26|Elma Şekeri

M: ENİS KEÇECİZADE

YİĞİT SEFEROĞLU- KENDİMİ BULAMIYORUM

SINIR: 20 OY 120 YORUM

Göğüs kafesimde saklasam seni, saklayabilsem.
Acıtmasa kimse seni, görmese veyahut sende gördüklerimi.
Göğsümün kırık penceresinden baksan göğe,
Beni biraz anlasan, anlayabilsen.

***

"Daha toparlamış gibi görünüyordu, değil mi?"

Enis'in kısık sesiyle sorduğu soruyla başını kaldırarak ona baktı İnel, ama gözleri çok sevdiği yeşillere sarılmadı. Mustafa Kemal ve Nova'nın odayı terk etmesinin üzerinden yarım saat geçmişti, Amara'nın serumu bitmiş ama sonra bir serum daha takıldığından Agah, çocuklara daha fazla beklememeleri gerektiğini söylemişti. Saatlerdir hastanede olmaktan yorgun düşmüştü herkes, saat öğleden sonrayı gösteriyordu. Yeni güne hastanede başlamışlardı.

Enis, İnel'den herhangi bir tepki alamayınca hırkasının cebindeki ellerini yumruk yaparak sıktı ve yuktundu. Aniden duraksayarak İnel'in dirseğini kavradı, İnel onun bir merdiven altındayken, onu kendine doğru çevirdi Enis. İnel, Enis'ten uzun olduğu için, Enis, şu an ondan sadece birkaç santim uzun duruyordu.

"Neden böyle yapıyorsun?" diys fısıldadı titreyen sesiyle, İnel'in onunla konuşmadığı ya da kısa kısa cevap verdiği anlara içi gidiyordu. Enis'in içi o kadar İnel'le doluydu ki ona her kırıldığında oluk oluk içi gidiyordu ona.

Dudaklarını yalayarak kaşlarını çattı İnel, istryerek yaptığı bir şey yoktu aslında. O, üzülünce kabuğuna çekilir, hüzünlü bakışlarla etrafa bakar ve konuşmazdı. Konuşursa duyguları taşardı, duygularının taşmasındansa sessizlik en iyisiydi. Yuktundu. "Ne yapıyorum ki?"

İnel'in sesi titredi, işte o an Enis'in içi en çok ona gitti, keskin bir nefes alarak sakince verdi. Onun sesi titrediğinde Enis'in kalbi titriyordu, soğumuş parmak uçlarının farkında olmadan İnel'in yüzünü kavradı hafifçe. "Susuyorsun," diye fısıldadı ağlamaklı sesiyle. "Sen susunca kendinle konuşuyorsun, sen susunca en çok kendini bitiriyorsun... Sen susunca aslında hep konuşuyorsun." Hafifçe eğilerek alnını onun alnına yasladı Enis. "Bana susuyorsun, en çok benimle konuşman gerekirken."

"İsteyerek olmuyor," dedi kuru sesiyle İnel, o böyleydi işte, hep böyleydi. "Ben... Biliyorsun... Dizlerim aşındığında yaralarımı kendim sarmazsam tek başıma kaldığımda ne yapacağımı bilememekten korkuyorum."

"Seni asla yalnız bırakmayacağımı ne zaman anlayacaksın, İnel!" dedi neredeyse inlercesine, sesi hem sitem hem de sinir doluydu. Kendini hafifçe geri çekerek İnel'in kafasını sarstı. "Şu zeki beynin böyle konularda aptal aptal çalışıyor ya, deliriyorum!"

"Peki," dedi ne diyeceğini bilemeyerek İnel, Enis'in uçları artık ısınmış olan ellerinin üstüne elini koydu ve hafifçe gülümsedi. "Sırtıma binmek ister misi?"

"Ama sen beni gafil avlıyorsun bak!" dedi kıkırdayarak İnel'in alnını öptükten sonra, sırıtarak ekledi. "Hem zayıfladığımı falan sanıyorsan bir daha düşünmeni isterim."

