12. Bölüm💫
En sevdiğin kişinin, en sevdiği kişi olmadığını öğrendiğin o an...
Bacağımdan dürtülmem ile yan tarafa döndüm.
"Gökçe...Gökçe... Kızım kalk artık saat yediye çeyrek var!"
Kapalı gözlerimin ardından;
"Hımm... tamam."
Yediye... çeyrek... var... iş... geç kaldım... kahvaltı... uyku...
Ne! Dur saat kaç dedi?!
Bir hışımla yataktan kalktım. Benim ani kalkışımla anneannem bir adın geriledi. Ay kadıncağızın da yüreğine indiriyorduk. Gözlerim etrafta telefonumu aramaya başladı. Nerede bu?!
"Anneanne telefonum nerede?!"
"Oturma odasında ya kızım."
Koşarak oturma odasına girdim. Telefonum koltuğun üzerinde duruyordu. Çocuğuna sarılan anne edasıyla telefonumu bağrıma bastım. Ah telefonsuz bir hayat düşünemiyorum!
Benim ardımdan oturma odasına anneannem girdi.
"Gökçe! Ne koşturuyorsun ortada küçük çocuklar gibi! Hep halıları kaydırmışsın!"
Üzgünüm anneannecim ama bugün seni duymamazlıktan geleceğim. Hızlıca telefonun tuş kilidini açıp rehbere girdim. Duru'nun isminin üzerine tıkladım ve telefonu kulağıma dayadım.
7 saniyenin sonunda telefon açıldı ve Duru'nun sesi duyuldu.
"Efendim Gökçe."
Duru'nun sesini duymam ile aceleyle konuştum.
"Heh! Duru daha evden çıkmadın değil mi?"
"Hayır, bir 15-20 dakikaya çıkarım."
"Şey bugünlük beni sen bırakabilir misin?"
"Olur da, bir sıkıntı mı var?"
Sanki görebilecekmiş gibi başımı olumsuz anlamda salladım.
"Hayır hayır! Sadece bugün alarm kurmayı unutmuşum o yüzden geç kaldım da."
"Anladım. 15 dakikaya kapıdayım."
Cevap vermek için ağzımı açmıştım ki telefon suratıma kapandı. Yuh! Bu kız harbi kaba. Ayıp be ayıp onca yıllık arkadaşız. Hangi arkadaş bunu yapar be?!
Neyse bu konu hakkında sonra Duru'ya kızarım. Şimdi daha fazla oyalanmadan hazırlansam iyi olur. Koşarak odama geçtim. Tabii bu sırada koştuğumu gören anneannem de arkamdan kızmayı ihmal etmiyordu.
"Kız Gökçe! Koşma! Halılar kayıyor!"
Telefonumu yatağın üzerine fırlattığım gibi dolabımın karşısına geçtim. Rastgele elime aldıklarımı üzerime geçirdim.
Üzerimi giyindikten sonra aynanın karşısına geçtim. Çok fazla zamanım yoktu 5 dakikaya Duru evin önünde olurdu. Saçlarımı salık bıraktım ve şöyle tarayıverdim. Köşede duran çantamı ve yatağın üzerine fırlattığım telefonumu kaptığım gibi kapıya koştum.
Ayakkabılarımı giderken diğer yandan da anneanneme bağırdım.
"Ben çıkıyorum! Akşam görüşürüz!"
Seslenmem üzerine mutfaktan çıkıp yanıma geldi.
"Tamam kızım dikkat et kendine! Allah'a emanet ol."
Kapıyı açtım ve hızlıca merdivenleri indim. Bugün spor ayakkabı giymiştim. Dünkü merdiven vakasından sonra bugün biraz korkuyor olabilirim. Dün Rüzgâr son anda gelmesiydi Allah bilir nerem kırılırdı.
Merdivenin son basamağındayken Duru'nun arabası evin önünde durdu.
Kapıyı açtığım gibi koltuğa attım kendimi.
