Altın Üzüm
Bölüm 14
Vada sonsuzluk gibi gelen bir süredir odasındaydı. Kaç kez çanın çaldığını duymuş, kaç dinlenme saati geride kalmış bilmiyordu. Maitri kapıdan uzatılan yemeği almak dışında her an onun yanında, odadaydı. Zaten derli toplu olan etrafı defalarca kez yeniden düzenlemiş, yine de kısa cümleler dışında Vada'yla konuşmamıştı. Hala ağzından kaçırdığı sözleri düşünüyor olsa gerek tedirginliği tüm hareketlerine yansıyordu. Keşke Vada'nın onun sırlarını kimseye söylemeyeceğine inanabilseydi. Vada Maitri'yi tanımıyor olsa da ona asla ihanet etmezdi. Hele de kızın nasıl korktuğunu gördükten sonra...
Bunu kıza da anlatmaya çalışmış, ama Maitri aralarındaki mesafeyi korumaya devam etmişti. Vada yaşadıklarından sonra bir arkadaşa en ihtiyaç duyduğu anda yapayalnızdı. Aklındaki sorular kurduğu komplo teorileriyle artık cevaplanamaz hale gelmişti. Zamanının çoğunu gözünün önünden gitmeyen vahşet dolu anılarla boğuşarak geçiriyor, bir türlü olanları aklından çıkartamıyordu. Televizyon yoktu, internet yoktu. Gölge Şehri denen yerde dikkatini dağıtabilecek tek bir kitap bile yoktu. Maitri kitapların melek kalelerinde olduğunu söylemişti. Vada onun meleklerle ilgili konuşacağını düşünüp bir an umutlansa da kızın bir daha hata yapmayacağı belliydi.
Vada'nın bu yalnız ve boğucu yaşantısındaki tek umudu penceresinden görünen dünyada yakalayabileceği minik bir ipucuydu. Rhydian ile ilgili gerçekleri öğrendiğinden beri kaçma fikrini aklından çıkartamıyordu. Kendi için de arkadaşı için de kaleden çıkmanın bir yolunu bulması gerekiyordu. Ancak onu tutsak eden bu odadan kurtulursa eve dönmek için bir şansı olacaktı ve Vada eve dönmek için her yolu denemeye karar vermişti.
Ne yazık ki dış dünya ona hiçbir ipucu vermiyordu. Saldırıdan sonra deli gibi oradan oraya koşturan asker kalabalığı zamanla yerini boş bir avluya bırakmıştı. Olayın etkileri geçmiş, kale sakinleri normal hayatlarına dönmüş gibiydi. Bu arada Vada kimsenin aklına gelmiyor olmalıydı, çünkü onu görmeye gelen tek bir gölge olmamıştı.
Vada zaman kavramını tamamen yitirdiğinden günün hangi vaktinde olduklarını bilmiyordu. Rengi kafasına göre değişen gökyüzünün de ona pek yardımcı olduğu söylenemezdi. Her uykudan kabusla uyanıyor, kendini yeniden aynı loş odada buluyordu. Değişmeyen tek şey her rüyayı noktalayan Jaya'nın keskin bakışlarıydı. Vada onu ve onla ilgili sırları düşünmeden duramıyordu, ama komutan onu çoktan unutmuş gibiydi.
Camın önünde geçirdiği saatlerden sonra Vada yine yatağa uzanmış, huzursuz bir uykuya dalmıştı. Beyni ayıkmış gibi hızla çalışmaya devam ediyordu, ama gözleri kapalıydı. Etrafında birilerinin olduğunu hissettiği, seslerini duyduğu halde sıradan bir rüyanın aksine hiçbir görüntü görmüyordu. Kulağındaki uğultunun içinde Maitri'nin sesini duyduğunda sanki hiç uyumamış gibi gözlerini açtı.
"Efendim." diyordu Maitri. "Uyandırdığım için özür dilerim ama kraliçe sizi görmek istiyor. Komutan kapıda, size eşlik edecek."
Normalde binlerce soruyu artarda sıralayacak olan Vada bu kez susup sessizce itaat etmişti. Sonunda birileri onun yaşadığını hatırlamış olmalıydı ve bu Vada'nın sabırla beklediği anın geldiğini gösteriyordu. Nihayet her şeyin cevabını alacaktı. Korku değil, öfke hissediyordu. Düşünecek bol bol zamanı olmuştu ve kaybedecek hiçbir şeyinin kalmadığına artık emindi.