Yanağındaki elleri kavrayarak yüzünden çekti İnel ve Enis'in sol avuç içini öptükten sonra omuz silkti. "Ben seni hep taşırım."

Enis'in yüreğine ılık bir his otururken İnel ona arkasını döndü ve sırtına çıkmasını bekledi, zemin kata inen merdivenlerin sonuna yakın oldukları için fazla zorlanmayacaktı İnel ama Enis duraksadı. "Herkes bize bakacak," diye korkarak konuştu Enis, onun için sorun değildi ama İnel'in düşünceleri onun için önemliydi. "Bundan rahatsız olmaz mısın?"

İnel, ona cevap vermedi ama hafifçe eğilerek kararının kesinliğini gösterdi. Tebessüm ederek İnel'in omuzlarına tutundu ve sırtına bindi, İnel, Enis'in bacaklarını tuttu ve kendi dengesini sağladıktan sonra sırtındaki Enis'i hoplatarak daha da rahat bir pozisyona soktu. Merdivenlerden inerken nefesini vererek güldü İnel. "Sanki birazcık(!) ağırsın sen ya."

"Kuru iftira bu yaptığın şu an," dedi muzipçe Enis. İnel'in duvarlarına dokunduğunun farkındaydı, onlar acılarını uzun uzun konuşmazlardı, onalara kısacık bir an yeterdi. Enis, o duvarların tamamen yıkıldığını görmek istiyordu, senelerdir bunu yavaş yavaş başarıyordu. "Ben biber gibi adamım be, iki poşetim anca bir kilo çıkar benim."

Zemin kata indiklerinde çoğu insanın bakışları onlara çarpmıştı, bazıları ayıplarcasına, dik dik bakarken bazılarına onlara silik bir tebessüm bahşetmiş ve önlerine dökmüşlerdi. İkisi de hiçbir bakışı umursamadan hastaneden çıktılar.

"Dondurma yemeğe gidelim mi?" diye sordu İnel, Enis'in yaptığı esprilere maruz kaldığından gözleri kısılmış ve surat ifadesi buruşmuştu. Enis, çenesini İnel'in omuzuna yasladı.

"Karamelli, çikolatalı ve çilekli?"

"Karamelli, çikolatalı ve çilekli."

***
-Enis ve İnel gittikten 1 saat sonra.-

Agah'ın göğsünde uyuklamak hoştu, üstünde bir ev sıcaklığı vardı ve kokusu uykumu getiren ama hoşuma da giden bir kokuydu. Danışmaya dirseğini yaslamış, oradaki kadın çalışanla konuşmasını izlerken hâlâ göğsünde uyumaya devam etmek istiyordum ama hastanede sonsuza kadar kalamazdık, bakışlarımı sırtından çekerek üstümdeki kalın, koyu yeşil hırkaya daha da sarıldım. Üstümdeki kıyafetleri bana Nova getirmişti, diğer eşyalarımın ise lüçük bir çantasında Agah'ın arabasında olduğunu mesaj atmıştı.

"Aç mısın?"

Sırtımı yasladığım duvardan ayrılarak kolunun altına girdim ve kafamı sallayarak onu onayladım. Üstümde spor, yeşil bir elbise vardı, ayaklardım ise beyaz spor ayakkabılar. Gayet sıradan ve rahat hissediyordum.

Sanki yirmi iki yaşında değildim de hâlâ lisedeydim ve sevgilimin kolunun altına girerek onunla sokaklarda geziyordum. Aslında şu hastaneden bir an önce çıkarsak daha fazla böyle hissedebilirdim.

"Balık ekmek yemek ister misin?" diye sordu hastane bahçesine çıktığımızda, hava soğumuştu ve yerler ıslaktı. Kafamı hafifçe kaldırıp göğe bakarken derince soluklandım.

"Güzel olabilir." diye mırıldandım, denizin tuzlu kokusunu solumak, hele ki yağmurlu havadan sonra solumak insanı rahatlatıyordu. Arabaya doğru ilerlerken beline daha sıkı sarıldım, çok ince düşünüyordu.

