⇝ Gökkuşağı Grisi | 10
-10-
Konuya bodoslama dalmak gibi olacak ama ben şunu anlamıyorum, çoğunluğun hoşuna giden şeyler diğer insanların nasıl hayatının merkezine oturabiliyor bir anda? Bu nasıl bir sürü psikolojisi? Kimsenin kendine ait bir hayatı yok mu? Çoğu hikâye aynıdır, okulun popüler çocuğu kızların ağzına sıçar ve hepsi de "Aiyyyy ne kadar tatlığğğ!" diye aptalca haykırır. İnsanlar kendisine acı veren kişileri sevmeye mi meyilli yoksa toplum tarafından onaylanma ihtiyacı mı duyuyoruz?
Beni böyle felsefi düşünmeye sevk eden, son zamanlarda okulun her köşesinde Doruk denen çocuğu neredeyse herkesin konuşuyor olması. Utanmasalar adamı tuvalete giderken bile takip edeceklerdi.
İdil'le önce yurda gidip onun eşyalarını bırakırken aklımı meşgul eden bu konuları kendisinden saklıyordum çünkü ben ne zaman bu tür düşüncelerimi ona anlatsam konuyu abartmaya ya da uzatmaya çok meyilli olabiliyor. Zaten anlattığım kadarı bile kızın diline pelesenk olmuş durumda. Okul bahçesinde onu arkadaşlarımla tanıştırdığımda oldukça mutlu ve sabırsız görünüyordu. Hatta sevgili kuzenim ne hikmetse okuluma gitmek için olağanüstü bir çabayla acele ediyordu. Buna beni çekiştirmek de dâhil.
"İdil yakamı bırakır mısın?"
"Bak bakalım etrafta mı o yakışıklı?"
"Kim?"
"O canım, anlattığın çocuk işte anlamazdan gelme!"
İdil'in niyetini anlamak çok da zor olmuyordu benim için. Hele ki çocukluğumuz birlikte geçmişken. Ve şunu çok iyi biliyordum ki bu işin peşini kolay kolay bırakmayacaktı.
"O öyle ortalık yerde bulunmuyor, genellikle kara borsadır." Düşünür gibi gözlerim kısa bir an boşluğa daldı. "Gerçi tüm okulun nefes alış verişlerini bile takip ettiği düşünülürse en doğrusunu yapıyor da diyebiliriz. Her neyse."
"O kadar popüler ha?" Gözlerini kısarak "Hani tanımıyordun sen onu?" diye soran İdil bir ipucu yakaladığını mı sanıyordu bilmiyordum ama dedektif gibi şüphe dolu bakışlarını üzerime diktiğinde rahatsız olmuştum.
"Ya tanımakla ne ilgisi var? Dedim ya sana herkes bu serseriyi konuşuyor diye. Ayrıca birincisi, o işletme bölümü olduğu için buralarda olmaz. Sen şimdi onu da nereden bildiğimi sorarsın."
İdil "Anladık, anladık. Popüler olduğu için." yanıtını verdi baygın bakışlarla. Bana pek de inanmıyormuş gibiydi ama bu benim ne kadar umurumdaydı ki?
Kararlılıkla sözlerime devam ettim. "İkincisi de, boşuna heveslenme çatlasan da paylaşan da seni tanıştırmayacağım."
"Ben kendimi tanıştırırım sen merak etme."
İddialı tavrı iyiden iyiye sinirimi bozmuştu ve alayla gülmeye başladım. "O olduğunu nereden bileceksin sen?"
"Tabii ki senin ona bakışlarından."
İyiden iyiye saçmalamaya başlamıştı ve ileri gidiyordu. Ancak bu benim için şaşırtıcı bir şey değildi çünkü sevgili kuzenim İdil ileri gitmeyi son derece severdi. "Allah aşkına ortalığı karıştırma." Onun dikkatini dağıtmak için elimden geleni yapıyordum. Yeter ki o popüler serseri meselesini unutsun. "Gel sana okulu gezdireyim, sonra da kafeteryada bir şeyler içeriz ha? Akşama doğru yurda uğrar, eşyalarını pansiyona bırakırız." Aniden aklıma gelmiş gibi sordum. "Sahi, hangi pansiyonda kalıyorsun?"
"Bizim mahallede, 4 numaradaki Semra teyzenin yeğeni Sinan vardı ya. Yakışıklı, doktor Sinan..." Onu anlatırken kendinden geçmişti. Elini kalbine koyarak iç geçirdi. "Ah Sinan, ah..."
