Sonun Başlangıcı

Bölüm 24

Gül bahçesinde Jaya kalbinin bir anda sıkıştığını hissetti. Görünmez tırnaklar boynunu sıkıyor, bileklerini kavrıyor, ayaklarına dolanıyordu. Daha önce de kraliçenin öfkesini bu denli hissettiği olmuştu, ama asla bu duygunun nedeni bizzat kendi olmamıştı. Oysa şimdi, çıkmaz bir sokağın sonuna onun için kurulmuş ateşten bir çarmığa doğru ilerliyordu.

Olanlar için kendinden başka kimi suçlayabilirdi ki? Chandra'yla görüşmeyi kabul ederek çok fazla risk almıştı. Tek isteği dediğim dedik meleklerle uzlaşıp Vada'ya biraz daha zaman kazandırabilmekti. Hiçbir şeyin kolay olmasını beklememişti, ama sonunda geldiği noktada artık işin içinden nasıl çıkacağını bilmiyordu. Melekler ona karşıydı. Asiler hala saldırmaya hazır değildi. Şimdi bir de kraliçenin tüm öfkesi üzerine doğrulmuştu.

Jaya bunların hepsiyle baş edebilirdi belki, ama Vada'nın onun karşısında durması cehennemin kapılarının açılması anlamına geliyordu. Jaya onu sıradan bir gölge gibi düşünecek kadar salakça davranmıştı. O ise gerçek bir kraliçe adayıydı, bir melez, yukarı dünya ile insanlığın çok özel bir karışımı... Ve bu, onu iki dünyada yaşayan en güçlü varlık yapıyordu.

Tüm bunlar nasıl olup da Vada'nın daha önce hiç gitmediği, varlığından bile haberdar olmadığı bir ormanda Jaya'yı bulduğunu açıklıyordu. Yerle bir olan evrensel düzene rağmen bazı güçler hala işliyor olmalıydı; yukarı dünya verdiği mesajlarla gelecek kraliçesini kendi korumaya çalışıyordu. Ne yazık ki ortada kozmik bir yanlış anlaşılma vardı; evren düşmanın Jaya olduğunu düşünmüştü ve Vada'nın kafası kraliçenin akıl oyunları yüzünden ona gelen mesajları düzgün değerlendiremeyecek kadar karışıktı.

Jaya sıkıntılı olduğu zamanlarda hep yaptığı gibi elini saçlarına götürdü ve başını ovdu. Sahip olduğu gücü kullanmak kadar kontrol altında tutmak da yorucu bir işti ve böyle zor zamanlarda başında dayanılmaz bir ağrıya yol açıyordu. Üstelik uydurmaya çalıştığı tüm hikayeler boşunaydı, Vada çoktan kraliçeye gördüğü her şeyi anlatmış olmalıydı. Az sonra Jaya'nın kraliçeyle yüzleşmesi gerekecekti. İstese şu an kaçıp gidebilirdi, ama bu Vada'yı sonsuza dek kaybetmek, dahası altın bir tacı kraliçenin eline savaşmadan bırakmak anlamına geliyordu. Verdiği onca emekten, bu uğurda yaptığı onca fedakarlıktan sonra, hele de kurtuluşa bu kadar yaklaşmışken, Jaya şimdi gidemezdi.

Düşüncelerini toplamaya çalışıp taht odasına yöneldi. Yolda üst üste onu kraliçenin çağırdığını söyleyen askerlerle karşılaşmıştı. Oysa buna gerek yoktu. Jaya, daha Vada onu ittiği an bu yüzleşmenin gerçekleşeceğini anlamıştı. Şu anda kalbinde hissettiği baskı da bu düşüncesini doğruluyordu. Kraliçe onu bekliyordu.

Jaya taht odasının girişine geldiğinde tüm gücünü zihnini susturmak için kullanıp adamlara işaret verdi ve kapının dalga geçer gibi gıcırtıyla önünde açılışını izledi. Bu odadan çıkarken ya bir başkomutan ya da ölüm fermanı verilmiş bir tutsak olacaktı.

