilmiyorum, geçen gün beni bırakırken gördü ama hatırlamıyor diye düşünerek kendimi tatmin ettim." kaşlarını çatarak eliyle saçlarını düzeltti.
"O kolyeyi unutmaz, çok değerli onun için."
Söyledikleriyle elim istemsizce kolyeye gitti, zincirin ucundaki kuşu avuçlarımın arasına hapsederken bakışlarım yere düşmüştü.
"Neden bu kadar önemli?" diye fısıldadım.
"Teyzesinin kolyesi, sana anlatmam pek doğru değil ama o kolyeyi senden almadıysa bir nedeni vardır." dedi kafasını onaylarcasına sallarken, neyi onayladığını anlamamıştım. "Aysun, yani teyzesi, yıllar önce öldü, bu kolyede onundu zaten. Aysun'un bir kızı varmış, kim olduğunu sadece Tolga biliyor, neyse. Aysun, bu kolyeyi Tolga'ya vermiş ve kızına ulaştırmasını istemiş."
Durduğunda araya girdim hızla. "Ama neden kendisi kızına vermemiş ki? Hem Tolga'nın annesi tek kardeş değil mi?" yeşil gözlerinde yeşeren imayla gözlerimi kaçırdığımda güldü.
"Neden kendisinin vermediğini bilmiyorum ama Aysun'u görseydin ona üzülürdün, küçük olmama rağmen onu her gördüğümde ona sarılmak istiyordum. Mavi gözleri hep ağlayacak gibi bakıyordu Amara, gerçekten onu neyin böyle yaralandığını hep merak etmişimdir." dedi düşünceli ve üzgün bir sesle. "Diğer soruna gelecek olursam Aysun öz teyzesi değil, üvey."
Dudaklarımı ağzımın içine yuvarladım ve kafamı onaylarcasına salladım. "Anladım, neyse odamdan çık da giyineyim."
Beni ikiletmeden odamdan çıktığında derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim, kolye sanki boynuma ağırlık yapmaya başlamıştı.
Üstümdeki elbiseyi ve iç çamaşırlarımı çıkarıp yatağın üstüne koydum, komodine uzanıp straplez bir südyen ve altını çıkarıp üstüme geçirdim.
Yatağın üstündekileri teker teker üstüme geçirdikten sonra trikomun paçalarını pantolonumun içine soktum, pantolonum ikinci bir deri gibi üstüme yapışmıştı. Spor ayakkabılarımı da giydim ve çantamı omuzuma astım, kitaplığın önündeki koltuğun üstünde duran ceketimin ceplerini karıştırdım, sağ cepte elime çarpan şeyi çıkardım. Bir kağıttı, kağıdı cebime sıkıştırıp bu sefer çantama yöneldim çantamdaki her şeyi çıkarıp şimdi taktığım çantaya koydum.
Şapkamı da alarak odamdan çıktım ve alt kata inerek ıvır zıvırlarımın olduğu odaya girdim. Bu odayı düzenlemem lazımdı, çünkü içinde testlerim ve makyajlarım hariç, çantalarım, ayakkabılarım ve kıyafetlerimde vardı. Dağınıklığı görmezden gelerek makyaj masama oturdum, topuz yaptığım saçlarımı açarak ortadan ayırdım ve taradım, kenarda duran parfümlerden birini alıp bolca üstüme sıktım ve rimelimi kirpiklerime sürdüm.
Kolyemi trikomun altına koyduktan sonra kulağımdaki küpeleri çıkarıp farklı küpeler taktım ve dudağıma bordo mat bir ruj sürdüm. Rujumu çantama atıp şapkamı taktım ve çantamdaki telefonumu peluşumun cebine koyarak odadan çıktım.
Salona girdiğimde Enis tekli koltuğa oturmuş telefonla konuşuyordu, karşısındaki koltuğun kol yaslama kısmına kalçamı yasladım.
"Tamam." dedi gözleri bendeyken. "Konuşurum onunla ben, sen gelecek misin şimdi?"
Tek kaşımı kaldırarak ona baktığımda telefonu kulağından hafifçe çekerek ekranı bana gösterdi, sırıttım, İnel'le konuşuyordu.
