2|İlk Adım
Beğeninizi ve yorumlarınızı esirgemeyin lütfen. <3
Bazı anlarda nedenler ve nasıllar insanın boynuna dolanır, soluklarını kırar acılarını keserdi.
Hiç acılarımın kesilmesine ihtiyacım olmamıştı, çünkü hayatım ne kadar sıradan olursa olsun güzeldi. Mutluydum ve önüme bakıyordum, lakin bu sıradanlığın kumar masasında bana kaybettirdiği çok şey vardı, sadece farkında değildim.
Lisede çok sevdiğim bir arkadaşım olduğunu hatırlıyorum, daha ilk yıllarımızdaydık ve ilk onunla tanışmıştım.
İyi bir kızdı, sürekli kitaplar hakkında sohbet eder, sevdiğimiz film ve dizileri konuşur konuşacak bir şeyimiz olmadığında da ders çalışırdık.
Bu kadardık, bizim ne geçmişimiz karanlık kokuyordu ne de geleceğimiz Şeytan'ın önünde diz çökmüştü. Saftık, berraktık, temizdik biz.
Sonra aramıza Alin katıldı ve bu bizim aramızdaki bağları biraz zedeledi, çünkü iki kişi arasına giren üçüncü kişi hep böyle yapardı; o bağları zarif ve hissettirmeden keser, aranızdan birini kendine bağlardı.
Kızın adını artık hatırlamıyordum ama neden aramızın bozulduğunu çok iyi hatırlıyordum.
Alin aramıza ilk katıldığında çok hareketli ve yerinde duramayan biriydi, bu bize baya tersti çünkü biz daha sessiz ve sakindik. Ama her şey olması gerektiği gibi olmuyordu işte.
Bir süre sonra o kızla daha çok ortak noktamız olduğunu fark eden Alin, onu kırmış, kırık kalbini eline bırakmış ve bana saplamasını istemişti. Alin, onu sevdiği çocuğun önünde rezil etmiş ve bunu aslında benim istediğimi ona söylemişti.
Bunlara inanmamıştım, Alin onun o çocuğu sevdiğini nereden bilebilirdi ki sonuçta?
Onu yalancılıkla suçlamıştım ve birbirimize girmiştik. Büyük ihtimalle kız doğru söylüyordu, kendi kendime güldüm, ne kadar da erken fark etmiştim değil mi?
"Bir gelip itiraf etmediği kalmış." diye mırıldandım tavuk sulu çorbamdan bir kaşık alarak.
Eve geldikten sonra üç saat boyunca uyumuş, uyandığımda iki saat boyunca ders çalışmış ve sonra duş almıştım. Çorbanın son kalanını da içtikten sonra mutfak masasından kalkıp kaseyi lavaboya koydum.
Annem ve babam birkaç günlüğüne yurt dışına çıktığı için yatılı hizmetlilere izin vermiştim, koskoca evde tek başımaydım.
Hazırlanmak için iki saatim olduğu fark ettiğimde merdivenleri yavaşça çıktım, ikinci katı es geçerek bir kat daha çıktım. Üçüncü katta bir koridor yoktu ve merdivenler direkt olarak odamın kapısına çıkıyordu, hafif açık olan beyaz kapıyı ittirerek odama girdim.
Odağıma ilk olarak tam karşımdaki duvarı kaplayan açık balkon kapısı girdiğinde dudaklarımı büktüm, balkona çıkıp uzanmak istiyordum.
Kafamı sallayarak bu düşünceyi göz ardı ettim ve odanın kapısının çaprazında kalan yatağıma sırt üstü attım kendimi. Kafamı yastığıma yaslarken karşı duvarı kaplayan kitaplığımda gözümü gezdirdim, tüm kitaplarım beni oku diyordu.
Gözlerimi kapattım, her zaman vakit geçirmek için uğraştığım şeyleri bırakmalıydım.
"Al işte, senden daha fazla nefret etmem için bir neden daha."
Gözlerimi açarak ayaklarımı yatağın sağ tarafından sarkıttım, siyah kapaklı duvara gömme gardırobumda gözlerimi gezdirdim. Fazlasıyla büyüktü, sol tarafta tam tarzım olan giysiler varken sağ tarafta annemin benim içim aldığı ona göre daha kızsal giysiler vardı.
