sonsöz, part 3




"ben hayalet olmadan önce tanışsaydık nasıl olurdu?" diye sordu jisung çimenlerle oynayan minho'ya.

minho bir süre jisung'un sorusunu düşündü. jisung hala yaşıyor olsaydı her şey nasıl olurdu hiç düşünmemişti.

yine her şey yaşadıkları gibi mi olurdu?

"ee, benden daha büyük olurdun. ama beş yaş çok da kötü değil, değil mi?"

jisung kahkaha attı. "sen sadece on sekiz yaşındayken ben yirmi üç olurdum. hayal etsene."

minho da içten bir kahkaha atarken eğer jisung hayalet olmasaydı jisung'la ikisinin aynı durumda olacağından şüpheliydi.

ayrıca ikisinin yakınlaşmasındaki tek sebep jisung'un bu dünyayı terk etmek istiyor oluşuydu.

eğer öyle olmasaydı minho'yla jisung'un beraber takılmak için bir sebebi olmazdı, belki de birbirlerine aşık bile olmazlardı.

kısa süre içinde ayrılacakları bilerek şu anda hissettikleri acıyı yaşamıyor olurlardı.

ancak ya tanışmaları en başından beri kaderlerinde yazılıysa?

9 yıl önce

"büyükbaba, o çikolatayı istiyorum, lütfen." dokuz yaşındaki minho boyunun yetmediği tezgahın üzerindeki çikolatayı işaret edereken mızıkladı.

büyükbabası homurdanarak onu geçiştirdi. "çocuklar o kadar çok şeker yiyemez." bakkaldan çıkıp giderken ardında dudaklarını büzen minho kalmıştı.

kollarını göğsünde birleştirirken suratını asarak bakkaldan çıkmak için yürümeye başlamıştı.

o anda biraz daha uzun boylu bir çocuk tezgaha uzandı ve minho'nun yemek için yalvardığı çikolata paketini aldı.

"o zaman içeceğimi almayacağım," dedi çocuk kendi kendisine ve içeceğini geri bıraktı. çikolatanın parasını ödedikten sonra hala suratını asarak yürüyen minho'ya doğru gitti.

hafifçe eğilip çikolatayı minho'ya uzattı. "baksana, bunu istemiştin, değil mi?"

minho'nun çikolata için yalvardığını duymuştu ve kendi içeceğini almak yerine ona çikolatayı almaya karar vermişti.

minho kocaman gülümserken hızla çikolatayı yabancının elinden aldı. fakat öğretmeninin okulda söylediği şeyleri hatırlarken gülümsemesi kayboldu. 'sakın yabancılardan şeker almayın.'

minho bir kez daha suratını asarken jisung tereddüt ettiğini hissetti. "öğretmenim tanımadığım insanlardan şeker almamamı söyledi."

jisung kahkaha atarken diğer elini uzattı. "selam, ben han jisung. senin adın ne?" minho da elini uzatarak yabancının elini sıktı.

elleri birbirlerine yapboz parçası gibi kusursuzca uymuştu. "ben lee minho."

on dört yaşındaki jisug sırıtırken küçük çocuğun gülümsemesini görünce kalp atışları hızlandı. "gördün mü? artık birbirimizi tanıyoruz. şimdi çikolatayı benden alabilirsin."

minho'nun gözleri heyecanla büyürken çikolatayı elinden alıp teşekkür etti.

ikili başka bir şey diyemeden minho'nun büyükbabası ona seslendi. "minho, acele et! geç kalıyoruz."

minho dedesine baktıktan sonra jisung'a bakarak tekrar teşekkür etti. "çok teşekkür ederim." elindeki çikolatayı sıkıca tutarak bakkaldan koşarak çıkarken jisung'a cevap verme fırsatı bile tanımamıştı.

jisung, minho'nun arkasından bakarken kendi kendisine gülümsüyordu.

iki çocuğun da midesinde hissettikleri hissin ne olduğu hakkında hiç bir fikri yoktu. gelecekte neler olacak hiçbir fikirleri yoktu.

kaderin ikisi için de yazacağı çok büyük bir hikayenin var olduğundan bihaberlerdi.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top