⇝ Gökkuşağı Grisi | 6
-6-
Ve okulun ilk günü... Her yerde ballandıra ballandıra anlatılan, kurgusal karakterin hayatını kökünden değiştiren muazzam gün falan filan değil mi? Hadi ama hepimiz buna çok alıştık, kabul edelim. Benim ilk günüm oldukça sıradan geçiyordu. Neden mi? Hayaller, hayatlar meselesi işte bilirsiniz. Bu sırada oda arkadaşımız Fidan da gelmişti. Tanışıp kaynaşmıştık ve ben ilk intibaa bakılacak olursa iyi biri olduğunu düşünüyorum. Nasıl anlatsam... İçine kapanık, suskun bir insan. Soru sorulmadıkça pek konuşmuyor. Sürekli köşesine çekilip defterine bir şeyler karalıyor. İdil olsaydı kesin ne yapar ne eder o deftere neler karaladığını öğrenir hatta bunun için Sherlock Holmes ruhuna bile soyunurdu. Alırdı eline bir büyüteç, defteri gizliden gizliye iyice bir incelerdi. Röntgenini bile çekerdi yani. Tamam, tüm suçu sevgili kuzenime atmak olmaz. Ben de en az İdil kadar merak ediyorum sanırım. Her neyse, bu kadar merak yeter. İş iyice Bay Gizem meselesine dönmesin yoksa bu gidişle Fidan'ı Agatha Cristie falan ilân edeceğim. İnsanları hayali bir kimliğe sokmakta üstüme yoktur bilirsiniz.
Okulun ilk günü gibi ilk haftası da suskun, sakin, olaysız geçmişti. Ve kendisine Son Mohikan lakabını taktığım arkadaşımız Nur hâlâ yurda giriş yapmamıştı. Yüzünü gören cennetlik şeklinde tabir edilen kişilerden sanırım arkadaş, gelmek için okulun bitmesini bekliyor olmalı. Şu rahatlığın onda biri bende olsa var ya... Gerçi Büşra beni "O kafasına estikçe gelir, okul başlayınca değil." diye uyarmıştı ama ne bileyim bu kadarını da beklemiyordum doğrusu. Abarttığını falan düşünmüştüm hatta. Bir öğrencinin neden ve nasıl bu kadar sorumsuz olduğunu, ailesinin emeklerini nasıl olurda böyle umursamadığını sorgulasam da beni çok fazla ilgilendirmediğine kanaat getirip tanımadığım birini böylesine önyargılı bir biçimde eleştirmekten vazgeçtim. Aksi takdirde bizim mahallenin o nefret ettiğim Mobese kılıklı Meraklı Melahatgiller Cemiyeti'nden farksız olacaktım ki bu en son istediğim şey bile değildi.
İlk haftanın rehavetine kapıldığımızı okulun ikinci haftasının ilk günlerinde anlamıştık. Sanırım içten içe tüm eğitim öğretim yılının bu ilk hafta gibi rahat ve sessiz geçeceğini düşünüp kendimi kandırmıştım. Gün geçtikçe dersler hatta o aman canımm ortaokulda kaldı bunlar dediğim ödevler bile yavaş yavaş başlamıştı. Yurttaki kızlarla hayatımızdaki tek aksiyon arada bir yemekhane kuyruğunda kızlar arasında konuşulan Doruk isimli kişi. Kendisi neden bu kadar konuşuluyordu bilmiyordum ama aklıma iki ihtimal geliyordu; ya kendisi üniversitenin muhtarıydı ya da yeni bir kötü çocuk klişesiyle daha karşı karşıyaydık. Ki ben ilk şıkkın olması için her şeyimi verirdim çünkü üniversitede tüm kızlar tarafından tapılan bir kötü çocuk klişesini daha yüreğim kaldırmazdı. Mümkünse İdil'in okulunda olsun böyle şeyler, bakın o çıldırır böyle şeyler için ha. Ona anca popüler bir çocuk dadansın böyle filmlerdeki gibi evine kıyafet bıraksın, "Hey bebek, akşam gelip kırmızı üstü açık spor arabamla gelip seni alayım, partilere akalım." desin. Deli olur böyle şeyler için valla bak.
Günler geçtikçe yemekhane sırasında, tuvalette, bahçede küresel ısınma gibi sürekli bu çocuk konuşulur oldu. Hatta yemekhanede iki kız arasında geçen o muhabbete kulak misafiri olmasaydım keşke diyor insan.
"Doruk ortalarda hiç görünmüyor. Başka okula mı geçti, okulu mu bıraktı ne yaptı?"
"Onu Halkla İlişkiler üçüncü sınıftan Sinem'le gördüler diye duydum."
Yemin ederim çocuğun anası babası bile bu kızlar kadar merak etmiyordur nerede olduğunu. Muhabbeti başlatan ve Doruk'u kendine dert edinen kız da durur mu, sordu tabii.
"Şu mirasyedi Sinem Akdağ mı?"
