Bölüm 7 - 'Nişanlı'
"kendi seçimin haline getirmek senin elinde."
✨ ✨
Ufuk çizgisine doğru ilerleyen akşam güneşi tepelerin ardında kaybolurken Sandrino Panzio, sonbahar ihtişamıyla bezenmiş Sandretta'nın alabildiğince uzanan kırlarında hızla ilerlemekteydi. Serin bir günde, yakasını sıkıca bağladığı kakım kürklü pelerini arkasında gölgesi gibi dağlanırken, deri eldivenli elindeki dizginleri sıkıca kavramıştı. Yolculuğu boyunca olduğu gibi düşünceli ve huysuz olan mavi gözlerini önündeki yola odaklanmıştı. Buna rağmen ilgilendiği tek şey yolun sonunda karşısına çıkacağı anı beklediği Panzio Malikânesiydi. Geçtiği şehirlerin nerede bittiğini ve kır manzaralarının nerede başladığını dahi fark etmemişti.
Lucca'dan bu yana mümkün olabildiğince aralıksız bir şekilde at sürmüştü. Yanı sıra yol almakta olan küçük kafilesinin ısrarı üzerine geceyi handa geçirdiyse de kafese tıkılmış bir kaplan misali şafak sökene dek küçük odayı arşınlamış, şömine içinde yanan ateşi izlemişti. Hancının getirdiği kendisi için hazırlanmış kahvaltıya dahi dokunmadan tüm atların eyerlenip getirilmesini emretmiş ve aynı kararlılıkla yeniden yola düşmüştü. Uzun yıllardır ona eşlik eden güvendiği Panzio muhafızları, bu alışılmadık derecedeki ürkütücü sessizliğiyle neye uğradıklarını şaşırmış, yolculukları boyunca emirlerini telaşla yerine getirmişlerdi. Öyle ki çok konuşmasıyla tanınan Bruno dahi küfürle sonlanan birkaç denemenin sonunda atını yanında sessizce sürmeye başlamıştı.
Handa geçirdiği o gece annesinin gönderdiğinden emin olduğu nişan sözleşmesini tekrar tekrar okumuş, işin ondan habersiz bu kadar ileri gidebilmiş olduğun gördükçe şaşkınlık ve öfkeden konuşamaz hale gelmişti. Konunun ciddiyeti, nadir ortaya çıkan yakıcı bir öfkenin zehir gibi damalarında dolaşmasına sebep oluyordu.
Bir süre daha akşama dönmeye başlayan gökyüzünün altında ilerleyen Sandrino, son dönemeci de geçtiğinde neredeyse dünya var olduğundan beri oradaymış gibi görünen yüksek duvarlarıyla çevreye görkemli bir kale görüntüsü veren Panzio Malikanesi'yle karşı karşıya gelmişti. Büyük bir araziyi kaplayan dikdörtgen biçimindeki yapıyı, ilk Panzio Asilzadesi antik dönem kalesi üzerine inşa ettirmişti. Yıllar içindeki geçirdiği dönüşümlerle İtalyan mimarisinin hoş bir temsiliydi.
Sandrino, normal bir zamanda altı ayı geçkin zamandır uğramadığı doğup büyüdüğü evi gördüğünde içi özemle dolar, gülümserdi. Fakat o an çattığı kaşlarının altındaki sinirli mavi gözlerini koyu gri duvarlara şöyle bir gezdirmiş ardından altındaki safkan doru atını mahmuzlamıştı. Bunun üzerine yolculuğu boyunca onu zahmetsizce taşıyan hayvan hızlanarak taş duvarların arasındaki yüksek kapıya doğru dört nala koşmaya başlamıştı.
Malikanenin ana kapısına giden bakımlı uzun ve geniş at arabası yolunda atını yavaşlatarak durdurduğunda, deri çizmelerinin üzerinde çakıl yola atlayıp, dizginleri koşarak onu karşılamaya gelen seyise fırlatmıştı. Uzun adımlarıyla eve doğru yükselen taş merdivenleri çıkmaya başladığında gelişini duyan evlerinin kahyaları Fabio, muhafızların açtığı yüksek kapıdan dışarı çıkmıştı. Kenara çekilerek başını eğmiş adamın onu tedirginlikle beklediğini fark eden Sandrino, neden geldiğini bildiğini anlamıştı. Uzun boyluyla karşısına geçtiğinde, basamakları çıkarken bağlarını çözdüğü pelerinini yeniden Viterbo'da bulunmasının mutluluk verici olduğunu söyleyen adama uzatıp sert sesiyle sözünü kesmişti.
"Madonna Rosia Panzio nerede?"
"Ekselanslarıyla birlikte çalışma odasında sizi bekliyorlar lordum."
"Eminim bekliyorlardır"
Sizi bekliyorlar dediğinde adama huysuz bakışlarını yöneltmiş Sandrino, paylarcasına karşılık vermişti. Pelerinin ardından çıkarttığı deri eldivenlerini de uzatmış fakat ilk anda almasına izin vermemişti. Sözlerini bitirip, emredersiniz karşılığını duyduğunda geriye çektiği eldivenleri alması için yaklaştırmıştı.
"Ahırdaki Kötü Şöhret'i eyerleyip kapıda hazır etsinler."
Malikanede uzun süre kalmayı düşünmeyen Sandrino, kâhyanın yanından geçerek kemerinde aile armalarının olduğu yüksek kapıdan içeriye adım atmıştı. Öfkesini yansıtan sert adımlarıyla taş koridorlarda soğuk bir rüzgâr edasıyla eserken geçtiği yol gözüne hiç olmadığı kadar kalabalık görünmüştü.
Uşaklar ve hizmetçiler gelişine şahit olmak için köşelerden çıkıp, sanki işlerini yapıyormuş görüntüsünü vermeye çalışıyorlardı. Üzerine yönelttikleri kaçamak bakışlarında meraklı bir ifade vardı. Annesiyle hesaplaşmasına odaklandığı için hiçbirine dönüp bakmamışsa da sanki tüm evin nefesini tutmuş bir şekilde nişan haberine vereceği tepkiyi beklemesi sinirlerini daha da bozmuştu.
Babasının çalışma odasının önüne geldiğinde, iki kanatlı kapıyı çalma gereği duymadan gürültüyle açıp içeriye girmişti. Bakışlarını geniş odada dolaştırdığında, babası Juan'ı yanan şöminenin yanına çektiği kakmalı geniş sandalyesinde otururken bulmuştu. Bir zamanlar sarı olan saçlarına şimdilerde aklar düşmüşü. Üzerine giydiği bol parlak tuniğinin belini sıkmış, rahatsız olan bacaklarını rahat edebilmek için önündeki alçak tabureye uzatmıştı. Yürümesine yardımcı olan tahta oymadan altın yaldızlı bastonunu koltuğunun kenarına bırakmıştı. Sandrino, annesine engel olmadığı için kızgın olsa dahi babasına başıyla selam vermekten kendini alamamıştı.
Fakat bakışları üzerinde fazla oyalanmadan asıl muhatabı olan annesine dönmüştü. Kocası Juan'ın aksine Rosia Panzio, çalışma odasının ortasına yerleştirilmiş toplantıların yapıldığı büyük meşe masanın yanında uzun boyu ile adeta bir demir yutmuş gibi dimdik duruyordu. Odaya girdiği andan beri hiçbir şekilde kıpırdamamıştı. Üzerine kahve tonlarında brokar bir elbise giymiş yıllar geçtikçe gümüşi parıltıların arttığı sarı saçlarını ensesinde toplatmıştı. Soylu çenesini zarafetle yukarı kaldırmış, ellerini önünde hakimiyetini simgelercesine birleştirmiş halde dururken yaptığından zerre pişmanlık duymayan üstelik bununla övünen bir görüntü çiziyordu.
Sandrino, sosyetede görkemli büyük hanım olarak anılan annesinin karşısındakilere söz ve davranış hakkı tanımadığını açıkça belli eden mağrur ifadesiyle normal zamanlarda eğlenirdi. Hangi kesimden geldiklerini umursamadığı ona karşı gelmeye cüret eden insanların gözünü korkuturken, kulağına eğilip alayla zavallıya acımasını söylerdi. Hayatı boyunca insanların annesinin iradesi karşısında eğilişini büyük bir keyif ve gururla izlemişti.
Şimdiyse o insanların yerine geçmişti ve o yenilmez irade kendi iradesiyle çarpışıyordu. Fakat onu diğerlerinden ayıran en önemli özellik annesinin iradesine karşı koyabiliyor oluşuydu.