Duru sinirle bana döndü.
"Kızım şu arabaya düzgün binemiyor musun? Her seferinde koltuğa kendini atıp duruyorsun. İnsan gibi binsene?"
Hayır anlamında kaşlarımı havaya kaldırdım ardından da elimi ağzıma götürerek cıklıkladım.
"Çk çk çk... Araban biricik arkadaşından kıymetli mi?"
"Evet!"
Bilerek yapıyordu. Beni gıcık etmeye çalışıyordu. Ama yemezleeeerr.
"Peki... Bundan sonra bir derdin sıkıntın falan olursa biricik canın arabana anlatırsın eğer sana cevap verirse bir daha yüzüme bakmazsın."
Kollarımı göğsümün altında birleştirdim ve kafamı camdan tarafı çevirip yolu izlemeye başladım. Ses yok... Aradan 5 dakika 17 saniye geçti ama Duru'dan tık dahi yoktu. Gözlerimi kısıp, kafamı Duru'ya çevirdim. Kafamı ona çevirmemle okkalı bir kahkaha attı.
Sahte bir kızgınlıkla konuştum.
"Ne gülüyorsun kızım?!"
"Aman sende şakadan anlamıyorsun. Bu araba hiç senin yerini tutabilir mi?!"
Yüzümdeki sahte kızgın ifadeyi atıp, içten bir gülümseme yerleştirdim.
"Tutamaz değil mi?"
"Tutamaz tabii."
Araba durduğunda etrafıma bakındım Rüzgâr'ın evinin önündeydik. Hızlıca Duru'ya doğru eğildim ve yanağından öptüm.
"Seni seviyorum deli kız. Beni bıraktığın için de teşekkür ederim."
"Rica ederim. Hadi daha fazla oyalanmada, geç kalma."
Gülümseyip arabadan indim. Koşarak eve girdim saate baktığımda yediyi beş geçiyordu. Rüzgâr'ın gelmesine tamı tamına 40 dakika vardı. Elimi çabuk tutarsam kahvaltı hazır olurdu.
Çantamı masanın üzerine bıraktım. Ceketimin kollarını sıvayıp kahvaltı hazırlamaya koyuldum.
İlk önce küçük mini minnak bir tencerenin içine su doldurdum ardından içine iki tane yumurta koydum ve ocakta kısık ateşe bıraktım. O orada dururken, buzdolabından salatalık, domates, maydonoz tarzı şeyler çıkardım. Onları da bir güzel suyun altında yıkadıktan sonra kesip tabaklara yerleştirdim. Ardından tekrardan dolaba yöneldim ve bu sefer kahvaltılık bir şeyler çıkarıp onları tabaklara yerleştirmeye başladım. Hazırladığım tabakları da tepsiye koyduktan sonra kolumda ki saat baktım 07.21, 24 dakikam kalmıştı. Yumurtaları da hızlıca ocaktan aldım ve çeşmeyi açıp soğuk suyun altına tuttum. Yumurtalar ılıdıktan sonra güzelce soyup bir tabağa dilimledim. Dilimlediğim yumurtaları da tepsiye yerleştirdikleri sonra üst kata çıktım.
Rüzgâr'a bugün giymesi için düz siyah bir takım çıkardım ve yatağının üzerine kırışmaması için özenle koydum. Ardından hızlıca tekrardan mutfağa indim. Hazırladığım tepsiyi masanın üzerine bıraktıktan sonra kahve hazırlamak için makinenin önüne geçtim.
Yaklaşık 2 dakika 14 saniye sonra kahve de hazırdı. Kahveyi masanın üzerine koyarken kapı sesi duydum. Rüzgâr gelmişti. Kahveyi masaya bıraktıktan sonra arkama döndüm.
Neşeli bir ses tonuyla konuştum.
"Günaydın Rüzgâr bey!"
Yüzünde ki minik tebessümle konuştu.