"Tamam, görüşürüz." Gözlerini kaçırdı. "Ben de seni seviyorum."
Telefonu kapattığında, kendimi koltuğa doğru sırt üstü bıraktım, dizlerimden itibaren ayaklarım dışarıdaydı. "Yaa!" diye gülerek inlediğimde bakışlarım ondaydı, gülmemek için dudaklarını ısırıyordu.
"Sen neden bu kadar mutlu oldun manyak?" dediğinde kahkaha atarak elimle yüzümü kapadım.
"Çok şirinsiniz." dedim, kafasını sallayarak ayağa kalktı ve önümde durarak beni de kaldırdı, şapkamı düzeltip salondan çıkarken bile sırıtıyordum.
Portmantoya astığı siyah ceketini üstüne geçirirken onu süzdüm, koyu gri kumaş pantolon ve siyah balıkçı yaka kazak giymişti. Kumral saçları dağınık bir şekilde alnına dökülüyordu ve beyaz teni sanırım az önce utandığından hafifçe kızarmıştı.
"Seher ben çıktım." diye bağırarak dış kapıyı açtım, soğuk rüzgar hızla yüzümü yaladığında gülümseyerek genzimi yakan bir nefes aldım.
"İnel de yanımıza gelecek." dedi bahçe kapısına ilerlerken, omuzlarımı silktim.
"Ayrı arabalarla gidelim," yüzüme gelen saçlarımı geriye ittirdim. "Dersim var saat ikide." kafasını sallayarak beni onayladı.
Otoparka girdiğimizde arabama binip çalıştırdım, onun arabasını çalıştırıp önden çıkmasını beklerken cebimdeki katlı kağıdı çıkarıp açtım.
Yara bandı değil, merhem. Unutma, geçici değil, kalıcı. -A.
Kağıdı tekar cebime sıkıştırarak park yerinden çıktım ve Enis'in arkasından ilerledim, radyoya uzanıp herhangi bir kanal açtım.
Dün Enis'in içkisini içmeden önce bir defa bile oturduğum yerden kalkmamıştım, kafam hafif güzel olduktan sonra sadece dans etmek için kalkmıştım sanırım bir de lavaboya gittmiştim. Büyük ihtimalle lavoboya gittiğim sırada cebime koymuştu kağıdı çünkü ceketimi o zaman giymiştim, zaten sonrasında Enis'in zoruyla eve getirilmiştim.
Yanağımın içini ısırdım, ceplerime uzanabilecek kadar yakındı.
Enis'in arabası sahil yoluna girdiğinde gideceğimiz yeri anlayarak göz devirdim, ÇakılTaşı'na gidiyorduk. ÇakılTaşı sahilin tam ortasında bulunan baya büyük bir kafeydi, tam olarak üç katlıydı ve denizin tam dibindeydi, eskiden sevdiğim bir yerdi.
Enis, yavaşlayarak arabasını kenardaki park yerlerinden birine park ettiğinde ben biraz daha ilerledim ve bulduğum ilk boş yere park ettim.
Arabadan çıkıp kilitledim ve anahtarı çantama attım, Enis kafenin girişinde beni bekliyordu.
"İnel'ler gelmiş." dediğinde taşlı yolda ilerliyorduk, kaşlarımı çattım.
"İnel'ler?" kafenin kapısı iki yana kayarak açıldı, içeri girdiğimizde kapı arkamızdan kapanırken sıcaklık hemen kendini belli etmişti.
Enis hiç duraksamadan kafenin içine doğru ilerledi ve kafasıyla bana bir yeri işaret, etti. Şirince sırıtıyordu. "İnel ve Tolga."
Gözlerimi zorlukla yere eğip annesini takip eden civciv gibi peşinden ilerledim, masaya vardığında benim cam kenarına oturmamı bekledi ve ben oturduktan sonra oturdu.
Kafamı kaldırıp "Günaydın." dedim. Çantamı ve ceketimi çıkardım, ceketimi bacak bacak üstüne attığım bacaklarıma örterken çantamı sandalyenin arkasına doğru asmıştım.