Çıplak ayaklarımı sertçe parke zemine vurarak ayağa kalktım ve sağ tarafa yönelerek iki kapağı da kendime doğru çektim.
Kısa etekler, şortlar, dar tişörtler, croplar, ince askılılar ve ince askılı elbiseler; güzel ama beni rahatlığımdan uzaklaştıracak şeylerdi.
Bir elim hala dolabın kapısında dururken diğer elimi askılarda asılı olan kıyafetlerde gezdirdim, annem dolabın bu tarafını açtığımı görse sanırım duygulanırdı.
Derin bir nefes alıp askılardaki şeyleri incelemeye başladım, elbise giymek istemiyordum çünkü en rahatsız olacağım şey elbiseydi bu yüzden elbiseleri direkt görmezden gelerek ince askılı, dar ve kırmızı bir cropu aldım.
Cropu yatağımın üstüne bırakıp siyah, zincir detaylı bir şortu da yanına bıraktım, tekrar dolaba dönerek siyah, yuvarlak metallerle süslenmiş ve büyük duran kot ceketi de alıp yatağa attım.
Uyuşuk hareketlerle üstümdeki pijamalarımı çıkarıp yatağa bıraktım ve ceket hariç seçtiğim kıyafetleri giydim, ceketi çıkmadan önce giyerdim.
Yatağa oturup komodine uzandım ve siyah bilekte biten bir çorap çıkararak giydim, dolabın sağ tarafının kapılarını kapatarak diğer tarafın kapısını açtım ve dizlerimin üstüne çökerek alt taraktaki siyah sporlarımı alarak giydim.
Boyum fazlasıyla uzun olduğu ve kombinimle topuklu ayakkabı gibi iğrenç bir şeyin uymayacağını bildiğimden topuklu ayakkabılara bakmamıştım bile. Doğrulup dolabın kapısını kapattım.
Kitaplığımın bitiminde duran boy aynasının karşısına geçtim, hala tam olarak hazır değildim ama böyle bile dikkat çekeceğime emindim.
Şortun açıkta bıraktığı uzun ince bacaklarım ve cropun açıkta bıraktığı ince belimle fiziğimin güzelliği tamamen belli oluyordu.
"Boyumun 1.71 olmasını bu yüzden seviyorum," diye mırıldandım. "Spor ayakkabıyla bile uzunum."
Komodinin üstünde duran telefonumu alıp tekrar aynanın karşısına geçtim, sol bacağımı öne doğru uzatıp güzel bir poz verdikten sonra telefon yüzümü kapatacak şekilde bir fotoğraf çektim.
Kalçama kadar gelen saçlarım hafif dalgalı olduğu için fotoğrafta gayet güzel duruyordu. Instagram'a girdim, hesabımda fazla takipçim yoktu ve daha önce hiç fotoğraf paylaşmamıştım.
Hesabımı herkese açık yaptıktan sonra fotoğrafın altına bir kaç tane emoji koyarak paylaştım, bu ilk adımımdı.
Son olmayacaktı ama sonu olacaktı, gölgem olacaktı.
Telefonu yatağın üstüne atıp odamdan çıktım ve alt kata indim, odamdaki fazla kalabalığı sevmediğimden çalışma masam ve makyaj masam alt kattaki bir odada duruyordu. Oda bir sürü test ve odama sığmayan kitapla doluydu, bir de hiç kullanmadığım makyaj malzemeleriyle.
Kapının kulpunu sımsıkı tutarak açtım ve odaya girdim, odanın ışığını açıp makyaj masama doğru yöneldim.
Makyaj yapmayı iyi biliyordum ama sevmiyordum. Mavi gözlerime dik dik baktıktan sonra far kutuma uzanarak göz makyajımı yapmaya başladım, tenim fazlasıyla temizdi ve fondöten gibi şeyleri kaldırmıyordu.
Siyah, gözlerimi öne çıkaracak bir makyaj yaptıktan sonra rimelle uzun kirpiklerimi kıvırdım. Kirpiklerimi seviyordum, fazlasıyla uzunlardı.