Arabasının yanına geldiğimizde belinden ayrıldım, ön yolcu kısmının kapısını açmak için uzandığımda benden önce davranarak kapıyı açtı ve gülümseyerek içeriyi işaret etti. Ona yorgun bir gülümseme sunup koltuğa oturdum, o da arabanın önünden dolanarak sürücü koltuğuna geçti.

"Alışırım ama ben?" dedim muzip nir ses tonuyla, arabayı çalıştırıp park yerinden çıkarırken gülümsedi. Kolunu ben koltuğuma yaslayarak hafifçe yan döndü ve arabayı geri geri sürerek park yerinden çıkardı. O bunu yaparken bana yaklaşmıştı ve sıcak kokusu bana çarpıyordu, arabanın içi o koktuğundan mıdır, bilmem ama kokusu sanki her yerdeydi.

Geriye doğru çekilecekken yüzüne saplanmış bakışlarımı fark ettiğinde duraksadı, yüzlerimiz ne fazla yakındı ne de uzak.

"Gözlerin çok güzel." diye fısıldadı yutkunarak, dudaklarımın kenarı hafifçe kıvrılırken sağ elimle sol yanağını kavradım ve hafif çıkmış sakallarını sevdim. Sakalları avuç içimi huylandırdı ama bu bile hoşuma gitti, çok saçmaydı. "Biliyor musun?"

Sert bir nefes bıraktığında dudaklarımı yaladım istemsizce, insanlar yapmamaları gereken şeyi yapmamaları gereken zamanda uzmandı işte. Sorusuna cevap verdim kısık sesimle. "Neyi?"

Hafifçe güldü, sol elinin işaret parmağını aniden sağ gözümün altında hafifçe gezdirdiğinde gülümsemem büyüdü. "Gözlerin bile isteye boğulacağım tek deniz."

Gülümsemem teklerken hafifçe bana doğru eğildi, çenemi hafifçe kaldırıp ona yaklaştığımda aniden çalan kornayla irkilerek geriye çekildim. Benim yanağındaki elim, onun ise gözümün altında parmağı tenimden koptu. Geriye çekilip direksiyonu kavrarken keskin bir nefes verdi ve ağır bir küfür mırıldandı, otoparktan çıkarken bıyık altından güldüm.

"Güldüğü görebiliyorum," dedi huysuzca, dudaklarımı birbirine bastırdım. "Kendini sıkmana gerek yok, neye gülersen gül ben senin gülüşünü duymak isterim."

Bakışlarımı kaldırımlardaki insanlardan alıp ona çevirdiğimde yüzümde artık bir gülümseme yoktu, ifadesiz değildi suratım bunun farkındaydım ama mutluluktan da uzaktı. Sadece düşünceliydim.

"Kaşların çatıldı," diye fısıldadı, kendi kendine konuşuyormuş gibi. "Yine ne takıldı acaba aklına."

Benden bir cevap beklemediğini düşünerek ona cevap vermedim ama haklıydı, aklıma kendisi takılmıştı.

Çıkarlarım için yanında olacağım demiştim kendi kendime ama şimdi fark ediyordum ki onun yanında olmak bana iyi geliyordu. Kemdimi daha rahat hissediyordum, güvende hissediyordum ve ben bunları hissetmek istemiyordum. Bakışlarımı ondan çekerek ön camdan yola sabitledim.

Tamam, küçüktük, onun hayatındaki olaylar yüzünden ayrılmıştı benden ama geri gelebilirdi. Neredeydi, kimlerleydi, bunlar umrumda değildi lakin şu an enine boyuna düşününce fark ediyordum ki Tolga'yla arasının kötü olması için yan yana gelmeleri gerekiyordu. Aralarındaki şey büyüktü, aynı ortaokuldaydılar ama bu aralarındaki şeyin daha fazlası olduğu bariz belliydi.

"Neredeydin?"

Araba kırmızı ışıkta duraksadığında parmakları direksiyonda ritim tutarken bana baktı, kaşları hafifçe çatıldı. "Nasıl yani?"