Bir süre için büyük çalışma odasını şömine içinde yanan ateşin hafif çıtırtıları doldurmuştu. Her ikisi de gözlerini dahi kırpmadan sessizce birbirlerine bakmışlardı. Sonunda mağrur ve temkinli yüz ifadesiyle içine bir nefes çeken annesi en asil sesiyle ilk konuşan kişi olmayı kabul etmişti.
"Sandrino, yolculuk yorucu geçmiş olmalı. Üzerindeki at kokusundan kurtulmak isteyeceğini bildiğim için sıcak suyu hazır etmelerini söylemiştim. İstersen gidip yıkan, aşağıya indiğinde akşam yemeği de hazırlanmış olur. Bir sorun mu var?"
Sandrino, ortada hiçbir sorun yokmuşçasına kendisiyle normal bir tavırda konuşan annesini dinlerken dudaklarını sinirle kıvırmıştı. Bunun üzerine kaşlarını soğukkanlılıkla kaldıran annesi sorunlarını yok sayan tavrını sürdürüp sorunun ne olduğunu sormuştu. Gittikçe sinirlerinin bozulduğunu hisseden Sandrino, meşe masaya doğru ilerlemeye başladığında annesinin hoşuna gitmeyeceğinden emin olduğu kaba bir ifade takınmıştı.
"Sorun? Anlayışlı bir anne ve oğlu arasında ne gibi bir sorun olabilir ki?"
Basitçe sorun olarak bahsettiği şeyin tüm ömrünü etkileyecek bir evlilik olduğunu düşündükçe sinilerine hâkim olmayan Sandrino, gizlice onu nişanlayarak çok ileri gittiğini düşünüyordu. Annesinin yanına yaklaştığı sırada elini öfkeyle ceketinin iç cebine atmıştı. Ortaya çıkardığı nişan sözleşmesini önünde durduğu masanın üzerine yaydığında üç yüzük taşıdığı elini gürültüyle masaya vurup sakınmadığı yüksek sesiyle asıl konuya girmişti.
" Altına benim mührümün basıldığı bu rezillik senin eserin değil mi anne?"
"Evet, öyle."
Ses tonu karşısında gerginleşir gibi olduysa da duruşunu bozmayan annesi, indirdiği kirpiklerinin altındaki bakışlarını kısa bir an için üzerine dökülen şarapla yazıları dağılmış evlilik sözleşmesine çevirmiş, yavaşça tekrar ona döndüğünde alçak sesiyle cevap vermişti. Bunun üzerine Sandrino, sıktığı dişlerinin arasından konuşmaya devam etmişti.
"Ne kadar güzel, peki bu yaptığının bizi nereye götüreceğini düşünüyorsun? Ben söyleyeyim, yıllar önce olduğumuz yere; bozulan nişanın ardından sosyetenin dedikodularına malzeme olmaya!"
"Öyle bir şeyin olmasına asla izin vermem. Bir söz verdik, Maddalena De Benardi ile evleneceksin ve biz aile adımıza yakışır görkemli bir düğün yapacağız."
Annesinin dinlediği sırada iznini istemiyorum diyerek fısıldayan Sandrino, arkasını dönerek birkaç adım uzaklaşmıştı. Eliyle yüzünü sertçe ovup, uzun parmaklarını kısa saçlarının arasında gezdirmişti.
Yıllar önce kız kardeşi Lavinia, Romalı bir asilzadeyle nişanlanmak üzereyken sanat atölyesi olan Cesare Virgilio adındaki bir tüccarla kaçarak köhne bir kilisede nikahlanmıştı. Sandrino o zamanlar ailelerinin itibarını zedeleyecek izinsiz nikahı örtbas edebilmek için tüm gücünü kullanmak zorunda kalmıştı. Sonuna geldikleri nişan görüşmelerini güçlükle iptal etmiş, şehrin başpiskoposunu erkeğin bir tüccar kadının ise Viterbo'nun köklü ailelerinden gelen, söze döküldüğünde son derece mantıksız görünen bir nikaha ikna edebilmek için Panzio servetinden yüklü bir armağan teklif etmişti. Fakat tüm çabalarına rağmen o dönemler Viterbo ve Roma'da çıkan rezalet dedikodularını susturmayı başaramamıştı. Bununla birlikte finansal olarak da sıkıntılı bir süreç geçirmek zorunda kalmışlardı.
Sandrino, o zamanlar sosyetedeki yerini kaybetmemek için güç gösterisinde bulunarak çıkan tüm dedikodulara başarılı bir şekilde göğüs geren annesinin onun düğünüyle gücünü tam anlamıyla hissettirmek istediğini biliyordu. Zihnindeki binlerce farklı düşünceyle savaşırken arkasında bıraktığı annesine yeniden döndüğünde yolculuğunda vardığı kararı açıklamıştı.
"İstediğin o düğünü almayacaksın anne. Bu nişan kontratı iptal edilecek, yarın sabah Alfonso De Benardi ile konuşmaya gideceğim."
Sözlerini duyduğunda başını yavaşça iki yana sallayan annesi, kararlılıkla birkaç adım atarak ona doğru yaklaşmıştı.
"Hayır, gitmeyeceksin. Sandrino, oğlum tüm hazırlıklar tamamlandı. Viterbo'nun başpiskoposundan dahi izin alındı. Nişan haberini çoktan insanlara duyurduk. İşler bu noktaya gelmişken evlilik kontratı değiştirilemez. Bunun her iki aile içinde büyük bir yıkım olacağını çok iyi biliyorsun."
"İptal edilecek kontratın başımıza açacağı dertleri, beni sığır bir gibi evlendirmeye çalışmadan önce düşünecektin. Yıllar önce sana, evleneceğim kızı kendim seçeceğimi ve kimsenin bu konuda söz hakkı olmadığını açıkça söylemiştim. Bu kadar ileri gitmeyecektin."
"Sığır mı? Konuya o şekilde bakamazsın. Ayrıca baban da bende bu dünyadan göçmeden önce senin evlendiğini görüp, torunumuzu kucağımıza almak istiyoruz."
Boğulduğunu hisseden Sandrino, ürkütücü bir alayla torun diye mırıldandığı sırada elini ceketinin yakasına götürerek önündeki ilk üç düğmeyi açmıştı. Alışkanlıkla bakışlarını şarap sürahilerinin dizili olduğu konsola çevirmiş, kuruyan boğazını ıslatmaya ihtiyaç duyduysa da uzun süre odada kalmak istemediği için yerinde kalmıştı.
"Sizin zaten bir torununuz var; Lavinia'nın kızı Liliana. Eğer yeterli gelmiyorsa söyleyin sevgili tüccar damadınızla bir tane daha yapsınlar."
"Sandrino Panzio! Söylediklerini kulağın duysun, kimin karşısında olduğunu unutuyorsun!"
Sözlerini bitirdiği an, önüne aldığı ceviz ağacından bastonu gürültüyle taş zemine çarpan Juan Panzio sesini yükselterek araya girmişti.
Bakışlarını annesinin ifadesiz yüzünden ayıran Sandrino, yönünü ona hitap eden babasına dönmüştü. Şöminenin önündeki koltuğunda dik bir duruşla oturmaya çalışırken, uzun ve damarlı parmaklarıyla sıkıca kavradığı bastonunu öne doğru çıkartıp daha fazla ileri gitmemesi için uyarmıştı. Fakat babasının sözlerine karşılık olarak nefesini öfkeyle dışarı vermiş olan Sandrino, alnına düşen sarı saçlarını geriye çekerek ellerini hala nişan sözleşmesinin durduğu masaya yaslamıştı. Başını kaldırmış içleri parlayan mavi gözlerini karşısındaki babasına dikmişti.
"Senin böyle bir saçmalığa engel olacağını düşünürdüm baba."
"İlk duyduğumda karşı çıkmış engel olmuştum fakat üzerine düşündüğümde fikre sıcak bakmaya başladım. Mührünü kullanarak sesin adına bir nişan sözleşmesi imzalanmış olmasını doğru bulmasam da bazen çok daha iyi şeyler için kötü şeyler yapmak gerektiğini düşünürüm. Ayrıca, annenin Panzio Hanesine bir varis vermenden söz ettiğini iyi biliyorsun."
Bu sözler üzerine önündeki evlilik kontratını eline alan Sandrino, babasına doğru ilerlemeye başladığında havaya kaldırıp tuttuğu kısmı parmakları arasında buruşturmaya başlamıştı.
"Bunların hepsi boşuna harcanan zamanlardan ibaret, beni asla istemediğim bir evliliğe razı edemezsiniz. Ben kendi seçtiğim kadınla evleneceğim."