İnsanın böyle anılması ne kadar üzücü değil mi? Hayattaki tek unvanının da miras yemekten gelmesi. Ay gülmeyeceğim durun şimdi bir. Önümdeki kız diğerine yanıt verecekken elimdeki boş tepsiyle hafifçe iterek önünde boşalan yere geçmesi için ufak bir hatırlatmada bulundum. Doruk mudur ne zıkkımdır, çocuk yüzünden aç kalacağız yoksa.
Kız kendisini hafifçe itmemle ileri doğru giderken de arkamdaki kıza yanıt yetiştirmeye çalışıyordu. "Evet, Doruk gibi popüler bir çocuğa da Sinem gibi bir kız yakışır."
Kral kraliçe durumları herhâlde. Hı... Neyse, benim anlamadığım konular. Kafam basmıyor, basmasına da gerek yok. Vizelerde, finallerde Doruk Bey'in son ilişkisini sormayacaklar sonuçta. Ay sorarlar mı yoksa? Bilemedim ki şimdi. Herkesin derdi buyken ben bir işkillendim, inşallah sormazlar, çok amin.
"Yanlış biliyor olabilirsin," diyerek az önceki kızın tezini çürütmeye çalıştı diğeri. "Çünkü ben onu ünlü manken İrem Özdelen'le yakalanmış diye duydum. Hatta gazetelere falan çıkmışlar."
Ooo mirasyediler, mankenler havada uçuşuyor. Ben daha elimdeki parayla bu ayı tamamlayabilir miyim diye düşünüyorum hatta geçende hamburger almak için üç kere düşündüğümü hatırlıyorum. Sadece paradan dolayı değildi gerçi param vardı ama bir miktar kilo almaktan da korkuyordum da neyse konumuz bu değil. Siz anladınız.
"Hadi canım, öyle olsa birimizin haberi olurdu."
Olmazdı canım, çünkü sizin gibi kızların gazete okuduğunu hiç sanmıyorum. Ben açık ve net bir insanım ve bu muhabbetten sonra bahsi geçen kızları yakından tanımama gerek yok. Ha belki magazin haberlerine bakıp kapatıyor olabilirler şimdi günahlarını almayayım.
"Nereden haberin olacak, gazete mi okuyorsun? Sen anca dergi." diyerek tahminimi güçlendirdi arkadaşı. O an bıyık altından gülmedim desem yalan bak. Güldüm. Ama sorun, niye güldüm? Tamam, ben de gazetenin ekonomi sayfalarını takip eden profesyonel bir borsacı değilim ama en azından dünyada olan bitenden biraz daha haberdarım.
İnatla "Haberim olur," diye diretti kız. "Doruk'un çıktığı tüm haberleri takip ederim ben."
Muhabbet burada sonlandı. Yani en azından yemek sırası bana geldi de iki ateş hattından kurtuldum. Usulca dolu tepsimle bulduğum ilk boş masaya oturdum. Şeyi çok merak ediyorum mesela, bu kızların başka işi gücü yok mu? Hayır, hiç mi gelecek kaygısı yok? Biz şimdi okuyoruz, bu bölümü bitireceğiz de ya ülkenin yarısı gibi işsizler kervanına katılırsak? Hani bunları hiç düşünmüyorlar mı merak etmekteyim doğrusu. Kabul ediyorum, biraz kamu spotu gibi konuştum ama gerçek hayat da böyle bir şey değil midir yani? Ayrıca başka insanların hayatları ne kadar da ilgi çekici geliyordu bazı insanlara? Bayağı eminim ki bu kızlar Doruk mudur nedir, o çocuğu düşündüklerinin yarısı kadar kendi hayatlarının amacını, geleceklerini şöyle oturup sorgulamıyordur yani. Açlıktan ölmek üzere yemeğime yumulurken kuru fasulyeme ve pirinç pilavıma bir dakika daha geç kavuşmama neden olan o çocuğa hafif bir kinlenmiş bile olabilirdim çünkü yemek mühim bir olaydı benim için. Neyse yemek yiyince o ufacık kinim de geçer nasıl olsa. Ben kuru fasulyemi kaşıklayayım bari derken tam karşımdaki masadan bana bakan Mertan'ı son anda fark ettim. Okula ilk geldiğimde oldukça yardımsever davranmıştı. Arkadaşlarıyla yemek yiyordu. Baş işaretiyle selamlaştık. Rahatça yemeğimi yedikten sonra İdil aradığında zamanlamasına hayrandım, çünkü on beş dakika önce ben açlıktan ölmek üzereyken arasaydı küfür bile edebilirdim. Neyse ki karnım tok, sırtım pekti. En sıradan ses tonumla gözlerimi devirerek açtım telefonu. Keşke beni günde üç yüz altmış beş defa arayan değil de mesela şu arama sayısını yılın diğer günlerine yayan bir kuzenim olsa. "Efendim İdil."
"Burası çok sıkıcı, yanına gelmek istiyorum."
