IV
IV
"Baksana," dedi Maheude kocasına, "mademki para almak için Montsou'ya gidiyorsun, gelirken bana yarım kilo kahveyle bir kilo şeker getir."
Maheu tamirciye para vermemek için pabuçlarından birini dikmekteydi.
"Tamam," diye mırıldandı işine devam ederken.
"Bir de kasaba uğrasan... bir parça dana eti alırsın, ha? Ne zamandır eve et girmedi."
Maheu bu kez kafasını kaldırdı.
"Demek mirasa konduğumu sanıyorsun... İşe sürekli ara verdiklerinden on beş günlüğümüz kuşa döndü."
İkisi de sustular. Ekim sonunda, bir cumartesi öğleden sonrasıydı. İşletme ödeme sıkıntısı gerekçesiyle o gün de tüm madenlerde kömür çıkartma işlemini durdurmuştu. İşletme yönetimi giderek büyüyen sanayi krizinden dolayı paniğe kapılmıştı, zaten fazla olan stoklarını artırmak istemiyor, on bin çalışanını işsiz bırakmak için en küçük fırsatı kaçırmıyordu.
"Biliyorsun Étienne seni Rasseneur'ün yerinde bekliyor," diye devam etti Maheude. "Onu da yanında götür, hesap konusunda anlaşamazsanız, senden daha becerikli davranacaktır."
Maheu başıyla onayladı.
"Ayrıca o beyefendilerle babanın durumunu da konuş. Doktor yönetimle ağız birliği ediyor... Baba, doktor yanılıyor, hâlâ çalışabilecek durumdasınız, öyle değil mi?"
Bonnemort Baba on günden beri, kendi deyişiyle, bacakları tutulduğu için bir iskemleye çivilenmiş kalmıştı. Maheude sorusunu bir kez daha tekrarladığında homurdanarak yanıtladı:
"Elbette çalışırım. Bacaklarım tutulduysa da henüz işim bitmedi. Tüm bu mavalları bana yüz seksen frank emekli maaşı bağlamamak için uyduruyorlar."
Maheude ihtiyarın belki de artık asla getiremeyeceği kırk meteliği düşünüyordu, kaygıyla haykırdı:
"Tanrım! Böyle devam ederse, yakında hepimiz açlıktan öleceğiz."
"İnsan ölürse açlık da hissetmez," dedi Maheu.
Pabuçlarına birkaç çivi daha çakıp, yola koyulmaya karar verdi. İki Yüz Kırklar mahallesinin ödemeleri ancak saat dörde doğru yapılırdı. Bu yüzden madenciler acele etmiyor, işi ağırdan alarak teker teker yola koyuluyorlardı, peşlerinden giden karıları oyalanmayıp bir an önce geri dönmeleri için dil dökmekteydiler. Meyhaneye takılıp kalmaması için birçoğu kocasına sipariş veriyordu.
Étienne yeni haberleri almak için Rasseneur'ün yerine gelmişti. Ortalıkta kaygı verici söylentiler dolaşıyor, işletmenin payandalama konusundan hoşnut olmadığı söyleniyordu. İşçilere sürekli para cezası kesiliyor, bir çatışma kaçınılmaz görünüyordu. Üstelik bu, tatsızlığın dışa yansıyan yanıydı, bunun altında bir yığın gizli ve ciddi neden yatmaktaydı.
Étienne içeri girdiğinde, Montsou'dan döndükten sonra birasını içen bir arkadaşı, veznenin yanına bir ilan asılmış olduğunu, ama üzerinde ne yazdığını tam olarak anlamadığını anlatıyordu. Çok geçmeden içeri bir işçi, ardından bir başkası daha girdi, her biri farklı bir hikâye anlatıyordu. Görünüşe göre şurası kesindi ki, işletme yeni bir karar almıştı.
"Sen bu konuda ne dersin?" diye sordu Étienne, masasının üzerinde yalnızca bir tütün paketi bulunan Souvarine'in yanına otururken.
Cevap vermek için hiç acele etmeyen makinist önce sigarasını sardı.
