11. Bölüm💫


Keşke her şey dışarıdan gözüktüğü gibi olsaydı... Belki o zaman her şey güzel olabilirdi...


Gözlerimi bölertmiş bir şekilde, karşımda duran adama bakıyordum. Ah! Nasıl aklıma gelmez ya ismimden bilmeliydim, o kadar adı geçti. Koca ülkede tek Rüzgâr o mu Gökçe? Offf doğru! Ama tesadüfe bakar mısınız? Daha bir kaç gün önce bana çarpan adam şimdi patronum. Olaya gel!

Rüzgâr'ın hâla kucağında olduğumu hatırlayınca hafifçe yalandan öksürüp indim. Üzerimi düzelttim ve hâla bana şaşkın ördek gibi bakan Rüzgâr'a döndüm. Niye bu kadar şaşırdı şimdi bu adam?

Konuşmaya niyeti yok gibiydi. Burada da böyle dikilemeyeceğimize göre olaya dahil olmam gerekiyordu.
"Iııııı... Rüzgâr bey kahvaltınız hazır. Kıyafetlerinizi de yatağınızın üzerine hazırladım."

Deyip gülümsedim. Konuşmamla kendine gelmiş gibi duruyordu. Sonunda ağzını açıp konuşmaya başladı.
"Ayağın nasıl?"

Ayak? Ayağımın neyi vardı benim?
"Ayağım mı?"

Yüzümdeki şaşkın ifade onu gülümsetmişti. Gözleriyle ayağımı işaret ederek;
"Doktor ayağında ezilme olduğunu 1-2 gün ayağa kalkmamanı söylemişti. Şimdi durumu nasıl diye soruyorum."

Heee tabi ya! Bende akıl mı kaldı acaba?
Yüzüme tatlış bir gülümseme yerleştirdim.
"Heee siz onu diyorsunuz! Ayağım çok iyi hemde fazlasıyla. O kadar iyi ki ertesi güne ağrısı kalmadı o kadar yani siz düşünün."

Bu söylediklerimin üzerine kocaman bir kahkaha attı. Offf çok pis saçmalamıştım. Daha ilkinden işi batırdım. Adam şimdi diyordur 'neye bulaştım ben?' falan diye. Ama diyorsa da gerçekten haklı yani. Çok saçmaladım.
"Anladım. Sen bayağı iyisin. O zaman ben üzerimi giyinip geliyorum. Burada bekle beni."

'Tamam' anlamında başımı salladım. Rüzgâr cevabımın ardından üst kata çıkmak üzere merdivenlere yöneldi.

Eee şimdi bana burada bekle dedi de ben o gelesiye kadar burada mı dikileceğim? Ay Gökçe saçmalama! En iyisi ben mutfağa gideyim de orada bekleyeyim.

Dikkatli bir şekilde yürüyerek mutfağa gittim. Bir ayak burkulma vakasını dağa kaldıramam şu an! Mutfağa girdim ve hazırladığım tepside bir eksik var mı diye bakınmaya başladım ve aklıma gelen şeyle gözlerim irice açıldı. Kahve! Ben kahve yapacaktım ya! Elif'in bana verdiği defterde Rüzgâr'ın güne kahvesiz başlamadığı yazıyordu.

Koşar adımlarla kahve makinasına yöneldim. Eee nerde bu kahve? Off hadi bul bakalım bulabilirsen? Uzun uğraşlar sonucunda kahveyi buldum.

Eveeeet kahvemizde hazır olduğuna göre geriye bir tek Rüzgâr'ın gelmesi kaldı. Hazırladığım tepsiyi masaya koyarken mutfağa Rüzgâr giriş yaptı. Bana gülümseyip sandalyesine oturdu.

Gülümsemesine karşılık olarak bende ona gülümsedim. Masaya oturdu ama beklemeye başladı. Eksik bir şey mi vardı acaba? Hızlıca masaya göz attım. Hayır, eksik hiç bir şey yoktu. Allah Allah ne oldu ki?
"Daha ne kadar orada durmayı düşünüyorsun?"

Anlamaz bir şekilde baktım.
"Anlamadım?"

Başıyla masayı işaret etti.
"Diyorum ki, oturda beraber kahvaltı yapalım."