Alayla "Sağ ol, ben de iyiyim İdilciğim. Sorduğun için teşekkür ederim." diyerek kinaye yaptım. Şimdi okulun ilk haftası diye böyle, orada bir arkadaş ortamı oluştursun ayda bir ararsa şükrederim ben biliyorum malımı.
"Aman sen sanki çok hâlimi hatırımı sordun da!"
"Telefonu açar açmaz bodoslama dalmasaydın sıra benim hâl hatır sorma faslıma gelecekti de neyse şimdi. Ne oldu?"
"Ya burası aşırı sıkıcı, hiçbir şey olduğu yok."
"Nasıl bir şey olmasını bekliyorsun acaba? Zombi istilası tarzı bir şey mi yoksa Alacakaranlık'taki gibi yakışıklı vampirler falan mı? Alayım siparişinizi İdil Hanım." Alaycı tavrımdan ötürü telefonun diğer ucundan bir oflama sesinin geldiğini duyabiliyordum. "Kızım burası da çok sıkıcı. Üstelik kimseyi tanımıyorum, senin gibi kolay arkadaş edinebilen biri de değilim zaten. Ama okul işte nasıl bir atraksiyon bekliyorsun, üniversiteye kaydolduk Rio Karnavalına değil ki." Bilmiş bir tavırla başımı yavaşça aşağı yukarı sallarken ekledim. "Hele bir vize dönemi gelsin, sen o zaman aksiyonu. Ortalık Açlık Oyunları'na dönecek bak gör. Kan, ter, gözyaşı, dersten kalma korkusu. Bugünlerini çok arayacaksın, çok!"
"Aynı annem gibi konuştun ha valla bak!"
Belli ki İdil yanlış üniversiteye gitmişti. Aslında o İzmir'e, ben Bursa'ya gitmeliydim. Onun gibi gezmeyi, eğlenmeyi, partileri ve gece hayatını seven biri İzmir'e yakışırdı. Benim gibi kültür ve sanatsever biri de elbette tarihî değeri olan Bursa'da olması uygun düşerdi. Mukadderat.
İdil biraz sızlanıp telefonu kapattıktan sonra ben de tabağımda kalan son pirinç tanelerini de kaşıkladım. O sırada Mertan da arkadaşlarıyla vedalaşmış, iki çay alıp benim masama doğru geliyordu. "Selam. Nasıl geçiyor okulun ilk haftaları?" diyerek karşıma oturdu.
Gözlerimi devirerek bezgin bir ifadeyle "Yoğun." yanıtını verirken yarım yamalak gülümsedim.
"Arkadaş edinebildin mi?"
"Pek değil ama yurtta var."
"Biraz içine kapanıksın galiba."
Eh, dercesine ağır ağır salladım başımı. "Öyle de denebilir." Sadece İdil kadar kolay arkadaş edinebilen biri değildim sanırım. Yoksa arkadaş canlısıyımdır. Aniden aklıma gelen konuyla ilgili söze girdim. "Ha bu arada, sen buralara hakimsin. Ben iş arıyorum, eğer bana başvurmam için önerebileceğin bir yer varsa hayır demem."
Gayet yardımsever ve istekli bir biçimde başını salladı Mertan. "Ah, evet sanırım bir yer var. Okulun yakınlarında arkadaşımın bir arkadaşımın kafesi var. Geçen gün konuşurken laf arasında oraya bir garson daha aradığını söylemişti. Eğer hâlâ arıyorsa seni oraya yönlendireyim istersen. Senin için de uygun mu?"
Sevinçle ellerimi çırptım. "Harika olur!" Verdiğim çocukça tepkiden sonra genç kız kimliğime geri dönüp ciddileşirken bile mutluydum. "Çok teşekkür ederim gerçekten."
Tebessüm etti sadece. Daha önce de dediğim gibi her ne kadar arkadaş canlısı olsa dahi okuldaki konumundan olsa gerek ciddi bir duruşu vardı. "Dur bakalım, daha net bir şey yok. Hayırlısıyla işe gir sonra teşekkür edersin." Mertan arkadaşının numarasını tuşlayıp konuşmaya başladığında ben öyle şaşkın ördek gibi etrafıma bakınıyordum.
O dakikalarda yanımdan geçen üç kişilik bir grup da yine Doruk'u konuşuyordu. Ama aralarında yemekhane sırasındaki iki kız da var mıydı, aynı kişiler miydi bilmiyorum bakın. Belki ben sürekli aynı kişilerle karşılaşıyordum da o sebepten abartıyorumdur bilemiyorum. Ama yani şu okuldaki iki haftalık ömrüm süresince şunu anladım ki, bizim memlekette Şeyma Subaşı neyse bu üniversitede de Doruk denen çocuk oydu. Daha da bu konuda konuşmayacağım. Nokta.
...
*
MULTİMEDYA: @cocuklugunsonu hikâyemiz için bu ve bunun gibi birkaç çalışma, kapak yapmış. Bölüm başlarında paylaşıyor olacağım. Ellerine sağlık canım, çok teşekkür ederim. 💖
•••
YAZAR NOTU: Yeni kapağımızı nasıl buldunuz?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top