Zamanı Geldi

Bölüm 25

Çan çaldığı için tüm gölgeler bir köşeye çekilmiş, şehir bir kez daha sahipsiz kalmıştı. Yasağa aldırmayan Jaya gül bahçesinin içinde bir köşeden diğerine sapıyor, hiç durmadığı halde geç kalmışlık hissinden kurtulamıyordu. Gittiği yere değil belki, ama onun dışındaki her şeye geç kalmıştı. Kraliçeyi durdurmak için, prensesi kaçırmak için, meleklerle anlaşmak için ve daha önemlisi asileri büyük güne hazırlamak için... Her adımında biraz daha parçalandığını hissediyordu. Güllerin zehirli dikenleri teninin her köşesine saplanıyor, ruhunun her bir milimetresinden siyah kan sızıyordu.

Kaira ile hep buluştukları çardağın önüne geldiğinde arkadaşını görmenin onu biraz olsun rahatlatacağını ummuştu, ama adamın bakışları bahçenin kendinden bile karanlık görünüyordu. Her şeyden haberdar olmalıydı. Yine de işin aslını Jaya'dan duyana kadar susacaktı. Gözlerini gölden ayırmadığı halde başkomutanın geldiğini fark ettiği kasılan yüzünden anlaşılıyordu. Jaya onun yanına dikilip ellerini tırabzana yerleştirdi ve manzarayı izlemeye koyuldu. Konuya nasıl gireceğini düşünüyordu ki söyleyeceği hiçbir süslü sözün Kaira'nın kalbini hafifletmeyeceğini fark etti.

"Zamanı geldi." dedi sonunda lafı dolandırmadan. Onca zaman aynı uğurda savaşmış, aynı fedakarlıkları yapıp aynı büyük riskleri almış iki arkadaş için daha fazlasını söylemeye gerek yoktu.

Kaira gözlerini kapatıp bakışlarını ayaklarına dikti. "Hazır olmadığımızı biliyorsun."

"Asla hazır olmayacağız."

"Hayır olmayacağız."

Yeniden sustular. Mutlak sonu bilip de onu kabullenmenin bu denli zor olması insanlara özgü bir zaaf olmalıydı. Kendi benliklerini kazanmanın onları böylesine savunmasız bırakacağını bilseler gölgeler yine de yasak üzümden yerler miydi acaba? Jaya Kaira'nın da kendiyle aynı cevabı aradığını görebiliyordu.

"Kraliçe sana inandığına göre biraz daha zamanımız olur sanıyordum." dedi bir umut.

Jaya'nın kalbi onun temennisiyle sızladı. "Haklısın biraz daha zamanımız var." dedi. "Ama kraliçe bana inandığı için değil. Bir anda öldürüp bir kenara atamayacağı kadar değerli olduğum için. Yüce On Bir'den elinde bir tek ben kaldım. Lalli'yi saymazsan elbette... Bu gücü kendine isteyecektir, ama almak için gündönümünü beklemek zorunda."

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" dedi Kaira şüpheyle. İlk kez Jaya'ya bakıyordu.

"Biz onunla birlikte büyüdük Kaira. Gücü birlikte keşfettik. O ne gördüyse ben de gördüm. Attığı her adımı izledim, kafasının nasıl çalıştığını öğrendim, zalimliğin kaç rengi olabileceğini onda gördüm. Onun hırsı kraliçemizi öldürdü. Bizimle neler yapabileceğini bir düşünsene."

Kaira düşünüyor, düşündükçe teni iyice beyaza dönüyordu. "O halde neden seni bir zindana kapatıp gündönümünü beklemiyor ki?" dedi.

Jaya acıyla gülümsedi. "Çünkü hala benim varlığıma ihtiyacı var. Benim gücüm halkı korkutan bir sembol. Yüce On Bir'in ilki Jaya... Yaptıklarımdan çok yapabileceklerimle ilgili fısıltılar isyanları durduruyor. Başkomutanın yokluğu kraliçenin zar zor elinde tuttuğu düzeni darmaduman eder. O yüzden de düşünerek hareket etmek zorunda. Tam bir kraliçe olduğunda bana zaten ihtiyacı kalmayacak. Gündönümüne kadar ise..."