"Günaydın." dedi İnel gülümseyerek, şapkamı çıkarıp çantamın yanına koydum ve geriye yaslanarak yüzümü kaplayan saçlarımı çektim.
"Nasılsınız?" bakışlarımı İnel'den alıp Tolga'ya çevirdim ve başımla selam verdim, mavi gözleri boynumdaki kolyenin görünen kısmına kayarken o da selam verdi.
Enis, "İyiyim." derken ben,
"Enis beni uyandırmasaydı iyi olabilirdim." dedim.
Birbirimize dönüp suratımızı buruşturduğumuzda karşımızdaki ikili güldü.
"Hoş geldiniz efendim, ne alırdınız?" masamızın önünde aniden beliren erkek garsonla konu dağılırken, üçü de kahvaltı tabağı ve çay istediğinde bakışlar bana döndü.
Gülümseyerek garsona baktım, buradaki herkesi tanıyordum ama bu garsonu ilk kez görüyordum.
"Sanem hala burada değil mi?"
Kafasını sallayarak beni onayladı, dudaklarımı yaladım.
"Ben de kahvaltı tabağı istiyorum ama benimkini o hazırlasın, Amara kahvaltı tabağı istiyormuş, dersen anlar. Bir de portakal suyu istiyorum."
"Tamam, efendim."
Gülümseyerek önüme döndüğümde masadakilerin bakışları bendeydi, kaşlarımı kaldırdım.
"Sanem'i nerden tanıyorsun?"
Tolga'ya baktım, buna neden takılmışlardı ki?
"Eskiden hep bu kafeye gelirdim, neden?"
"Sadece," diye sözü devraldı İnel. "O kız biraz garip, üstüme bir kere çay dökmüştü ve hiçbir şey demeden kaçmıştı."
"Evet, zaten ondan sonra ne zaman bizi görse kaçtı." dedi Enis.
Bakışlarımı kucağımda birleştirdiğim elime düşürdüm, Sanem genellikle mutfakta çalışır, insanların arasına girmekten kaçınırdı. Tolga, telefonunu çıkarıp bir şeyler yapmaya başladığında İnel ile Enis de, Sanem'le ilgili konuşuyorlardı.
"Acaba dilini mi yutmuş?" kafamı hızla kucağımdan kaldırıp İnel'e baktım, bu ani hareketimle bana baktı.
Tam ona cevap verecekken garson çocuk önce üçünün kahvaltı tabağını, sonra benim portakal suyumla beraber çaylarını getirdi.
Teşekkür ederek yemeğe başladıklarında mutfak tarafından çıkan Sanem'le gülümsedim, göz göze geldiğimizde o da gülümserken bakışları masaya kaydığında duraksadı. Bakışları İnel'in üstünde oyalandıktan sonra bana geri döndü ve yavaş adımlarla masaya geldi, tabağımı önüme bıraktığında masadaki herkes ona bakıyordu.
Gülümsediğimde gülümsedi, ellerimi havaya kaldırdım. "Teşekkür ederim, seni özlemişim."
Enis ile İnel birbirlerine baktıktan sonra bana döndüler, Tolga da bana bakıyordu. Mavilerine bakmamak zordu. Sanem de ellerini havaya kaldırdı ve yüzünü sinirli bir hale soktu.
"Rica ederim ama özlediğini pek sanmıyorum." işaret dilini sinirlenince hızlı kullanıyordu.
"Gerçekten çok özledim ama gelemedim," dediğimde kafasını salladı. "Onu burda başkasıyla gördüm, biliyorsun." dedim duraksamadan. Sanem'le konuşurken hep işaret dilini kullanıyordum, bakışları Tolga'ya kaydı. Üçü de sessizce kahvaltısını yapıyordu, ama bakışları bizim aramızda gidip geliyordu.
"Otursana." dediğimde arkadaki masadan bir sandalye çekip oturdu, gülümsedim merak ettiği bir şeyler olmazsa asla oturmayacağını biliyordum.
"Onunla neden aynı masadasın?" dedi hızlıca, portakal suyumdan büyük bir yudum aldım.
"Çünkü ortak arkadaşlarımız var."
Anladım, dercesine kafasını salladı ve bakışları İnel'e kaydı.