-

Kraliçe onun geldiğini hissettiği halde kafasını elindeki kadehten kaldırmamıştı. Kapılar ağır ağır iki yana aralanırken Jaya'nın benliği sıcak bir çöl rüzgarı gibi içeri doluyordu. Öyle büyüleyici, öyle kudretliydi ki... Komutanın varlığını hissetmek ona her zaman tarifsiz bir huşu vermişti.

"Yaklaş!" dedi bu hislerini zerre kadar yansıtmayan duygusuz bir sesle.

Gerçek kraliçe onu ne çok sevmiş, ne büyük bir güçle ödüllendirmişti. Yüce On Bir'in en yücesi Jaya... Kraliçenin irade verdiği ilk gölgelerden ona en sadık olanı... Gerçek kraliçenin de, şimdilerde gölge kraliçenin de biricik sağ kolu...

"Daha yakına gel."

Kraliçe hala elinde çevirdiği kadehe bakıyordu. Düşüncelerini onunla paylaşmamak için çırpınan bu kapı gibi gölgenin dilini çözmek onun için bile kolay olmayacaktı. Tüm gölgeler aynı gücün, aynı mutlak benliğin bir parçasıydı ve Jaya bu zincirin kraliçeden sonraki en kuvvetli halkasıydı. İşte bu nedenle kraliçe ani bir karar vermek istememişti. Bakışları başkomutana kayarken çalıntı güçlerinin tamamıyla adamın zihnini kuşattı.

Jaya'nın meleklerle konuşması bile ondan gizli bir haltlar karıştırdığını gösteriyordu. Yine de ihanetin boyutunu anlamak kraliçe için önemliydi. Jaya'yı öldürüp gücünün de adamla birlikte yok olmasına müsaade edemezdi. Yaşamasına izin verdiği takdirde de böyle büyük bir güçle Jaya'nın kaçıp gitme olasılığı vardı ki bunun doğuracağı felaketi tahmin etmek için kraliçenin zamansız odanın pencerelerine bile ihtiyacı yoktu. Oyunu bir dahi gibi sonuna kadar sürdürmek zorundaydı. Şimdilik adamı kontrol altında tutacak ve öğrenecekti. Zaten Jaya'yı biraz olsun tanıyabilmişse, amacına ulaşmadan kızı bırakıp hiçbir yere gitmeyeceğine emindi.

"Duyduklarım hiç hoşuma gitmedi Jaya!" dedi. Bakışlarını sakince adamın yüzünde gezdirdi, ama Jaya gücünü çok iyi kontrol ediyordu. Zihni de yüzü gibi tepkisizdi. Güzel diye düşündü kraliçe. Haydi oyun oynayalım.

"Vada'nın başına gelenler Aaryan'ın düşüncesizliğinin bir sonucu efendim!" dedi Jaya. Sesi buz gibiydi. "Bizim ve yukarı dünyanın geleceği için stratejik önem taşıyan bir konuda kişisel isteklerini ön planda tuttu ve planlarımızı tehlikeye attı."

"Haklısın!" dedi kraliçe. Jaya'nın gözlerinde yanan saniyelik umut pırıltılarını yakalamıştı. "Vada'nın onu etkisi altına almayı başardığını biliyorsundur."

"Tahmin etmiştim efendim." dedi Jaya. "Sadece... güçlerini bu şekilde kullanabildiğini bilmiyordum."

"Kendinin de bildiği söylenemez..." diye mırıldandı kraliçe. Sesi kadehinden aldığı yudumun içinde boğulup gitmişti. Bardağı sehpaya bırakıp elini salladığında muhafızlardan biri kapıya gidip beklenen işareti verdi. Az sonra sefil bir tutuklu gibi askerlerin kollarında çırpınan Aaryan açılan kapının ardında belirmişti.

"Onu buraya getirin." dedi kraliçe. Sesi buzdan bir kılıç gibi odadakilerin tenini kesiyordu.

"Yalvarırım kraliçem. Bir kez beni dinlerseniz..."

Kraliçe parmaklarını hafifçe oynatınca Aaryan boğazında bir şey kalmış gibi tıkandı. Nefes almaya çalışırken ağzından salyalar saçılıyordu. "Aaryan kızın onu manipüle etmesine müsaade etti ve bu yüzden cezalandırılacak." dedi kraliçe. Bakışları bir an için Jaya'yı okşasa da yeniden Aaryan'da sabitlenmişti. "Benim için savaşmak için fazlasıyla zayıfsın Aaryan." dedi. "Seni diğer tüm askerlere ibret olması adına ölüme mahkum ediyorum. İnfazını hemen, şu anda başkomutan gerçekleştirecek."