"Günaydın Gökçe. Bakıyorum bugün baya bir enerjiksin."
İki elimlede kendimi göstererek;
"Bu benim her zamanki hâlim."
"Öyle diyorsan."
Elimle mutfağı işaret ettim.
"Kahvaltınız hazır, kıyafetleriniz de yatağınızın üstünde."
"Tamam."
Arkasını dönüp gitti. Ben de mutfakta yalnız kalmış oldum.
12 dakika 37 saniye sonra Rüzgâr aşağıya indi. Kahvaltısını yapmak üzere masaya yöneldi. Oturmadan önce bana döndü;
"Sen yemiyor musun?"
Kaşlarımı 'hayır' anlamında havaya kaldırdım.
"Hayır. Sabahları kahvaltı yapmıyorum."
"Doğru, unutmuşum."
"Ben sizi arabada bekliyorum. Afiyet olsun."
"Tamam, teşekkür ederim."
Masaya koyduğum çantamı alıp evden çıktım. Evin arka tarafında bulunan arabaya doğru yavaş yavaş yürümeye başladım.
Sadece 1 haftada hayatım değişmişti. Vay be... kim bilirdi böyle olacağını?
Arabanın önüne gelince Mahmut amcaya selam verdim.
"Günaydın Mahmut amca!"
Mahmut amca beni görünce gülümsedi.
"Günaydın Gökçe kızım. Nasılsın?"
"İyiyim Mahmut amca, sen nasılsın?"
"Bende iyiyim kızım. Bizim kara oğlan nerede?"
Rüzgâr beyden mi bahsediyordu? Başka kimden bahsetmesi gerekiyordu Gökçe?! Ay ne bileyim ben! Bilmediğim için soruyorum ya zaten! Bilsem niye sorayım! Saçma saçma şeyler sorma Gökçe!
İç ses sen ne zamandır ortalarda yoktun neden tekrar ortaya çıktın ki?! Ben senin iç sesinim Gökçe kabullen artık, sen istesen de istemesen de! Anladık onu canım.
Mahmut amcaya döndüm ve elimle arka tarafımı yani evi işaret ederek sordum.
"Rüzgâr bey mi?"
Sorumun üzerine Mahmut amca gülmeye başladı.
"Başka kim olacak ya kızım?"
Kaşlarım hafifçe çatıldı.
"Bilmem, siz bir anca sorunca."
"Tamam kızım tamam."
Evet bugünde rezil olduğumuza göre gece rahat rahat uyuyabiliriz.
Arabanın ön kapısını açıp oturdum. 13 dakika 9 saniye sonda Rüzgâr geldi ve arka koltuğa oturdu. Rüzgâr'ın gelmesiyle Mahmut amcada yerini aldı ve şirkete doğru yola çıktık.
Şirkete giriş yapmış bulunmaktaydık ve şu an asansör bekliyoruz. Asansör beklemekten nefret ediyorum. Çıkabileceğimi bilsem 17 katı çıkardım da o kadar güç yok bende. Ah kadersiz başım!
Bir süre daha beklememiz üzerine sonunda asansör gelmişti. İçinden yığınla insan çıktı. Hızlıca kendimi asansörün içine attım benim arkamdan Rüzgâr da bindi. Güzel güzel rahat rahat yukarıya çıkarken asansör 5. katta durdu. Ah hayır olamaz! İçeriye yaklaşık 10-15 kişi bindi. Anladık asansör büyük ama bir sınır var değil mi?!
Arka tarafta çok sıkışmıştım. Bir dakika şu an, Rüzgâr'la çok yakındık. Kafamı kaldırmaya korkuyorum. O kadar yakınız yani. Alt dudağımı dişlerimin arasına aldım ve bir an önce asansörden inmek için dua etmeye başladım. 12. katta durduğumuz da bir grup insan asansörden inmişti ve bayağı bir yer açılmıştı. Rüzgâr'dan uzaklaşmak adına hızlıca yana doğru kaydım. Şu an domates gibi kıp kırmızı olduğuna yemin edebilirim.
