Katilin Kollarında


Bölüm 20

Vada'nın gözlerini açabildiğini fark etmesi birkaç saniyesini almıştı. Başı deli gibi zonkluyordu, ama büyük ihtimalle bu henüz ölmediğinin bir işaretiydi. Göz yaşlarıyla ıslanmış göz kapaklarını kırpıştırıp önünde meydana gelen arbedeye anlam vermeye çalıştı. Onu bileklerinden yakalayan gölgeler şimdi iki yanında yatıyordu. Adamların bacakları ve kolları normal olmayan açılarla kıvrılmış, kendi bedenleri altında ezilmişti. Etraf siyah renkli kanla kaplıydı ve aynı kan Vada'nın beyaz elbisesinin de yapış yapış olmasına neden olmuştu.

Vada düştüğü yerde doğrulmaya çalışırken yeniden işlev görmeye başlayan gözleri kaosun içinde farklı bir yüz yakaladı. Çıldırmış gibi oradan oraya dönen adam aynı anda üç gölgeye karşı mücadele ediyordu. Üzerindeki kıyafete bakılırsa kraliçenin askerlerinden biri olmalıydı, ama Vada artık kimseye güvenemezdi. Özellikle bir ölüm makinası gibi dövüşen bu adama...

Elindeki asa sanki onun bir parçasıymış gibi vücuduyla bir olmuştu. Hareket ettikçe şekilden şekle giriyor, uzayıp kısalıyor; bazen tamamen toza dönüp sivri bir kılıç şeklinde yeniden form alıyordu. Adam hızla kendi etrafında dönerken asa da onunla beraber döndü ve ona arkasından saldırmaya hazırlanan gölgeye şiddetle çarpıp adamın boynunu kırdı.

Başı bedeninden ayrılmış gibi bükülen saldırgan yere düşerken Vada da gerisin geri kalktığı yere oturmuştu. Gördüklerinden sonra kusacağına neredeyse emindi, ama şov devam ediyordu. Kraliçenin askeri aynı çeviklikle dönüp asasını kaldırdı ve silahı havada gölgeden bir mızrak halini alırken diğer gölgenin sırtına sert bir darbe indirdi. Vada tam göremese de çıkan sesten silahın adamın etine geçtiğini anlamıştı. Öğürme isteğini bastırmak için elleri ağzına ulaştı.

Askerle tam o anda göze göze geldi. Vada bu adamı tanıdığına artık emindi, ama hafızası ona yardımcı olamayacak kadar yerle bir olmuştu. Geride kalan pelerinli kız her şeyiyle adama saldırırken Vada askerle daha önce nerede karşılaştıklarını düşündü. Belki onu Aaryan'ın yanında görmüştü. Belki de...

Şakaklarına saplanan ağrı gözlerini karartırken zihnine yeni görüntüler doldu. Bir an için nefessiz kalmıştı. Sonra su yüzeyine çıkmış gibi baskının dağıldığını hissetti. "Jaya" diye mırıldandı. Hala tüm anıları birbirine geçmiş durumdaydı, ama onu daha önce de savaşırken izlediğini artık biliyordu. Terastaydılar, Jaya meleklere karşı mücadele ediyordu. Melekler kötüydü, o hale Jaya iyi olmalıydı.

Bu arada silahını düşürmüş olan kız teslim olduğunu göstermek için ellerini havaya kaldırmıştı. Merhamet için yalvarıyor, yaptıkları için af diliyordu. Kızın yakarışlarından biraz olsun etkilenmemiş olan Jaya'nın ona ulaşmak için birkaç adım atması yetmişti. Vada'yı öldürmeleri için adamlarına emir verirken kızın yüzünde oluşan kendini beğenmiş ifadeden şu an eser yoktu. Kendini dizlerinin üzerine bırakıp ellerini yalvarır gibi Jaya'ya doğru kaldırdı.

"Lütfen!" diye haykırdı. "Lütfen canımı bağışla." Kızın yakarışları göz yaşları gibi samimiydi, ama Jaya'nın yüzünde duygudan eser yoktu. Tek eliyle kızı yakasından yakalayıp kendine doğru çekti. Aynı anda öne eğildiği için kızla burun buruna gelmişlerdi.

"Neden ona saldırdınız?" dedi dişleri arasından.

"Lütfen, lütfen beni bırak!" Kız ağlamaya devam ediyordu. "Melekler, gündüz melekleri.... Bizi onlar buldu. Onlar istedi. Bizim suçumuz değildi."