Aaryan kraliçe yeniden nefes almasına izin verdiğinde dizlerinin üzerine düştü. Bir zamanlar yakışıklı yüzünden eksik olmayan o kendini beğenmiş ifade asla geri dönmemek üzere kaybolmuştu. "Lütfen..." diye yalvarırken işkence ettiği o zavallı gölgeler gibi ağlıyordu.

"Başkomutan!" dedi kraliçe acımasız bakışlarıyla Jaya'yı taciz ederken. Elbette Jaya ondan ne beklendiğini biliyordu. Yine de hareketlenmemiş, olduğu yerden ifadesiz suratıyla Aaryan'ı izlemeyi sürdürmüştü. Sonunda derin bir nefes alıp kraliçeyle yüzleşti.

"Her ne kadar onun ölmesini sizin kadar istesem de..." dedi. "onu şu an öldürmemenizi önermek isterim kraliçem."

Jaya tıpkı ondan beklendiği gibi davranıyordu. "Açıkla." dedi kraliçe gülmemek için dilini ısırıp.

"Vada bir... aday." Belli ki prenses demeye cesaret edememişti. "Onun gücüne karşı hiçbir gölge direnemez. Aaryan ne yaparsa yapsın Vada'ya karşı koyamazdı. Üstelik..." Bakışları nefret ettiği adama kaydığında bile öfkesini kontrol etmeyi başardı. "Vada bu kalede sizden sonra en çok ona güveniyor. Gündönümüne kadar kızın yanında olması Vada'yı kontrol etmenizi kolaylaştıracaktır."

Jaya susup gözlerini kraliçeye diktiğinde bile sözlerinden duyduğu rahatsızlık suratına yansımamıştı. Kraliçe onun kadar iyi gücü kullanan bir gölgeyle oynamaya bayılıyordu. Dudakları sinsi bir gülüş için kıvrılırken yeniden kadehine uzandı.

"Beni ikna ettiniz başkomutan." dedi yalandan bir övgüyle. Aaryan'ı öldürmeyi zaten hiç düşünmemişti. En azından o anda... "Komutanı aklı başına gelmesi için zindana atın ve ben söyleyene kadar aç bırakın."

Normalde bu ceza bile bir gölgeyi korkudan eritebilirdi, ama Aaryan hayatının bağışlanmasından öyle mutlu olmuştu ki savurduğu iltifatlar ve gereksiz teşekkürlerle saçmalıyordu. Askerler onu odanın dışına sürüklerken kraliçe yeniden Jaya'ya dönmüştü.

"Sorunu çözdüğümüzü düşünüyorsun." dedi kraliçe küçümseyerek. "Ama Aaryan zavallı bir piyon sevgili Jaya. Asıl sorun ise kızın zaten senin ormanda olacağını biliyor olması. Bu onun yukarı dünyayla olan bağlantısının doğal bir sonucuydu ve biz bunu öngöremedik."

"Efendim..."

"Senin onun düşünceleriyle oynadığını da biliyor. Anıları geri gelmeye başlamış. Saldırıları hatırlıyor, ama görüntüler kopuk kopuk olduğu için senin ona zarar vermeye çalıştığını düşünüyor. Sanırım altın üzüm konusunda haklıydın. Kafayı tamamen yemiş durumda. Senin bir melekle konuştuğun gibi garip düşünceleri bile var."

Kraliçe gerçek dışı bir kahkaha attı. Sesinin korkunçluğu kolonları saran ölü çiçekleri daha da beter çürütmüştü. Jaya hala renk vermiyordu ve oyun artık tatsız bir hal almaya başlamıştı.

"Üstelik... onu öldürmek istediğin konusunda oldukça emin!" diye devam etti kraliçe. "Sence böyle bir fikre nasıl kapılmış olabilir?"

Kadehinden bir yudum almak için durdu. Bu, Jaya'nın panikle vereceği tepkiyi görmek için yapılmış bir hareketti, oysa baş komutan çözülmüyordu.