Başımı olumsuz anlamda salladım.
"Ha, yok ben sabahları erken saatte kahvaltı yapmıyorum."

Dememle kaşlarını çattı. Kötü bir şey mi dedim ben şimdi?
"Neden?"

"Sabahları kahvaltı yapamıyorum ben."

Önüne döndü kahvesini alırken ağzının içinde mırıldandı ama ne dediğini anlayamadım.
"Bir şey mi dediniz?"

"Hayır. Otur en azından ben kahvaltımı bitirmesiyle kadar. Ayakta kaldın."

"Yok ben burada gayet iyiyim."

"Gökçe otur dedim."

Of, ooooofff. Oturmak zorunda mıyım? Yani şöyle bir durum var ben genellikle gün içinde pek oturmam. Ayakta durmayı daha çok seviyorum. El mecbur oturmak zorunda kaldım.

#########

Rüzgâr kahvaltısını yapmıştı, şimdi de şirkete doğru gidiyorduk. Arabayı Mahmut amca sürüyor, önde ben, arkada da tabletiyle ilgilenen Rüzgâr oturuyordu. Yolculuğunuz sessiz bir şekilde geçti. Vallaha kendimi konuşmamak için o kadar zor tuttum ki! Arabadan inmeden önce gülümseyerek Mahmut amcaya döndüm;
"İyi günler Mahmut amca."

"İyi günler kızım. Hayırlı işler."

Arabanın kapısını kapatıp Rüzgâr'ın yanına geçtim. Bana dönmeden konuşmaya başladı;
"Bakıyorum Mahmut amcayla tanışşsınız."

"Evet, sabah tanıştık."

"Anladım."

#######


Şirkete çoktan giriş yapmıştık. Rüzgâr kendi odasına gidince koşarak bana verilen odaya gittim. Masamın üzerinde duran defterimi kaptığım gibi Rüzgâr'ın odasına doğru koşturdum.

Defter de yazan maddelerden bir diğeri 'Rüzgâr Bey bekletilmeyi sevmez' .

Kapısının önüne gelince üstümü başımı düzelttim ve kapıyı çaldım. İçeriden 'gir' komutu gelince kapıyı açtım. İçeriye doğru ilk önce kafamı uzattım, daha sonra tümden içeriye giriş yaptım.

Rüzgâr'ın tam karşısına geçtim ve defterimi açtım. Boğazımı temizleyip konuşmaya başladım;
"Rüzgâr bey bugün saat 12.00 da Asım beylerle toplantınız var..."

#####

Saat akşam yediye yaklaşştı ve ben bitik bir haldeydim. İlk günden böyleyse artık diğer günler düşünmek bile istemiyorum. Çok yoğun bir gündü, çoook.
Dirseklerimi masaya dayamış, kafamı ellerimin arasına almıştım. Tam saçlarımı karıştırırken kapı tıklatıldı. Hızlıca saçlarımı düzelttim.
"Buyurun!"

Kapı açıldı ve TATATATAAAAAMMMM!!! Karşımda kim olsa beğenirsiniz?

Duru içeriye girdi ve masanın önünde bulunan sandalyelerden birine rastgele oturdu. Anlamaz gözlerle Duru'yu izliyordum. Tek kaşını kaldırdı ve o da beni izlemeye başladı. Şu an çok pis gerildim. Neden gerildiğim hakkında en ufak fikrim dahi yok.
"Kalk hadi."

"Ney?"

Gözlerimi pörtletmiş Duru'ya bakıyordum. Verdiğim tepkiye gözlerini devirdi.
"Allah rızası için Gökçe, şu gözlerini pörtletme gece rüyalarıma gireceksin diye çok korkuyorum."

Masanın üzerinde bulunan kalemlerden birini rastgele alıp, fırlattım. Ellerini kendine siper edip, yüzünü kapatmaya çalıştı. Ancak başaramadı. Tam 12'den! Kafasına isabet eden kalemle ağzından küçük bir çığlık koptu.
"Manyak mısın kızım ya! Doğruları söyleyince de suçlu oluyoruz! Ama ne demişler? Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış."

Bir yandan kafasını ovuşturuyor diğer yandan da bana laf yetiştirmeye çalışıyordu. Tabii aklınca. Kafasına yendiği kalem az gelmiş belli ki.
"Kafana yendiğin kalem az geldi herhalde? Bir tane daha ister misin? İstiyorsan söyle bak vallaha çekinme canım benden, zevkle atarım!"