"Bunca zaman," Yutkundum. "Neredeydin?"

"Şu an buradayım." dedi sakince. "Öncesi önemli mi?"

"Değil mi?" dedim tek kaşımı kaldırarak.

"Öncesi önemli olursa kaybeden sen olursun, Amara."

Bakışlarını benden kopararak ön cama sabitledi.

"Ne?" dedim şaşkınlıkla. "Ne saçmalıyorsun?"

"Yükselmeye gerek yok," diye homurdandı, şu an bu saçma sapan konuşmayı yapmaktan hoşlanmadığı belliydi. Haspam, sanki benim çok hoşuma gidiyordu. "Senin önce beni, benim öncem seni ilgilendirmez."

(YN: Kitap kendini yazıyor, diyorum inanmıyorsunuz. Böyle bir sahne nerden çıktı bilmiyorum...)

Araba tekrar hareket ederken şaşkınlıkla ona bakmaya devam ettim, ona sadece bir şey sormuştum. Zor bir soru değildi, cevabı sadece konum bildiren bir sorurdu, ona yandan bir bakış atarak önüme döndüm. Cevap vermek istememesinden değil, sanırım benim önceme sinirlendiğinden dolayı böyle konuşmuştu.

Yanağımın içini ısırdım, aptaldı.

"Gül." diye fısıldadı ifadesiz bir sesle, dudaklarımı ağzımın içine alarak dişledim ama gülmedim, duymasındı gülmemi.

"Gülmeyecek misin?"

"..."

"Gülsene."

"..."

"Neden gülmüyorsun ki?"

"..."

"Yıllardır sesinden ve gülümsemenden mahrumum Ayşin," dedi yorgunca, aniden üstüne sinen bu havayla ona döndüm. "Bana hep gülsen ya, artık."

Gülümsedim, vitesin üstündeki elini tuttum ve gözlerim kısılana kadar gülümsedim. Bunu sırf o istedi diye değil, içimden geldiği için de yapmıştım. "Söz veriyorum... Sana hep güleceğim."

Uzanıp yanağını öptükten sonra geriye çekildim ve o andan sonra konuşmadık ama arabada sıcak bir atmosfer vardı. Bir ara durup ilaçlarımı aldığında elindeki poşete rezilsin sen, bakışları atmıştım. Şimdi ise Eminönü'nde bir masaya oturmuş balık ekmeklerimizi bekliyorduk. Aslında o beni izliyor, ben de balık ekmekleri izliyordum, acıkmıştım.

"Balık ekmeklere avcıyı görmüş av gibi bakıyorsun." dedi nefes verip gülerken.

"Tam tersi değil miydi, ya o?" dedim kaşlarımı kaldırarak.

"Yok," dedi geniş onumzlarını silkerek. "Senden hem avcı olmaz hem de bakışlarında şey var... Nasıl desem? Tetiktesin yani."

"Salak." diye mırıldandım gülerken.

"Bir daha gülsene... Hiç öylesine."

Kahkahama engel olamazken kafamı salladım, çenesini yumruk yaptığı ellerine yaslamış annesini izleyen bir çocuk gibi beni izliyordu.

Sonrasında balık ekmeklerimiz geldiğinde kısa kısa havadan sudan konulardan konuştuk ve laf arasında eve gitmeyeceğimi söyledim, tabii kurduğum cümlelerden özenle bu cümleyi çekti ve kaşları çatıldı.

"Nereye gideceksin öyleyse?"

"Cihangir'e gideceğim." dedim ayranımdan büyük bir yudum alarak, şu an bulunduğumuz ortam bende gülme isteği uyandırıyordu.

Aniden öksürmeye başladığında kenardaki sulardan birini açarak ona uzattım ve endişeyle onu izledim, Cihangir'e gidiyorum demiştim sadece.

"Cihan- Ne?" dedi suyun yarısı içip şişeyi kenara koyduktan sonra, kaşları çatılırken dudaklarını yaladı. "Cihangir kim?"