İkiletmeden kalkan Vada yatağın kenarında duran sade elbiseyi üzerine geçirip Maitri'nin elinde tuttuğu pelerini omuzlarına bırakması için bekledi. Kumaşın ipeksi dokunuşu ürpermesine neden olmuştu, ama sesini çıkarmadı.
Maitri ile yaptıkları konuşmanın ardından odaya çöken karanlık hava hala nefes almayı zorlaştırıyordu. Kız gözlerini Vada'dan kaçırıyor, mesafeli durmaya çalışıyordu. Her zamanki gülücüklerinin yerini alan yorgun yüz ifadesi görünmez bir duvar gibi aralarında dikiliyordu. Maitri kapıyı açıp başını önüne eğdi. Bu, hareket etmesi için Vada'ya verilmiş bir işaretti.
Koridora adım atan Vada bir an sadece askerleri gördü. Jaya az ileride duvara yaslanmıştı. Adamı son gördüğünde üzerinde olan şık kıyafetlerin yerini yeniden üniforması almıştı ama üstü başı eskisi gibi düzenli görünmüyordu. İpek gömleğinin yakası açılmış, saçları kırışık ceketinin omuzlarına dağılmıştı. Boynundaki derin kesikler göğsüne doğru iniyor, gömleğinin altında kayboluyordu.
Bir savaştan çıkmış gibiydi. Belki de gerçekten çıkmıştı. Onu bu şekilde ilk kez gören Vada elinde olmadan bir süre adamı izledi. Jaya'nın her zamanki ukalalığıyla acele etmesini söyleyeceğini düşünmüştü, ama komutan bunun için bile yorgun olmalıydı.
"Kraliçenin seninle konuşması gerekiyor." dedi. "Nasıl olduğun konusunda endişeli ve seni görmek istedi."
"İyiyim." diye yalan söyledi Vada. Pek inandırıcı olmasa gerek, Jaya bir süre duyduklarını doğrulamak isterce kızın suratına baktı. Sonunda ikna olmuş olacak ki "gidelim." dedi ve yürümeye başladı.
Vada kendi ruh halinden dolayı mı bilmiyordu, ama sanki kale boşalmış, kendi odasını saran kasvet koridorları da içine almıştı. Jaya hiç konuşmuyordu -ki bu Vada için alışılmış bir şeydi. Garip olan Vada'nın kendini bile şaşırtarak sessiz kalmasıydı. Jaya süslü kapılardan birinin önünde durup askere işaret verdiğinde Vada durup bekledi.
Şimdi girdikleri geniş salon daha önce Vada'nın görmediği bir yerdi. Odanın içinde etrafı büyük, siyah güllerle kaplı sütunlar vardı. Yerler yeni parlatılmış gibi ışıl ışıldı ve odanın sonundaki basamakların üzerinde büyük bir taht görünüyordu. Kara bir gül bahçesine benzeyen tahtında oturan kraliçeyi görmemek imkansızdı. Ona doğru ilerleyen Jaya'yı taklit eden Vada, kadının önüne kadar ilerledi ve durdu. Jaya bir adım gerisindeydi. Bitkin görünen adamın aksine kraliçe her zamanki gibi güçlü duruyordu.
"Vada!" dedi gülümseyerek. "İyi görünüyorsun."
"Oldukça iyiyim!" dedi Vada kendini de şaşırtan bir hızla. Daha fazla bu gölgelere karşı zayıf görünmek istemiyordu. Verdiği ani tepki kraliçeyi daha da çok gülümsetti. Kadının yüzü bir güneş gibi parlayıp Vada'nın kalbinin karanlık köşelerini aydınlatmıştı. Bu garipti. Vada içindeki öfkeye tutunmaya çalıştı, ama bulutların yavaşça dağıldığını hissediyordu.
"Güzel!" dedi kraliçe ve başıyla odanın köşesinde duran hizmetçi kıza işaret etti. "Biraz konuşalım olur mu? Otur lütfen."
Vada bir an için nereye oturacağını anlamamıştı, ama arkasına baktığında hizmetçi kızın süslü bir sandalye taşıdığını gördü. İşlemeli mindere çökerken göz ucuyla hala ayakta duran Jaya'ya baktı. Dağılmış kıyafetlerine rağmen komutan dimdik ve güçlü duruyordu, oturmaya niyeti olmadığı belliydi. Yeniden kraliçeye dönen Vada elinde olmadan kadının gülümsemesinin kendini gerçekten rahatlattığını düşündü. Odaya girdiğinde hissettiği sıkıntı sanki her an biraz daha hafifliyordu. Bu doğru değildi. Vada onu öfkelendiren her şeyi gözünün önüne getirmeye çalıştı.
