⇝ Gökkuşağı Grisi | 8

-8-

Karşımdaki çocuğun o olduğunu anlamam birkaç saniyemi aldı. Bir yandan kulağımda alarm sesleri çınlarken o panikle kafamı toparlamaya çalışıyordum. Motosikletli kazazedenin burada ne işi vardı? O anın şokuyla "Sen..." diyebildim yalnızca. Aklım ise hâlâ Özge ve Volkan'daydı. Acaba çıkabilmişler miydi?

Motosikletli çocuk alarmın acı sesiyle ilgilenmiyor gibi soğukkanlı ve rahattı. Hatta elleri ceplerinde "Seni bulmanın bu kadar zor olacağını hiç düşünmemiştim." derken oldukça şakacı bir tavra sahipti.

Neye uğradığımı şaşırmış bir biçimde "Ne?" diye sorarken anlam vermekte zorlanıyordum. Herhangi bir acil durum sebebiyle alarm devreye girmişti, kalabalıkta arkadaşlarımı kaybetmiştim ve karşımda göreceğimi en son umacağım kişi duruyordu. Üstelik tüm bu olanlara karşı tuhaf bir biçimde umursamazdı. Şoktan çıkıp biraz olsun kendime geldiğimde sorduğum ilk soru "Ayrıca senin ne işin var burada?" olmuştu.

"Ben de burada okuyorum." Elleri hâlâ ceplerindeyken olana bitene karşı vurdumduymaz tavrını koruyordu kazazede. Ayrıca kaza gününde olduğu gibi flörtöz bir havası olduğu da gözümden kaçmamıştı. Bir insan kaza geçirirken bile nasıl yanındaki kıza yazabilirdi? Bu enerjiyi kendinde nasıl bulabilirdi? Pek anlamış değildim. Çok geçmeden "Bir an seni hiç bulamayacağım sandım." diye de ekledi.

"Niye arıyorsun ki?" O an şaşkın bir ördek yavrusu gibi göründüğüme emindim. Sürüden ayrı düşüp ortalık yerde kalmış bir şaşkın ördek yavrusu. Etrafımdaki kalabalığı tekrar hatırladığımda panik içinde çocuğun koluna girip onu çekiştirmeye başladım. "Ayrıca... Ne duruyorsun, hadi çıkalım! Acil durum alarmını duymuyor musun? Hadi!"

Çocuğun hâlâ aynı rahatlıkla yanıt vermesi ise beni çileden çıkarmaya yeterken bulunduğu itirafla iki katı delireceğimi bilmiyordum tabii. "Merak etme, acil durum falan olduğu yok." Ukalâ bir ifadeyle güldü ve göz kırptı.

"Ne? Nasıl yani?" Biraz düşündüğümde alarmı devreye sokanın o olabileceği ihtimali aklıma gelse bile bunun çok saçma olduğuna kanaat getirdim. Yok, hayır canım saçmalıyordum. Bu tür bir şey olması... Yani karşımdaki çocuk böyle bir şeye cesaret etmiş olamazdı. Ancak gözlerindeki özgüven ve manalı bakış bu ihtimali güçlendirdi ve bir daha düşündürdü beni. İnanmaz bakışlarla "Sakın bana alarmı senin devreye soktuğunu söyleme." dedim. Saçmalama, tarzında bir yanıt bekliyordum. Akıl işi değildi çünkü böyle bir şey.

Rahat tavrıyla omuz silken çocuk "Olur, söylemem." yanıtını verdi. "Zaten ben leb demeden leblebiyi anlayan zeki kızlara ayrı bir sempati duyuyorum."

Çocuğun söylediklerine mi şaşırsam yoksa hâlâ sürüp giden rahat tavırlarına mı bilemedim. Şaşkınlıktan ağzım hafif açık kalmıştı. "Samimiyetle soruyorum, manyak mısın?"

"Hayır, adım Doruk."

Cebindeki elini çıkarıp uzattığında yaptığı bu delice şeye rağmen onunla el sıkışmalı mıydım bilmiyorum. Bu kaçık motosikletliyle uzaktan da olsa dost olmak isteyebileceğimden emin değildim. Ben sessiz, sakin, durgun ve olağan bir yaşantısı olan sıradan biriydim ve bu kadar aksiyonu kaldırabilir miydim bilemiyorum. Öte yandan adını tekrar düşündüğümde aşina gelmesi kafama dank etti. "Doruk mu?" Orada burada konuşulan Doruk olup olmadığını merak etsem de direkt olarak ya sen şu popstar Tarkan gibi her yerde konuşulan Doruk musun, diye soramazdım. Zaten şuan düşünmemiz gereken son şey de hangi Doruk olduğuydu. "Peki, Doruk. Başının belada olduğunun farkında mısın? Yönetim seni bu işi yaptığın için-"

"Yönetim bana kolay kolay bir şey yapmaz, merak etme. Onlarla başımın belaya girmesi için kampüsü ateşe falan vermem gerekir." Genişliği Konya Ovası'nı aratmazken bu umursamazlığı ve rahatlığı inanılmaz derecede şaşırtıcıydı. Muhtemelen varlıklı bir ailenin çocuğuydu ve yönetim tarafından sürekli tolere edilmeye alışmıştı. "Bana bak şımarık velet-"

Söylediklerimden hiçbir biçimde etkilenmediği yüzünden okunuyordu. "Artık sen de adını bahşetsen diyorum sevgili 'E', bak elim havada kaldı ama."