"Evleneceksin. Bu evlilik öyle ya da böyle olacak. Kim olduğunu ne zaman anlayacaksın? Sen sıradan bir adam değilsin, Kilise adına görevlere devam edip savaşlara katılamayacak kadar önemlisin. Panzio ailesinin tek varisi, geleceğisin. Duygularının gerçekten bir önemi var mı sanıyorsun? Yok. En büyük görevin, sana miras kalan Panzio ailesine hizmet etmek. Evleneceksin artık sorumluluk alma vaktin geldi, gençlik heveslerini bırakıp bir aile kuracaksın."
Annesi azarlayan sesiyle evleneceksin diyerek önüne geçtiğinde, ellerini kollarına yerleştirip onu kendine çevirmişti. Hala elinde tuttuğu kontratla birlikte annesinin sözlerini dişlerini sıkarak dinleyen Sandrino sorumluluktan bahsettiğinde babasının uyarısıyla öfkesini kontrol etmeye niyetlenmişken kontrolünü kaybetmiş adeta çileden çıkmıştı. Beklenmedik bir şekilde başını yana eğip ürkütücü bir alayla güldüğünde annesinin kollarındaki ellerine uzanıp kendinden uzaklaştırmıştı.
"Sorumluluktan mı bahsediyorsun anne? Son dört yıldır bu ailenin sorumluluğu zaten benim üzerimde! Unuttun mu? Babamın son gut atağından sonra sorumluluğu bana sen vermiştin. O zamandan bu yana aile servetini ikiye katladığım da çabuk gözünden kaçtı."
"Anlamadığın tam olarak da; bütün bu unvan ve serveti bırakacağımız bir Panzio varisimiz olmadığı sürece hiçbirinin bir anlamı yok. Sorumluluğu sadece iş hayatındaki başarılardan ibaret sanıyorsun. Söyler misin sevgili oğlum, son üç seyahatinde yanından ayırmadığın, davetlere bile yanında götürdüğün şu meşhur hanım arkadaşını da Viterbo'ya yanında getirdin mi yoksa masraflarını karşıladığın Lucca'daki evinde kalmasını mı uygun gördün? Ya da kendisiyle görüşmeyi kesip metres zincirihalkana yeni bir hanımı mı eklemeyi düşünüyorsun? Hangisi? Yoksa bir süre de bekar evlerinde mi vakit geçirmeyi deneyeceksin? Evet cevap ver, bir kez olsun oğlumun hayatında ne olup bittiğini başkalarından değil de kendisinden duymak isterim. "
Karısının sert sözlerinin oğullarının yüzünü bembeyaz kesilmesine sebep olduğunu gören Juan, Rosia yeter diyerek durmasını istediyse de önüne geçememişti. Bir müddet herhangi bir şey söylemeden annenin üzerinden çekmediği yargılayıcı mavi gözlerine bakmış Sandrino, tekrar dudaklarını kıvırarak gülmüştü.
"Ne yapmaya çalıştığını biliyorum anne; hatandan suçlu hissetmemek için beni kışkırtmaya çalışıyorsun."
"Hata dediğin, oğlum için iyi bir evlilik planlamak mı?"
"Buna hakkın yoktu! Yarın öğlene kadar Alfonso De Benardi ile görüşmüş ve işi bitirmiş olacağım. Sende görüşmelere nasıl benim adıma vekillik yaptıysan insanların karşısında çıkıp bu işi aynı şekilde düzelteceksin. Çünkü ben o sırada Lucca'ya dönüyor olacağım. Nişan olayı da burada kapacak."
Sözlerini bitirdiğinde birkaç adım geriye çıkmış Sandrino, sert sesi ve takındığı ifadeden beklenmedik bir şekilde ürkmüş görünen annesine son kez bakmış ardından çalışma odasından ayrılmak için arkasını dönmüştü. Aynı anda hala elinde tuttuğu kontratı fark etmişti. Yeri sarsan adımlarıyla masaya yaklaşıp üzerine bırakmış babasının konuşmalarının bitmediğini söylemesine aldırış etmeyerek yeniden arkasını dönüp kapıya doğru yürümüştü. Kulpunu sert bir şekilde çevirdiği kapıdan hole çıkak üzereyken bu kez bağırdığını duymuştu.
"Sandrino! Yaşlı ve gut hastası olabilirim fakat daha ölmedim! Sana gidemeyeceğini söylemedim ve sen hala verdiğim emirlere uymakla yükümlüsün!"
Babasının emredici tavrıyla farkına dahi varmadan duraksamış olan Sandrino, yüzünü omzunun üzerinden arkasına çevirmişti. Bastonuna dayanarak yerinden kalkmış, çalışma odasının ortasına doğru ilerleyişini izlerken yüzüne yerleşmiş öfke bir anlığına bulutlanmıştı. Ailenin bozulan işleri sebebiyle son birkaç yıl içinde bazı sürtüşmeler yaşasalar dahi baba oğul ilişkileri her zaman iyi olmuştu. Sandrino babasına her zaman saygı duymuş yapabildiğince sadık bir oğul olmaya özen göstermişti.
Kapının üzerindeki eliyle olduğu yerde durmaya devam ederken başını iki yana sallayarak isteğini reddetmişti.
"Baba, üsteleme."
"Konuşmamız daha bitmedi."
Sandrino, onun için konuşmanın bittiğini söyleyip ardından odadan ayrılmamak için kendini güçlükle tutmuştu. Başını kısa bir an için eğip bıkkınlıkla iç geçirmişti. Ağır ağır başını kaldırdığında kapıyı ürkütücü bir tak sesiyle kapatmış sonrasında arkasına dönerek babasının karşısına dikilmişti. Yüzüne bilinçli bir şekilde ne söylerse söylesin onun için önemli olmadığını belli eden bıkkın bir ifade yerleştirmişti.
"Ailelerin anlaştığı bu tarz evliliklerin başta kötü göründüğünün farkındayım fakat senden peşin hükümlü olmamanı istiyorum. Annenin seçtiği Maddalena De Benardi ailenin on dokuz yaşındaki en küçük çocuğu, resmini gördüm son derece hoş bir genç kız. Evlilik sözleşmesi hakkında hiçbir şey yapmadan önce kızla tanışacaksın. Bu haftanın altıncı günü De Benardi ailesinin davetiyle köşklerinde yemek yiyeceğiz."
Asabı bozulan Sandrino, babasının söylediklerini dinlerken alayla gülmüştü.
"Asla katılmam."
Tüm hayatını birlikte geçirmek zorunda kalacağı kadın hakkında söz hakkının elinden alınması, onu büyük bir öfkeye boğuyordu. Bir gün elbet evlenip bir varise sahip olacağını bilse dahi bunun için hiçbir acelesi yoktu. Kendi içinde yaptığı planlara göre önündeki birkaç yıl daha evlenmeyecek, otuzlu yaşlarının ilk kısmını da bekar olarak geçirecekti. Oysa ki şimdi kendini başına asla gelmeyeceğini düşündüğü anlaşmalı evliliğin içinde bulmuştu. Geçmişte anlaşmalı evlilikleri bir sığır pazarına benzeterek alay ederken adeta büyük konuştuğu yerden sınanıyordu.
"Katılacaksın. Biliyorsun ki, son birkaç yıla kadar hiçbir zaman sırtına taşıyabileceğinden ağır yük bırakmadım. Senden başka varisim olmamasına rağmen askerliğe devam etmene ses çıkarmadım. Hayatını dilediğince yaşamana izin verdim hatta isteklerine karşı seni hep teşvik ettim, destekledim. Şimdi senden o kızla tanışmanı istiyorum ve tanışacaksın. Bu konudaki son sözüm budur."
Kocasının yaratmaya çalıştığı yumuşak havayı fırsata çevirmek isteyen Rosia, daha yapıcı olan ses tonuyla araya girdiğinde büyük ahşap kitaplığın önünde duran şövalenin üzerine yerleştirilmiş tabloya doğru ilerlemeye başlamıştı.
"İnan bana Sandrino kızda hiçbir kusur bulamayacaksın. Gönderdikleri resme bak, çok güzel.."
"Gerek yok! Kızla asla evlenmeyeceğim."
Rosia, De Benardi ailesinin gönderdiği nişanlısının portresi üzerindeki örtüyü tamamen kaldıramadan Sandrino, arkasını dönüp yeri döven sert adımlarıyla açtığı kapıdan soğuk bir rüzgar estirerek çıkmıştı. Tuttuğu örtüyü kaldırıp, telaşla yere bırakan Rosia, peşinden gitmeye niyetlenmişti.