"Öncelikle senden özür dilerim Vada." dedi kraliçe. Sesi bir şarkı gibiydi. "Yaşamak zorunda kaldığın olaylardan ötürü büyük bir hüzün duyuyorum. Kalemde böyle bir durum meydana geldiği için kendimi gerçekten çok kötü hissediyorum. Bu yüzden sana bir açıklama yapmak zorunda olduğumu düşündüm."
Vada, aynen öyle diye geçirdi içinden, ama artık kadına karşı herhangi bir kızgınlık hissetmiyordu. Kraliçenin tatlı bir melodi gibi kulaklarına dolan sesiyle büyülenmiş, gülüşüyle ruhen hafiflemişti. Belki de en başından beri onu yanlış anlamıştı.
"Bana Yukarı Dünya'yı, melekleri ve cenneti sormuştun Vada." diye devam etti kadın. "Sanırım daha fazla şey öğrenmenin zamanı geldi, en azından kendi güvenliğin için." Elinde tepsiyle dikilen hizmetçi kıza döndü. Az sonra gölge kızın sunduğu kadehi almış, Vada'ya da alması için işaret etmişti.
Bir an tereddüt etse de kadehin içindeki altın renkli yoğun sıvıyı gördüğünde Vada'nın kalbi heyecanla çarptı. Bu davette boğazını gıdıklayan o eşsiz içecekti. Bir kez daha tadına bakmak için duyduğu arzu kendini bile şaşırtmıştı ama kaba olmamak için bardağı ağzına götürmeden önce yeniden konuşmaya başlamış olan kraliçeyi dinlemeye çalıştı.
"Aklının bile alamayacağı kadar uzun bir zaman önce melekler ilahi görevlerini yerine getirmekten vazgeçti Vada." diyordu kraliçe. "İnsanlara hizmet etmek istemediler ve yoldan ayrıldılar. O zamanlar biz gölgeler iradesiz varlıklardık, iç güdülerimizle hareket ediyor, eş ruhlarımıza yolculuklarında refakat ediyorduk. Fakat o zamanki kraliçe Yukarı Dünya'daki düzenin bozulduğunu fark etti ve yoldan çıkan meleklere karşı elindeki tek gücü, yani gölgeleri kullanmayı seçti. Böylece gölgelerin irade kazanmasını sağladı ve meleklerle o gün bugündür devam eden savaşımız başlamış oldu."
Vada kraliçenin anlattıklarının heyecanına kapılmış, farkında olmadan elindeki kadehten içmeye başlamıştı. Altın renkli sıvı öyle yumuşak, öyle tatlıydı ki kendine engel olamıyordu. İçi ısınmış, vücudundaki sızılar yok olmaya başlamıştı.
"Bu yüzden mi artık gölgeleri ruhlarından ayırıyorsunuz?" diye sordu düşünmeden. "Bu yüzden mi tapınak var?"
Vada kraliçenin ses tonuyla ve elindeki içecekle o kadar rahatlamıştı ki ne soruları karşısında kraliçenin gerildiğini ne de Jaya'nın arkasında huzursuzca kıpırdandığını fark etti.
"Tapınak mı?" dedi kraliçe usulca. Vada kadının sesinde hiçbir kızgınlık hissetmemişti, ama şimdi kraliçe merakla ona bakıyordu.
"Askerler tapınakta isyan çıktığını söylemişti. Ben de Maitri'ye sordum." diye itiraf etti Vada. Bildiklerini saklama gereği duymamıştı. Kraliçe hala sakin görünüyordu, ama Jaya şimdi Vada'nın görüş alanına girmişti. Yüzünde tedirginlik vardı ve merakla Vada'ya bakıyordu. Oysa Vada tüm endişelerinin yok olduğuna yemin edebilirdi, kuşlar gibi havada süzüldüğünü hissediyordu. En başında beri neden boş yere kendini üzmüştü ki? Jaya'nın sözlerinden huzursuz olduğunu fark ettiyse de bunun dünyanın en saçma şeyi olduğunu düşünüyordu.
"Bana gerçek kraliçe baştayken her şeyin çok farklı olduğunu da söyledi." dedi gülümseyerek. Neden güldüğünü bile bilmiyordu. "Gerçek kraliçeye ne oldu?" diye sordu merakla. "Yoksa siz gerçek kraliçe değil misiniz?"