Ağzım açık kalmış hâlde " 'E' mi?" diye tekrarladım. Bu çocuk müneccim miydi yoksa adım alnımda falan mı yazıyordu? Hayır, sabah da yüzümü yıkamıştım. Yazsaydı görürdüm değil mi ama?

"Evet, isminin baş harfi dışında hiçbir şey bilmiyordum Külkedisi, o yüzden seni bulmam çok zor oldu."

"İsmimi bilmiyorsan baş harfini nereden biliyorsun?"

"Falcıya gittim." Kaşlarımı çatmış durumu anlamaya çalışırken adamın alaycı gülüşüyle işletildiğimi anladım. Bu çocuk öyle manyaktı ve öyle inanılmazdı ki ne söylese inanırdım artık. Beni bulmak için okulun alarm sistemini devreye sokan bir deliden her şeyi beklerdim ve bu benim en haklı tepkim olurdu. Saf bakışlarıma gülerken geç de olsa duruma bir açıklama getirmeyi ihmal etmedi. Elini cebine atarken acaba bu defa ne çıkaracak, el bombası falan mı, diye düşünmeden edemedim. "O gün hastanede bilekliğini düşürmüşsün." Avcundaki benim bilekliğimdi, bana uzattı. "Sonrasında tıpkı Külkedisi gibi sırra kadem bastın ama ben vazgeçmedim, ne yapıp edip buldum seni." Şaşkın ve boş gözlerle kendisine baktığımı görünce "Eee yok mu bir alkış?" derken tüm bu olanlar hayatının olağan akışıymış gibi sıradan davranıyordu.

Bense sevinçten gözlerim parlarken elindeki bilekliği aldım. Tüm bu saçmalıklara rağmen çok mutluydum bilekliğime kavuştuğum için. O günden beri her yerde aramıştım fakat bulamamıştım. Çok mutluydum. "Günlerdir bunu arıyorum! Hastanede mi düşürmüşüm?" Minnet dolu ancak mesafeli bir ifadeyle duygularımı dile getirdim. "Gerçekten benim için çok değerliydi, teşekkür ederim."

"Yani?"

"Yani, ne?" Gözlerinde teşekkürün de ötesinde elle tutulur bir şeyler beklediği belliydi ama anlamazdan gelmek açıkçası işime geliyordu.

"Seninle bir yerlerde bir şeyler içmeye hak kazandım mı?"

"Nasıl yani?"

"Her şeyin bir karşılığı yok mudur? Ben de bana teşekkür etmen için bir fırsat veriyorum sana 'E' Hanım."

Yüzümdeki minnet silinmiş, yerine o ilk anki itici bakışlar gelivermişti. Karşılıksız iyilik diye bir şey duymamış mıydı bu şımarık velet? Bu ucuz numaraya bezgin bakışlarla "Bilekliğimi bana ulaştırdığın için teşekkür ederim ama seninle hiçbir yere gidemem." diye karşılık verdim.

"Tabii, sen beni tanımıyorsun."

Bakın böyle bir pas vermeseydi ben onun popülerliğinin konusunu bile açmayacaktım, siz şahitsiniz. Kinayeli bir ses tonuyla yanıt vermeyi tercih ettim. "Aksine, çok iyi tanıyorum." Çocuk soru dolu bakışlarla bakarken devam ettim. "Ve eğer tahmin ettiğim kişiysen belki de hayatımdaki en mantıklı kararı vermişim demektir."

"Kimmiş tahmin ettiği kişi?"

Cevap verip laf dalaşına girmektense arkama dönüp gitmeyi tercih ettim. Muhabbeti daha fazla uzatmak niyetinde değildim. Tabii kazazedenin -pardon artık adını biliyorum- Doruk'un niyeti tam tersiydi. Öyle ki, arkamdan seslenip beni durdurmayı başarmıştı.

"Bari adını söyleseydin, bir daha doğal afet çıkarttırma bana!"

Ona döndüğümde elleri iki yana açılmış isyankâr bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. Sahte bir sitem hâkimdi bakışlarında. Ona yaklaşıp baştan savma bir ifadeyle "Ben Ela, memnun oldum ve hoşça kal." deyiverdim. Lafı uzatmayı ve bu çocukla gereğinden fazla samimiyet kurmanın anlamı yoktu benim için. "Mümkünse bir sonraki adımın kampüsü ateşe vermek gibi bir eylem olmasın. En azından ben mezun olana kadar böyle bir vukuat olsun istemiyorum. Görüşmemek üzere." Bu defa arkama bile bakmadan giderken ardımda bıraktığım çocuğun ilgili ses tonuyla "Ela..." diye mırıldanarak tekrarlayışı ses tonundan mıdır nedendir bilmem bir müzik tınısı gibi çalınmıştı kulağıma. Çok etkileyiciydi. İstediği kadar etkileyici olabilirdi, mahsuru yoktu. Ben Doruk denen bu çocuğun o meşhur hikâyelerdeki kötü çocuk olduğunun ve ondan fersah fersah uzak durmam gerektiğinin farkındaydım. Benim gibi heyecan yaşamaya bile üşenen biri için tüm bunlar fazlaydı. Daha şimdiden aksiyona doymuştum.

...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top