"Melekler sizin gibi gölgelerle konuşmaz!" dedi Jaya öfkeyle. Kızı iyice kendine çekmişti. "Ona neden saldırdınız?" diye tısladı. "Gerçeği söylemek için son şansın!"

Kız ağlamaktan konuşamıyordu. "Biz... Biz sadece emirlerini dinledik!" dedi hıçkırıkları arasında. "Yemin ederim! Kızın burada olacağını, onu yok etmemiz gerektiğini söylediler. Yoksa... Yoksa bizi öldüreceklerdi."

"Kim?" diye gürledi Jaya. Sesi öyle kuvvetli çıkmıştı ki Vada bile yerin dibine saklanmak istedi.

Kız Jaya'nın ellerinde korkudan ölecekti. "Doğruyu söylüyorum!" diye inledi. "Kraliçemizin hükmü sonsuz olsun. Yemin ederim ki meleklerdi... Beyaz atları ve altın kılıçları vardı."

Kız devam edemedi. Jaya kızın boynunu tutan eliyle onu yere geri fırlatmıştı.

"Melekler altın kılıç kullanmaz." dedi duygusuzca. "Ölümün kraliçeye ihanet eden tüm gölgelere ders olacak!"

Vada aynı anda Jaya'nın asasını havaya kaldırışını ve ucunu tereddütsüzce kızın bedenine saplayışını izledi. Gölge kız acıyla son kez inlerken dudaklarından siyah kan boşaldı. Bu o ana kadar kendini kontrol etmeyi başarmış olan Vada için son noktaydı. Sağına dönüp midesindeki her şey boşalana kadar kustu. Her şey o kadar hızlı, o kadar vahşice gerçekleşmişti ki böyle bir olayın etkisinden nasıl kurtulacağını bilemiyordu.

Jaya gelip yanına çömeldiğinde kusması durmuştu, ama vücudu hala deli gibi titriyordu. Göz yaşları da bedeni gibi kontrolden çıkmıştı. Jaya bileklerindeki ipleri çözerken "Neden?" diye inledi. "Neden.... öldürdün? Sana... her şeyi anlatmıştı. Başka... Başka bir ceza verebilirdin... ama sen...."

Vada o an Jaya'nın onu rahatlatacak birkaç kelime söylemesi için her şeyini verirdi. Kimse bu kadar cani olamazdı, bunun mantıklı bir açıklaması olmalıydı. Oysa Jaya susmayı tercih etmişti. Vada'nın suratına bakmadan baston formunu almış olan asasını beline oturtturdu ve kızı kucağına aldı.

Vada aydınlık ve karanlığın arasına sıkışmıştı. Yaklaşan sesleri duyuyor, konuşmak, Jaya'ya sorular sormak istiyor; fakat bedenine söz geçiremiyordu. Gözleri kapanmadan önce son olarak onlara doğru gelen başka muhafızlar görmüştü. Jaya'nın sesi adamlarınkine karışırken yaşadıklarının ağırlığını daha fazla taşımayan bedeni derin bir uykuya daldı.

O an için Vada'nın yapabileceği hiçbir şey yoktu. Bir katilin kollarında bilinmezliğe doğru yol alıyordu.

-

Jaya kaleye girdiğinde hala titriyordu. Ona yetişmeyi başarmış olan askerleri peşinden koşturuyorlardı, ama Jaya'nın gözü kimseyi görecek durumda değildi. Adamlarına hızla emirler vermiş, kaleye giriş-çıkışı yasaklamış, güvenliğin iki katına çıkartılmasını istemişti. Vada'nın fiziksel anlamda önemli bir yarası olmadığına emindi, sadece halatlar nedeniyle kızın bileklerinde ezikler vardı. Zaten Jaya'yı asıl endişelendiren yaşananların yol açacağı travmaydı. Vada'yı ilk bulduğu anda bile kız böylesine solgun görünmüyordu. Midesindeki her şeyi çıkarmış sonra da titreme nöbetine tutulmuştu.

Jaya elinde olmadan kucağındaki bu saf ruhun yukarı dünyada göreceği daha onca kötülüğe nasıl dayanacağını düşündü. Olanlar tamamıyla onun hatasıydı. En başından beri herkesin düşmanı olduğunu biliyordu. Sıradan gölgeler bile Vada'nın kraliçeye vereceği güçten korkuyorlardı. Ve Jaya bunu bile bile kızı Aaryan'ın savunmasına bırakmış, belaya göz göre göre davetiye çıkarmıştı.