Sonunda inmemiz gereken kata gelmiştik. Asansörden ilk inen Rüzgâr oldu. O odasına doğru giderken bende kendi odama geçtim. Üzerimde ki ceketi çıkarttım ve sandalyenin üzerine bıraktım. Bir bardağa su doldurdum ve hızlıca içtim. Ellerimle yüzüme hava yaptım, evet şimdi daha iyiydim.
Masamın üzerinde duran defterimi ve tabletimi kaptığım gibi Rüzgâr'ın odasının önüne geldim. Kapıyı tıklattıktan sonra bir süre bekledim ardından içeriye girdim.
"Gel Gökçe."
Masanın önünde durdum ve tabletimi açtım.
"Rüzgâr bey bugün ilk toplantınız dışarıda olacak. Selim beyin asistanı kendi istedikleri restoran da rezervasyon yapmışlar."
"Tamam."
"Selim beyle olan toplantınızdan sonra saat 14.45 de Asım beyler gelecek. Bugün ortaklık için anlaşma imzalanacak."
"Şirkete gelecekler değil mi?"
Sorusu üzerine başımı kaldırdım.
"Evet."
"Tamamdır. Başka bir şey var mı?"
"Saat üçten sonrası için de evde çizim yapacağınızı söylemiştiniz."
"Tamam."
"Başka bir isteğiniz var mı?"
"Hayır, teşekkürler."
Rüzgâr'ın odasından çıktıktan sonra ilk önce kendi odama uğrayıp defteri ve tableti masanın üzerine bıraktım. Odadan çıktım ve Rüzgâr'a kahve yapmak üzere mutfağa doğru yöneldim.
3 dakika 41 saniye sonra kahve hazırdı. Kahveyi elime aldım ve dikkatli bir şekilde yürümeye başladım. Dikkatli olmam lâzım. Ben sakarım falan kimseyi yakmak istemem. Rüzgâr'ın odasının önünde durdum ve kahveyi tek elime aldım. Kapıyı tıklattım ve içeriye girdim.
Masanın üzerindeki kağıtlara gömülmüş olan Rüzgâr benim geldiğimi duyunca kafasını kaldırdı.
"Size kahve getirdim."
İçten bir şekilde gülümseyip cevap verdi.
"Teşekkür ederim."
Elimle camı işaret ederek gülümsedim.
"Afiyet olsun. Bir şey isterseniz ben hemen camın arka tarafındayım."
Olumlu anlamda başını salladı ve kahveyi aldı.
Günün ilk toplantısı yaklaşıyordu. Masanın üzerinde bulunan telefondan Rüzgâr'ı aradım. Telefonu kulağıma dayadım ve camın arka tarafında bulunan Rüzgâr'a bakmaya başladım.
Her zamanki gibi kağıtlarla ilgileniyordu. Telefon çalınca kafasını kaldırdı, ardından masanın üzerinde bulunan telefona uzandı. Aramayı kabul ettikten sonra telefonu kulağına dayadı ve sandalyesini bana doğru çevirdi.
Bana bakarak;
"Efendim Gökçe."
"Rüzgâr bey Selim beyle olan toplantınıza az kaldı, haber etmek için aradım."
"Tamam. Beş dakikaya kapının önünde buluşalım."
"Tamam."
Telefonu kapattıktan sonra bir süre yüzüme baktı. Kaşlarını çatarak önüne döndü. Fark etmeden bir şey mi yapmıştım?
######
Selim beylerle olan toplantımız yeni bitmişti. Şirkete gitmek üzere yola koyulmuştuk. Toplantı olumlu sonuçlanmıştı. Selim bey de asistanı da iyi inananlardı. Bizi çok güzel şekilde karşılamışlardı. Davranışları olsun, konuşmaları olsun gerçekten iyi insanlardı.