Dudağıma da kırmızının koyu tonlarında mat bir ruj sürdükten sonra yanaklarıma hafifçe bir allık sürdüm, beyaz tenimde allık güzel duruyordu.
Hafifçe geriye çekilerek masanın ilk çekmecesini açtım, makyaj temizleme suyu, pamuk ve daha bir çok şeyi es geçip düzleştiriciyi aldım. Fişe takıp ısınmasını beklerken kendimi inceledim, gözlerim çok dikkat çekiyordu ve dolgun dudaklarım da rujla öne çıkmıştı.
Ben ön planda olmayı sevmezdim.
Yani eskiden.
Isınan düzleştiriciyle saçlarımın üstünden geçtikten sonra fişini çektim ve saçlarımı sol taraftan ayırarak diğer tarafa attım.
Kendimi sandalyeyle birlikte biraz geriye doğru çektikten sonra ikinci çekmeyi açtım, takılarım buradaydı.
Bir kaç tane gümüş kolyeyi boynuma geçirdikten sonra ince kayışlı gümüş saatimi de bileğime taktım, ince uzun küpelerimi de kulağıma taktım ve kıkırdağımdaki deliğe de piercingimi geçirdim.
Aynaya son kez bakmadan sertçe çekmeceyi kapadım ve ışığı kapatıp odama çıktım, yatağın üstündeki ceketi üstüme geçirip kolunu iki kez katladım. Ceket şortumun biraz üstünde bitiyordu ve el bileklerimi açıkta bırakıyordu, güzel olmuştum.
Kitaplığımın önünde duran koltuğun üstündeki omuza asılan çantamı alıp telefonumu içine attım, gerekli olan her şey çantamdaydı.
Dudaklarımı yalayarak bakışlarımı karşıma sabitledim, tek temennim bu gecenin istediğim gibi geçmesiydi. Tanrı kimin yanında olurdu bilmiyorum ama şansımın benim yanımda olacağını biliyordum, inanıyordum.
Telefonuma düşen mesaj sesiyle irkilirken mesaja bakma gereksinimi duymadan odamın ışığını kapatarak odadan çıktım ve karanlıkta merdivenlerden indim, evin loş ışıkları suratıma vururken demir kapıdaki anahtarı alarak çantama attım ve dışarı çıktım.
Gecenin soğuk soluğu arsızca tenime sarılırken gülümseyerek kapıyı kapadım, bahçe kapısının önünde Enis'in uzun boylu silüetini görüyordum.
Başımı bir daha asla yere eğmemek adına dik tuttum ve kendimden emin adımlarla ona ilerledim, bakışlarımız birbirine çarptığında suratındaki kırılmayla gülüşümü daha da büyüttüm.
"Oha!"
Bahçe kapısını açıp dışarı çıktığımda beni baştan aşağı inceledi, ben de aynı şeyi onun için yaptım. Siyah spor ayakkabıları, bacaklarını hafifçe saran siyah kot pantolonu ve kısa kollu beyaz gömleğiyle dehşet yakışıklı duruyordu.
Rampa yaptığı kumral saçlarını beğeniyle süzerken gözüm kaşında piercinge takıldı, piercing takan insanları severdim.
"Ben Amara'ya bakmıştım ama?" dediğinde omuzuna yumruk atarak otoparka ilerlemeye başladım, beni takip etti.
"Eğer körsen çaresi bende değil."
Gülerek kafasını salladı ve ıslık çaldı, çantamın fermuarıyla oynarken otoparka girdik, aslında kendi arabamla gitmeyi isterdim ama bugünki planımda araba kullanmaya yer yoktu.
Arabasına bindiğimizde arabayı çalıştırıp ısıtıcıyı açtı, sıcak hava tenimi okşarken uzanıp radyoyu açtım. Arabanın içini dolduran kısık sesli müziği bilmiyordum, zaten sadece sessizlik olmaması için müzik açmıştım.
"Merak ediyorum," dudaklarını yalayarak bana kısa bir bakış attı. "Bu halinin sebebi ne?"