"Başka şeyler de var değil mi? Numaram sende var ben şimdi gidiyorum bana yazarsın, kahvaltını yap görüşürüz." dedi ve hızlıca kalktı, rahatsız olmuş gibiydi.
O gittikten sonra yavaşça kahvaltımı yapmaya başladım, herkes dalgınca önündekileri yiyordu. Benim tabağım onlardan farklıydı, siyah zeytin yerine yeşil zeytin vardı, salam daha fazlaydı, domates yoktu, kaşar yerine daha fazla süzme peynir koymuştu ve reçellerin koyulduğu yerde böğürtlen reçeli yerine fazladan bal koymuştu.
"Özür dilerim." ağzımdaki ekmeği yutarken İnel'e baktım, üzgün gözüküyordu. Portakal suyumdan içtim.
"Bu yüzden sizden kaçıyordu," dedim konuya açıklık getirmek istercesine, bakışları tabağına düştü. "Onunla konuşmaya çalışacaktınız ve size cevap vermediğinde de "Dilini mi yuttun?" diye soracaktınız. Ki bu ilk olmayacaktı İnel."
Sert olmamaya çalışıyordum çünkü bilmiyordu ama sinirlenmeden duramıyordum.
"İlk olmayacaktı, derken?" diye mırıldandı Enis, geriye yaslandım. Gülümsedim.
"Lisedeyken buraya gelmiştiniz," işaret parmağımla sırasıyla üçünü işaret ettim, Tolga'da oyalanmıştım. "O gün ben de oradaydım, benim yanımda oturuyordu sonra mutfağa giderken sizin masanızın önünde durmak zorunda kaldı."
O an aklıma gelince kaşlarımı çattım, Sanem o zamanlar İnel'den hoşlanıyordu ve onu görünce heyecanlanıyordu ama konuşamadığı için o kadar çekiniyordu ki onu sadece mutfaktan izliyordu.
"Sonuçta müşteriydiniz ve sizi görmezden gelemezdi, siparişlerinizi aldı ve hatta getirdi ama sizinle hiç konuşmadı." kafamla İnel'i işaret ettim. "Sana çayını verirken ona "Neden hiç konuşmuyorsun, dilsiz misin?" demiştin, o da, o an çayı üstüne dökmüştü. Bilerek mi yaptı, yanlışlıkla mı? Bilmiyorum ama o günden sonra mutfaktan çıkmadı."
"Ben bilmiyordum ki." diye fısıldadı.
"Üzülme." dedim. "O seni affetti zaten."
"Amara," adım Tolga'nın dolgun dudakları arasından aniden döküldüğünde kalbimde bir şeylerin sızladığını hissettim. "O gün gelip benim suratıma suyu sen fırlatmıştın, değil mi?"
"Hı?"
Dudaklarımı ısırıp ona baktığımda Enis gülerek bana baktı, İnel de gülümsemişti ama durgun gibiydi.
"Suratıma buzlu suyu "Al ateşin sönsün." diyerek fırlatmıştın." kafasını hatırlamış gibi salladı. "Sendin o."
"Ben, şey," diye geveledim ağzımın içinde, Enis sıkışmamdan zevk alırcasına sırıtıyordu, yanaklarımın ısındığını hissettim. Fazla kızaran biri değildim ama şu an kulaklarıma kadar yanıyordum. "Onu İnel'e yapmıştım diye hatırlıyorum." dedim İnel'e bakarken, kafasını onaylamazca salladı.
O gün okulda onu bir kızla görmüştüm, bu yüzden ona sinirliydim. Aslında gerçekten İnel'in suratına dökecektim o suyu ama istemsizce Tolga'nın suratına dökmüştüm. Hatırlıyorum da masadaki herkes şok olmuşken ben de mutfağa kaçmıştım.
***
5 yıl önce... (Yaz tatilinin ilk haftaları.)
"Bak, bak, nasılda koluna vuruyor."
Dudaklarımı sinirle dişleyerek titreyen ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırdım, keman dersimden çıktıktan sonra soluğu Sanem'in yanında ÇakılTaşı'nda almıştım.