Saat 13.20, diğer toplantıya daha vardı. Şirkete gidince bir şeyler yesem iyi olurdu. Kurt gibi acıktım. Sabahları zaten kahvaltı yapmıyorum. Ne yesem acaba? Aklıma da bir şey gelmiyor ki! Telefonumu çantamdan çıkardım. Yemeklere şöyle bir bakınmaya başladım. O sırada arkadan Rüzgâr'ın sesi duyuldu. Başımı telefondan kaldırdım ve dikiz aynasından arkaya baktım.
"Mahmut amca sen bizi şirketten önce Gökyüzü restoranına bırakır mısın?"
Konuşmasının ardından o da dikiz aynasından bana bakmaya başladı. Mahmut amcanın sesiyle önüme döndüm.
"Tabii oğlum."
16 dakika 43 saniye sonda çok güzel bir restoranın önünde durmuştuk. Çok güzeldi. Arabanın durmasıyla kapıyı açıp aşağıya indim. Manzarası harika! Deniz manzaraları bir uçurumun kenarında bulunuyordu. Dışarı kısmında salıncaklar bulunuyordu. Salıncaklarım her biri birbirinden farklı renkteydi.
Etrafıma bakınırken arkadan Rüzgâr'ın sesi geldi.
"Nasıl?"
Işıl Işıl parlayan gözlerimle Rüzgâr'a döndüm.
"Burası harika Rüzgâr bey! Bayıldım!"
Gülümseyerek konuşmaya başladı.
"Beğenmene sevindim. E gel hadi, fazla durma dışarıda."
Başımı olumlu anlamda salladım ve Rüzgâr'ın arkasından içeriye girdim.
İçerisi de en az dışarısı kadar güzeldi. Tavandan sarkan bir sürü bulut vardı. Aralarda da minik minik yıldızlar vardı. Ama ortada bir tane kocaman parlak bir yıldız bulunuyordu. Çok güzeldi. Masaların üzerinde de bulutlu peçetelikler, yıldız desenli bardak, çatal ve kaşıklar bulunuyordu.
Rüzgâr çoktan masalardan birisine oturmuştu. Karşısında boş bulunan sandalyeye de ben oturdum.
Tam önümde bulunan menüye uzanmak üzereyken Rüzgâr beni engelledi.
"İzin verirsen ben seçmek istiyorum."
"Tabii."
Yanımıza garson geldi ve Rüzgâr garsonun kulağına eğilip bir şeyler söyledi ardından garson da başını 'tamam' anlamında sallayıp gitti. Bende deniz manzarasını izlemeye koyuldum.
Önüme konulan tabakla yerimde sıçradım. Ne kadar süredir dışarıyı izliyordum? Korkacak kadar dalmışım.
Önüme gelen tabağa baktığım da ağzım şaşkınlıkla açıldı. Çok güzeldi! Yıldız şeklinde köfteler bulunuyordu. Yanında da bulut şeklinde kesilmiş patatesler vardı.
Kafamı kaldırıp Rüzgâr'a baktım. Onun önünde de aynı tabaktan vardı. E ama Elif'in dediğine göre, Rüzgâr pek yağlı şeyler tüketmezmiş. Bu yüzden sürekli daha sağlıklı şeyler yermiş.
Elime çatalımı aldım ve patatese batırdım. Kocaman bir ısırık aldım, tadı farklıydı ama hoştu.
Rüzgâr hesabı ödemek üzere masadan ayrılmıştı. Ne kadar bende ödemek istesem de bana kızmıştı. Bende el mecbur böyle kaldım.
Rüzgâr gelince restorandan çıktık ve arabaya doğru yürümeye başladık. Saat şu an 14.12, toplantıya çok az kalmıştı ama yetişirdik. Kafamı Rüzgâr'a çevirdim ve aramızda ki sessizliği bozdum.
"Toplantıya 33 dakika var."
Kafasını bana doğru dönderdi ve başını bir aşağı bir yukarı salladı.
