Aynadaki Sanrı
Bölüm 21
Vada bir süredir camdan dışarıyı izliyordu. Bileklerindeki tül sargılarla uyandığında ne olduğunu hemen hatırlayamamıştı. Hala pek emin olduğunu söyleyemezdi, ama zaman ilerledikçe kayıp anılar teker teker geri geliyordu. Çan birkaç kez çalmış, şehir her defasında yaşayanlarıyla birlikte ölüm sessizliğine gömülmüştü. Zaman Gölge Şehri'nde anlamsız bir ritimde akarken Vada yatağı ve pencere arasında gidip gelmekten fazlasını yapamamıştı.
"Bir şeyler yemelisiniz." dedi Samwrita belki yüzüncü kez. "En azından şunu için, lütfen."
Vada kızın uzattığı altın içeceğe baktı ve başıyla reddetti. İçinde öyle büyük bir boşluk hissediyordu ki yaşam enerjisini kaybetmiş gibiydi. "Önce kraliçeyle konuşmak istiyorum." dedi inatçı bir çocuk gibi. Hayatta hiçbir şeyi daha çok istediğini sanmıyordu. Bağımlı olduğu bir maddeyi arzular gibi, Vada kadının yanında olmayı arzuluyordu.
Samwrita'nın yüzü kasıldı. "Kraliçe güvenlik sağlanana kadar odanızda kalmanız gerektiği konusunda..."
Vada elini kaldırınca devam edemedi. "Kraliçe beni kabul edene kadar kimseyi görmek istemiyorum! Çıkabilirsin!"
"Efendim?"
"Çıkabilirsin!" dedi Vada sertçe.
Samwrita bu fikir karşısında dehşete düşmüştü. Kesinlikle itiraz edecekti, ama Vada ile göz göze gelince başını saygıyla eğip uzaklaştı. "Kapıda olacağım efendim." dedi çıkmadan önce. Keşke olmasaydı... Keşke herkes Vada'yı yalnız bıraksaydı da o neyi kaybettiğini bulabilseydi. Öyle büyük bir boşluk vardı ki içinde sanki ruhunu çalıp onu işlevsiz bir kabuğa hapsetmişlerdi. Kayıp anılar, kayıp duygular, kimliksiz yüzler...
Şimdiki hislerinin hiçbiriyle uyuşmasa da kalede geçirdiği mükemmel günler olduğuna yemin edebilirdi. Sonunda gerçek evini bulduğunu düşünmüştü. Kraliçe asla sahip olmadığı anne şefkatiyle dokunmuştu kalbine. Ah... Onun sesi... Onun ruhunu okşayan bakışları... Kadının yanında Vada hayatı boyunca rüyalarında görmeye bile cüret edemeyeceği bir masalın içine düşmüştü.
Oysa başına gelenler... Gölgeler -onun dost bildiği gölgeler- ona zarar vermek istemişti. Yaşanan arbedeyi sadece parça parça hatırlıyordu ve buna minnettardı. Gölge kızın korkunç ölümünün aklından silinmesi için her şeyi verirdi. Jaya onu acımadan katletmişti. Vada kızın kendi ölüm emrini veren bir suçlu olduğunu elbette biliyordu. Belki de layığını bulduğu için Jaya'ya minnettar olmalıydı. Yine de... Silahsız, teslim olmuş bir gölgeye saplanan mızrağı ve kızın ağzından boşalan kanı unutamamıştı.
Tüm bunlar nasıl yaşanabilmişti? Kraliçesinin topraklarında... Onun merhametiyle kutsanmış, şefkatiyle yıkanmış bu topraklarda... Belki de kraliçenin bu vicdansız hükümden haberi yoktu. Başkomutan olayı dilediği şekilde anlatmış, yargılanma şansı vermeden tüm gölgeleri öldürdüğü kısmı atlamıştı. Belli ki kadının Jaya'ya duyduğu saf güven gözlerini karartmış, kraliçe gibi ulvi bir varlık bile bir caniye kanabilmişti. Aksi halde öyle bir canavarın bu sevgi dolu şehirde ne işi olabilirdi?