"Bunu tahmin etmek hiç de zor değildi derim. Sizin sabrınızı taşırmaya çalışıyorlar."
O ince zekâsıyla bu durumu yalnızca o tahlil edebilirdi. Her zamanki sakin ifadesiyle açıklamaya başladı. Krizden etkilenen işletme batmak istemiyorsa harcamaları kısmak zorunda kalacaktı, doğal olarak kemerleri sıkması gerekenler işçiler olacak, hep bir bahane uydurularak ücretleri kırpılacaktı. İki aydır kömür kuyularda yığılmış halde bekliyordu, neredeyse bütün fabrikalarda iş durmuştu. Araç gerecin atıl kalıp ıskartaya çıkmasından korkan işletme orta bir yol bulmaya çalışıyor, belki de madencilerin burnunu sürtüp, daha düşük bir ücrete çalışmaya razı edecek bir grevden medet umuyordu. Ayrıca, gelecek için bir tehlike olarak gördüğü ve henüz kasası yeterince dolmamış olan yardım sandığını da bu grev sayesinde devre dışı bırakabilecekti.
Rasseneur Étienne'in yanına oturmuştu, ikisi sıkkın bir halde söylenenleri dinliyordu. Meyhanede tezgâhta oturan Madam Rasseneur'den başka kimse kalmadığı için yüksek sesle konuşabilirlerdi.
"Bu da nereden çıktı?" diye mırıldandı meyhaneci. "Buna ne gerek var? Grev işletmenin hiçbir işine yaramaz, işçilerin de öyle. En iyisi uzlaşmak."
Rasseneur sağduyulu bir adamdı. Her zaman makul taleplerden yanaydı. Eski kiracısının ününün hızla artışından beridir her şeyin zamanla olgunlaşacağı düşüncesine iyice sarılır olmuştu, her şeye bir çırpıda sahip olmak istenirse hiçbir şeyin elde edilemeyeceğini iddia ediyordu. Birayla göbek bağlamış adamın saflığı gizli bir kıskançlığa dönüşmeye başlamıştı, meyhanesine daha nadir gelen Voreux işçilerinin artık kendisine eskisi gibi akıl danışmamaları bu kıskançlığı daha da artırıyordu; hatta bazen, işten atılmış eski bir madenci olarak duyduğu hıncı unutarak işletmeyi savunduğu da oluyordu.
"Yani greve karşı mısın?" diye bağırdı Madam Rasseneur tezgâhın başından ayrılmadan.
Kararlı bir evet yanıtı alınca onu susturdu:
"Bak hele! Sen yüreksizin tekiymişsin, bırak da bu beyler konuşsun!"
Gözleri kadının getirdiği bira bardağına dalıp gitmiş olan Étienne düşünüyordu. Sonunda başını kaldırdı.
"Arkadaşın sözleri doğru olabilir, ama bizi zorlarlarsa grev kararı almamız gerekecektir... Pluchart da bu konuda çok yerinde şeyler yazdı bana. O da greve karşı; işçilerin de işveren kadar zararlı çıkacağını, sonunda da kesin bir çözüme ulaşılamayacağını söylüyor. Ancak bu koşulların işçilerin örgütlenmesi için büyük bir olanak sağlayacağına inanıyor... İşte mektubu burada."
Gerçekten de, Montsoulu madencilerin Enternasyonal'e kuşkuyla yaklaşmaları karşısında hayal kırıklığı yaşayan Pluchart, işçilerin ancak işletmeyle karşı karşıya gelecekleri bir çatışma ortamında birleşeceklerini umuyordu. Étienne tüm çabalarına rağmen yardım sandığına tek bir üye bile kaydedememişti, oysa madencilerin çok daha olumlu yaklaştıkları yardım sandığı için var gücüyle çalışmıştı. Ama bu sandıktaki meblağ henüz o kadar azdı ki, Souvarine'in dediği kısa sürede tükenecek, böylece grevciler bütün ülkelerdeki emekçi kardeşlerinden yardım görmek için Uluslararası İşçiler Birliği'ne katılacaklardı.