"Sandrino!"
"Rosia, bırak gitsin."
Rosia, kocasının sözleriyle bir an duraksayarak oğlunun çıktığı kapıya doğru kararsız bakışlarla bakmıştı. Sonunda başını yana eğdiğinde, şöminenin karşısındaki kakmamalarla süslü geniş sandalyeye oturmuştu. İpek eteklerini düzeltip, canlı mavi gözlerini ateşe doğru çevirdiğinde hiddetlenerek konuşmuştu.
"Evlenecek. Muhafızların katedrale sürüklemesi gerekse bile o kızla ile evlenecek."
Karısının son kırk yıldır isteklerini insanlara yaptırmaktaki kararlı bakışlarını izleyen Juan, sessizce gülmüştü. Onun işleri bu kadar ilerletmişken bozulmasına izin vermeyeceğinden ne kadar eminse başına buyruk oğlunun da istemeyeceğini bir şeyi yapmayacağından aynı derecede emindi. İki dik başlı yılmaz ruhun çarpışmasından kimin galip çıkacağını merakla bekliyordu. Bastonuyla yavaşça üzeri açılmış portreye doğru yöneldiğinde alçak sesiyle konuşmaya başlamıştı.
"Aklıma takılan bir konu var. Sen nasıl oldu da ailenin ikinci kız çocuğunu kendine gelin olarak almaya karar verdin? İlk kız çocuğunun ikincisine göre daha değerli olduğunu düşündüğünü biliyorum."
"Seçenekler arasında sarışın, yeşil gözlü ve tabiki köklü bir soydan gelen bir tek o vardı. Clarissa sohbet ederken söylemişti; Sandrino laf arasında onun gibi zümrüt yeşili gözlere sahip ve sarışın bir kadınla evlenebileceğinden bahsetmiş. Oğlumun arkasından gizli evlilik sözleşmeleri imzalayabilirim fakat mutlu bir evliliği olmasını da istiyorum."
"İnanılmaz bir kadınsın Rosia. Bunca yıldan beri beni hala hayrete düşürüyorsun."
Altın sarısı saçları omuzlarından bukle bukle dans ederek dökülen zümrüt yeşili gözlü güzel kızın portresinin karşısında duran Juan, bakışlarını karısına doğru çevirdiğinde sesindeki hayranlıkla konuşmuştu. O sırada yerleştiği koltuğunda dimdik oturmakta olan Rosia, ailesinden miras kalan gökyüzü kadar mavi gözlerini yan bir bakışla ona doğru çevirmişti. Konuşurken sesinde açık bir böbürlenme vardı.
"Güzel, hayal kırıklığı değil de ilham kaynağı olduğuma sevindim."
O anlarda malikanenin yüksek kemerli kapısının önünde duraksamış olan Sandrino, uşağın elinden çekip aldığı pelerini sırtına geçirmekle uğraşıyordu. Önünü alamadığı öfkeli ruh haliyle dengesini kaybetmiş, pelerini sırtına geçirirken zorlanmıştı. Eğdiği yüzündeki kasılmış ifade hislerini açıkça ortaya koyarken, mavi gözlerinden adeta ateş kıvılcımları çıkıyordu. Göğüs kısmındaki siyah bağları sıkıp düğümlediğinde yüzüklerle bezeli ellerine deri eldivenlerini geçirmeye başlamıştı. Onu karakterine yakışmayan öfkeli ve huysuz bir adama dönüştüren annesinden olabildiğince uzaklaşmak istiyordu.
İşini bitirdiğinde, iki yanında muhafızların nöbet tuttuğu açık kapıdan geçerek geniş taş verandaya çıkmıştı. Uzun adımlarıyla basamaklara doğru ilerlerken başını karanlığa büsbütün teslim olmaya başlamış bahçeye doğru kaldırmış bununla birlikte hesaplaşmayı beklediği bir diğer kişiye de karşısında bulmuştu.
"Sen! Her mektubunda Viterbo'daki gözüm kulağım olduğunu söyleyen kuzenim Andreani Ludovico! Hainlerin arasında sende varsın değil mi?"
Sandrino, havaya kaldırdığı kolunu tekinsiz bir şekilde kuzenine doğrultup basamaklardan hızla inmeye başladığında suçlayıcı sesi bahçede yankılanmıştı.
Basamakların birkaç adım gerisinde duran adam ilk anda duruşunu bozmamıştı. Geniş omuzlarından mükemmel bir şekilde sarıp dizlerine kadar uzanan yakaları kürklü siyah kolsuz pelerinini önünü kavramış bir halde, kuşkulu bakışlarını üzerinde dolaştırmıştı. Fakat yaklaştıkça saldırmaya hazırlandığı kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya çıktığında kaslı kolunu öne doğru uzatıp bir adım geriye çıkarken sert sesiyle çıkışmıştı.
"Ne bu sinir, aptal herif?"
"Nasıl haberin olmaz?! Arkamdan iş çevirmelerine nasıl göz yumarsın?!"
Sandrino çakıl yola ayak bastığında, eyerlermiş atı ve biraz ilerisindeki kuzeni Andreani'nin kara atını zapt etmekte olan seyisler ve muhafızlara aldırış etmeden üzerine yürümüştü. Onu böylesine saldırgan yapan; Lucca'dayken arkasından çevrilenlerden habersizce gülüp eğlendiği sırada hayatının en önemli kararını vermiş olmalarının yanı sıra oyuna getirilmesine katlanamamasıydı. Kandırılmış, en yakınları ihanete uğramış hissediyordu.
Üzerine doğru akıp gelmeye devam eden tehlikeye şaşkınlıkla bir an beyaz dişlerini göstererek gülen Andreani Ludovico, Sandrino sinilerine hakim ol! diyerek yüksek sesiyle durması için uyarmıştı. Fakat durmak yerine aralarındaki mesafeyi gitgide kapattığını gördüğünde s*k kafalı herif diyerek küfretmiş, yapacağı herhangi bir hamleye hazırlıklı olmak adına duruşunu sağlamlaştırmıştı. Aynı anda üzerine gelmemesi için uyarmaya devam ediyordu.
O sırada öfkeden nereye saldıracağını bilemeyen gözü dönmüş haldeki Sandrino, halasını ikinci annesi gibi gören kuzeninin yaşanılanları bilmemesinin imkânı olmadığına inanıyordu. Andreani, otoriterliği ve zaman zaman acımasızlığıyla annesi Rosia Panzio'ya benziyordu. Kendisiyle yaklaşık aynı boylarda olan adamın karşına dikildiğinde, tereddütsüzce yakasını kavrayarak sarmıştı.
"Sinirlenmeye daha yeni başlıyorum. Hepiniz canınıza susamışsınız, arkamda evlilik taaddüttü imzalamaya nasıl cüret edersiniz?"
Yakasını tuttuğu ellerini kavrayarak üzerinden itmiş Andreani, omzuna sert bir şekilde vurup homurdanmıştı. Sarsılsa dahi dengesi bozulmayan Sandrino, bir adım geriye çıktığında eliyle kasılmış çenesini ovarken onu izleyen Andreani sinirle söyleniyordu.
"Sandrino sinirini çıkaracak dişine göre birini arıyorsun anlıyorum ama şu an bu saçmalığı yapmayacağım. Sakin ol ve insan gibi konuşalım."
"Sakin olmayacağım. Bu hainlerin arasında sen de mısın Andreani?"
"Bilmiyordum s*k kafalı, öğrendiğimde bende en az sen kadar şaşırdım."
Ateşli doğasını dizginlemekte zorlanan Sandrino, herhangi bir şey söylemeden önce ceketinin iç cebindeki içki matarasına çıkartmıştı. Şarabından hırsla içerken bakışlarını kuzeninden üzerinden çekmemiş, ıslanan ağzını elinin tersiyle sildiğinde suçlayıcı bir sesle konuşmuştu.
"Bilmiyordun? Senden hiçbir şey kaçmaz. Palatino'da bir güvercin ölse senin bundan haberin olur. Her yerde kulağı vardır."
Andreani Ludovico'nun otoriter kişiliği paranoyaklık sınırına kadar ulaşan şüpheciliği ve birkaç kişi dışında kimseye güvenmeyen bir adam olduşu herkesçe bilinirdi. Sürprizlerden nefret eder, yapıldığında öfkelenirdi. Onu en ufak bir parça dahi etkileyebilecek her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilmek isterdi ve kendisine sadık olan kişiler sayesinde bilirdi de. Sandrino, karanlık bir mizaca sahip olan San Lorenchi topraklarının sahibi Andreani'nin istediği zaman öğrenmeyeceği hiçbir şey olmadığını biliyordu.
