Haini Öldür
Bölüm 28
Kraliçe uzun süredir olmadığı kadar keyifliydi. Üstelik altın üzüm tamamen tükendiğinden bu neşesinin içkinin sahte hazzıyla da alakası yoktu. Üzerinde sık giymediği, kırmızı dantelden, işlemeli bir elbise vardı. Her adımında kumaşın üzerindeki boncuklar şakırdıyor, elbisenin uzun kuyruğu bir yılan gibi süzülerek kraliçeyi takip ediyordu. Gayri ihtiyari eli başındaki taca ulaşıp dikenlerini okşadı. Kraliçe olmak ona ne çok yakışıyordu.
Kapının açıldığını işittiğinde odanın ortasında durup bakışlarını çevirdi. Kimin ne haberle geldiğini bildiğinden yüzüne tatmin dolu bir gülümseme yayılmıştı bile. Yine de olanları ilk ağızdan dinlemek için sabırsızlandığını itiraf etmeliydi. Aralanan büyük kapıdan giren askerler ona doğru yürürken bir heykel gibi bekledi ve onların oluşturduğu koridordan Kaira çıktığında adamla yüzleşmek için döndü.
"Sizi tebrik mi edeyim, yoksa konuşmanıza dahi izin vermeden öldüreyim mi komutan?" dedi masalsı sesiyle. Karşısındaki adamın yutkunduğunu görmek onu eğlendirmişti. Kaira'nın Jaya'yla uzaktan yakından alakası yoktu. Asla güçlü bir asker olmamış, başkomutanın sağ kolu olmayı ise hiç hak etmemişti.
"Jaya'yı yakaladık ve istediğiniz gibi zindana attık kraliçem." dedi. Söylediği her sözcük ağzında büyümüş, her kelime kalbini öncekinden de çok sıkıştırmıştı. Acı çektiğini saklayamayacak kadar sefildi.
"Görevinizi başarıyla gerçekleştirdiniz komutan." dedi kraliçe. Ölüme mahkum, sefil bir fareyle oynamak bile bazen zevk verebiliyordu. Kaira'dan biricik başkomutanına tuzak kurmasını isterken kraliçe onun yolun en başında çözüleceğini düşünmüştü, ama Kaira Jaya'nın öğrencisiydi. Direniyordu. Gözlerinden kan aksa bile elini kaldırıp silmeyecekti.
"Peki ya kız?"
"Güvenle odasına getirildi efendim."
Kraliçe takdirini gülüşünü bahşederek gösterdi ve tahtına doğru hareketlendi. "Başkomutanın karşı kıyıdaki misafirimizle bir hayli ilgilendiğini duydum." dedi oturduğunda. "Sanırım onu da planlarına dahil etmek istemişti. Her şeyin yolunda olduğunu duymak istiyorum."
"Ateş zindanında ve güvede efendim." dedi Kaira. Söylemek isteyip de dudaklarından dökülmeyen milyonlarca sözcük dilini kanatıyor olmalıydı. Jaya'yı savunmaya, ufacık bir imada bile bulunmaya cesaret edemiyordu. Kraliçe bunun düzmece bir suçlama olduğuna ne kadar eminse, Kaira da o kadar emindi; ama susuyor, arkadaşını kaderine terk ediyordu.
Ne yazık ki kraliçenin isyanda yakalanan oğlanın tek tek dişlerini söktürdüğünden, çektirdiği her tırnakta yeni bir bilgi aldığından haberi yoktu. Jaya hiçbir zaman meleklerle iş birliği yapmamıştı, çünkü kraliçenin sevgili başkomutanı onca zaman güya mücadele ettiği asi birliğini yönetiyordu. Sinsice... Koynunda beslediği bir yılan gibi...
Ve Kaira... Ah sefil Kaira... Uğruna Jaya'yı feda ettiği asileri kraliçenin azabından koruyabileceğini zannediyordu ya, kraliçe sonunda kendini tutamayıp kahkaha atmıştı.