Sinan abi, şimdi abi dediğime bakmayın birkaç yıl öncesine kadar bizim yaşımızda bütün mahalle kızlarının hayranlık duyduğu yakışıklı, karizmatik, zeki ve çalışkan adamdı. O lisedeyken biz ortaokuldaydık, kendisi üniversiteye geçtiğinde biz de liseliydik ve ta ortaokul döneminden beri mahallenin kızları tarafından çokça sevilen biriydi. Şöyle söyleyeyim, Çılgın Bediş'teki Oktay neyse Sinan abi de bizim için oydu. Şaşırdım adını duyunca. "Ha, Sinan abi mi?" Uzun zamandır ne adını duymuştuk ne de onun hakkında herhangi bir haber. Sadece bir ara mezun olup İzmir'e taşındı diye duymuştuk ama Semra teyze genellikle Ankara'daki büyük kızına gidip kaldığı için oğlu hakkında pek de bir bilgiye vakıf değildik. Bağlantımız kopmuş sayılırdı kısacası.
Yüzünü ekşiterek "He, Sinan abi!" derken İdil'in yüzündeki alaycı ve azarlayan yüz ifadesinin farkındaydım. Sinan'a abi demem pek de hoşuna gitmiyordu. Sonuçta onunla aramızda pek de bir yaş farkı yoktu ve ben abi deyince sanki onun da abisiymiş gibi geliyordu muhtemelen. Oysa İdil'in Sinan'ı bir abi gibi görmediği aşikârdı.
"İzmir'de çalışıyor diye duymuştum ama..."
"Aynen, işte o bir pansiyon ayarladı bana sağ olsun. Orada kalacağım."
"E iyi bari."
"Ay ne kadar meraksızsın Ela, hiçbir şey sormuyorsun! Merak etmiyor musun ne yapıyormuş, ne ediyormuş, hayatında biri var mıymış?"
"Bu kadarını ayaküstü konuşmuş olamazsınız herhâlde, değil mi? Ayrıca ne yapacak Allah aşkına İdil, çalışıyordur adam. Doktor olmak kolay mı sanıyorsun? Başını kaşıyacak vakti varsa dua ediyordur bence."
Kaşlarını keyifle havalandıran kuzenim müjde verir gibi bir ses tonu takındı. "Yarın bir şeyler içeceğiz diye sözleştik, ona göre."
Bense omuz silktim umursamazca. "Bana ne canım, gidin için ne içiyorsanız."
"Sen de geliyorsun, şapşal!"
"Saçmalama İdil, benim ne işim olur? Hem dünya kadar işim gücüm, dersim var."
"Valla ben anlamam. Hem Sinan'a da söyledim, Ela da geliyor dedim, çok sevindi. Mutlaka seni de bekler şimdi. Ayıp olur gelmezsen."
"Benim adıma niye söz veriyorsun ki? Ya, ne güzel baş başa kalırdınız. Ne diye beni de sürüklüyorsun?"
"Amma nazlandın ya! Kaç yıl oldu görüşmeyeli. Ya Ela, gel işte."
Cevap vermesem de sessiz bir biçimde onaylamak mecburiyetinde kaldım. Aksi hâlde kuzenim hayırı bir cevap olarak kabul etmiyordu. Hem ne yazık ki sessiz kalmak da bir nevi onay sayılırdı. Bu konunun ardından okulu da gezmiştik. İdil bayılmıştı buraya. En azından benim fakültemde gezilmedik yer bırakmamıştık ve çok yorulmuştuk. Buna rağmen gezmediğimiz o kadar çok yer vardı ki...
Kafeteryaya gelip ilk bulduğumuz yere oturduk. Ben yorgunluktan ayaklarımı yere uzatabildiğim kadar uzatırken İdil bir bu kadar gezebilecek gibi heyecan dolu ve ışıltılı bakıyordu.
"Kızım bomba burası ya! Yani şöyle söyleyeyim, burada sıkılmak imkânsız!"
"İnsan her yerden sıkılır İdilciğim, yeter ki doğru yerden bakmasını bil."
Kuzenimin beni taklit etmesi üzerine gülüştük. Kahvelerimizi yudumlarken arkadaşlarımdan Özge geldi ve kısa bir şekilde tanıştırdım kuzenimle. Sanırım Özge'yi de bahçe kapısında bir kız arkadaşı beklediği için muhabbetimizi kısa tutmak zorunda kaldık. O giderken Mertan geliverdi.
"Merhaba Ela."
"Merhaba."
İdil merak dolu imalı bakışlarla "Elacığım, bizi tanıştırmayacak mısın?" diye sorarken gözlerinde ne demek istediğini neon ışıklarla okuyabiliyordum.
"Ah, evet. Tanıştırayım..."
Ben tam tanıştırmaya yeltenirken "Ben Mertan." diyerek elini uzattı. İlk tanışmamızı hatırladım da, daha soğuktu Mertan. Ya benim tanıdığım olduğu için ya da İdil'den hoşlandığı için daha arkadaş canlısı davranmıştı ona.
"Memnun oldum, ben de İdil. Ela'nın kuzeniyim."
Ayaküstü kısa bir konuşmadan sonra Mertan yanımızdan ayrıldığında İdil imalı bakışlarını üzerimden çekmek nedir bilmiyordu. "Bu mu?"
"Kim?"