"Doğru, haber ağım güçlüdür. Fakat kuzenimin toprakların hatta evine casus sokmayı atlamışım, kusura bakma."
Andreani, bu sözlerin ardından ağzına götürdüğü mataraya uzanıp kabaca kendi eline geçirmişti. İçindeki şarabın hangisi olduğuna bakma gereği duymadan başına dikmişti. Yakışıklı ve sert görünümlü kuzenini çattığı kaşlarıyla izleyen Sandrino, söylenmeye devam etmişti.
"Haberin olacaktı! İşler noktaya gelmeden beni uyaracaktın! Gitmeden önce benim olan her şeyi ilk önce sana emanet etmiştim."
"İnan ban, halamın bu kadar ileri gideceğine ben bile ihtimal vermemiştim. Malikaneye gelen bekar kızların tablolarına denk gelmiştim ama halam senin için her zaman kız bakıyordu, bu yeni bir durum değildi. Evlilik görüşmelerindense haberim dahi olmadı. Kabul edelim ki Rosia Panzio, hepimizi oyuna getirdi. Ben öğrendiğimde sana yeni haber gitmişti."
Huysuzlukla yüzünü buruşturan Sandrino, adamın elindeki matarasını sert bir şekilde çekip almıştı. İçmeden önce kısık ve öfkeli bir sesle olacakları dile getirmişti.
"Bu nişan iptal edilecek."
Andreani başını karar sana ait dercesine hafifçe yana eğerek dudaklarını birbirine bastırdığında yanına yaklaşıp kalın kolunu omzuna atmıştı. Onu kendisiyle birlikte seyislerin yularlarını çitlere bağladığı atlara doğru çekmeye başlamıştı.
"Hadi birlikte bize gidelim. Marchello ne zaman döneceğini sorup duruyordu, seni gördüğüne çok sevinecektir. Senin de bu şekilde biraz olsun kafan dağılır. Birlikte bir akşam yemeği yer sonrasında mahzenden kaliteli bir şarap çıkartıp şu konuyu detaylıca konuşuruz."
Ondan üç yaş kadar büyük olan Andreani ile adete kardeş gibi büyümüşler, çocukluklarından bu yana birbirlerinden neredeyse hiç ayrılmamışlardı. Onun gibi kilise bayrağı altında askerlik eğitimi almış ve İtalya yarımadasının en ünlü askerlerden biri olarak yıllarca görev yaparak, savaşlara katılmıştı. Dört yıl önce Kilise'deki görevlerini bırakarak evlenmiş ve baba olmuştu. Sandrino zaman zaman yakın dostuyla eskisi gibi vakit geçiremiyor olmasından yakınsa dahi vaftiz babası olduğu üç yaşlarındaki yeğenine adeta tapıyordu. Kuzeninin küçük bir minyatürü olan küçük Marchello aynı şekilde ona tutkundu. Andreani'nin teklifi altı ayın ardından özlemini hissettirse dahi ruh halinin yeterince iyi olmadığını düşünüyordu.
"Üzgünüm kuzen, şu an görmek istemeyeceğim son şey; aile saadeti."
"Meyhaneye gidiyoruz, o zaman."
"Yalnız kalacağım."
Omzundaki kuzeninin kolundan sıyrılan Sandrino, asık ifadesiyle elindeki matarasının kapağını kapatıp tekrar cebine koyarken düz sesiyle konuşmuş sonrasında atına doğru yürümeye başlamıştı. Bir süre sessizlik içinde onun uzun adımlarla karanlık bahçede uzaklaşmasını izleyen Andreani ise sesini yükselterek kasıtlı bir şekilde damarına basmıştı.
"Yani, hep yaptığın şeyi yapıp ortadan kaybolacaksın ve kendini şarapla uyuşturacaksın."
Bunun üzerine Sandrino arkasını dönerek bağırmıştı.
"Siktir git başımdan Andreani."
"Nereye gidiyorsun?"
Arkasından gelmeye başlamış kuzeninin sert sesiyle sorduğu soruya hemen cevap vermemişti. O an nereye gittiğini kendi dahi tam olarak bilmiyordu. Tek düşünebildiği, yalnız kalıp düşünmeye ihtiyacı olduğuydu. Andreani'nin sözlerine sinirlense dahi bunu da en iyi içerek yapabilirdi. Bahçede biraz daha ilerlemiş seyisten atının yularını aldığında, üzerine çıkmadan önce yüzünü dönmeden yüksek sesiyle cevap vermişti.
"Cehenneme."
Atının üzerinde Sandretta'dan ayrılan Sandrino kendini Roma'da bulmuştu. Eskiye göre oldukça az kullandıkları şehirdeki ailelerine ait villayı açtırmıştı. Üçüncü katındaki en büyük daireye çekilerek üzerindeki yol yorgunluğunu atabilmek için ısıtılan suda yıkanmış, üzerine daha basit kıyafetler giymişti. Yemek hazırlanmasını söylemiş olsa dahi yiyemeyeceğini fark ettiğinde kendini dışarı atmıştı.
Siyah gökyüzünde asılı olan parlak yıldızların altında şehrintenhalaşmış sokaklarında bir süre ağır adımlarıyla yürüyüş yapmış, başınageçirdiği pelerininin başlığı altında geçtiği yerleri seyre dalmıştı. Siyah gökyüzünde asılı olan parlak yıldızların altında şehrin tenhalaşmış sokaklarında bir süre ağır adımlarıyla yürüyüş yapmış, başına geçirdiği pelerininin başlığı altında geçtiği yerleri seyre dalmıştı.
Roma'nın merkezine geçmiş, Antik Romalılar tarafından yüzlerce yıl önce inşa edilmiş en önemli kısmı kubbesi olan ve mimarisiyle büyük başyapıtlarından Pantheon'a ulaşmıştı. Akşamın karanlığı, şimdilerde Katolik kilisesi haline getirilmiş tapınağın devasa taş duvarları üzerine çökmüş olsa dahi ayın gümüşi ışıltılarıyla inci gibi parlamasın engel olamamıştı. Giriş kısmında Latince yazan "M.Agrippa, Lucius'un oğlu, üç kez konsül olan kişi yapmıştır." ifadesi ise silik bir şekilde belli oluyordu.
Sandrino, bakışlarını hayranlık uyandırıcı yapıdan çektiğinde karanlık meydanda dolaştırmıştı. Görmeyi umduğu kişiyi, meydanın karşı ucunda taş duvara sırtını yaslamış halde yerde otururken bulmuştu. İlerleyerek yanına vardığında, sol tarafındaki boş yere taşın üzerine oturmuştu. Uzun bacaklarından birini kendine doğru çekip, diğerini öne doğru uzatmıştı. Elindeki kömür kalemiyle önündeki defteri çizmeye devam eden Bruno onu yan bir bakışla izlemişti.
"Ekselansları, bugün sizi görmeyi beklediğimi söyleyemeyeceğim. Buraya geldiğine göre Viterbo'da işler kötü geçmiş."
"Kötü değil, bok gibi geçti."
Bruno'nun sözlerini sıkkın bir ruh haliyle düzeltmiş Sandrino, hala başında olduğunu fark ettiği pelerinin başlığını geriye doğru çekip, elini karanlıkla koyulaşan dağılmış sarı saçlarının içinde dolaştırmıştı. Aklı hiç olmadığı kadar karışıktı, kendini büyük bir belirsizliğin içinde kaybolmuş gibi hissediyordu. Tekrar önüne dönmüş, kömür kalemiyle çizdiği bazilikaya parmaklarının uçlarıyla gölge darbeleri veren Bruno'ya kısa bir an bakıp tekrar karşısında duran manzaraya dönmüştü. Vakit ilerledikçe serinleyen havada bir müddet sessizlik içinde oturmuşlardı.
Bir süre sonra Sandrino, öfkesini adeta bir yanardağ gibi muhataplarına sonunda kusabilmiş olmasının rahatlığıyla günler sonra ilk kez kendini biraz olsa dahi rahatlamış hissetmeye başlamıştı. Düşündüğünde Lucca ve Viterbo arasındaki uzun mesafeyi nasıl kat ettiğini dahi güçlükle hatırlıyordu. Geçtiği yollar gözünde belirsiz bir karartıdan ibaretti. Yıllardır kontrolünü kaybedecek kadar şiddetli bir şekilde öfkelenmediğini fark ettiğinde elinden olmadan gülümseyip gözlerini devirmişti.