"Kaira..." dedi kolonları çatırdatan gülüşü son bulduğunda. "Bugün beni inanılmaz mutlu ettin." Bir an soluklanmak için durup öndeki askere kaçamak bir bakış attı. Odaya girdiği andan beri bu komutu bekleyen muhafız Kaira ne olduğunu anlamadan onu kollarından yakalayıp kelepçelemişti.
"Jaya'ya benden selam söyle." dedi kraliçe. "İnfazınız gündönümünde tüm şehrin önünde gerçekleşecek. Herkes kraliçelerinin hainleri nasıl cezalandırdığını görsün değil mi?"
Kaira askerlerden kurtulmak için tepiniyor, sanki ikna edebilirmiş gibi kraliçeye Jaya'nın suçsuz olduğunu haykırıyordu. Jaya asla meleklerle iş birliği yapmamıştı da, kraliçeyi korumak için canını verirdi de... palavra palavra.
"Önümden çekin şunu!" dedi kraliçe daha fazla yürüyen bir cesetle muhatap olmak istemediğinde. Bekleyecek bir gündönümü, tam bir kraliçe olmadan önce yapacak planları vardı.
"Yeni bir çağ başlıyor." dedi keyifle.
Kraliçe olmak ona ne çok yakışıyordu sahi.
-
Vada onu yatağın üzerine bırakan askerler gittiğinden beri aynı yerde oturuyordu. Dizlerini iyice kendine çekip kollarıyla bacaklarını sardığı halde titremesinin önüne geçememişti. Ancak odada yalnız kaldığında Rhydian'dan gelen notun hala elinde olduğunu fark etmiş, kağıdın etrafına kenetlenmiş parmaklarını açmaya cesaret edememişti. Tutunabileceği iki cümlelik bir mesaj kalmıştı geriye bir tek. İlk kez başı ağrımıyor, ama bedeni tümden ölüyordu.
"Küvetinizi hazırladım." diye seslendi Samwrita banyonun önünden. Askerlerden hemen sonra odaya gelmişti. Muhtemelen en başından beri öyleydi, ama onun tüm zarafetinin bir düzmece olduğunu Vada ancak görebiliyordu. Odaya girdiğinden beri üzerini temizleyip kanlı kıyafetlerden -acaba Jaya'nın kanı mıydı?- kurtarmak için dil döküyordu ama Vada belki onuncu defa kızı görmezden geldi. Hareket ettiği an geride kalan ufacık kara parçası da paramparça olacak, onu yerin binlerce kat dibine gömecekti sanki.
"Efendim yıkanırsanız..."
"Çık." diye inledi Vada. "Çık, git, beni yalnız bırak. Çık."
"Efe..."
"Defol!"
Vada kendi çığlığından korkup iyice büzüşmüştü. Samwrita'nın nefret dolu bakışlarından kaçabilirmiş gibi yatağın en dip köşesine kadar gerilemişti. Herkesten, her şeyden nefret ediyor; etrafını kuşatan dünyanın bu nefretin on katıyla ona cevap verdiğini hissediyordu. Ne demişti Jaya?
Sana asla zarar vermem. Belki de bu kalede sana zarar vermeyecek tek kişi benim. Ama seni burada daha fazla koruyamam!
Jaya gitmişti. Vada onun hayatta olduğunu sanmıyordu. Yaşıyorsa bile muhtemelen bir daha onu göremeyeceği bir deliğe tıkılmıştı. Bu düşüncenin onu tahmin bile edeceğinden fazla korkuttuğunu fark edince panikle yataktan kalktı. Çaresiz elleri başına ulaşmış bir çözüm üretmekten aciz beynine baskı yapıyordu.
Jaya'nın doğruyu söyleyip söylemediğini öğrenmesinin bir yolu yoktu. Ama kraliçenin onca zaman sayısız yalanla onu kandırdığına artık emindi. Aniden kanını kaynatan öfkeyle bacakları öne atıldı. Kapıyı açıp kendini koridora atması bir olmuştu. Kapıdaki askerler ne olduğunu anlayıp onu kollarından yakalayana kadar neredeyse ilk dönemece kadar koşmuştu.