"Yardım sandığında ne kadar paranız var?" diye sordu Rasseneur.
"Ancak üç bin frank," diye yanıtladı Étienne. "Bildiğiniz gibi önceki gün işletme yönetimi tarafından çağrıldım. Ah! Çok naziktiler, bana defalarca işçilerinin bir yardım sandığı oluşturmasına engel olmayacaklarını söylediler. Ama denetimi ellerinde tutmak istedikleri belli oluyordu... Her halükârda, bu konuda aramızda bir çatışma yaşanacak."
Meyhaneci küçümser bir ifadeyle ıslık çalarak dolaşmaya başladı. Üç bin frank! Bu para neye yeterdi ki? Altı günlük ekmek parasını bile karşılamazdı, eğer yabancılara, İngiltere'deki işçilere güvenerek bu işe kalkışacak olurlarsa yanarlardı. Hayır, bu grev çok aptalca bir fikirdi!
Bunun üzerine, sermayeye olan ortak düşmanlıkları nedeniyle genellikle sonunda ortak bir noktada buluşan bu iki adam birbirlerine ilk defa ağır sözler ettiler.
"Peki, sen ne diyorsun bu duruma?" diye tekrar sordu Étienne, Souvarine'e dönerek.
Makinist her zamanki aşağılayıcı tavrıyla cevap verdi:
"Grevler mi? Saçmalık!"
Ve yaşanan gergin sessizliğin ortasında yavaşça ekledi:
"Niyetiniz buysa karşı çıkacak değilim, kimileri mahvolur, kimileri ölür, bu da bir temizlik sayılır... Ama bu gidişle dünyanın yenilenmesi binlerce yıl alır. Bence, siz işe önce içinde süründüğünüz bu zindanı havaya uçurmakla başlayın!"
Narin eliyle, açık kalmış kapıdan binaları görünen Voreux'yü işaret ediyordu. Ancak beklenmedik bir olayla sözleri yarıda kesildi. Dışarı çıkan evcil koca tavşan Polonya, çırak çocuklar tarafından taş yağmuruna tutulunca bir sıçrayışta geri dönmüş, panik halinde kulaklarını sarkıtıp, kuyruğunu kıstırarak Souvarine'in bacaklarının arasına sığınmıştı, kendisini kucağına alması için bacaklarına sürtünüyor, adeta ona yalvarıyordu. Souvarine Polonya'yı dizlerinin üzerine yatırıp iki eliyle korumaya aldı, o yumuşak ve ılık tüyleri okşarken hep olduğu gibi hayallere daldı.
O sırada, Maheu içeri girdi. Birasını ikram edermiş gibi satan Madam Rasseneur'ün nazik ısrarlarına rağmen bir şey içmek istemedi. Étienne ayağa kalkmıştı, ikisi birlikte Montsou'ya doğru yola koyuldular.
İşletme şantiyelerinde ödeme yapılan günlerde Montsou bayram yerine dönerdi. Bütün işçi mahallelerinden akın akın işçiler gelirdi. Veznedarın odası küçük olduğundan, kapıda beklemeyi tercih eden işçiler gruplar halinde kaldırımda toplanarak, durmadan yenilenen bir kuyruk oluşturur ve yolu tıkarlardı. Fırsattan istifade eden işportacılar oraya çektikleri tekerlekli tezgâhlarında, porselen takımlarından şarküteri ürünlerine varıncaya kadar birçok şey sergilerlerdi. Ama böyle günlerde özellikle meyhaneler ve birahaneler iyi iş yapardı; çünkü madenciler paralarını almayı beklerken tezgâhların önünde vakit geçirirler, paralarını aldıktan sonra da ıslatmak üzere tekrar oraya dönerlerdi. Yine de, Volkan'a gidip tüm paralarını bitirmedikleri için aklı başında kabul edilmeliydiler.
Maheu ve Étienne o gün işçi gruplarının arasında ilerlerken için için bir öfkenin kabardığını hissettiler. Alınan paranın bir kısmının meyhanelerde harcandığı günlerdeki kaygısızlıktan eser yoktu. Yumruklar sıkılıyor, herkesin ağzından öfkelerini belli eden ağır sözler dökülüyordu.