Suratındaki ifadeye birkaç saniye boş boş baktıktan sonra öyle bir kahlaha attım ki yan masalardaki bazı insanlar bize baktı. "Cihangir kim mi?" derken elimi karnıma bastırıyordum çünkü gülmekten karnım ağrımıştı.

"Tolga'sı bitmeden Cenk'i, Cenk'i bitmeden Cihangir'i başlıyor." diye homurdandığında ne dedğini duymadım ama umursamadım da, Cihangir'i bir adam sanmıştı.

"Cihangir'den bahsediyorum." dedim hâlâ gülümsememi bastıramazken, kaşları çatılı, gözleri kıskançlıkla parlarken o kadar tatlıydı ki istemsizce uzanarak saçlarını karıştırdım. Hayır, yürek yemedim, sevgi taşırıyordum sadece. "Çok tatlısın, Agah ya. Cihangir bildiğimiz Cihangir, konum olarak falan hani."

Gözlerindeki kıskançlık silinirken alt dudağımı dişledim ve gülümsememi yutmaya çalıştım çünkü bana sert bakıyordu. "Komik mi?"

"Evet." dedim dilimi şaklatarak. "Koskoca yirmi sekiz yaşındaki adam kıskançlıktan kızarıyor."

Bu söylediğim yalan değildi, Cihangir ismimi duyunca kulakları ve yanakları hafifçe kızarmıştı, çilleri çok güzel duruyordu. Cenk'in adını duyunca da böyle kızardığını hatırladım, yanakları fazla belli olmuyordu ama kulakları çok belli oluyordu.

"Elma şekerim." diye dalga geçmeye devam ettim bana cevap vermeyince.

"Elma şekeri ben değil sen oluyorsun." dedi sakince geriye yaslanarak.

"Haydi ya, nedenmiş?"

Muzipçe sırıttı. "Nedenini seni yediğimde tartışırız."

Aniden duvara toslamış gibi hissederken gözlerimi ondan kaçırdım ve surat asıp ekmeğimin son kalanını yemeğe başladım. Utanmıştım ya, salak.

Bana doğru uzanarak işaret parmağıyla yanağımı ittirdi, homurdanarak geriye çekildim. "Tatlı elma şekerim." diye dalga geçti.

Güldüğünde göz devirdim ve onunda yemeğini bitirmesini bekledim, yemeğini bitirdikten sonra kalktık.

"Sen git arabada bekle," diye mırıldandı otoparka doğru ilerlerken, kafamı sallayarak bana uzattığı anahtarı aldım. "Ben geliyorum hemen."

Meraklı bakışlarla arada omuzumun üstünden ona baksam da en sonunda görüş açımdan çıktığında omuzlarımı düşürdüm. Arabasını bularak kilidini açtım ve yolcu koltuğuna oturdum.

Kafamı geriye yaslayarak koltukta yayıldım ama sonra elbisemin eteklerinin fazlaca açıldığını fark ederek dudak büktüm ve oturuşumu düzelttim. Son çare olarak ısıtıcıyı açtım ve hırkamı çıkararak bacaklarımı örttükten sonra yayıldım, hatta koltuğumu da biraz geriye yaslamış bile olabilirdim.

Serumun ardında bıraktığı yeşilimtırak morumsu yeri hafifçe okşarken sürücü koltuğunun kapısı açıldığında içeriye giren Agah'a baktım, elinden büyükçe bir kese kağıdı, dudaklarında ise sanki oraya yapışmış gibi bir gülümseme vardı. Koltuğa oturarak kese kağıdını kucağıma bıraktı, ellerim kese kağıdını kavrarken kemerini taktı.

Kese kağıdının içine bakmadan önce kemerimi taktım ve o arabayı çalıştırırken kesenin katlanmış üst kısmını açtım. İçim sıcacık olurken, dudaklarımda kocaman bir gülümseme filizlendi. Duygu yüklü bir gülümsemeydi, istemsizce alt dudağım titremeye başladı.