"Buradan gitmelisin!" dedi Kaira bir anda. Onca zaman sakinliğinin ardına gizlediği gerçek duyguları gün yüzüne çıkıyordu. "Kızı meleklere bırak. Zaten onun işini bitirmek için her yolu deneyecekler. Onu kurtaramayız Jaya ama seni kurtarabiliriz. Sen elimizdeki son umutsun."

"Hayır Kaira, elimizdeki son umut Vada. Binlerce gündönümünden sonra bu tarafa geçen ilk ve tek prenses o. Tüm düzeni yeniden kuracak kişi o!"

"Tüm düzeni geri dönülmez bir şekilde yok edebilecek tek kişi de o!" diye bağırdı Kaira. Panikten etrafta bir askerin olabileceğini unutmuştu. "Kız hiçbir şey bilmiyor Jaya! Ne olduğundan habersiz. Kraliçeye karşı koyamıyor. Kadın beynini bir süngere çevirdi ve şimdi kız senden nefret ediyor. Kaçmayı başarsan bile onu zorla bir prenses yapamazsın! Kraliçenin elinde kalması halinde de..."

Jaya öfkesinin genzini yaktığını hissediyordu. Kaira'nın kötü bir niyeti olmadığını, sadece korktuğunu kendine hatırlattı. Kim korkmuyordu ki? Ama adam anlamak zorundaydı. "Onca zamandan sonra..." dedi Jaya arkadaşının kolunu tutup. "bu topraklarda ilk kez kanatlı panterler doğdu Kaira. İlk kez umudumuz çiçek açtı. Vada'yı gücü kullanırken gördüm. Tek bir düşüncesiyle iki gölgenin işini bitirdi. Hiç gitmediği bir ormanda beni bulacağını gördü." Jaya kalbinin umutla çarptığını hissediyordu. "Hiçbir şey bilmesine gerek yok." dedi iyice Kaira'ya sokulup. "Yukarı Dünya kraliçe adayını bize asla sunmadığı bir cömertlikle karşılıyor. Onu koruyor, kolluyor; tüm imkanlarını önüne seriyor. Sen, ben, gölge kraliçe... Başa kim geçerse geçsin kaçınılmaz bir tükenişten başka bizi bekleyen bir son yok. Oysa prenses..."

Kaira sıkıntıyla nefes verdi. Jaya'nın sözlerinin her bir hecesinin doğru olduğunu biliyor, kabullenmek korkularını bin kat daha büyütüyordu. "Bir prensesin bu diyarlar için ne anlama geldiğini biliyorum." dedi pes etmiş gibi. "Sadece imkansızın uğruna elimizdeki her şeyi kaybetmek istemiyorum."

"İmkansız değil Kaira!" dedi Jaya cesurca. "Kraliçeyi devirmeyi hayal etmekten daha delice değil! Biz onca zaman bu deli saçması fikirle hayat bulmadık mı? Umudumuzu yitirdiğimizde bu çılgın düşüncelerle ayağa kalmadık mı? Yapabiliriz Kaira! Bunu da başarabiliriz! Yeter ki şu an vazgeçme! Yeter ki şimdi beni bırakma!"

Jaya sözlerine arkadaşından çok kendini inandırmaya çalıştığının farkındaydı, ama işe yaramıştı. Kendi sesinden de olsa bir umut olduğunu duymaya ihtiyacı vardı. Bir umut olmalıydı, aksi halde sonsuz yaşamının ne anlamı olacaktı?

"Yapabiliriz!" dedi iki eliyle Kaira'yı sarsarken.

"Yapabiliriz." diye yineledi Kaira gözlerinde yeniden alevlenen inançla. "Harekete geçmeleri için asilere haber yollayacağım."

Jaya başıyla onayladı. "Zamanı geldi."

-

Kraliçe yenilenmiş hissediyordu. Bir süreliğine de olsa güçlerinin ağırlığından kurtulmak hayata yeniden gözlerini açmak gibiydi. Gölge bedeni asla gerçek bir kraliçenin sahip olduğu kudreti kaldıramayacaktı. Ne insan ne de melek kanı taşıyordu. Lalli gibi özel bir evcil hayvanı olmasa bunca zaman hayatta bile kalamazdı, ama işte Lalli oradaydı. Odanın bir köşesine kıvrılmış, çıkardığı iniltilerle bir hayal aleminden öbürüne akıyordu. Her çan çaldığında uslu bir köpek gibi kraliçesine koşuyor, onun güçlerinin bir kısmını kendi omuzlarına alıyordu. Kraliçenin dinlenmeye onunsa bu eroine ihtiyacı vardı. Yıllar içinde bağımlısı olduğu bu güç onu hasta etmiş, önce bedenini sonra da aklını tamamen yitirmesine yol açmıştı. Önemi yoktu. Yukarı Dünya'yı yöneten yüce kraliçenin rahatı yanında onun hayatı önemsiz bir detaydı.