Gözlerini devirip ayağa kalktı. Bu kız niye bu kadar çok göz deviriyor acep? Duru'nun ayağa kalkmasıyla bende ayağa kalktım.
"Eee kaldırdın beni böyle, söyle bakalım niye kalktık?"

"Niye olucak kızım yemek yemeğe gideriz işte. Sen akşam yemeği yemedin diye biliyorum. Yanlış mı?"
Deyip, tek kaşını kaldırdı. Dediklerini onaylamak için başımı salladım.

"Hadi gidelim o zaman, çünkü ben bugün hiç bir şey yemedim ve çok açım."
Masanın üzerinde duran çantamı aldım ve Duru'ya döndüm.
"Tamam, sen arabaya git ben son kez Rüzgâr beyin bir isteği var mı sorup geliyorum."

"Acele et."

Duru'yla beraber odadan çıktık. O arabaya binmek üzere çıkışa doğru yürürken bende Rüzgâr'ın odasına doğru yürümeye başladım. Kapıyı çaldım ardından içeriden Rüzgâr'ın sesi gelince girdim.

Masanın üzerinde bir sürü dosya vardı. Bu adam hiç mi yorulmuyordu? Valla benim bile bu kadar şeyde cılkım çıktı!
"Rüzgâr bey istediğiniz nir şey var mı?"

Kafasını dosyalardan kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. Kafasını iki yana salladı.
"Hayır yok. Sen çıkıyorsun galiba?"

İçten bir şekilde gülümseyip sorusunu cevapladım;
"Evet, siz daha buradasınız galiba?"

Sorduğum soruyla önünde ki dosyalara baktı ardından bakışlarını tekrar bana çevirdi.
"Galiba. Mahmut amcaya söyle evine o bıraksın seni."

Elimi havaya kaldırdım ve olumsuz anlamda iki yana salladım.
"Hayır, hayır gerek yok. Duru beni bekliyor."

"Tamam o zaman dikkat et kendine. İyi akşamlar."

"İyi akşamlar, kolay gelsin size."

"Teşekkür ederim."

Tam Rüzgâr'ın odasından çıktığım anda telefonuma mesaj geldi;
'Hadisene kızım. Ağaç olduk burada!'

Bir yandan yürüyor bir yandan da Duru'ya cevap yazıyordum ki sert bir şeye çarpmamla yeri boyladım. Çantam, telefonum etrafa saçılmıştı bende 1.80 yerde uzanıyordum. O kadar sert neye çarptım acaba?!

Bir elimle kafamı ovuştururken diğer yandan da kalkmaya çakışıyordum. Tam o sırada görüş açıma bir adet el girdi. Ardından kulaklarıma bir erkek sesi ilişti;
"B-ben çok özür dilerim. Size çarpmak istememiştim. İyi misiniz?"

Kafamı kaldırdım ve bana elini uzatan kişiye baktım. 1.80-1.90 boylarında sarışın,yeşil gözlü, beyaz tenli bir kişi ile karşılaştım. Yeterince yerde boylu boyunca yattığımı düşünüyorum, artık kalksam iyi olurdu. Uzattığı elinden tutup yerden kalktım.
"İyi misin?"

"İyiyim ben."

"Emin misin? Hastaneye falan gidelim mi? Çok sert çarptın."

Karşımda ki endişeli yüzünü inceledim bir süre. Gerçekten endişelenmiş miydi? Gülümseyerek cevap verdim;
"Ne hastanesi saçmalama! Tamama çok sert çapmış olabilirim ama hastanelik bir durum yok-"

Cümlemi yarıda kesen şey çalan telefonum oldu. Yerde duran çantamı ve telefonumu aldım. Arayan kişiye baktığımda Duru olduğunu gördüm. Hemen aramasını meşgule attım ve karşımda duran kişiye döndüm.
"Üzgünüm, ama benim acil olarak gitmem gerekiyor. Ben iyiyim sakın endişelenme!"

Dedim. Tam bana cevap vermek için ağzını açmıştı ki, laflarını ağzına tıkamamla konuşamadı.
"Görüşürüz!"


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top