"Bırakın beni!" dedi çığlık çığlığa tepinirken. Kana bulanmış güzeller güzeli elbisesi ayaklarına dolanıyor, hareketlerini kısıtlıyordu. Hoş, çırılçıplak olsa da bu adamların elinden kurtulamazdı ya... Vada canı pahasına mücadele edermiş gibi çırpınmayı sürdürdü. "Kraliçeye gideceğim. Beni dinlemek zorunda. Bırak!"
Askerler söylediklerinin tek kelimesini duymamış gibi tepkisiz suratlarıyla onu odaya doğru geri sürüklüyorlardı. Ellerini önünde kavuşturmuş kapıda bekleyen Samwrita'nın bakışları kapkaranlıktı. "Kapıyı kilitleyin." dedi. "Kraliçenin kesin emri var."
Vada onu hapseden ellerden kurtulduğunda yatak odasının taş zeminine düştü. Bir zamanlar prenses gibi muamele gördüğü bu kalede artık bir tutsaktı. Muhtemelen en başından beri öyleydi ama ancak şimdi görüyordu. Aç gözlerini Vada!
Vada'nın gözlerini zehirleyen lanet Jaya'nın dokunuşuyla kaybolmuştu. Jaya kaybolmuştu. Rhydian kaybolmuştu. Arkadaşını bulma umutları, güzel bir yaşamın hayalleri... kaybolmuştu.
Düştüğü yerden kalkmaya cesaret edemediğinden bacaklarını kendine çekti ve bir cenin gibi kıvrılıp nefes alacak takati kalmayana dek ağladı.
-
Jaya sonsuz hayatının hiçbir anında bu denli çaresiz hissetmemişti. Bileklerindeki çiviler ufacık bir hareketinde bile teninde yeni bir acı patlamasına yol açıyor, kabuklaşmış yaraların altından tekrar tekrar taze kan süzülüyordu. Boynunu, kollarını, bacaklarını saran her bir zincirin kraliçenin zehriyle yıkandığına emindi. Güçlerini kullanamaması için hazırlanan bu özel kafes için kim bilir ne kadar uğraşmışlardı. Kraliçe ona güvenmemekle kalmamış, ilk andan beri bu mutlak son için hazırlık yapmıştı. Bir şeytan, Yukarı Dünya'yı kana bulayacak bir canavardı. Ve Jaya ona yenilmişti. Şah mat.
Yaşlarla ıslanmış yüzüne acının her türlü tonu yansımıştı. Kesiklerden, açık yaralardan ya da sırtında patlayan kementlerden değil, ruhunda açılan deliklerden kan kaybediyordu. Gözlerini kabusu sonlandırabilirmiş gibi sıkıca yumdu. Karanlık beraberinde daha fazla dehşet, daha fazla karabasan getirmese belki huzuru bulurdu. Acıyla inlediğinde ses taş duvarlarda yankılanıp kulaklarına çarptı. Tüm zindanın zeminini kaplayan çamurlu suya batmış ayaklarından tüm vücuduna dalga dalga soğuk yayılıyordu. Tüm bu işkenceye, soğuğa, karanlığa, açlığa hatta ölümcül yaralara bile dayanabilirdi. Ama kraliçenin kazandığını düşünmek onu diri diri yakıyordu.
Diğer tutsaklardan gelen çığlıklara çoktan alışmış kulakları koridorda yabancı bir ses duysa da başını kaldırmadı. Yeni bir tutsak da geliyor olabilirdi, onu cezalandırmak için yollanmış bir asker de... Hiçbir olasılığın onun hayrına olmayacağına emin, kapalı gözlerle seslerin yaklaşmasını bekledi. Onu hapseden parmaklıkların açılacağına hiç ihtimal vermediğinden kapının hareket ettiğini fark edince son gücüyle başını çevirip baktı. Gördükleri kalbinde yeni bir yarık açmış, geriye ufacık bir umudu kalmışsa da onu yok etmişti.