Kadın abartılı bir kahkaha koy verdi. "Bu duyduğum en saçma şey." dedi gülerek. Sözleri Vada'yı da eğlendirmişti. Gerçekten de ne saçma bir fikirdi bu.
"Sanırım Maitri sizden korkuyor." dedi gülerek. "Bu çok komik. Sizden korktuğumu hayal dahi edemiyorum. Yanınızda olmak bana öyle iyi geliyor ki..."
Sözleri kraliçenin bakışlarını Jaya'ya kaydırmıştı. Aynı anda Jaya'nın askerlerden birine verdiği komutu da, askerin yavaşça odadan çıkışını da Vada fark etmedi.
"Burada mutlu olmana çok seviniyorum Vada." dedi kraliçe. "Ama bu kadar sohbet yeter. Çok kötü şeyler yaşadın ve henüz atlatamamış olmalısın. Şimdi Jaya seni odana geri götürsün."
Vada Jaya'nın koluna uzandığını fark edince silkinip ondan kurtuldu. "Burada kalmak istiyorum." dedi. "Sizin yanınızda çok mutluyum. Odamda hiçbir şey yok. Maitri benimle konuşmuyor. Sıkıcı ve somurtkan. Jaya'dan deli gibi korkuyor. Her şeyden korkuyor."
"Merak etme." dedi kraliçe. "Bu sorunu hemen çözeceğiz." Bir kez daha Jaya ile göz göze gelmişti, ama içkisini yudumlayan Vada diğerleri gibi bunu da yakalayamadı. Onun yerine elinde tuttuğu bardağı evirip çeviriyordu.
"Bu tam olarak nedir?" dedi neşeyle. "Hayatımda hiç böyle bir şey içmedim. Tatlı gibi ama boğazımı da yakıyor. İçinde yıldızlar yüzüyor sanki. Biraz ekşi, biraz acı, biraz tatlı."
Kraliçe zevkle kahkaha attı. "Bunu da başka bir zaman anlatırım. Şimdi bazı işlerim var. Komutan..."
Vada bir şeyler demeye, gitmemek için direnmeye ve büyük ihtimalle daha fazla saçmalamaya çalıştı. Çoktan harekete geçip elindeki içkiyi alan Jaya ise buna izin vermemişti. Kızı nazikçe ama hızla kaldırıp kapıya doğru sürükledi. Vada son anda onun elinden kurtulup kraliçeye seslenmeyi başarmıştı.
"Rhydian'ı bulacağınızı söylemiştiniz ama hala bir haber vermediniz." dedi. Sözleri tahtından kalkmak üzere olan kraliçeyi durdurmuştu.
"Bir sonraki buluşmamızda." dedi. "Sana güzel haberlerim olacak sevgili Vada."
Bu Vada için yeterli bir teselliydi. Elbette kraliçesi ona verdiği sözü tutacak, en iyi arkadaşıyla kavuşmasını sağlayacaktı. Vada neşeyle Jaya'ya bakıp gülümsedi. Adamın suratındaki ifade karşılaşmayı beklediğinden bir hayli farklıydı. Onu hızla kapıdan geçiren komutan başka bir şey demesine izin vermeden koridorda sürükledi.
Vada hareketin etkisiyle içinde yüzdüğü masal bulutlarının dağılmaya başladığını hissediyordu. Taht odasından uzaklaştıkça başı ağrımaya, rahatlık hissi kaybolmaya başlamıştı. Şimdi Jaya'nın suratındaki öfkeyi görebiliyordu. Onu kibarlıktan tamamen uzak bir şekilde odasına doğru çekiştiren adam sadece önüne bakıyor, tek kelime etmiyordu. Vada bir şeyler demeye çalıştıysa da hala içkinin etkisinde olan vücudu buna müsaade etmemişti. Nihayet odasına geldiğinde askere işaret edip kızı içeri sokan Jaya Vada'ya bakmak yerine muhafıza döndü.
"Sakın dışarı çıkmasın!" dedi sertçe ve kapanan kapının ardında kayboldu.
Vada onu böylesine öfkelendirecek ne dediğini ya da ne yaptığını bilemiyordu. Oda etrafında dönüyor, kulakları uğulduyordu. Zorla yatağa ulaşıp kendini ipek örtülere bıraktı.
"Maitri!" diye seslendi son bir çabayla, ama kız bir daha ona cevap vermeyecekti.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top