Az önce yaşananlardan sonra Vada'nın onu bir canavardan farksız göreceğine emindi. Haklıydı. Jaya kontrolden çıkmış ve o kızı gerekmediği halde öldürmüştü. Bu sayede Vada'nın zaten karman çorman olan anılarına dehşet verici bir yenisi eklenmişti ve büyük ihtimalle kız bir daha asla Jaya'ya güvenmeyecekti. Kraliçenin olanları unutturmak için ona daha fazla altın üzüm vereceğine şüphe yoktu. Kızın bunu kaldırıp kaldıramayacağıyla ilgilenmiyordu. Kafa karışıklığı, unutkanlık ve baş ağrısı Vada'nın başına geleceklerin sadece başlangıcıydı. Devamında olacaklar ise...

Jaya düşüncelerinden kurtulup sakinleşmeye çalıştı. Muhafızların açtığı kapıdan geçmiş hızla Vada'nın odasına giden merdivenleri tırmanıyordu. Onu kucağındaki baygın insan kızla gören askerler dehşetle kenara çekilip yol veriyordu. Odanın önüne geldiklerinde "Şifacılar nerede kaldı?" diye bağırdı. "Şifacıları bulup getirin bana!"

İçeri girer girmez Vada'yı nazikçe yatağa bırakıp yanına oturdu. Vada'nın kirli yüzü kötü bir rüya görüyormuş gibi kasılmıştı. Bileklerindeki yaralar derin görünmüyordu, ama derinin zedelendiği belliydi. Jaya kızın henüz uyanmayacağına emin olduğu halde dikkatlice kolunu tuttu ve elini yaralı derinin üzerinde dolaştırdı. Çoğu zaman laneti olarak gördüğü içindeki güç Vada'yı hiçbir şifacının yapamayacağı kadar hızlı iyileştirecekti.

Jaya elleriyle içinden akıp giden enerjiye yön verirken bir yandan da bundan sonraki hamlesini düşünüyordu. İşe Aaryan'ı bulup öldürerek başlayabilirdi. Sonrasında Kaira'ya ulaşmalı ve kaçışı hızlandırması için asilere haber göndermesini söylemeliydi. Vada'yı da Rhydian'ı da daha fazla bu kalede güvende tutamayacaktı. Vada'nın bileklerine bakıp yeterince iyileştiğine emin olduğunda ayağa kalktı ve koridora çıktı.

"Şifacılar geldi efendim." dedi kapının önündeki muhafız onu görünce. Koridorun başında beliren iki şifacı ve hizmetçi az sonra yanına gelmişlerdi.

"Kız şu an iyi." dedi Jaya bakışlarını üçünün üzerinde gezdirerek. "Yaralarını sarın ve sonra bırakın uyusun. Ona olanları unutturacak şeyler yapmanızı istemiyorum!" Jaya şifacıların ne demek istediğini anladıklarını biliyordu.

"Merak etmeyin efendim." dedi şifacı başını saygıyla öne eğip. "Sadece yaralarıyla ilgileneceğiz."

Jaya adam sözünü bitiremeden hizmetçiye dönmüştü. "Kız bir daha bu odadan çıkmayacak!" dedi. "Ve sen olan en ufak şeyi bile bana haber vereceksin."

Gölge kız hayranlık dolu bakışlarını kaçırmadan "Tabi ki efendim!" dedi ve Jaya tamamen arkasını dönmeden başıyla selam verdi. Jaya ona zerre kadar güvenmiyordu, ama kızın başkomutana ters düşmekten korkacağını ummaktan başka şansı yoktu. Hızla taht odasına doğru ilerlerken gördüğü ilk askere bağırdı.

"Aaryan hangi delikteyse onu bulup bana getirin!"

Belki de onu öldürme işini kraliçeyle konuşmadan bile önce halletmeliydi. Taht odasının kapısına geldiğinde hep yaptığı gibi düşüncelerini kontrol altına almalıydı, ama öfkeden askerleri bile beklemeden kapıyı itip içeri dalmıştı. Kraliçenin odanın ortasında Aaryan ile olduğunu görünce birkaç adım daha atıp durdu.

"Sen..." diye mırıldandı adama saldırmadan hemen önce. Ama daha ona ulaşamadan kraliçe bir duvar gibi önüne dikilmiş, gücüyle onu olduğu yere mıhlamıştı. "Bırakın onu öldüreyim!" dedi gözlerini Aaryan'dan ayırmadan. Adam kraliçenin arkasından hala yüzsüzce ona bakabiliyordu. "Bu adam yüzünden az daha kız ölüyordu." dedi dişleri arasından. "Onu infaz etmek için izninizi istiyorum!"

