14. Bölüm💫
Umut her zaman vardır...
Yatağımda uzanmış tavanı inceliyordum. Ne kadar zamandır bu şekildeydim hatırlamıyorum. Gece kolumun acısından çok fazla uyuyamamıştım. Çok fazla ağrı yapmıştı.
Şimdi de alarmın çalmasını bekliyordum.
Bütün gece bileğimin ağrısından uyuyamadığımdan dolayı çokça düşünmek için zamanım olmuştu. Son zamanlar yaşadığım bütün olayları baştan aşağıya tekrar tekrar süzgeçten geçirdim.
Ne yapacağım hakkında hiç bir fikrim yok. Yada yapıp yapmamam konusunda. Kafam çok karışıktı. Her şey birbirine girmiş durumda. Düşündükçe batıyordum. Sanki bir bataklığın içerisindeydim. Batdıkça batıyordum.
Belki beş dakika da olsa uyuyabilme umuduyla yavaşça gözlerimi kapattım.
Tam uykuya dalmak üzereyken telefonum çaldı. Telefonun çalmasıyla olduğum yerde sıçradım.
Komidinin üzerine duran telefona uzandım. Ekranda yazan isme baktığımda Duru'nun aradığını gördüm.
Saat daha 6 insafsız!
Gözlerim devirip telefonu açtım.
"Efendim Duru?"
"Kalktın mı?"
Bu nasıl soru? Kalkmasam nasıl açacaktım telefonu? Sabır...
"Yok daha yatıyorum."
"Dalga geçme benimle."
"Sende saçma saçma sorular sorma bende dalga geçmeyeyim."
"Off! Seninlede uğraşılmıyor. Hadi kalk hazırlan."
"Niye?"
"İşe gitmeyecek misin?"
"Gideceğim?"
"Eee?"
"Ne eee Duru?"
"Bak ciddi ciddi soruyorum. Saf mısın salak mısın?"
Sanki görecekmiş gibi dudaklarımı büktüm. Sahte bir sinirle konuşmaya başladım.
"Ya! Bana nasıl böyle dersin?"
"Gökçe... oyalanma kalk hadi. Geç kalırsın."
"Saat daha 6 ne geç kalmasından bahsediyorsun?"
"Senin yüzünden dün ben geç kaldım. Bugün de geç kalamam. Kalk hadi, en fazla yarım saate kapının önünde ol."
İtiraz etmek için cümleye giril yapmıştım Kİ yarıda kesti.
"Ya ama Duru-"
'Dıt dıt dıt' o... benim... yüzüme... mi... kapattı?!
Hemde iki gün içerisinde iki kere! Bittin kızım sen!
Sinirle yataktan kalktım ve banyoya gittim. Bir duş alsam güzel olurdu.
Güzel mi güzel... rahatlatıcı mı rahatlatıcı bir düşün ardından saçlarımı kurutmak için aynanın önüne geçtim.
Ama önce şarkııııı...
Banyodan çıkıp odama geldim. Yatağın üzerinde duran telefonumu aldım. Tekrar banyoya doğru giderken diğer yandan da şarkılara bakınmaya başladım.
Gözüme kestirdiğim aynı zamanda en sevdiğim şarkılardan birisi olan Dinle Beni Bi' üzerine tıkladım.
Telefonu bir kenara koyduktan sonra aynanın karşısına geçtim. Kurutma makinesini dolaptan çıkardım ve saçlarımı kurutmaya başladım.
Saçlarımı kurulurken diğer yandan da şarkıya eşlik etmeye başladım.
Sen yokken ne gece ne de gündüz
Ne ay var ne tek bir yıldız
Her yer karanlık ve ıssız göremiyorum
Sen yokken ne gece ne de gündüz
Ne ay var ne tek bir yıldız
Her yer karanlık ve ıssız göremiyorum
Saç kurutma işlemimizde tamamlandığına göre giyinme zamanı!