Çantamı telefonumu çıkarmak için açmışken duraksadım ve kirpiklerimin altından ona baktım, ben ne kadar Enis'i tanımıyorsam onun beni o kadar tanıdığının farkındaydım. Senelerdir etrafımdaki herkesi görmezden gelip tek bir arkadaşla yetimeseydim onu çok daha iyi tanıyabileceğimin farkındaydım ama ben Alin hariç diğer herkesden uzak durmayı doğru bulmuştum.
Omuzlarımı silktim. "Anlarsın."
Telefonumun ayarlar kısmını açıp uygulama bildirimlerine girdiğimde çoğu uygulaman gelen bildirimi engellediğimi gördüm, telefon kullanmayı sevmiyordum.
Tüm engellenen uygulamaların engellerini kaldırıp telefonu titreşime aldım, telefon Instagram'dan gelen bildirimlerle titremeye başlarken gülümsedim ve uygulamaya girdim.
Beni takip etmeye başlayan insanları göz ardı edip fotoğrafa gelen yorumlara baktım. Çoğu saçma yoruma gülüp bazılarına göz devirdim, bu fotoğrafın benim olmadığını söyleyen insanlar başka kişileri etiketleyip konuşuyordu. Benim dedikodumu fotoğrafımın altında yapıyorlardı, bu beni sadece eğlendirirdi.
Bir beğeni bildirimi daha geldiğinde bildirim kısmına girdim, Alin fotoğrafımı beğenmişti.
Sadece bir fotoğrafın bile bu kadar ilgi çekmesi onların ne kadar geri zekalı olduğunu gösteriyordu. Telefonu kapatıp çantaya attım ve fermuarı çektim.
"Yanındayım, bunu biliyorsun değil mi?" diye soran Enis'e bakmadım, komuşu çocuğunun hep benim yanımda olacağını biliyordum.
"Elbette." diye mırıldandım gözlerimi girdiğimiz sokakta gezdirirken, gelmiştik.
Arabayı barın önündeki boş bir yere park ettiğinde terleyen ellerimi şortuma sildim ve aşağı indim.
"Ben fazla kalmayacağım." dedi.
"Sorun değil, bir şekilde dönerim."
"İstersen İnel'e söyleyebilirim." dediğinde kafamı sallayarak ona baktım.
"Kimsenin eğlencesine mani olmak istemem." diye mırıldandığımda sesim içine girdiğimiz barın içindeki bangır bangır sesle bastırıldı, bana dönüp bir şey dediğinde duymadım ama buna rağmen kafamı olumlu anlamda salladım.
Loş, kızmızı ışıklarla süslenmiş koridordan geçtikten sonra içeriye girdik. İstemsizce suratım buruşurken gözlerimi etrafta gezdirdim, hayatının en renkli çağını yaşan üniversiteliler etrafa dağılmıştı.
Bazı gruplar localarda oturup içki içerken bazıları dans pistine dökülmüştü, öğürme isteğimin önüne geçip Enis'i takip ettim.
Çoğu insan dönüp bana bakmaya başladığında Enis kolunu omuzuma sarıp bana baktı, rahatsız olmadığımı belli ederek gülümsedim.
Yürüdüğümüz masadaki insanlar odağıma girerken gülümsemem tekledi, Alin'i bulmalıydım.
Enis'in kulağına yaklaşarak bağırdım. "Alin'i bulmalıyım ben."
Kafasını onaylarcasına sallayıp görüşürüz gibi bir şey dediğinde etrafı incelemeye çoktan başlamıştım, gözlerime giren renkli ışıklara küfür ettim.
Barın tam önündeki bar sandalyelerinde oturan silüetini gördüm, dans eden bedenlerin arasından ona ulaşmaya çalışırken bakışlarını bana sabitlemişti. Yüzü ifadesizdi, sadece ona ulaşmamı bekliyordu.
Gözleri arka tarafımda kalan bir yere kaydığında ona ulaşmıştım bile, elinde yarısı bira dolu bir bardak vardı.
"Selam." dediğimde ifadesiz yüzünde büyük bir gülümseme peydahlandı, dikleştiğinde aniden kendine gelmiş gibiydi.
"Selam bebek, ateş gibi olmuşsun."
Yan tarafına kendimi bıraktığımda bana döndü, içkisinden bir yudum alırken beni tekrar tekrar inceliyordu.