Aklına başka görüntüler doluşunca Vada gözlerini kapatıp parmaklarını ensesinde gezdirdi. Ne zaman geleceği belli olmayan bu baş ağrıları onu hasta ediyordu. Sadece fiziksel değil, ruhani olarak da derbeder bir haldeydi. Her sancı yeni bir görüntüyü gözünün önüne seriyor, geri gelen her anı kalbinde daha büyük bir boşluk yaratıyordu. Keşke kaybettiği huzuru bulmanın bir yolu olsaydı. Keşke kraliçesi onu görmeyi kabul etseydi de Vada onun şefkatine sığınabilseydi. Güvende olmak değil, onun yamacında olmak istiyordu. Neden kimse onu anlamıyordu?
Öfke yine kontrolsüzce damarlarında yükseliyordu. Ne yapacağını bilmeden odanın içinde dolanmaya başlamıştı. Bir yolunu bulup kraliçeye ulaşmalıydı. Gözleri bir an için odanın köşesindeki aynaya takılınca irkildi. Berbat görünüyordu. Göz altları morarmış, yanakları içine çökmüş, saçı başı birbirine karışmıştı. Tedirgin birkaç adım atıp yansımasının önünde durdu. Her şey ne ara bu kadar kokuşmuştu?
Vada aynaya biraz daha yaklaşıp karşısında duran kızın yüzüne dokundu. Onun gerçekleri örten bir yalandan fazlası olmadığını kanıtlamak ister gibiydi. Fakat, parmaklarının aynanın soğuk yüzeyine değmesiyle başına yeniden o korkunç ağrılardan biri saplandı. Bu kez sancı belki diğerlerinden bile felaketti. Bir anda gözleri yanmaya, önündeki görüntü dalgalanmaya başlamıştı. Dimdik duran ayna su yüzeyi gibi önünde yavaş yavaş salınıyordu. Muhtemelen açlıktan bayılacaktı. Vada uzaklaşmaya çalıştı ama bir türlü aynaya dokunan elini çekemiyordu.
Derken aynanın dalgalanan yüzeyinde belli belirsiz görüntüler oluşmaya başladı. Başta sadece yeşil ve siyah vardı. Renkler önce çiçeklere sonra da uçsuz bucaksız bir bahçeye dönüştü. Vada bu manzarayı tanıyordu. Hatıralarındaki görüntüler biraz daha güzeldi belki, ama defalarca kez güllerin arasında dolaşmış, panterleriyle kovalamaca oynamıştı. Bu kesinlikle kaleyi çevreleyen gül bahçesiydi.
O an gözüne başka bir ayrıntı takıldı. Ağaçların arasında biri ilerliyordu, hızlı ama ürkek... Adam takip edilip edilmediğini kontrol etmek için arkasına baktığında Vada onun yüzünü gördü. Jaya diye düşündü. Bu bakışları en son gördüğünde bir kız feci şekilde can vermişti. Ama Vada onun ne yaptığını anlayamadan görüntü hızla değişti.
Şimdi Jaya bir kayığın üzerindeydi. Gölün karşı kıyısına vardığında suya atlayıp yeniden ağaçların arasına dalmıştı. Tedirginliği devam ediyordu. Vada parmaklarını yakan ve bileklerinden omuzlarına ulaşan soğuğu hissettiği halde elini çekememişti. Artık tamamen odadan kopmuş olan benliği bir şekilde Jaya'nın peşine takılmıştı. Adam dalları parçalayarak ilerlerken Vada yaprakları kendi yüzünde hissettiğine yemin edebilirdi. Jaya hızla solurken o da nefes almakta güçlük çekiyordu. Az sonra adam durduğunda bir kuş gibi havada asılı kalmıştı.
Bir an ne olduğunu anlayamadı. Fakat sonra ağaçtan aşağı atlayan yabancıyı gördü. Cisimsiz gözleri kim olduğunu seçememişti, ama yere düşerken havalanan uzun, gür saçları ve uçuşan beyaz elbisesi bir kadın olduğuna işaret ediyordu. Vada heyecanla kızın ayağa kalkıp Jaya'ya yaklaşmasını izledi. Birkaç adım sonra artık karşı karşıyaydılar. Vada kızın yüzünü görmek için hafifçe öne eğildi. Derken...
"Efendim?"
Vada ayna onu büyük bir kuvvetle savurmuş gibi yere düştü. Sanki kurduğu görünmez bağ bir anda yok olmuştu. Gördükleri ve yeni hatırlamaya başladığı görüntüler zihninde dolanırken hizmetçi kızın onu yerden kaldırmasına izin verdi. Dehşet içindeydi ve bedeni kontrolsüzce titriyordu. Soğuktan buz kesmiş bir uzuv görmeyi bekleyerek ellerine baktı, ama her şey olabildiğince normal görünüyordu.