Kraliçe zavallı yaratığa tiksinerek bakıp odadan çıktı. Kapının önüne her zamankinden biraz daha fazla muhafız bıraktığını unutmuştu, ama güvenliğin her şeyden önemli olduğu zamanlardaydılar. Üzerine zafere yürüyen her lidere yakışacak altın rengi bir elbise giymiş, dikenli tacını her zamanki gibi saçlarına geçirmişti. Kendini uzun süredir olmadığı kadar iyi hissediyordu.

Taht odasına girdiğinde ölü güllerin ve onlara dadanmış kurtların moralini bozmasına izin vermedi. Uzun zaman önce ölmüş dalları ayağıyla itip basamakları tırmandı ve tahtına kuruldu.

"İçkim." diye buyurdu.

Sözleriyle hareketlenen hizmetçi kızlardan biri elindeki altın sürahiyle ona doğru koşturdu. Kadehi doldurmadan önce bir an için kraliçeye bakmaya cesaret etmişti. "Efendim..." dedi konuşmaya cüret eden dilinin kesilmesinden korkarak. Kraliçenin bakışları altında un ufak olmadan hemen önce ekledi. "Altın üzüm tükenmek üzere. Size söylememi..."

"Doldur." dedi kraliçe onu umursamadan. Bir zamanlar Gölge Şehri'nin her bir köşesinde biten bu kutsal meyvenin de sonu diğer her şey gibi gelmişti. Kraliçenin özel olarak koruduğu son birkaç ağacın da meyvesi tükenmek üzereydi anlaşılan. Vada'nın bulunmasının ardından hunharca içtikleri üzüm suyu kaçınılmaz sonu hızlandırmıştı elbette. Ama önemi yoktu. Gündönümü kapıdaydı ve güneş balığın ağzında yükselirken kraliçe tam bir hükümdar olarak diyarları baştan yaratacaktı. Vada'nın gücüyle yıkanacak topraklardan ne üzümler, ne çiçekler fışkıracaktı kim bilir. Kraliçe keyifle içkisini yudumladı.

"Aaryan gelebilir." dedi.

Sesiyle hazırolda bekleyen muhafızlar kapıları aralamıştı. Az sonra içeri önceki buluşmalarına oranla bir hayli değişmiş görünen Aaryan girdi. Geri taradığı kömür siyahı saçları, köşeli yüz hatları ve geniş omuzlarıyla kusursuz görünüyordu. Kraliçenin bayıldığı o herkesi hor gören ifade yeniden yüzünün kıvrımlarına yerleşmişti.

"Rolünüzü iyi oynadınız komutan." dedi kraliçe keyifle. Yüzündeki çapkın sırıtış adamınkine de yansımıştı.

Aaryan başını saygıyla eğerken liderine saygı göstermekten çok kur yapıyordu. "Sizin için her şeyi yaparım kraliçem." dedi. Kadın tahtından kalkıp ona doğru yürürken gözlerini kraliçeden alamamıştı. "Bugün muhteşem görünüyorsunuz." dedi sözlerini kuvvetlendiren aç bir bakışla.

Kraliçe elbette kusursuz olduğunu biliyordu. Yine de adamın sözleri karşısında genç bir kız gibi kıkırdadı. Komutanın tam karşısına geldiğinde tırnakları vakit kaybetmeden adamın yüzünde gezmeye başlamıştı. "Bir süredir beni ziyaret etmiyorsunuz." dedi bakışlarıyla adamın derisini soyarken. "Yoksa bana yaptığınız tekliften bu kadar çabuk mu pişman oldunuz?"