"Birazcık süslenmek istedim." dedim ona yaklaşarak, gözlerinde harlanan kıskançlık duygusu eğer bir insan olsaydı ellerini boynuma dolardı.
Gülümseyerek barmenden benim için bir içki istediğinde onu süzdüm; straplez siyah cropun altına bacaklarını sımsıkı saran siyah bir kot giymişti, ayağında ise ince ve tek bantlı bir topuklu ayakkabı vardı.
Sarı saçlarına gözlerimi diktim, saçlarını at kuyruğu yapmıştı ve perçeminin bir tutamı yüzünün sol tarafına dökülüyordu.
O her zamanki gibiydi, bense değildim. O sıradanlaşmıştı, bense dikkat çekiyordum.
Gözlerimi insanların üstünde yavaşça gezdirmeye başladım, çoğu bizim okuldandı. Bazı masaların çoktan malzemesi olduğunu fark etmenin varlığıyla omuzlarımı dikleştirdim ve bacak bacak üstüne attım.
Enis'in olduğu masada göz gezdirdim, beş kişilerdi. İki kız, üç erkek. Masadaki iki kızı tanımıyordum ama birinin siması tanıdık geliyordu. İnel, Enis'le derin bir sohbet içine düşmüş gibi gözükürken bakışlarımı onlardan çekerek asıl bakmak istediğim kişiye çevirdim.
Üstünde düğmesi iliklenmemiş siyah kısa kollu bir gömlek vardı ve onun içine de rengi pek belli olmayan bir tişört giymişti, siyah gibi duruyordu ama bence koyu lacivertti. Uzun bacaklarını saran kot pantolonunda gözlerimi gezdirdim.
Alin, bana çoktan bir şeyler anlatmaya başlamışken onu umursamadım ve Tolga Teoman'ın yakışıklı çehresine odaklandım.
Dudaklarına dayadığı bardaktan büyük bir yudum alıp dudaklarını ıslattığında istemsizce dudaklarımı yaladım, bu kadar uluşılmaz gözükmesi hangi günahın bedeliydi?
"Yani görmen lazım Amara, kızın eteği o kadar çirkindi ki! Gözlerim kanadı resmen."
Alin, daha da dibime girerek konuşmasını sürdürdüğünde alayla kıkırdadım, o dediği şeye güldüğümü sanıyordu, öyle sansındı.
Benim için sipariş ettiği şeyden bir yudum aldığımda genzim yandı, gözlerimi hızlıca Alin'e sabitlerken ayağa kalktığını gördüm. Bana göz kırpıp dans edenlerin arasına karıştığında kafamı salladım, sarhoş olmamı isterse olurdum.
Ne olduğunu bilmediğim içkiden bir yudum daha aldım, tadı dehşet iğrençti. İnsanlar nasıl böyle şeyler içiyordu, bu kendi ayağına kurşun sıkmaktı.
"Bugünü unutmayacaksın Alin," diye fısıldadım bardağımdaki içkiyi onun birasının içine dökerken. "Unutmayacaksın."
İçkisi biraz daha koyu gözüküyordu ama bunu fark etmeyeceğine emindim, o kadar aklı yoktu, elimdeki bardağı sertçe tezgaha bıraktım.
Mavi gözlerimi dans pistinde bedenini sallayan ona odakladım, içimde hala onu seven gerizekalı bir parçanın varlığı koruyordu.
Gülümseyerek bana öpücük attığında tebessüm ettim ve gözlerim aniden bana baktığını hissetiğim gözlere çevirdim, soğuk mavi gözlerine bakarken dudaklarım kurudu. İrkildim.
Gölgemdeki Şeytan soğuk nefesini enseme üfledi,
İnce tırnaklarıyla boynumu parçalayıp nabımızı öptü.
Kalbim durdu,
Kalbim prangalara vuruldu,
Kalbim attı.
İçimdeki ben kısık gözlerini sonsuza kadar kapattı,
Beni acımasızlığın koynuna bıraktı.
Neden kalbime bu vecayı layık gördünüz?
***
Lütfen düşüncelerinizi yazmadan geçmeyin. <3
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top