"Bahsettiğin çocuk işte, bu mu? Gerçi bahsettiğin tanıma pek uymuyor da."
"Hayır tabii ki, bahsettim ya Mertan diye. Okulun ilk günü tanıştığım asistan, epey yardımcı oldu iş bulman konusunda."
"Ha, hatırladım. Çok efendi bir çocuğa benziyor. Ama ne yazık ki ben serserileri daha etkileyici buluyorum."
İdil'in çapkın bakışları eşliğinde gözlerimi devirdim. "Bu konuyu kapatabilir miyiz artık? Anlattığıma pişman etme beni."
"Valla pek unutulacak gibi değil ama... Seni bulmak için yangın alarmını çalıştırmış yakışıklı manyak şey!"
"İdil!"
"Tamam be, sustum!" Kollarını kavuşturdu küskünce. "Ayrıca senin gibi sinamekide de ne bulduysa artık." Özlem dolu bir iç çekti. "Ah, ah... Böyle serseri ruhlu çocuklar beni neden bulmaz onu da anlamış değilim ama neyse." Gözleriyle çaprazımızdaki masalardan birinde hocalarımızdan biriyle aynı masada oturmuş sandviç yiyen Mertan'ı işaret etti. "Peki bu asistan çocuk, bekâr mı?"
"Ay ne bileyim ben İdil? Herkesin çetelesini mi tutuyorum sanki? İyice Dest-i İzdivaç programına çevirdin burayı, utanmasan herkesle çay içeceksin. İşin kötüsü, beni de karıştıracaksın bu işlere."
"Duyan da seni mafyaya bulaştırıyorum zanneder. Kızım ne güzel eli yüzü düzgün kısmetler ayarlıyorum bize, bir müsaade et! Hem evliliklerin çoğu böyle üniversiteden tanıştığımız kişilerle oluyormuş biliyor musun? Bir istatistik böyle diyor."
"Sen inanma çok o istatistiklere." Baştan savma bir ifade takındım. "Hem evliyse evli, bekârsa bekâr. Bize ne?"
"Ne kadar da meraksızsın!"
"Doymadın şunu söylemeye, doymadın!"
Kuzenine kınayan bakışlar gönderen İdil bilgiç bir ifadeyle "Ben baktım ama. Parmağında yüzük yoktu." diyerek tek kaşını kaldırdı.
Bense Sherlock Holmes gibi iz süren kuzenime başımı iki yana sallayarak yanıt verdim. Buna mı dikkat ediyordu şimdi? Gözlerimi devirdiğimde mesajımı aldığını umuyordum ama nafile.
İdil iri gözleriyle "Hoş çocuk ama." diye lafa girince sabrımın son demlerindeydim. "Aranı iyi tut, belki bir şeyler olur. Olmazsa da etinden sütünden faydalanırsın. Bakarsın sınavlarda kopya falan verir."
Cidden tepki gösterdim bu kez. İyice ileri gidiyordu. "Ne biçim konuşuyorsun sen?" diye söylenirken kınayan bakışlar atma sırası bendeydi. İdilciğim, neden kafan hep illegal işlere çalışıyor anlatsana biraz?
"Tamam canım, şaka yaptım."
"Yok anacım yok, senin okumaya niyetin falan yok. Teyzeme söyleyeyim de seni okuldan alsın. Artık sanayiye mi veriyor kafede mi çalıştırıyor ben bilmem." Kollarımı kavuşturmuş tavırlı bir ifadeyle etrafı süzerken Doruk'un kapıdan içeri girdiğini gördüm. O an ne yapacağımı pek bilemedim açıkçası. Elim ayağım birbirine dolanmıştı. Yüzümü önce ellerimle, sonra da önümdeki defterimle kapatmaya çalıştım. İdil'e söylemekle hata yapacağımı biliyordum ama ona söylemeden nasıl buharlaşabilirdim ki buradan? Bir noktada mecburdum. "O burada..." diye mırıldandım telaşla.
"Kim?"
"O işte!"
"O kim?"
Sanki saatlerdir göz çapkınlığı yapıp erkekleri süzen ve hayatımıza yeni giren gerekli gereksiz tüm erkekleri çekiştiren kendisi değilmiş gibi alık alık suratıma bakmaya başlayan İdil'e "Motosikletli kazazede!" diye açıklama yapmak zorunda kaldım.
"Ne?" Çığlık koparan kuzenim aniden etrafına bakınıp dikkatleri daha çok üstümüze çekmekten başka bir işe yaramadı. "Hangisi?"
"Rahat dur kızım! Damgalı eşek gibi reklam ediyorsun bizi!" Oflayarak kendimi saklamaya çalışırken omzuma dokunan elle tedirgin bir biçimde başımı kaldırmak zorunda kaldım. Ve o karşımdaydı.
Karizmatik ve şımarık gülüşüyle yüzüme bakıyordu. "Neredeyse FBI'a haber verecektim Külkedisi, seni bulmak neden bu kadar zor?"
...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top