"Üzgünüm efendim" dedi tonsuz sesiyle. "Kızın orada olduğunu bilemezdim. Rutin ziyaretlerimden birindeydim. Özellikle Rhydian'ı bulduğumuzdan beri sık sık kontrole gidiyorum. Vada'nın ne duyduğunu, ne anladığını bilemiyorum. Sanırım muhafızlarla isyanla ilgili konuşmamı işitti ve yanlış yorumladı."

"Vada bir kızın öldürülmesinden bahsettiğini söyledi." diye araya girdi kraliçe. "Bunun kendisi olduğunu düşünmüş. Onu öyle olmadığı konusunda ikna ettim, ama bir hayli ısrar etti."

Jaya dudaklarını büzdü. "Sizin de söylediğiniz gibi... Verdiğiniz içki onun zihnini etkilemeye başladı. Artık sağlıklı düşünemiyor, halüsinasyonlar görüyor ve kontrolsüz tepkiler veriyor. Terasta yaşadığı saldırıyı hatırlıyor olmalı. Aksi halde hangi melek bizim topraklarımıza girmeye cesaret edebilir."

Kraliçe bir an nefesini tutup tüm varlığıyla Jaya'nın zihnini zorladı. Karanlık, boş bir odadan başka bir şey görememek onu delirtiyordu. Tırnaklarını tahtın koluna geçirdiğinin farkında bile değildi. Sonunda daha fazlasını alamayacağını kabullendiğinde "Öyle olsun." dedi. "Bundan sonra çok daha dikkatli olacaksın Jaya. Bu çok hassas bir konu ve başka bir hata istemiyorum. Özellikle senin hata yapma lüksün yok! Sen benim baş yardımcımsın. Söylediklerimi harfiyen yerine getireceksin!"

Jaya konunun bu kadar hızlı kapanmasını beklemiyormuş gibi bir süre duraksadı. "Benden tam olarak ne yapmamı istiyorsunuz?"

"Gün dönümüne kadar başka bir sorun istemiyorum. Senin de dediğin gibi Aaryan kızı etkilemek konusunda oldukça başarılı, Vada onun yanında mutlu. Ama senden korkmasını da istemiyorum. Kız burada kendini güvende hissetmeli ki aptalca bir şey yapmasın. Sonrasını zaten biliyorsun."

Jaya biliyordu. Kraliçe onun muhteşem bir oyuncu olduğunu itiraf etmek zorundaydı; yüzüne bakan biri adamın ne hissettiğini asla söyleyemezdi. Ama kraliçe farklıydı; o, adamın zihninde tek bir görüntü bile görmese de Jaya'nın planladığı şeyi yapmak için bir an önce harekete geçeceğini tahmin edebilirdi. Şu an için adam kendini kurtarmayı başarmıştı, ama bu ona başka hatalar yaptıracak ve kraliçe olası ihanetten eninde sonunda emin olacaktı.

"Şimdi çıkabilirsin!" dedi ve kadehiyle kapıyı işaret etti. "Sen benim en güvendiğim gölgemsin Jaya, bunu unutma!"

"Efendim!"

Jaya başıyla selam verip geri döndü ve hızla odadan çıktı. Kraliçe onun kaçtığını biliyordu. Gücü zayıflamıştı ve biraz daha kalsa gerçek hisleri açığa çıkabilirdi. Ne yazık ki Jaya kraliçenin zaten her şeyi anladığının farkında değildi. Evet, Vada deliriyordu, ama kız gördükleri konusunda yalan söylememişti. Jaya ona vaat edilen hayatı eliyle geri çevirmiş, kendini kraliçeyi yok edebileceği gibi garip bir düşünceye kaptırmıştı. Şüphesiz prensesin aniden Yukarı Dünya'da belirmesi adamın kırıldığı nokta olmuştu. Önemi yoktu. Kraliçe bir kez tahtı çalmayı başarmışsa bunu yeniden yapabilirdi. Özellikle de karşısındaki saf bir kızdan fazlası değilken...