Aaryan hızla kraliçenin ellerini tutup dudaklarına götürdü. "Ölene kadar sizin yanınızda olmak istiyorum kraliçem." dedi. Dudakları arzuyla kadının tenini yokluyordu. "Pişmanlık ne haddime. Benim yerim sizin ayaklarınızın dibi. Dileyin köleniz, en sadık askeriniz, yatağınızdaki sıcaklık olayım."

Kraliçe başını geri atarak güldü. Hemen sonra kollarını Aaryan'ın boynuna dolamıştı. "Şu sıcaklık konusuyla başlayalım." diye fısıldadı. "En son ne zaman yatağıma girmiştin Aaryan."

"Yeterince yakın bir zamanda değil efendim." dedi gözleriyle kadının dudaklarını süzerken. "Bana verilen görevleri yerine getirmekle meşgul olduğumdan..."

"Dikkatinin başka yerlere kaydığını söylüyorsun yani." dedi kraliçe adamı susturup. Şimdi kollarını aşağı çekmiş, elleri Aaryan'ın boğazını sarmıştı. "Yoksa ilgini benden daha çok çeken biri mi oldu komutan?" diye mırıldandı tehditkar tırnakları adamın boğazını arşınlarken. Kraliçenin parmakları adamın açıklama yapmaya çalışan dudaklarını örttü. "Gerçekten arzuladığın hangisi Aaryan?" diye fısıldadı onun kulağına eğilip. "İsteğin benim yanımda olmak mı, yoksa tahtta olduğu sürece kimin yanında oturduğun sana fark etmez mi?"

Aaryan'ın yüzündeki o kendinden emin gülüş o an silinip gitti. Kraliçenin parmakları bir kıskaç gibi boğazını sararken "Efendim..." diyebildi. Sözleri gibi gözlerindeki ışık da kraliçenin gümüş bakışları altında solmuştu.

"O kızı oyalamanı isterken onu öpmeni söylediğimi hatırlamıyorum komutan. Hafızamı tazeler misiniz?"

Aaryan kraliçenin gücü altında kavruluyordu. Acıdan gözleri yaşarmaya, dudakları titremeye başlamıştı. Konuşmak istediyse de tek kelime edemeyecekti.

Kraliçe sanki bir şeyler duyacakmış gibi kulağını adama uzatmıştı. "Evet? Sizi dinliyorum." dedi dalga geçer gibi. "Sanırım onun bir gün tahta oturma ihtimaline karşı sizden etkilenmesini istediniz komutan. Aksi halde nasıl beni aldatma cesaretini gösterebilirdiniz ki?"

Aaryan ağzından fışkıran tükürüklerin arasında bir şeyler gevelediyse de anlaşılmadı. Kraliçe onu teninden başlayarak en derinlerdeki hücrelerine kadar alev alev yakıyordu. Kadının parmaklarının altında büyüyen yaralar bir zehir gibi yayılıyor, geçtiği yerlerde adamın beyaz tenini siyah bir balçığa çeviriyordu.

"O güzel yüzünü özleyeceğim Aaryan." diye fısıldadı kraliçe adam elleri altında tamamen çürümeden önce. Komutanın onu duyduğunu sanmıyordu, yine de söylemek istemişti. Bazı geceler Aaryan'ın sıcaklığı gerçekten de devası olmuştu ve onu özleyeceği yalan değildi. "Ortalığı temizleyin." dedi adamın cesedini savururken. Güzelim elbisesine daha fazla pislik bulaşmasına tahammül edememişti.

Basamakları tırmanırken hala kendi kendine mırıldanıyordu. "Bu tahtın şimdi ve sonsuza dek tek kraliçesi benim."

Güneş sonsuz kez denizden yükselip denize batacak, kraliçe bu tahtın üstünde kullarını izlemeye devam edecekti. Yanında asla birinin olacağını hayal etmemişti. Zirve tek başına kalmayı ve buna rağmen bir orduymuşçasına kuvvetli durmayı gerektiriyordu. Gülümsedi. Bu tahtı kendinden daha çok hak eden biri asla olmayacaktı. Ne prenseslerin kanı tırnaklarının arasına yapışmıştı da kraliçeyi yolundan çevirememişlerdi. Gündönümü kapıda diye düşündü gözlerini kaparken. Herkesin öldüğü ve onun bir kraliçe olarak sonsuza dek yaşadığı eşsiz bir hayale daldı.

Gündönümü kapıdaydı.    

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top