İçini çekerek, çıkmaya başlamış sakallarında parmaklarını gezdirmeye başladığında, düşünmeden aklından geçeni sormuştu.
"Bir gün evlenmeyi düşünüyor musun?"
"Ne bugün ne yarın ne de yirmi yol sonra evlenmeyi düşünmüyorum. Evlilik, bir sanatkarın başına gelen en kötü şeylerden biridir."
Bruno sorusuyla birlikte bir an için elindeki kalemiyle duraksamış olsa dahi cevabını verirken tereddüt etmemişti. Şaşkınlığı, yalnızca bunu ona sormuş olmasından kaynaklıyordu. Meraklanan Sandrino, yüzünü buruşturarak bakışlarını üzerine çevirmişti.
"O da ne demek?"
"Karısı ve çocuklarının talepleri bir erkeğin sanat çalışmalarını imkânsız kılacağını düşünüyorum. Sırf ailemin karnını doyurabilmek için istemediğim işleri almak, deneyim kazanmaya vakit bulamamak, gözlem yapıp yeteneklerimi geliştirememek Tanrı vergisi olan yeteneğimi boşa harcamak olur. Evlenip çocuklarım olursa, sırf zenginin biri çok para veriyor diye ilgimi çekmeyen işleri kabul etmek zorunda kalırım. Şu an olduğunun aksine sokaklarda ve seyahatlerde geçirecek vaktim olmaz, sanatımı ve ilmimi terk etmek zorunda kalırım. Kadınların arkadaşlıkların keyif alıyor olsam da onların beni peşlerinden sürüklemesine izin veremem."
Sandrino, Bruno'nun dingin bir sesle söylediklerinin ardından bir müddet sessiz kalarak düşünmüştü. Her insanın hayatta kendi öz varlığına göre bir yol aradığını ve onu yalnızca kendisinin bulabileceğini savunan biri için duydukları hoşuna gitmişti.
"Bu sözlerine ancak saygı duyabilirim Bruno. Kimsenin kolaylıkla sahip olamayacağı bir yeteneğe sahipsin."
"Gerçekten dediğin gibi o yeteneğe sahipsem, dünyadaki yerimi de onunla bulmak istiyorum."
Bruno konuşurken yaptığı çizimi gözden geçirmiş, defterini kapatıp çevresine deri bağı dolamaya başladığında oturduğu yerde başını ona doğru çevirmişti.
"Burada ne kadar daha kalmayı planlıyorsun?"
"Neden sordun?"
"Birkaç ressam arkadaşımla görüşmeyi düşünüyorum."
Sandrino, yanına bıraktığı deri çantasına uzanarak defterini ve kalemini içine yerleştiren Bruno'nun sorusuna cevap vermek için aceleci davranmamıştı. Gecenin karanlığından kopup gelen sıkıntılı mavi gözlerini karşısındaki karanlık meydana dikerek, adına kabul edilmiş evlilik kontratının ciddiyetini ve yaratacağı problemleri düşünmeye başladı. Hayatını etkileyecek bir karar vermeden önce hata yapmadığından emin olmak istiyordu. Başını arkasındaki taş duvara yaslamış, ifadesiz sesiyle konuşmuştu.
"Henüz karar vermedim fakat şimdilik bir haftadan önce değil."
"Harika, benim şimdi gitmem gerek."
Bruno, çantasını kolunun altına sıkıştırdığında arkasındaki duvardan destek alarak ayağa kalkmıştı. Bunun üzerine Sandrino bakışlarını bir adım geriye çekilerek, diz hizasındaki ucuz tuniğinin etek kısmındaki tozlarını silken arkadaşına çevirmişti.
"Nereye?"
"Sanat atölyesinde öğrenci olduğum zamanlardaki bir arkadaşım bir süredir Raffaello Sanzio'nın atölyesinde kalfa olarak çalışıyor. Bu gece atölyede kendi aralarında küçük bir kutlama yapıyorlarmış, beni de davet etti. Eğer başarabilirsem büyük üstada mimari çizdiklerimi gösterip, fikir almak istiyorum. Sen burada mı kalacaksın?"
Rafael olarak bilinen adam, çağın en büyük üstatlarından biriydi. Şimdilerde Vatikan Sarayına yaptığı Atina Okulu fresklerinde, eski Yunan filozoflarını tasvir etmesiyle övgüyle bahsediliyordu. Papaların emri altında eşsiz eserler vermiş ve şimdiki Papa Julius içinde çalışmaya devam eden adam, ressam olmasının yanında yetenekli bir mimardı.
Sandrino, rahat bir tavırla elini kendine çektiği bacağına koyarken, alayla önündeki karanlık ve evsizlerin gezdiği büyük tapınağı işaret etmişti.
"Manzara güzel."
Bruno sen bilirsin diye mırıldandığında arkasını dönerek uzaklaşmak için bir adım atmıştı ki aklına gelen düşünceyle topukları üzerinde dönerek tekrar karşısına geçmişti.
"Bu arada, olur da şu Viterbo'daki şapel için yarışmaya katılmaya karar verirsem senin adına herhangi bir sorun olmaz değil mi? Tekrar sormak istiyorum, sonuçta şu an hamim sensin."
"Eğer kazanırsan Viterbo Valisi'nin karşısında seni bizzat hamin olarak desteklerim."
"Harika bu benim için büyük bir motivasyon olacak. Geç kalıyorum. Umarım ekselansları, sizde bir an önce dünyadaki yerinizi bulabilirsiniz."
Sandrino siktir git diye mırıldanıp yerden aldığı bir taşı omzunun üzerinden onu gözleyerek uzaklaşan Bruno'ya atmıştı. Karanlıkla gittikçe görüntüsü silinen arkadaşından bakışlarını ayırdığında içine sıkıntılı bir nefes çekerek asık yüzünü gökyüzüne doğru kaldırmıştı. Onu uykusuz bir gece bekliyordu.
**
Günbatımı Roma şehrini hakimiyeti altına almışken Sandrino, yatak odasının terasını çevreleyen kemerlerle birbirine bağlanmış geniş tırabzanlarının üzerine oturmuş, canlı mavi gözlerini asil bir havayla ayaklarının altındaki şehirde gezdiriyordu.
Kendine doğru çektiği uzun bacaklarından birinin üzerine kolunu yaslamışken sırtını arkasındaki kemere vermişti. Terasa çıkmadan önce yıkandığı için sarı saçları hala nemliydi, yukarıda olmasıyla daha şiddetli bir şekilde esen sonbahar rüzgarlıyla ürperdiyse de aldırış etmemiş, önündeki manzarayı izlemeye devam etmişti.
Lucca'dan dönmesinin üzerinden altı gün geçmişti. Altı gün boyunca içinden sayısız kez hiç kimseye haber dahi vermeden Lucca'ya geri dönmeyi geçirmişti. Fakat nedenini bilmediği bir şekilde yolculuğa çıkma emrini bir türlü verememişti. Kısıtlı günlerini neredeyse altı aydır uğramadığı Roma ve Viterbo'daki işlerini düzene sokmak ve denetlemek için kullanmıştı. Andreani'nin beklediği gibi kendini hiçkimsenin onu bulamayacağı bir yerlere kapatmayı ne kadar çok istese dahi yapmamıştı.
Gündüzlerini yokluğunda işleri yöneten muhasebeci ile görüşerek ve Lucca'da olmasıyla uzaklaştığı Sandretta insanlarına kendini göstererek geçirmişti. Buna rağmen topraklarında ne kadar vakit geçirirse geçirsin Panzio Malikanesi'ne uğramayı bir an bile düşünmemişti. Annesinin görüşme taleplerine karşılık vermemiş, kendini olabildiğince meşgul etmeye çalışmıştı. Geceleri ise bu kez Andreani'nin sözlerini haklı çıkararak kendini şarapla uyuşturmuştu.
Akşam esintisi sarı saçlarını dalgalandırırken, bağlı olduğu geniş yatak odasının kapısının açıldığını işitmişti. Odanın içinde ilerleyen güçlü adımların sahibini oturduğu taş tırabzandan tam göremese dahi kendinden emin adımlara aşinaydı. Altı günlük yalnızlığını bozan kişinin kuzeni Andreani Ludovico olduğundan emin olduğunda bakışlarını yeniden önündeki Roma manzarasına çevirmişti. Terasa adım atmasını bekledikten sonra yüzüne bakmadan söylenmişti.
"Kapıdaki muhafızlar ziyaretçi kabul etmediğimi söylemedi mi?"
"Söylediler, bunun üzerine bende onlara benim ziyaretçi olmadığımı söyledim."