"Teşekkür ederim." diye mırıldandım kısa sesimle, sonra alt dudağımı dişledim.

Kesenin içi elma şekeri doluydu, tek başıma yersem şeker komasına ya da elma yemekten midemi kusacağımı düşünürecek kadar çoktu. Biri, biri bana ilk kez elma şekeri alıyordu.

Evet, babam benden sevgisini esirgememişti, elinden geldiği kadar bana sunmuştu sevgisini ama bana hiç elma şekeri almamıştı. Birlikte parklarda gezmemiştik, en sevdiğim çizgi filmi izlememiştik. Babam, annemin acısını unutmak için işine sarılırken küçük sevgilerle büyümüştü beni.

Burnumu çektim, sadece elma şekeriydi, buydu. Dışı kırmızı sert şekerle kaplıydı, içinde ise sadece elma vardı, büyük bir şey değildi. Gözlerimi hırkama sabitlerken kese kağıdını daha sıkı tuttum.

Neden bu kadar iyi hissettiriyordu?

Sadece bir elma şekeri, nasıl bu kadar iyi hissettirirdi?

"Ağlıyor musun?"

Burnumu çektim, çenemden elbiseme damlayan yaşları fark etmemle irkildim ve gardımı bu kadar çabuk indirmekten nefret ederek kendimi toparlamaya çalıştım.

Islak kirpiklerimi kurutmak amacıyla sağ elimle gözlerimi ovaladım ve derin bir nefes alarak gülümsedim. "Nereye gidiyoruz?"

"Aslında," Son heceyi uzattı. "Seni nereye bırakacağımı söylemeni bekliyordum."

"Cihangir?" dedim kaşlarımı kaldırarak.

"Ayrıntılı adres?" dedi kaşlarını kaldırarak.

Adresi en küçük ayrıntısına ona söyledim, hatta abartarak evin çevresindeki yerleri de tarif etmeye başladığımda kese kağıdından bir elma şekeri çıkararak ağzıma sokmaya falan çalıştı ben de elini ısırdım.

"Ben kullanmıyorum elimi," dedi refleks olarak geri çektiği elini tekrar ağzıma yaklaştırırken. "Al ye, al al!"

Eline vurdum gülerek, elini vitese indirdi ve evin biraz ilerisinde bulduğu boşluğa arabayı park etti.

"Çantanı falan ben alırım." diye mırıldandı kapısını açarken, ilaç poşedini de çantaya koyduğumuz için elimde sadece kese kağıdı vardı.

Arabanın önünden dolanarak yanına geldim, üstüne siyah ince ceketini geçirmiş, çantayı sol omuzuna takmıştı, bense sağ taraftaydım. Binalara doğru kayarak kaldırımda ona boş alan bıraktım ve beş katlı, dışı sarı renkli binaya ilerledim. Burayı özlemiştim, sıcak bir ortamı vardı ve burada güne başlamak enerjimi yükseltiyordu.

Evin çevresindeki her bina renkli renkliydi ve çoğu evin balkonunda çiçekler vardı, insanlar burada yaşamayı seviyordu işte.

"Evin arkaya falan mı bakıyordu?" diye sordu asansöre binerken Agah, sesi düşünceliydi. Asansör üçüncü kata çıkarken yansımasını izlemeye başladım benden daha çok yorgun gözüküyordu.

"Hayır," Omuz silktim. "Ne alaka ki?"

"Her katın ışığı açık gibiydi." diye mırıldandı kaşları çatılırken. "Baban falan burada olabilir mi?"

Saçmalama, dercesine gülümsedim. "Babam buraya gelmez ki, hem buranın anahtarı sadece bende ve Leyla Lilen de falan var. Yanlış görmüşsündür."

Dudaklarını büzdü. "O kim? Hem gelmiş olamaz mı?"

"Leyla'cım Lilen," dedim ağız alışkanlığıyla. "Seher diye bir çalışanımızın kızı, ama aynı zamanda benim çok yakın arkadaşımdır ve gelmiş falan da olamaz çünkü kendisi Fransa'da okuyor."