Sanem, parmaklarının uçlarıyla kakülünü düzeltim koyu kahve gözlerini devirdi, omuzlarına kadar gelen kahverengi saçları hafif dalgalanmıştı. Ellerini havaya kaldırdı.
"Bu kadar umursamamalısın, onlar geçici." dediğinde göz devirdim.
"Anlamıyorsun," diye fısıldadım. "Ona kimsenin dokunmasını istemiyorum, onu seviyorum."
Bakışlarım Sanem'in omuzlarından geriye doğru kaydı, iki masa ilerimizde Tolga ve arkadaşları oturuyordu, tüm tayfa beraberlerdi.
"İnel'in yanında oladuğunu düşünsene o kızın." dediğimde suratı düştü ve kafasını sallayarak masadan kalktı, ellerimle yüzümü kapatarak derin bir nefes aldım. "Özür dilerim, böyle dememeliydim."
Suratında filizlenen kırık bir tebessümle mutfağı işaret ettiğinde kafamı sallayarak onu onayladım."Yanıma tekrar gel ama."
Dudaklarını bükerek omuz silktiğinde portakal suyumu avuçladım, soğuk içeceğin beni serinletmesine izin verdim. Sanem boyundan bağlamalı yeşil bir elbise giymişti, sırtının bir kısmı açıktaydı ve buğday teni göz önündeydi. Gözlerimi sırtına sabitlediğimde aslında gördüğüm o değilde, onların masasıydı.
Sanem, omuzlarını düşürerek Tolga'ların masasının önünde duraksadığında dikleşerek oraya odaklandım, tedirgin bakışlarımı Sanem'de gezdirdim. Gerilmişti.
Masadakilerin teker teker siparişlerini aldıktan sonra hızla mutfağa ilerledi. İnel, yanındaki Enis'in kulağına eğilerek bir şey söyledi, gözleri Sanem'in gittiği yerdeydi.
Kaşlarımı çatarak çenemi avuç içime yasladım ve onları izlemeye başladım. Sanem ve Ali istediklerini teker teker getirdikten sonra Sanem elinde sadece bir çay bardağı tutarak masalarına yaklaştı, çayı İnel'in önüne doğru götürdü.
"Neden hiç konuşmuyorsun, dilsiz misin?"
İnel'in küçük bir gülümseme ile sorduğu şey kanımı dondururken Sanem'in eli titredi, çay bardağı devrilirken sıcak çay İnel'in üstüne dökülmüştü. Keman çantamı elime alarak hızla masadan kalktım, Sanem mutfağa doğru gitmişti.
Onların masasının önünde durduğumda masadaki ağzına kadar soğuk suyla dolu olan barsağı kavradım ve İnel'in üstüne fırlatmak için kaldırdım. Suyu İnel'in suratı yerine Tolga'nın suratına fırlatırken durmak için çok geç kalmıştım.
"Al ateşin sönsün." diyerek mutfağa doğru ilerledim, mutfağa girer girmez sırtımı kapıya yaslayarak durdum ve elimi kalbime koydum.
"Hızlı atmamalısın," diye fısıldadım dudaklarımı dişleyerek. "Hızlı atarsan olmaz, bu bize yasak."
Gözlerimi sımsıkı kapayıp açtıktan sonra mutfağın en arkasına doğru ilerleyerek kilerin kapısını açtım, Sanem yere oturmuş dizlerini kendine doğru çekmişti.
Yanına giderek yaralı kızımın kafasını göğsüme çektim, hıçkırarak ağlarken saçlarını okşadım.
Çok yorulmuştu, kafeye gelen bir çok müşteri onun burnu havada, kafenin sahibi olduğundan kendini bir şey sandığı için konuşmadığını düşünüyordu.
Babasının bir çok kez ona gözlerinden akan şefkatle baktığını görmüştüm, demişti ki, "Param var, yediğim önümde yemediğim arkamda. İstediği anda, istediği her şeyi ona alabilirim ama onu konuşturamam. Kızımın sesini duyumam."
O an öyle bir kederle sarılmıştı ki yüreğim, öyle bir acı duymuştum ki bunu hiçbir kelimeyle anlatamazdım.
Benden ayrılarak titreten elini havaya kaldırdı.
"Ben de artık konuşmak istiyorum."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top