"Söylenenler doğru mu yoksa?" diye sordu Maheu, Piquette'in meyhanesinin önünde karşılaştığı Chaval'e. "Pis bir oyun oynadılar yine ha?"
Ama Chaval, Étienne'e yan yan bakarak öfkeli bir homurdanmayla yetindi. Açık eksiltmeden sonra başka bir ekiple çalışmaya başlamıştı, tüm mahallenin önünde el pençe divan durduğu ve herkese efendilik taslayan bu sonradan gelen arkadaşına karşı içinde giderek bir kıskançlık yer ediyordu. İşin içine bir de aşk çekişmesi girmişti, artık Catherine'i Requillart'a ya da moloz tepeciğinin arkasına götürdüğünde onu ağza alınmayacak sözlerle annesinin kiracısıyla yatmakla suçluyor, sonra duyduğu vahşi arzunun etkisiyle kızı kaba okşayışlarla hırpalıyordu.
Maheu ona bir soru daha sordu.
"Voreux'nün ödemeleri başladı mı?"
Chaval başını evet anlamında sallayıp arkasını dönünce, iki erkek şantiyelere gitmeye karar verdiler.
Ödemeler bir parmaklıkla ikiye bölünmüş küçük, dikdörtgen bir odada yapılıyordu. Duvarlar boyunca sıralanan banklarda beş altı işçi beklerken, veznedarla yardımcısı, kasketi elinde veznenin önünde ayakta duran bir madenciye parasını ödüyordu. Soldaki bankın üstünde, isten kararmış duvara daha yeni yapıştırılmış sarı bir ilan vardı. Sabahtan beri işçiler sürekli bu ilanın önünden geçiyorlardı. İkişer üçer içeri giriyor, ilanın önünde bir süreliğine çakılıp kalıyor, sonra kıçlarına tekme yemiş gibi omuzları sarsılarak tek kelime etmeden çekip gidiyorlardı.
O sırada ilanın önünde, ablak suratlı bir genç ile yüzüne yaşlılığın sersemliği çökmüş sıska bir ihtiyar vardı. İkisi de okuma bilmiyorlardı, genç olanı dudaklarını kıpırdatarak bir şeyler hecelerken, ihtiyar şaşkın şaşkın bakmaya devam ediyordu. Birçok işçi ilanı görmek için içeri giriyor, ama hiçbir şey anlamıyorlardı.
"Şunu okusana bize," dedi, okumayı kendisi de pek beceremeyen Maheu arkadaşına.
Bunun üzerine, Étienne ilanı okumaya başladı. Bu, işletmenin tüm ocaklarda çalışan işçilere yaptığı bir duyuruydu. İşletmenin payandalama işlemlerine özen göstermedikleri için madencilere ceza kesmekten usandığını, kömür çıkarma karşılığında ödenecek ücretlere yeni bir düzenleme getirileceği bildiriliyordu. Artık payandalama, sağlam bir iş çıkarmak için gerekli miktar temel alınarak, aşağı indirilen ve kullanılan kalasların metreküpüne göre ayrıca ücretlendirilecekti. Çıkarılan kömürün taşınmasında ise vagon başına ücret, damarın yapısına ve yükleme yerine uzaklığına göre elli santimden kırk santime düşürülecekti. Ve karmaşık bir hesaplamayla, on santimlik bu indirimin payandalama ücretiyle telafi edileceği kanıtlanmaya çalışılıyordu. Zaten işletme herkes bu yeni düzenlemenin üstünlüklerini iyice anlasın diye işçilere zaman tanıyacaktı, uygulamaya 1 Aralık Pazartesi günü geçmeye karar vermişti.
"Biraz daha alçak sesle okusanız!" diye bağırdı veznedar. "Ne konuştuğumuzu duyamıyoruz burda."
Étienne hiç aldırmadan okumaya devam etti. Sesi titriyordu, bitirdiğinde herkes hâlâ duyuruya bakıyordu. İhtiyar madenciyle genç olanı devamını bekler gibi bir süre daha orada durduktan sonra omuzları çökmüş bir halde dışarı çıktılar.