Dolabımın kapaklarını açtım ve bakınmaya başladım. Bugün hava sıcaktı. Güzel bir hava vardı. Ama kolumu kapatmam gerekiyordu. Kimseye bunun açıklamasını yapmak istemiyorum. Aynı zamanda da anneannemin görmemesi gerekiyor.
Elime yeşilin tonlarına sahip bir pantolon, üzerine siyah göbeğimin üzerinde biten bir sıfır kollu aldım. Son olarak da kolunu kapatmam için hafif turuncuya çalan kiremit rengi hırka aldım.
Anneannemi uyandırmamak için kapıyı sessiz kapattım.
Hava gerçekten çok güzeldi. Kafamı yukarıya kaldırdım ve gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.
O sırada duyduğum korna sesiyle korkuyla gözlerimi açtım.
Arabanın kapısını açtığım gibi kendimi içeriye attım. Bilerek yapıyor olabilirim ama olsun.
Neşeli sesle Duru'ya döndüm.
"Günaydııınn!!"
Tek kaşını kaldırdı. Ne? Mutlu olmak suç mu?
"Ne bakıyorsun öyle ya?"
"Niye bu kadar mutlusun sen?"
Kaşlarımı çattım. Mutlu olmamam mı gerekiyordu? Neden?
"Olmamam için bir sebep mı var?"
"Yok mu?"
"Var mı?"
"Bana kelime oyunu yapma Gökçeciğim sen kaybedersin."
Yenilgiyle arkama yaslandım.
"Ayh aman tamam."
"Söyle bakalım."
Omuz silktim.
"Hiç bir şey yok. Bir şey mi olması gerekirdi? Hem sen benim mutlu olmamı istemiyor musun?"
Sorduğum soruyla beraber üzgün bir suratla yüzüne baktım.
"Saçmalama!"
Yüzümdeki üzgün ifadeyi atıp sırıtmaya başladım.
"Saç manlanmaz taranır."
Dememle hızla kaşlarını çattı. Ne yapayım ama?! Tutamıyorum kendimi! Bende böyle bir insanıcığım.
Kaşlarını çatarak eliyle iki yaptı.
"Gökçe bak bu iki oldu."
Uyarıcı bir ses tonuyla konuşmuştu. Bu beni baya bir ürkütmüştü ama bu bir daha yapmayacağım anlamına gelmiyor.
"Tamam kızma canım sende."
Sıkıcı ve sessiz bir yolculuğun sonunda Rüzgâr'ın evine gelmiştik.
İnmek için kapıyı açtım. Bir ayağımı dışarıya çıkardım. İnmeden önce Duru'ya döndüm.
"Teşekkür ederim bebiş!"
Son söylediğim kelime yüzünden, yüzünü buruşturdu. Acayip komik görünüyordu.
"Rica ederim."
Arabana indim ve kapıyı kapattım. Hafifçe cama doğru eğilerek Duru'ya el salladım. Baş selamı verip arabayı çalıştırdı.
Duru'yu geçirdikten sonra eve girdim. Her sabah klasiği olan kahvaltıyı hazırladım. Sadece bugün normal zamanlardan daha erken geldiğim için yavaş yavaş hazırladım.
Kahvaltıyı hazırladıktan sonda Rüzgâr'a bugün giymesi için kıyafet ayarladım. Her şey tamamdı. Her zaman olduğu gibi Rüzgâr gelince kahvesini yapacaktım.
Son kez hazırladığım şeylere göz attım. Tamam, hiç bir eşlik yok. Kolumdaki saate baktığımda, saatin 07.35 olduğunu gördüm. O kadar yavaş hareket etmeme rağmen Rüzgâr'ın gelmesine daha 10 dakika vardı.
Sıkıntıyla oflayıp, boş bir sandalyeye oturdum. Canımın sıkıntısını gidermek amacıyla çantamdan telefonumu çıkardım ve kurcalamaya başladım.