*****
14.43 , toplantıya iki dakika kalmıştı. Hızlı adımlarla toplantı odasına doğru yürüyorduk. Tekrardan saatime baktığımda 14.44 olduğunu gördüm. Toplantı odasının önüne geldiğimizde Rüzgâr bana doğru döndü ve göz kırptı.
Ardından kapıyı açtı ve içeriye girdi.
İçerye girdikten sonra oturan kişilere şöyle bir baktım. Masanın en başında 60'lı yaşlarda kır saçlı bir adam, adamın yanında dip boyası gelmiş 30'lu yaşlarının başında bir kadın oturuyordu. Kadını yanında ise başka bir kadın daha vardı. Kadının altın sarısı saçları vardı ve cildide çok güzeldi. Masanın karşı tarafında ise Duru vardı? Duru... ah tabii ya o da benim gibi asistanlık yapıyordu ama kimin asistanı onu bilmiyorum işte. Duru'nun yanında ise... bir dakika bu dün akşam çarpıştığım çocuk. Sırıtarak beni izliyordu.
Boş bulunan sandalyelerden birine oturmak için ilerlerken Rüzgâr yanıma geldi. Bir elini sırtıma koydu ve diğer eliyle de beni işaret ederek söze başladı.
"Sizleri tanıştırmak isterim. Yeni asistanım Gökçe."
Sonra bana döndü ve teker teker herkesin tanıtmaya başladı. İlk önce 60'lı yaşlarında ki adamı daha sonra yanındaki kadını gösterdi.
"Asım bey ve asistanı Suna hanım."
Yüzüme sahte bir gülümseme takındım ve hafifçe başımı salladım.
"Memnun oldum."
Asım bey ve Şuna hanım da baş selamı verdiler. Ardından Rüzgâr devam etti. İlk olarak dün akşam çarpıştığım çocuğu ardından sarı saçlı olan kadını ve son olarak da Duru'yu tanıttı.
"Mete, kendisi fotoğrafçımız olur. Yanındaki de Deren halkla ilişkiler çalışanımız. Aynı zamanda kendileri yakın arkadaşlarım olur. Ve son olarak Duru. Mete'nin asistanı olur."
"Mete bey, Deren hanım memnun oldum. Duru'yla zaten tanışıyoruz. Kendisi yakın arkadaşım olur"
Rüzgâr'ın kaşları şaşkınlıkla havalandı.
"Öyle mi? Bilmiyordum."
Rüzgâr'ın cümlesini bitirmesiyle Deren söze girdi.
"Artık toplantıya geçsek mi?"
Rüzgâr Deren'i başıyla onayladı ve masanın en ucundan bulunan sandalyeye oturdu. Bende bulunduğu sandalyenin yanına geçtim. Tam karşımda Asım bey oturuyordu.
Adam çok tuhaf bakıyordu. Farklı bakıyordu. İlk önce bir süre yüzümü inceledi sonra sırıttı. Rahatsızca yerimde kıpırdandım ve defterime önemli yerleri not almaya başladım.
"Siz ne düşünüyorsunuz Asım bey?"
Rüzgâr'ın sorusuyla Asım bey Rüzgâr'a döndü. Ses tonu sinirli çıkmıştı. Kaşlarını çatmış Asım beye bakıyordu.
"Anlamadım?"
"Diyorum ki, ne zaman asistanımı kesmeyi bırakırsınız?"
Rüzgâr'ın dediğiyle hızla kafamı ona çevirdim. Hâla sinirle Asım beye bakıyordu.
Adam resmen burnundan soluyordu.
Asım bey sinirle yerinden kalktı. Onun kalkmasıyla herkes birden ayaklandı.
"Ne diyorsunuz siz Rüzgâr Bey? Bu ne biçim bir itham?! Ağzınızdan çıkanı kulağınız duysun!"