"Lanet olsun," diye mırıldandı Maheu.
Arkadaşıyla birlikte bir sıraya oturmuştu. Sarı kâğıdın önünden insanlar geçmeye devam ederken, ikisi başlarını öne eğmiş hesap yapıyorlardı. Onlarla dalga mı geçiyorlardı yoksa! Payandalama ücretiyle vagonlardan düşürülen on santimi telafi etmeleri mümkün değildi. Payandalama işinden taş çatlasa sekiz santim geçerdi ellerine, bu durumda işletme iki santimlerini cebe indirmiş olacaktı, özenli bir iş çıkarabilmek için harcayacakları zaman da işin cabasıydı. İşletmenin amacı belliydi, ücretleri gizliden gizliye düşürmek istiyordu! Giderleri madencilerin cebinden çaldığı parayla kısacaktı.
"Lanet olsun! Lanet olsun!" diye tekrarladı Maheu başını yukarı kaldırarak. "Bu uygulamayı kabul edersek bizden ahmağı yok demektir."
O sırada veznenin önü boşaldığından parasını almak için yaklaştı. Yalnızca ekip şefleri vezneye geliyor, sonra da aldıkları parayı adamlarına onlar bölüştürüyor, böylece zaman kazanılmış oluyordu.
"Maheu ve arkadaşları," dedi veznedar yardımcısı, "Filonnière damarı, yedi numaralı kazı alanı."
Çavuşların her gün şantiyelerden çıkan kömür vagonlarının sayısını işaretlediği kâğıtlara göre düzenlenen listede isimleri arıyordu. Ardından bir kez daha tekrarladı:
"Maheu ve arkadaşları, Filonnière damarı, yedi numaralı kazı alanı... Yüz otuz beş frank."
Veznedar ödemeyi yaptı.
"Affedersiniz beyefendi," diye kekeledi afallayan kazmacı, "bir yanlışlık olmadığından emin misiniz?"
Hafif bir ürpertiyle donakalmış, yüreği sıkışmıştı, elini sürmeden, bu bir avuç paraya bakıyordu. Elbette ki alacağı paranın düşük olacağını biliyordu, ama bu kadar da az olamazdı ya da veznedar yanlış hesaplamıştı. Zacharie, Étienne ve Chaval'in yerine geçen diğer arkadaşa paralarını verdiğinde, kendisine, babasına, Catherine'e ve Jeanlin'e topu topu elli frank kalacaktı.
"Hayır hayır, yanılmıyorum," dedi görevli. "İki pazarı ve işin durdurulduğu dört günü çıkarırsak, geriye dokuz işgünü kalıyor."
Maheu hesabı inceliyor, alçak sesle toplama yapıyordu: Dokuz gün için kendisine yaklaşık otuz, Catherine'e on sekiz, Jeanlin'e dokuz frank ödenmesi gerekiyordu. Bonnemort Baba üç gün çalışmıştı. Önemi yoktu, Zacharie ve diğer iki arkadaşın doksan frangı da eklendiğinde hiç kuşkusuz bundan daha fazla tutması gerekiyordu.
"Ayrıca kesilen cezaları da unutmayın," diye ekledi veznedar yardımcısı. "Kusurlu payandalamadan dolayı yirmi frangınız kesilmiş."
Kazmacı umutsuzca elini salladı. Yirmi frank ceza, dört gün işsizlik! O zaman hesap tamamdı. Halbuki Bonnemort Baba'nın çalıştığı, Zacharie'nin ise henüz evlenmediği dönemde, on beş günlük ücretleri yüz elli frangı bulurdu!
"Parayı alıyor musunuz, yoksa almıyor musunuz?" diye bağırdı sabırsızlanan veznedar. "Bekleyenleri görüyorsunuz... İstemiyorsanız, söyleyin."
Maheu titreyen iri elleriyle parayı alırken, görevli onu durdurdu.
"Bekleyin, burada isminiz var. Toussaint Maheu, öyle değil mi?.. Genel sekreter sizinle görüşmek istiyor. Girin, şu anda yalnız kendisi."