Sosyal medyada gezinirken telefona mesaj geldi.
Mesajı açtığım zaman isim yerinde Bilinmeyen numara yazıyordu. Belki de reklam falandır. Ama reklam olsa, reklamı yapan markanın ismi yazardı? Bankadan desem, bankayla işim yok! Eee?
Merakla mesajın üzerine tıkladım ve okumaya başladım.
Bilinmeyen numara: Çok güzelsin.
Kaşlarımı çatarak mesajı defalarca kez okudum.
Bir dakika bir dakika... ne oluyor? Bu kim? Attığı mesaja ne demeli ya! Tamam, umursamayacağım. Belki, böylelikle tekrar mesaj atmazdı. Bir şey yapmam gerekiyor muydu? Korkmalı mıydım?
Sinirle mesaj yerinden çıktım ve telefonu kapattım.
Elimi yumruk yaptım ve dişlerimin arasına koyup düşünmeye başladım. Kim ya kim?!
Biri şaka falan mı yapıyordu? Umarım şakadır!
Hayır yani Duru şaka yapıyor desem, Duru bu tarz şeyler yapacak birisi değil. Tamam birbirimize şakalar yapıyoruz da bu kadar ileriye gidecek kadar bir şey yapmaz.
Diğer elimde duran telefonu sinirle masaya fırlattım ve ayağa kalktım. Benim telefonu masaya fırlatmamla eş zamanlı olarak kapı açıldı ve Rüzgâr içeriye girdi.
Telefonu masaya fırlattığımı görmüştü. Masanın üzerinde duran telefona bakarak kaşlarını çattı.
Telefonun üzerinde ki bakışlarını bana çevirdi.
"Bir sorun mu var?"
Yüzüme samimiyetten uzak zoraki bir gülümseme yerleştirdim.
"Ah hayır."
Tek kaşını havaya kaldırdı ve telefonu işaret ederek;
"Yüz ifaden pek öyle demiyor?"
Gülümseye çalıştım ancak nafile.
"Gerçekten bir şey yok Rüzgâr bey."
"Peki."
Rüzgâr'ın mutfaktan çıkmasıyla, masanın üzerine fırlattığım telefonu kaptığın gibi çantama koydum.
Tezgahın üzerine hazırladığım tepsiyi masanın üzerine bıraktım. Kahveyi hazırlamak üzere makineye yöneldim.
Kahve makinesinin tuşuna bastıktan sonra tezgaha yaslandım ve kollarımı göğsümde kavuşturdum.
Bu mesaj gerçekten kafamı çok meşgul etmeye başladı. Nasıl tepki vermem gerekiyor bilmiyorum. Kim? Neden? Niye? Gibi bir çok soru kafamın içinde dönüp duruyordu?
"Gökçe."
Birinin ismimi söylemesiyle olduğun yerde zıpladım. Rüzgâr karşımda dikilmiş bana bakıyordu. Ne ara gelmişti? En son odasına çıkmıştı?
"E-efendim Rüzgâr bey?"
"Sen iyi olduğuna emin misin?"
Yutkunarak gülümsedim.
"Evet, neden sordunuz?"
Başıyla arkamdaki kahve makinesini işaret etti.
"Kahve Makinesi kaç dakikadır ötüyor. Farkında bile değilsin. Ayrıca sana kaç defa seslenmeme rağmen beni duymadın."
Aceleyle kahve makinesine bakış attıktan sonra geri ona döndüm.
"Anladım. Ama ben gerçekten iyiyim. Siz oturun ben size hemen yeni bir kahve yapıp getireyim, bu soğumuştur şimdi."
Tam arkama dönecekken beni kolumdan yakaladı ve durdurdu.
"Gerek yok."
"Ama olmaz öyle şey. Siz sabahları kahve içmeden duramazsınız."
Kolumda ki elini çekti ve pantolonunun cebine soktu.