Sandrino huysuz sesiyle hepsini astıracağım diyerek mırıldanmıştı. O sırada, duvara dayalı küçük yemek masasının üzerinde duran sürahiden kendine şarap doldurmak için terasın içinde ağır adımlarla ilerleyen Andreani, sert sesindeki bıkkınlıkla karşılık vermişti.
"Altı günün ardından etrafına yaydığın o mahşer günü gibi kasvetin azalacağını düşünmüştüm."
Kuzeninin şikâyeti Sandrino'nun dudaklarını alaylı bir edayla büzmesine sebep olmuştu. Olduğu yerde başını üzerine doğru çevirip manidar bir şekilde karşılık vermişti.
"Azaldı zaten, şu an tanrının ışığıyla aydınlanmış bir rahibe kadar huzur doluyum."
"Sandrino, elbet bir gün evlenecektin. Ertelemen gerçeği değiştirmeyecekti."
O gün için siyahın farklı tonlarına bürünmüş olan Andreani konuştuğu sırada elindeki kadehiyle karşısına geçmişti. Siyah bir pantolonun sardığı kaslı bacağını yukarı kaldırarak taş tırabzana yaslamış, sırtını onun gibi arkasındaki kemere dayadığında kollarını göğsünde Ludovico armasının işlendiği füme rengi ceketinin üzerinde kavuşturmuştu. Sandrino, onu izlerken tekrar kinayeli bir karşılık vermemek için kendini zor tutmuştu. Hayatı boyunca hiç bu kadar huysuz ve geçimsiz bir adama dönüştüğünü hatırlamıyordu.
"Senin için konuşması kolay, sen kendi seçtiğin kadınla evlendin bense annemin seçtiği kızla evlenmek zorunda bırakılıyorum."
"Seni bunun başına geleceği hakkında uyarmıştım. Yıllar önce, evleneceğin kişiyi bir an önce seçmeni yoksa sabrı taşan halamın bu işe el atacağını söylemiştim. Her şeye rağmen, henüz hiçbir şey bitmiş değil. Halamın seçimini kendi seçimin haline getirmek yine senin elinde."
Andreani, koluna yasladığı kadehini ona doğrultarak konuşmuş sonrasında şarabından büyük bir yudum almıştı. Sandrino bu sözlere herhangi bir cevap vermeyi düşünmüyordu. Kuzeni onu diplomatlık görevine çıkacağı zaman dediği gibi, onu evlilik zamanı geldiğine dair uyarmıştı. Fakat o evlilik için acele etmek istemediğine dair alaylı bir yorumda bulunarak, her zamanki gibi uyarısını savuşturmuştu. Ne o zaman ne de bir haftaya kadar hiçbir şekilde annesinin bu kadar ileriye gideceğine paye vermemişti.
Onun düşünceli ifadesini mavi gözlerinin içindeki anlayışlı ifadesiyle izleyen Andreani, içine düştüğü karmaşayı biraz daha anlaşılır kılmaya çalışmıştı.
"Kim bilir belki zamanla ona karşı duyguların gelişir. Ben kızın portresini gördüm, eğer ressam bir oyun oynamamışsa oldukça güzel. Sarışın ve yeşil gözlü. Seni tanıyorum, o değerli bekarlığını yitirmekten korkuyorsun fakat Sandrino durumumuz gözüne ne kadar çirkin görünürse görünsün bizim en büyük görevimiz bize miras kalan aile ismini koruyup, güçlendirmek. Bahsettiğim miras sadece mal ve mülkten ibaret değil. Sana miras kalacak olan aynı zamanda geçmişte aileyi başarılara taşımış Panzio ataları, onlar olmasaydı hiçbirimiz şu an tadını çıkardığımız statülerimize sahip olmazdık. Ben üç yıl önce neredeyse bir suikastte öldürüyordum. Bazen düşünüyorum eğer hala evlenmemiş bir şekilde o gün orada ölseydim, Ludovico soyu yok olacaktı. Şimdi Marchello'ya her baktığımda oğlumu aynı anda da geleceği görüyorum. "
Günbatımının kızıl ışıklarının gölgesi yüzüne düşen Sandrino, kuzeninin en açık şekilde durumlarını ifade edişini hiçbir hissin yer edinmediği ifadesiz yüzüyle dinlemişti. Haklı olduğunu kabul etmek istese dahi kendisi için istediği hayat tarzını bir anda bırakmaya gönülsüzdü. Andreani, kadehini yaslandığı taş tırabzanın üzerine bıraktığında tereddütsüzce gözlerinin içine bakıyordu.
"Senin de zamanın geldi Sandrino. Bugün gidip kızı gör, şu durumda kaybedecek hiçbir şeyin yok. Biliyorsun ki güçlü bir ailenin kızıyla evlenmek ailenin gücüne güç katacaktır."
Sandrino, ağabey havasına bürünerek ona öğüt veren kuzenine şöyle bir bakmış, içinden gelen gülme hissiyle merak uyandırıcı bir tonda konuşmuştu.
"Gençliğimize dair en çok neyi özlüyorum biliyor musun Andreani?"
"Neyi?"
"Geçmişte eğlenceli bir adamdın."
Verdiği cevap kuzeninin hoşuna gitmemişti. Yaklaşan alaylı sözlerini sezmişçesine ifadesi bıkkınlıkla sertleşmişti. Ses tonu ise her an tanıdık otoriter havasına bürünmeye başlayacağını haber veriyordu.
"Hangi geçmişte?"
"Birlikte ev sahipliğini yaptığımız gizli şehvet ziyafetleri düzenlediğimiz geçmişte."
"Sana uyduğum nadir zamanlardan."
Bu cevabı duyduğunda hali hazırda içindeki ölü toprağını ataraksırıtmaya başlamış olan Sandrino, erkeksi sesiyle kıkırdamaya başlamıştı. Aynıanda canlanan mavi gözlerindeki kınayan bakışla başını iki yana sallıyordu.Kuzeni onun kadar olmasa dahi geçmişte çapkınlıklarıyla pek çok kez insanlarasohbet konusu olmuştu. Aralarındaki fark, kuzeni kadınlarla olan eğlencelerinidaha düzenli ve olabildiğinde sessiz yürütürken o ne isterse onu yaparve kimsenin ne dediğini umursamazdı.
"Son ziyafeti senin Spoleto'daki villanda vermiştik, en büyük ve kontrolden çıkan da o olmuştu. Öyle ki Borgia ailesi gibi sapkınlıkla suçlanmaktan korktuğumuz için yenisini düzenleyememiştik. Tiber Nehri kadar şarap içilmiş, kurulan kumar masaları yeterli gelmemiş, villanın her yerinde adamlara eşlik edilen kadınların kahkahaları duyuluyordu. Senin yakın dostun Dante'de davetliler arasındaydı. Sonra sen adamın kız kardeşinle evlenmesine izin vermiştin değil mi?"
Her ikisinin de yirmili yaşlarının başında oldukları zamanlardan kalma en renkli anılarından birini anlattığında karşılıklı birbirlerine bakıp sırıtmaktan kendilerini alamamışlardı. İlk anda sert ifadesini bozmak istemeyen kuzeni, sonunda başını öne eğip hatırladıklarıyla birlikte gülmüştü. Mizaçları birbirine zıt olsa da her zaman aralarında mükemmel bir uyum olmuştu. Özellikle Andreani'nin alaycı yönünü ortaya çıkartan halleriyle yapacaklarının sınırı olmadığını pek çok kez deneyimlemişlerdi.
O sırada başından beri aralarında geçen ciddi konuyu dağıtmayı amaçladığının farkında olan Andreani, eğlenmesine rağmen yaptığını görmezden gelmemişti.
"Tamam s*k kafalı anladım, benim de temiz bir geçmişim olmadığını söylüyorsun. Fakat şimdi de bu yüzden buradayım; senin de benim gibi kıymetli bekarlığını kaybedişine tanık olacağım."
"Çok dalga geçeceksin değil mi?"
"Sen benimle ne kadar dalga geçtiysen o kadar. Merak etme, acımayacak."
"Hayır acıyacak."
"Doğru, seni kaç kez öldürmek istediğimin sayısını bir süre sonra tutmaktan vazgeçmiştim."
Sandrino, bu sözler üzerine huzursuz bir şekilde kaşlarını çatsa dahi bir an sonra kuzenine muzip bir tavırla gülümsemişti. Geçmişte, evliliği hakkında ne zaman güç duruma düşse sınırını aşan lüzumsuz şakalarıyla kuzenini sayısız kez çileden çıkartmış, Andreani ise her defasında ileride hepsinin acısını çıkartacağına dair intikam yeminleri etmişti. Tarafsız bir şekilde baktığında Sandrino, adamın dalga geçmeye hakkı olduğunu kabul etmek zorunda kalıyordu.