Şaşkına dönen işçi, kendisini eski maun mobilyalarla döşenmiş, duvarları soluk yeşil kumaşla kaplı bir odada buldu. Beş dakika boyunca, soluk yüzlü, iriyarı bir adam olan genel sekreteri dinledi, adam kendisiyle ayağa kalkmadan, masasının üzerindeki kâğıtların üzerinden konuşuyordu. Ama kulaklarının uğuldaması yüzünden Maheu adamın dediklerini tam olarak duyamıyordu. Sonunda, yarım yamalak da olsa babasından söz edildiğini anladı, ellisini doldurmuş ve kırk yıl hizmet vermiş olduğu göz önünde tutularak yüz elli frank maaş bağlanması konusu işletme tarafından incelenecekti. Ardından, sekreterin sesinde bir sertleşme fark eder gibi oldu. Adam onu paylıyor, siyasetle uğraştığı için suçluyordu, yardım sandığına ve kiracısına da imada bulundu; madenin en iyi işçilerinden biri olarak böyle saçma sapan işlere girmemesini tavsiye etti. Maheu karşı çıkmak istese de sözcükleri yan yana getiremiyordu bir türlü, kasketini titreyen parmakları arasında burarak dışarı çıkarken kekeliyordu:
"Başüstüne, sayın sekreter... Sizi temin ederim."
Dışarıya çıkıp kendisini bekleyen Étienne'in yanına geldiğinde kendini tutamadı.
"Ahmağın tekiyim ben, ona cevabını vermeliydim!.. Yiyecek ekmek yok, hâlâ saçmalık dinliyoruz! Evet, adam seninle uğraşıyor, mahalleyi zehirlediğini söyledi bana... Ne yaparsın! Lanet olsun! İster istemez boyun eğiyorsun. Adam haklı, en doğrusu böyle davranmak."
Maheu sustu, öfke ve kaygı içindeydi. Étienne karamsar bir ifadeyle düşünüyordu. Yeniden yolu tıkayan insanların arasından geçtiler. İşçilerin öfkesi giderek artıyordu, sakin bir halkın öfkesiydi bu, bu ağır kitlenin üzerinde henüz şiddetini açığa vurmayan korkunç bir fırtına uğultusu dolaşıyordu. Hesap yapmayı bilen bazıları durumu anlamıştı, şirketin payandalama işinden kazandığı iki santim ağızdan ağıza dolaşıyor, en kalın kafalıları bile çileden çıkarıyordu. Ama özellikle kendilerini açlığa mahkûm eden bu düşük ücrete, işsizliğe, kesilen para cezalarına isyan ediyorlardı. Zaten midelerine bir şey girmez olmuştu, ücretler daha da düşerse ne yapacaklardı? Meyhanelerde öfkeli sesler yükseliyor, hiddetlendikçe boğazları kuruyanlar aldıkları üç kuruşu da tezgâhların üzerinde bırakıyorlardı.
Étienne ve Maheu Montsou'dan mahalleye gelene kadar hiç konuşmadılar. Evde çocuklarla yalnız olan Maheude, içeri giren kocasının eli boş geldiğini hemen fark etti.
"Çok naziksin!" dedi. "Kahvem, şekerim, etim nerede? Bir parça dana eti alsan batmazdın herhalde."
Maheu cevap vermiyordu, bastırmaya çalıştığı heyecanı boğazını düğümlemekteydi. Sonra, madendeki zorlu çalışma koşullarının sertleştirdiği yüz hatları bir umutsuzluk ifadesiyle gevşedi, gözlerinde beliren iri damlalar sıcak bir yağmur gibi süzülmeye başladı. Bir iskemlenin üzerine çöküp çocuklar gibi ağlarken, cebindeki elli frangı masanın üzerine fırlattı.
"İşte!" diye kekeledi, "sana getirebildiğim tüm para bu... Hepimizin emeğinin karşılığı bu kadarmış."