"Bugünlük böyle olsun. Şirkete geçtiğimiz zaman bir tane yaparsın."
Gülümsedim. Dediklerini onaylamak adına hızlıca başımı salladım.
Benimle beraber o da gülümsedi.
"Iııııı... o zaman ben şey yapayım."
Baş parmağımla kapıyı işaret ettim ama cümleyi toparlayamadım! Şu an elimi yüzüme vurmamak için kendimi zor tutuyorum. Ben neden hep bu adama rezil oluyorum? Olmak zorunda mıyım ya?!
Kaşlarını şüpheyle çattı. Başını hafif yana yatırarak gözlerime bakmaya başladı.
"Ne yapacaksın?"
"Şey... ben arabaya gideyim sizi orada bekleyeyim... evet evet ben gideyim. Size afiyet olsun arabada görüşürüz."
Koşar adımlarla masanın üzerinde duran çantamı alıp kapıya doğru ilerledim. Evden çıkarken Rüzgâr'ın arkamdan güldüğünü duydum.
Çıkar çıkmaz hızlıca kapıyı kapattım. Sırtımı kapıya yasladım. Elimi alnıma vurdum. Ne yapıyorum ben ya? Yine adama rezil oldum değil mi?
Elimi yüzümden çektim ve üstümde sanki toz varmış gibi silkeledim. Yalandan öksürdüm ve sırtımı dik tutarak arabaya yürümeye başladım.
Arabaya yaklaştığım sırada arkamda birisi varmış gibi hissettim ve hızlıca arkama döndüm.
Kimse yoktu... Ay! Sende Gökçe! İyice paranoyak oldun he! Alt tarafı bir mesaj! Ne olabilir ki yani?
Yanlışlıkla atılmıştır. Numaranın son hanesi yanlış yazılmıştır ve de ne şans ki o da benim numaramdır. Olamaz mı yani!? Olabilir neden olmasın?!
Tekrardan önüme döndüm. Mahmut amca görünürde yoktu. Neyse buralardadır herhalde. Omuz silkip arabaya bindim.
Yerime yerleştikten sonra kolumda hafif bir sızı hissettim. Büyük ihtimalle ağrı kesicinin etkisi geçiyordu. Oflayarak çantamı açtım ve ilaç aramaya başladım.
Gerçekten çok şanslı bir gündeyim! İlaç yok! Sabah koydum diye hatırlıyorum ama ben?
Çantamı kapattım ve kollarımı göğsümde kavuşturarak camdan dışarıya bakmaya başladım. Rüzgâr tahminen ne zaman gelirdi acaba?
Sıkıntıyla sesli bir nefes verdim. Kolumdaki ağrı iyiden iyiye artmaya başlamıştı. Kolumun ağrısıyla gözlerim dolmaya başladı. Bir anda neden böyle olmuştu.
Ellerimi gözlerime doğru sallayarak hava yapmaya başladım.
Arka kapının açılma sesini duyunca hemen ellerimi kucağıma indirdim. Şirkete gidesiyle kadar sabredebilirdim. Umarım Duru da ağrı kesici vardır. Tüm gün bu ağrıya dayanamam.
Rüzgâr'ın binmesiyle Mahmut amca da arabaya bindi. Onların binmesiyle bende yavaş bir şekilde kolumu fazla hareket ettirmeden kemerimi taktım.
Yollar çok kalabalıktı. Hayır yani neden bu kadar kalabalık onu da anlamıyorum ki?! Yaklaşık 15-20 dakikadır şirketin karşı tarafında bulunan cadde de ışıklarda bekliyoruz. Hayır yani alt tarağı Mahmut amca u dönüşü yapıp bizi indirecek ama yollar o kadar tıklım tıklım ki!
Dışarıya sesli bir nefes verdim. Kolum zaten çok ağrıyordu. Kafamı cama yasladım ve dışarıya bakmaya başladım. O sırada arka taraftan Rüzgâr'ın sesini duydum.