Askerler getirdikleri yeni mahkumu Jaya'nın karşısına zincirlerken adamın iniltileri yeniden onun yüzüne bakmasına yol açtı. Askerlerin taşıdığı meşalelerin ışığında Jaya Kaira'nın suratının darmaduman olduğunu görebiliyordu. Kraliçe onu cezalandırmak için arkadaşını da oyuna dahil etmekle kalmamış, mesajını bizzat Kaira'nın yüzüne kazımıştı. Adamın alnından çenesine inen kesik Jaya'nın gücüyle belki şifa bulabilirdi, ama kraliçe onu bir süs bitkisine dönüştüren altından bir tasmayla tüm güçlerini kontrol altına almıştı.
"Ja...ya..."
Kaira konuştuğunda boğazı parçalanıyormuş gibi bir ses çıkmıştı. Jaya onun ne demek istediğini, dili dönse özürlerin en büyüğünü dileyeceğini biliyordu. Gücü olsa belki arkadaşına buna gerek olmadığını söylerdi. Oysa o an sarf edecekleri hiçbir sözcük yaşananları geri almayacaktı. Askerlerin terk ettiği zindan şimdi kalpleri gibi kapkaranlıktı.
"Kraliçe... biliyor..du." dedi Kaira zorla. "Asi...leri ve... bi..zi"
"Şşş" dedi Jaya. Sanki bunları o bilmiyor muydu? Yeniden duymak daha fazla zehrin akciğerlerine dolmasına yol açıyordu sadece. Bu zindana getirilirken, zincirlenirken, karanlık duvarlar üzerine çullanırken başka bir şey düşünmemişti ki.
Kraliçe asileri de Kaira'nın onlarla olan bağlantısını da öğrenmişti besbelli. Elbette meleklerin saldıracağını da biliyordu. Haber Jaya'ya değil, kraliçeye sadık askerlerden direk ona gelmiş olmalıydı. O noktadan sonra kraliçenin tek yapması gereken kenara çekilip meleklerin Jaya'nın tüm planını bozmasını izlemekti. Öyle de yapmıştı. Aptal melekler Vada'yı yok edebileceklerini zannederken canlarından olmuşlar, kraliçe ise Jaya'nın üzerine atabileceği eşsiz bir suçla onu zindana kapatmıştı.
Vada'yı bu kaleden çıkarabilecek tek gücün Rhydian olduğunu da Jaya'nın ondan yardım almaya çalışacağını da biliyordu. Askerleri boşuna ormana göndermemiş, saldırmak için meleklerin tek şansının göl olduğundan emin olmuştu. Bu oyunda herkes kraliçenin oyuncağıydı ve o taşlarını oradan oraya sürerken onlarca can yok olup gitmişti.
Hikayenin bundan sonrası şüphesiz bir düzine katlanılmaz işkenceyle devam edecekti. Jaya zaten ölmek için bu yola çıkmışken alacağı birkaç yeni yarayı umursamıyordu.
Ama prenses kraliçenin ellerindeyken...
Gündönümü henüz gelmemişken...
Mavi Ateş hala bir yerlerde parlamayı beklerken...
Ve asiler o son nefesini verene kadar onunla omuz omuza savaşmaya ant içmişken...
Ölmek ağır bir günah gibiydi.
"Hala güvenebileceğin biri var mı?" dedi Kaira kadar kendini de şaşırtarak. Sesi boğazını yakan metal tasma hiç takılmamış gibi kendinden emin çıkmıştı. Karanlık Kaira'nın yüzünü örttüğünden kulaklarını adamdan gelecek en ufak bir tepkiyi duymak için açtı.
Bekledi. Bekledikçe zaman uzadı.
Sessizlik ve asla gelmeyen cevap tüm umutlarla birlikte yaşama isteğini de yok etmişti.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top