Maheude Étienne'e baktı, delikanlının da suskun ve yıkılmış olduğunu gördü. Bunun üzerine o da ağlamaya başladı. Dokuz kişi elli frankla on beş günü nasıl geçireceklerdi? Büyük oğlu evden ayrılmıştı, ihtiyar bacaklarını kımıldatamıyordu, yakında açlıktan öleceklerdi. Annesinin ağladığını görünce allak bullak olan Alzire onun boynuna atıldı. Estelle ciyak ciyak bağırıyor, Lénore ve Henri hıçkırıklara boğuluyorlardı.
Çok geçmeden tüm mahallede aynı sefalet çığlığı yükseldi. Erkekler evlere dönmüştü, bu azıcık parayı gören aileler yana yakıla ağlaşıyordu. Kapılar tekrar açıldı, kadınlar kapı önlerine çıktılar; yakınmaları kapalı odalara sığmıyormuş gibi, dışarda bağırıyorlardı. Çiseleyen yağmura aldırmadan kaldırımlardan birbirlerine sesleniyor, avuçlarındaki parayı gösteriyorlardı.
"Şuraya bakın! İşte kocama verdikleri para, insanla dalga geçmek değil mi bu?"
"Benimkine baksanıza! On beş günlük ekmeğimizi bile karşılamaz bu para."
"Ya benimki! Sayın isterseniz, yine gömleklerimi satmam gerekecek."
Maheude de diğerleri gibi dışarı çıkmıştı. Hepsinden daha çok haykıran Levaque Kadın'ın etrafında bir grup oluşmuştu. Ayyaş kocası hâlâ geri dönmemişti; az ya da çok, eline geçen paranın tamamını Volkan'da harcayacağını tahmin ediyordu. Philomène ise, Zacharie paradan tırtıklamasın diye Maheu'nün yolunu gözlüyordu. İçlerinde en sakin görünen Pierronne'du, o Pierron denen rezil, nasıl oluyorsa, çavuşun listesine hep arkadaşlarından daha fazla mesai saati işletmeyi beceriyordu. Ama damadının bu davranışını alçakça bulan Yanık öfkeli kadınların arasına karışmıştı, sıska ve dimdik bedeniyle kalabalığın tam ortasında duruyor, yumruğunu Montsou'ya doğru sallıyordu.
"Bu sabah hizmetçilerinin arabayla geçtiğini gördüm!.." diye haykırdı Hennebeauların ismini söylemeden. "Evet, aşçıları iki atlı bir arabayla Marchiennes'e gidiyordu, balık almaya gittiğine kalıbımı basarım!"
Bir uğultu yükseldi, herkes yeniden sövmeye başlamıştı. Efendilerinin arabasıyla komşu kentin pazarına giden beyaz önlüklü bu hizmetçi öfke yaratıyordu. İşçiler açlıktan kırılırken, onlar hâlâ balık mı yiyorlardı? Hep böyle balık yiyemeyebilirlerdi, yoksulların da sırası gelecekti. Étienne'in tohum halinde ektiği fikirler bu isyan çığlığında yeşeriyor, serpilip gelişiyordu. Vaat edilen altın çağa bir an önce ulaşma sabırsızlığı, bir mezar gibi kapalı duran o sefalet ufkunun ötesindeki mutluluktan pay alma isteğiydi bu. Adaletsizlik giderek büyüyordu, ekmeklerini ellerinden almaya kalktıklarına göre hakları için mücadele edeceklerdi. Özellikle kadınlar, yoksulluğun olmayacağı o ideal dünyaya kavuşmak için hemen saldırıya geçmek istiyorlardı. Hava bayağı kararmış, yağmur şiddetini artırmıştı, ama kadınlar ciyak ciyak bağırarak kaçışan çocukların ortasında mahalleyi gözyaşlarıyla yıkamaya devam ediyorlardı hâlâ.
Akşam Avantage'da grev kararı alındı. Rasseneur artık karşı çıkmıyor, Souvarine de bunu bir ilk adım olarak görüyordu. Étienne durumu bir cümleyle açıkladı: Mademki işletme ille de grev istiyordu, o zaman greve gidilecekti.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top