"Mahmut amca biz en iyisi burada inelim. Hemen karşı cadde zaten. Sende buradan direkt gidesin."
Mahmut amca dikiz aynasından Rüzgâr'a baktı ve başını onaylar anlamda salladı.
"Tamam oğlum."
Rüzgâr'ın arka kapıyı açıp inmesiyle bende indim. Arabaların arasından geçerek yokun ortasında bulunan kaldırımda durduk.
Önce sağıma sonra soluma baktım. Görünürde araba yoktu. Geçebilirdim. Kaldırımdan aşağıya adımımı atmamla bir korna çaldı ve Rüzgâr hızlıca bileğimden tuttuğu gibi beni geri kaldırıma çekti.
"Gökçe!"
Anın şokuyla olduğum yerde kalmıştım. Rüzgâr karşımda konuşuyordu ama ben ne dediğini duyamıyordum. Etrafımda ki sesler birer uğultuya dönmüştü.
Birden Rüzgâr omuzlarımdan tutup beni sarsmaya başladı.
"Gökçe! Gökçe! İyi misin?! Cevap ver?!"
Rüzgâr'ın sorularına karşılık başımı onaylamak için salladım. Rüzgâr beni bileğimden yakalamıştı. Moraran bileğimden. Kolumdaki ağrı gitdikçe şiddetini arttırmaya başlamıştı.
Diğer elimle bileğimi tuttum. Ağrının şiddetiyle gözümden engel olamadığım bir damla gözyaşı aktı.
Gözümden akan yaşı gören Rüzgâr akan yaşın aşağıya sürülüşünü izledi.
Endişeli gözlerle bana bakmaya başladı. Neden ağladığımı anlamak için beni baştan aşağıya incelemeye başladı.
Gözleri bileğimi tuttuğum elimde takılı kaldı.
Hızlıca elimi bileğimin üzerinden çekti ve hırkamın kolunu sıvadı.
Bileğimi görmesiyle, gözleri ardına kadar açılmıştı. Bileğimdeki bakışlarını yüzüme sabitledi.
"Bunu ben mi yaptım?"
Sesi kırgın çıkmıştı. Ama o yapmamıştı ki.
Kısık sesle cevap verdim. Zaten sesin daha fazla çıkacağını düşünmüyordum.
"H-hayır."
Hâla yolun ortasında bulunan kaldırımın üzerinde dikiliyorduk.
Cevabımla kaşlarını çatılmıştı. Cevabımın onu pek memnun etmediği belliydi.
"O zaman nasıl oldu bu?"
Sessiz kaldım. Ne diyebilirdim ki? Ne diyecektim? Nasıl açıklayacaktım? Anlatamazdım. Nasıl güçsüz olduğumu anlatamazdım. Yaşadıklarımı kolay bir şeymiş gibi öylece anlatamazdım. Yapamam ki.
Başımı yere eğdim ve sessiz kalmaya devam ettim.
"Peki. Sen böyle sessiz kal. Ama şimdi hemen hastaneye gidiyoruz ve koluna baktırıyoruz."
Eğdiğim başımı hızlıca kaldırdım ve başımı iki yana salladım.
Rüzgâr beni duymamazlıktan geldi. Elini havaya kaldırdı ve bir taksi durdurdu.
Taksi önümüzde durduktan sonra Rüzgâr arka kapıyı açtı ve bana döndü.
"Bin hadi."
"Gitmek istemiyorum."
"Ne demek gitmek istemiyorum? Lütfen biner misin?"
Oflayarak Rüzgâr'ın açtığı kapıdan taksiye bindim. Benim ardından Rüzgâr da yanıma bindi ve kapıyı kapattı. Takisiciye döndü;
"**** hastanesine"
Taksici Rüzgâr'ı başıyla onaylattık arabayı çalıştırdı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top