Kraliçe gözlerini devirdi ve Jaya'nın omzunu tuttu. "Kimse kimseyi infaz etmiyor." dedi Aaryan'ın yanına dönerken. "En azından bugün değil." Ağır adımlarla tahtına dönüp kendini bırakmıştı. "Aaryan bana onu askerlerden birinin oyuna getirdiğini anlattı." dedi. "Onu kızın yanından uzaklaştırıp bayıltmışlar. Böyle bir şey nasıl olabilir Jaya?"

Jaya burnundan soluyordu. "Kızın elinize geçmesinden rahatsız olan bir grup gölgenin oyunuydu." Diye bağırdı. "Sadece melekler değil, gölgeler de olacaklardan korkuyor. Başka saldırılar da olacak ve bu adam... "

"Kızın kendi gücüyle adamları durdurduğu doğru mu?"

Kraliçe sözünü kestiğinden Jaya bir an doğru sözcükleri bulamadı. "Sadece ikisini." dedi. "Ne yaptığını bilmiyordu. Korktuğu için güç açığa çıkmış olmalı. Ben yetiştiğimde iki gölge de ölmüştü."

Kraliçe tırnaklarıyla oynuyordu. Aaryan'ın yada Jaya'nın dediklerinden çok neyle ilgilendiği ortadaydı. Mucizeleriyle kız her geçen gün onu daha da cezbediyordu.

"Onu benim korumama izin verin." dedi Jaya kadının kararını etkilemek için, ama o ana kadar sessiz kalmış olan Aaryan'ın buna itirazı vardı.

"Belki de siz askerlerinizle ve güvenliği nasıl artıracağınızla ilgilenmelisiniz başkomutan!" dedi. Jaya'nın unvanını özellikle vurgulamıştı çünkü tüm bu olanların onun zafiyeti olduğunu kraliçeye göstermek zorundaydı.

"Güvenlik açığı kızın yanı başındaydı komutan!" dedi Jaya tiksintiyle. "Yeterince iyi bir asker olsaydınız size kurulan tuzağı anlar, kızın yakalanmasına engel olurdunuz!"

"Yeter!" dedi kraliçe. Sesini bile yükseltmediği halde iki adam da sonraki tüm sözlerini yutmuştu. Kadının büyük bir patlamanın eşiğinde olduğunu boğazlarını yakan gücünden anlamışlardı. "Kızla Aaryan ilgilenmeye devam edecek Jaya." dedi duygusuz bir sesle. "Ve sen de askerlerinle kalemin güvenliğini sağlayacaksın. Şehirde bana karşı duran, aklından bir an bile bana zarar vermek geçen her kim varsa bulacak; cezası için bana getireceksin."

Jaya itiraz etmeye yeltenmişti ki kraliçenin eli havaya kalktı. "Çıkın ve ben sizi huzuruma çağırmadan bir daha odaya dalmaya cüret etmeyin!"

Aaryan saygıyla başını eğip çıkışa yöneldiği halde Jaya hala sabit duruyordu. "Başkomutan olarak kızın odasından çıkmasını yasaklamanızı tavsiye ediyorum." dedi. "Güvenliği ne kadar artırırsam artırayım riski tamamen yok edemem. Eğer gündönümü geldiğinde kızı tek parça yanınızda istiyorsanız, beni dinlemelisiniz."

Kraliçe nefes almadan ona bakıyordu. Suratına bakarak az sonra Jaya'yı tek bir el hareketiyle öldüreceği düşünülebilirdi. Aaryan'ın içinden böyle bir son için dua ettiğine şüphe yoktu. Ama kraliçe yeniden konuştuğunda sesi öfkeli değildi.

"Tavsiyenizi kabul ediyorum başkomutan." dedi ve Aaryan'a döndü. "Kız bir daha odasından çıkmayacak."

"Bir de..."

"Şansını zorluyorsun Jaya." dedi kraliçe sertçe.

Jaya geri adım atmayacaktı. "Altın üzüm onun bedenini etkilemeye başladı." dedi. "Sadece düşünceleri bulanmıyor, beyni de hasar görüyor. O bedene sağlıklı ihtiyacınız var kraliçem. Kız odasında olduğu sürece altın üzüme ihtiyacınız yok."

"Çıkabilirsiniz." dedi kraliçe söylediklerini duymazdan gelerek.

Jaya dudaklarını ısırıyordu. "Kraliçem lütfen!" dedi ama kadın ayağa kalkmış, gizli kapısına yönelmişti.

"Tavsiyelerini dinledim komutan." dedi geçide girmeden. "Düşünüp kararımı vereceğim."

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top