Kraliçe elindeki altın kadeh eriyip parmaklarının arasından akmaya başlayana kadar onu delice sıktı. Duygularını kaybedeli çok olmuştu; öfke dışında... Bir hışım yerinden kalkıp odanın karanlık köşesine yöneldi. Taş duvarda sadece onun kullanımı için yapılan gizli kapıdan geçti. Duvarın ardındaki koridor onu doğrudan zindan katındaki gizli odasına götürebilirdi. Ama o sadece bir kraliçenin bilebileceği ikinci bir koridoru takip ederek zamansız odaya yöneldi. Yolun sonuna geldiğinde ellerini taşın üzerine koyup gerekli sözleri mırıldandı. Hiçbir şey olmamıştı. Kraliçe sinirle dişlerini sıkıp bir kez daha denedi ve sonra bir kez daha.

Nihayet üçüncü denemede taşlar iki yana açıldığında kraliçe kan ter içinde kalmıştı. Güçlerini taşıyamayan bedeni giderek zayıflıyordu ve artık düzgün işlememeye başlamıştı. Neyse ki kurtuluşuna çok az kalmıştı; yakında tüm bunlara bir son verecek, ilk defa tam bir kraliçe olacaktı. Eteklerini savurarak zamansız odaya girdi ve odanın dört bir yanını saran pencerelerden birine yanaşıp parmağıyla dokundu. Camın yüzeyi kraliçenin değmesiyle su gibi dalgalanmıştı.

Başlangıçta sadece karanlık bir boşluk vardı. Camın yüzeyindeki dalgalanma nihayet durduğunda ise karanlığın içinde bir canavar belirdi. Vücudu zifte bulanmış gibi kapkaraydı ve tenini saran balçığımsı madde yere damlıyordu. İğrençti. Kraliçe onu daha önce de görmüştü. Bu yüzden yaratığın üzerindeki madde deri değiştirir gibi yere dökülüp formu insanımsı bir hal alırken gözlerini kaçırmadan izledi.

Nihayet değişim tamamlandığında camın öteki tarafında siyah deri kıyafetler içerisinde güzeller güzeli bir kadın oturuyordu. Kırmızı gözleri dışında az önce bir canavar olduğunu kanıtlayabilecek hiçbir iz yoktu. Perçemleri mavi ışıltılarla kaplanırken gözleri gecenin en güzel lacivertine bürünmüştü.

"Kraliçe?" dedi soru sorar gibi. "Bir sorun var?"

"Sorun yok!" dedi kraliçe sertçe. "Planda küçük bir değişiklik oldu o kadar."

"Seni dinliyorum."

"Kızın bedenine geçtikten sonra başka bir gölgenin de güçlerini bana aktaracaksın."

"Güçlerini isteyeceğin kadar özel olup, aynı zamanda seni böylesine sinirlendiren bu gölge kim olabilir acaba?" Kadın gülümseyince gecenin tüm yıldızları gözlerinde parlamıştı. Bu öldürücü güzelliğiyle herhangi bir insanın ömür boyu kendisine aşık olmasını sağlayabilirdi. Oysa kraliçe tepkisizdi.

"Bunun bir önemi yok." dedi gerilmiş dudakları arasından. "Gündönümü bitmeden bu işi de halletmen lazım o kadar!"

Kadın kraliçenin sert çıkışı karşısında abartılı bir kahkaha attı. "Peki bunu neden yapayım, söyler misin?"

Bu kez kraliçe şeytani gülüşünü gösterdi. Bu haliyle karşısındaki kadın kadar korkunç görünüyordu. "Çünkü o kokuşmuş yer altı dünyandan kurtulmanın tek yolu benim!" dedi şarkı söyler gibi.

"Nasıl?" Yüzündeki sırıtış anında kaybolan kadın camın öteki tarafında yüzeye yanaşmıştı. "Bunu nasıl yapacaksın?"

"Bir çocuk var!" dedi kraliçe. Gülümsemeye devam ediyordu. "Çok özel bir ruh... Gelmiş geçmiş en özeli belki de... Adamlarım onu elinde tutuyorlar, ama kontrol etmesi biraz zor. Nasıl denir? Oldukça.... ateşli bir ruh."

"Mavi ateş..." diye fısıldadı kadın. Dudakları gözlerindeki ışıklar gibi titriyordu. "Yani senin elinde bir..."

Kraliçenin gülüşü tüm yüzüne yayıldı. "Evet, eski dostum. Doğru anladın. Yakında ikimiz de özgür olacağız!"

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top