"Efendim iyi misiniz?" diye sordu Samvrita ilgiyle Vada'yı incelerken. Yüzünde korkudan çok merak vardı.
"İyiyim." dedi Vada hiç de iyi çıkmayan sesiyle. Gözleri istemsizce aynaya kaymıştı. Yansımada kendi soluk teninden başka bir şey görünmüyordu. O sırada komodinin üzerinde duran tepsiye giden Samvrita elinde altın kadehle dönüp içkiyi Vada'ya uzattı.
"Rahatlamanıza yardımcı olur!" dedi her zamanki büyük gülüşüyle. "Çok zor şeyler atlattınız. Etkilenmeniz çok normal. Biraz için, inanın çok iyi gelecek."
Vada bir süre daha aynadaki görüntüsüne baktıktan sonra eliyle içkiyi itti. "Kraliçeyle hemen konuşmam lazım." dedi kızın bileğine yapışıp. "Beni ona götüreceksin!" Öyle acınası görünüyor olmalıydı ki Samwrita ona inanamayan gözlerle bakıyordu. Vada bu kıza yalvarmak zorunda kalacaksa da umurunda değildi. "Lütfen Sam!" dedi. "Bu odada tek başıma deliriyorum. Ona ihtiyacım var! Kraliçeyle"
Samwrita şüphesiz onu geçiştirmek için bir şeyler mırıldanacaktı, ama Vada'nın onu dinleyecek tahammülü kalmamıştı. Kraliçesini bulmalı ve gördüklerini anlatmalıydı. Bu şehirde garip bir şeyler oluyordu. Onu korumalıydı. Onu uyarmalıydı. Sam ne yaptığını anlayamadan yerden kalkıp kapıya doğru koştu. Koridorda nöbet tutan askerler olmasa da pek uzağa gidemeyecekti, çünkü şimdi kapısının önünde Aaryan duruyordu.
"Vada?" dedi şaşkın bakışlarla kızı süzerken.
Vada derin bir nefes aldı. Aaryan başına gelebilecek en iyi sürpriz olmuştu. Şüphesiz ona yardım edecekti. "Beni burada kilitli tutuyorlar." diye inledi. "Yardım et Aaryan! Nefes alamıyorum. Hatırlamadığım anı kırıntılarıyla boğuşuyorum. Olmadık sanrılar görmeye başladım. Tüm bedenim zonkluyor. Çıkar beni buradan. Kraliçeye götür beni! Yalvarırım!"
Aaryan dikkatle onu dinliyordu. Gözleri bir an hizmetçi kıza kaydı ve dışarı çıkması için başıyla işaret etti. Bir an sonra Vada ile birlikte içeri girip kapıyı arkasından kapamıştı.
"Beni anlamıyorlar." dedi Vada titreyen sesiyle. "Ona ihtiyacım var Aaryan. Bahçeye, güllere, panterlerime ihtiyacım var... Sanki bu odada kaldıkça hepsi gerçek olmayan bir hayale dönüşüyor. Yavaş yavaş aklımı yitiriyorum. Ne doğru ne yanlış emin olamamaya başladım. Görmem ve hatırlamam için yardım et! Lütfen Aaryan!"
Vada kendini tamamen adamın kollarına bırakmıştı. İçine düştüğü bu karanlık çukura el feneri tutabilecek tek kişi Aaryan'dı. Vada engelleyemediği hıçkırıklarıyla göğsünde ağlarken adam onun saçlarını okşuyordu.
"Tamam." dedi sonunda. "Tamam sakin ol. Güllerin, panterlerinin... Hepsinin gerçek olduğunu biliyorsun. Sadece yaşadıklarından dolayı biraz kafan karışmış o kadar." Vada umutla ona baktığında gülümsüyordu. "Seni kraliçeye götüremem, ama kısa bir süre hava almanı sağlayabilirim."
Vada bir an hayal kırıklığına uğradıysa da bu teklifi geri çeviremezdi. "Tamam." dedi "Kısa bir gezinti olsun. Yeter ki çıkar beni buradan."