"Öyle diyorsan öyledir." derken asansör kapısı kayarak açıldı, önden benim geçmemi işaret ettiğinde çenemi bir prenses edasıyla dikleştirdim ve önünden yürüdüm. Evin kapısı tam olarak asansörün karşısındaydı ve apartmanın koridorları evlerin büyüklüğüne önem verildiği için küçüktü.

Kese kağıdını tek elimle sabitledikten sonra Agah'ın sırtındaki çantaya uzandım ve anahtarlarımla dolu olan anahtarlığı çektikten sonra çantayı kapattım.

"Kahve içer miyiz?" diye sorarken anahtarı kilide çevirdim ve kapı tok bir ses çıkararak açıldı.

Kaşlarımı çatarak kapıyı ittirdiğimde holün açık ışığı dışarıya taştı, kapı ardına kadar açılırken sağ çarprazda, mutfağa giren iki kapının ortasında oturan kızı gördüm. Siyah, dalgalı saçlarını baştan savma bir topuz yapmıştı, üstünde beyaz bir eşofman takımı vardı. Ela gözleri aynı bir inci gibi esmer teninde parlıyordu ve kaşları çatıkken elinde tuttuğu tabaktaki makarnayı yiyordu.

Etrafı hafifçe kızarmış ela gözleri mavilerime deydiğinde ağzına soktuğu çatalla beraber duraksadı ama sonra uzun makarnayı yavaşça ağzının içine doğru çekti.

"Leyla?"

Makarnayı yutkunarak gülümsedi ve onun kuracağına inanmadığım bir cümle kurdu.

"İnanır mısın? Işınlanmayı buldum!"

***

Sellam, öncelikle şunu söylemek istiyorum RESMEN 3 BİN OLDUK - KOMİKLİKLER , ŞAKALAR , KONFETİLEER🎉🎉- bunun için hepinize çok teşekkür ederim. Yorumlarınız da 2 bini geçmiş, aynı zamanda oylarınızda bini... Ağlamıyorum gözüme mutluluk kaçtı...

İyi ki varsınız. ♥️

Aslında ne bölümü burada bitirecektim ne de bu notu sona yazacaktım ama hem bölümü uzatıp saçmalamak istemedim hem de başta notla falan sizi boğmak istemedim...

Aramıza Leyla Lilen katıldı... Uzun zamandır beklediğim bir karakterdi, gerçekten... Onun hakkında güzel ama pek güzel olmayan planlarım var. Her neyse, sorulara geçelim bakalım.

Sizce Leyla Lilen'le ilgili ne gibi planlarım var?

Bunlar burada el bebek gül bebek takılırken Tolga'cığım acaba babacığıyla ilgili ne yapıyor? (Kesinlikle(!) bir şeylerin peşinde olduğu ile ilgili spoiler değil^^)

Gelecek bölümde Alin'le ilgi bir sahne yazacağım, onun ağzından mı okumak istersiniz yoksa ilahi bakış açısıyla mı?

Bölümler uzun gelip sizi sıkmıyor değil mi?

Agah neden bu kadar tatlı bir adi?

Enis ve İnel'e bulaşmamı ister misiniz? (sırıtanşeytanemojisi)

Şimal'i nasıl yıkacağız? Bence deliller çoğaltılabilir ve bu deliller herkes tarafından görülebilir... Ama nasıl inandırıcı olur ki? - Kesinlikle spoiler değil-

Sayenizde son zamanlarda bir mutluluk yaşıyorum... Birazcık, ucundan spoilerlar vereyim dedim...

Ha bu arada Seher, Leyla'nın annesi ve Amara'nın sevmediği çalışanı, Şimal hakkında büyük bir sır biliyor... Hayır, meraktan ölün diye değil.. Öylesine... Kesinlikle eğlenmiyorum... :)

(3 tane spoiler verdim neredeyse bence bayağı yorumu hak ettim^^)

Sonraki bölümde görüşürüz, mutlu kalın.<3

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top