"Benim ağzımdan çıkanı kulağım duyuyor siz hiç merak etmeyin."
"Benimle böyle konuşamazsınız!"
"Siz geleceksiniz burada bir kadını gözlerinizle taciz edeceksiniz ve ben rahat rahat oturacağım öyle mi?"
"Düzgün konuş benimle!"
Asım beyin cümlesini bitirmesiyle suratının ortasına yumruk yemesi bir oldu. Asım bey beklemediği yumrukla yeri boyladı. Rüzgâr'ın siniri dinmemiş olacak ki adamın yüzüne ardı ardına yumruklar indirmeye başladı.
Mete hemen Rüzgâr'ın yanına geldi. Ayırmaya çalışıyordu ancak olmuyordu. Yaşananların şokuyla olduğum yerden kıpırdayamıyordum. Şokla olanları izlerken bir şeyler yapamam gerektiğini düşündüm ve Rüzgâr'ın kolundan tuttum.
"Rüzgâr bey! Bırakın!"
Beni dinlemiyordu.
"Rüzgâr!"
İsmiyle seslenmemle durdu. Adamın üzerinden indi. Ve Mete'ye bağırmaya başladı.
"Mete al şu şerefsizi gözümün önünden elimde kalacak!"
"Tamam abi sakin ol."
Rüzgâr sakinleşmek adına derin derin nefesler alıyordu.
Mete yerde yatan Asım beyi ayağıyla dürttü.
"Kalk lan sende."
Beklemediğim bir anda Rüzgâr kolumdan tuttuğu gibi odadan çıkardı.
Kendi odasında geldiğimizde odanın kapısını kapattı ve beni koltuklardan birisine oturttu.
"İyi misin Gökçe?"
"Ben iyiyim, Asıl siz iyi misiniz?"
Endişeli gözlerle ona bakmaya başladım. Karşımdaki koltuğa oturdu ve hafif öne doğru eğildi.
"İyiyim."
Ayağa kalktım ve masanın üzerinde bulunan su şişesini Rüzgâr'a uzattım. Gülümseyerek elimdeki şişeyi aldı. Şişeyi alırken, elinin üzerindeki kızarıklıklar dikkatimi çekti.
"Siz beni burada bekleyin ben hemen geliyorum."
Hızlıca odadan çıkıp, kendi odama geldim. Masanın altında bulunan acil yardım çantasını aldım. Tekrardan Rüzgâr'ın odasına geldim.
Oturduğu koltuğun yanına diz çöktüm ve elimdeki çantanın içindeki malzemeleri, koltuğun önünde bulunan sehpaya döktüm. Bir pamuk kopardım ve üzerine tentirtüyot döktüm.
"Gökçe, gerek yok."
Rüzgâr'ın elini tuttum ve dizimin üzerine yerleştirdim.
"Lütfen Rüzgâr bey. Acırsa haber edin."
Yavaş hareketlerle eline pansuman yapmaya başladım. Elimdeki pamuğu sehpanın üzerine bıraktım ve sargı bezini aldım. Yavaşça ekini sarmaya başladım.
Sardıktan sonra uçlarını bağladım.
"Evet, bitti."
"Teşekkür ederim."
"Asıl ben teşekkür ederim."
"Saçmalama Gökçe."
"Ama Rüzgâr bey-"
Cümlemi bitirmeme izin vermedi. Kaşlarını çatarak elini havaya kaldırdı.
"Aması yok! Hadi bakalım şimdi Mahmut amca seni evine bıraksın. Bende birazdan eve geçeceğim."
"Tamam. İyi günler. Akşam elinize tekrar pansuman yapın."
Önce eline baktı ardından bakışlarını bana çevirdi.
"Merak etme."
Başımla selam verip odadan çıktım.
"Teşekkür ederim Mahmut amca. İyi günler."
"İyi günler kızım."
Arabadan indim, evin önünde geldiğim sırada gördüğüm şeyle olduğum yerde çivilendim...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top