Vada hala sonunda dışarı çıkacağına inanamıyordu, ama az sonra üzerine en kalın pelerinlerden birini geçirmiş, Aaryan'ın elini tutarak kapıdan çıkmıştı. Komutanın askerlere attığı bakışı da, sırrını koruması için onları neyle tehdit ettiğini de umursamadı. Sonunda kısa bir süre için de olsa özgürdü. Yeniden huzurlu anlarına dönüp kaybettiği mutluluğu yakalayabilirdi. Aaryan'ın yanında isimsiz bir gölge olarak ilerlerken kimse onu fark etmemiş gibiydi.
Avluya çıktıklarında Vada derin bir nefes çekip düşüncelerinden arınmak istedi, ama hava onun hatırladığı gibi bahar kokmuyordu. Gökyüzü çamur renginden bile beter, bulanık bir sarıya dönmüştü. Aaryan'ın yanında bahçeye doğru ilerlerken Vada huzuru güllerin arasında bulacağını düşünüp kendini avuttu. Kapıdan geçtiklerinde bir an yeniden mutlu olacağını zannetti, ama çiçekler de onun yokluğunda hastalanmış gibiydi. Labirentin içinde ilerlerken dünyanın başına nasıl bir lanet geldiğini düşünmeden edemedi.
"Daha iyi misin?" diye sordu Aaryan çardaklardan birinde durduklarında.
Değildi, ama Vada gülümsemeye çalıştı ve başını salladı. Hemen sonra bakışları altlarındaki göle kaymıştı. Gözlerinin önünde Jaya'nın kayıktaki görüntüsü oynuyordu. Kendini yeniden olduğu ana, Aaryan'ın yamacına getirmek için zorladı, ama sanrıyı aklından çıkartamıyordu. "Karşı kıyıda ne var?" deyiverdi bir anda.
Aaryan sorudan hoşlanmamıştı. "Hiç..." dedi. "Bir sürü ağaç ve daha fazla ağaç." Kasılan suratına rağmen sesi normal çıkmıştı.
"Beni oraya götürür müsün?"
Aaryan delice bir şey söylemiş gibi kahkaha attı. "Şansını fazla zorluyorsun Vada. Kimse fark etmeden dönmemiz lazım. Hatta, artık gitsek iyi olur."
Hayır diye düşündü Vada. Eli bir anda adamın koluna yapışmıştı. Sanki zihninde dans eden görüntüler gibi hareketlerini de bir başkası kontrol ediyordu. "Karşı kıyıya gidelim." dedi. "Orada bizi kimse görmez. Henüz odama dönemem. Beni karşı kıyıya götür Aaryan!"
Vada sesin kendi gırtlağından çıkmadığına yemin edebilirdi. Bedeni sebepsiz yere ısınmış, Aaryan'ın koluna yapışmış parmakları yanmaya başlamıştı. İçinden aynı düşünce geçmeye devam ediyordu: beni karşıya götür, beni karşıya götür. Görmem lazım. Orada olup olmadığını görmem lazım!
Aaryan bir süre anlamsızca suratına baktı. Adamın göz bebekleri bile hareketsiz kalmıştı. Neden sonra sudan yeni çıkmış gibi başını salladı ve Vada'ya gülümsedi. "Seni karşıya götürmemi ister misin?" dedi. "Orada bizi kimse görmez ve rahatlıkla dolaşabiliriz."
Vada adamın sözlerine cevap dahi verememişti. Aaryan elini tutup onu bahçenin içinde peşi sıra koştururken arkasına bir kez olsun bakmaya cesaret edemedi. Bahçenin o zamana kadar hiç görmediği çıkış kapısı ağaçların arasından göle inen dik basamaklara açılıyordu. Kapının önündeki nöbetçiler Aaryan'ı görünce saygıyla başlarını eğip yanındaki pelerinli kızla geçmesi için kenara çekildiler. Muhtemelen onun ormana bir kız attığını düşünmüşlerdi ama Vada umursamıyordu.
O an için tek gayesi karşı kıyıya geçmek ve zihninin arka odalarında oynamaya devam eden görüntülerin gerçek olup olmadığını anlamaktı. Bunu neden istediğini bile bilmiyordu. Belki de ona dadanan lanetle yüzleşmeden huzuru asla bulamayacağını düşünmüştü. Önemi yoktu. Tıpkı Aaryan'ı nasıl ikna ettiğini anlamadığı gibi, neden o kayığa bindiğini anlamasına da gerek yoktu. Sadece öğrenmesi gereken şeylerin karşısında uzanan adada onu beklediğini biliyordu. Ve gerçekleri öğrenip bu kabusa son verecekti.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top