İçine derin bir nefes çektiğinde oturduğu tırabzandan çevik bir hareketle inmişti. Yıkandıktan sonra üzerine geçirdiği koyu mavi bol gömleği çıkartıp yanından geçtiği sandalyenin üzerine bırakıp, hala Roma manzarası önünde duran kuzenine döndüğünde kollarını abartılı bir şekilde iki yana açıp konuşmuş sonrasında çıplak sırtını dönüp giyinmek için odanın içine geçmişti.
"İyi o halde, sizlere en azından kaliteli bir gösteri sunayım. Kardinal kırmızısı uygun olur diye düşünüyorum."
Kısa zaman içinde hazırlanan Sandrino, söylediği kardinal kırmızısı yerine şarap rengi balon omuzları olan koyu renk bir ceket, siyah pantolon ve aynı renk dizlerinin biraz aşağısında biten deri çizmelerini giymişti. Yıkanırken çıkardığı iki yüzüğünü sağ eline büyük Panzio mührünü taşıdığı diğer yüzüğünü ise sol eline takıp, hala hafifçe nemli olan asi sarı saçlarının arasında elini atıp, düzeltmeye çalışırken aynanın karşısına geçmişti. Aynada son kez yansımasına baktığında eline aile armalarının olduğu broşunu alarak terasa çıkmıştı.. Andreani onu beklerken şehri izliyordu. Başını eğerek broşunu yakasına takmaya başladığında kısık sesiyle konuşmuştu.
"Sevgili Madonna Ludovico bu gösteriyi kaçıracak mı?"
Bakışlarını ona doğru çeviren Andreani, yerinden doğrulduğunda içini çekerek hafifçe gülümsemişti.
"Marchello dün bahçede koşup terlemiş, bu sabah uyandığında halsizdi. Clarissa da yanından ayrılmak istemedi. Sabah hekim gelip baktı, abartılacak bir şey yok fakat biliyorsun söz konusu oğlu olduğunda başka birine dönüşüyor. Bir dahaki sefere mutlaka yanında olacağını söyledi. Ayrıca nişanın için de tebriklerini iletmememi istedi."
"Sevgili karına söyle; tebrik kabul etmiyorum."
Yüzünü buruşturarak açık bir tiksintiyle verdiği karşılık üzerine Andreani, yüksek sesle gülmüştü. Yanına gelen kuzeninin omzuna koluyla vurduğunda birlikte terastan çıkarak üç kata sahip köşkün ilk katına inmeye başlamışlardı. İkinci katın geniş taş merdivenlerinden indikleri sırada ceketini düzelten Andreani, başını ona çevirmişti.
"Viterbo Valisi ile görüşmüşsün, tüm şehir nişanını ve geri dönüşünü konuşuyor."
"Kiracılarım hakkındaki birkaç sorunu bizzat görüşmek istedim."
"Vali Fantino'nun yanında akrabası Ercole Nicoletta'da vardı. Yüzündeki o uyuz sırıtışla yakında aile olacak olmamızdan bahsetti. "
Duyduklarıyla birlikte keskin hatların hâkim olduğu yüzünü buruşturarak duraksayan Andreani, şaşkınlıkla büyüyen mavi gözlerini yüzüne çevirmişti.
"Aile?"
Andreani'nin tükürürcesine aile? değişiyle dudaklarında kibirli bir sırıtış beliren Sandrino, başını iki sallayarak, deri çizmelerinin üzerinde mermer merdivenleri inmişti. İçine düştüğü yeni durum gittikçe renkli bir hal alıyordu. Parıldayan mavi gözlerini omzunun üzerinden arkasında kalan kuzenine doğru yönelttiğinde sahte bir sevinçle birkaç gün önce öğrendiği haberi onunla paylaşmıştı.
"Evet aile. Marianna De Benardi ile üç hafta sonra nikahı varmış. Kendisi, annemin beni gizlice nişanladığı Maddalena De Benardi'nin bir yaş büyük ablası oluyor. Ne büyük saçmalık."
Sözlerinin sonuna geldiğinde Sandrino, şaşkınlıktan dudakları sessiz bir gülümsemeyle kıvrılmaya başlayan kuzenini arkasında bırakmıştı. Villanın zemin katındaki daha büyük ve yüksek olan heykellerle süslenmiş taş koridordan iç avluya doğru ilerlerken kendi kendine söylenmişti.
"Ünlü çapkın Sandrino Panzio'nun düştüğü şu duruma bak; yeniyetme delikanlılar gibi nişanlımda tanışmaya gidiyorum. Ey Kader, dedikleri gibi ay kadar döneksin."
**
Maddalena, nişanlısı ile tanışacağı akşam yemeğinden önce içindeki huzursuz hisle mavi işlemeli bir örtünün serilmiş olduğu yatağında bir hanımefendiye yakışmayacak şekilde bacaklarını kendine doğru çekerek sırt üstü uzanmış, yukarıdaki cibinliği izliyordu.
Sandrino Panzio ile nişanlı olduğu öğreneli neredeyse bir haftadan fazla oluyordu fakat duruma alışmak şöyle dursun gün geçtikçe daha çok panikliyordu. Çoğu geceler ne yapacağını bilmez bir halde balkonundan dışarıyı seyrediyordu. Uyayabildiğinde ise Lucca'daki o gecede yaptıkları konuşma ve öpüşmeleri sanki onun hayalperestliğinin bir ürünüymüşçesine karanlık bahçede kayboluşu rüyalarına girip, onu kaygı kumkuması haline getiriyordu.
O akşam için annesinin ısrarıyla yüzüklerle süslemek zorunda kaldığı ellerini karnının üzerine birleştirmiş, hiçbir yere bakmadan sessizce cibinliği izlemeye devam ederken yatağın hareketlendiğini hissetmişti. Bir an sonra, elini yatağa dayayarak üzerine eğilen Natilda görüş açısına girmişti.
"Maddalena, elbiseni ve saçlarını mahvediyorsun."
Niyetim o zaten diyerek kendin kendine söylenmiş Maddalena, uzandığı yerden kalkmaya niyetli değildi. Natilda geri çekildiğinde, alt kısmının serbest bırakıldığı yatağa serilmiş sarı bir bukleye uzanarak uzun parmaklarının arasında geçirmeye başlamıştı.
"Hadi kalk şu yataktan, üzerini düzeltelim."
Dadısının ısrarı üzerine elinden olmadan gözlerini devirmiş, parmaklarının ucundaki saçını geriye doğru attığında yatakta yan dönmüştü. Bununla birlikte eteklerini daha da buruşturduğunu düşünen Natilda homurdanarak ellerini kalın beline dayamıştı. Fakat Maddalena onu umursamayacak kadar görünüşünden tiksiniyordu, önce eliyle üzerindeki elbiseyi sorasında yan dönmesiyle kayan boynundaki kıymetli kolyeyi tutarak göstermişti.
"Natilda şu halim sana gerçekten normal mi geliyor? Üstümdeki bu elbise, kolye ve küpeler hiçbiri ben gibi hissettirmiyor."
Maddalena, o akşam için annesinin Roma'ya geldiği gün diktirilmesinekarar verdiği yeni elbiselerden zümrüt yeşili brokar olanı giymek zorundakalmıştı. Sabah, kahvaltıya indiğinde akşam giymesi için bir elbise seçip veyatağına bırakılmasını emrettiğini soğuk sesindeki emredici bir tonla söyleyenannesine itiraz etse dahi kadının onu kâle almadığınıgördüğünde uzatmamıştı. O andan sonra kapanan iştahıyla masada oylanmış, yeterince oturduğunudüşünüp izin isteyerek odasına çekildiğinde, yatağına özenle serilmişgösterişli elbise ile karşılaşmıştı.
Elbisenin yanına görünüşünü tamamlayacak takılar dahi bırakılmıştı. Buna rağmen yukarıdan elbiseye bakarken gözüne masum görünmüş fakat akşam olup da içine girdiğinde kendisini hiç olmadığı kadar farklı bir görüntüde bulmuştu. Üzerindeki zümrüt yeşili altın sarısı brokar desenlerin üzerinde dalgalandığı elbise, ince belini sıkıca sarıp aşağıya doğru kalın şeritli pileler halinde düşüyordu. İçine nadir kullandığı sıkı bir korse giymiş, altın sarısı şerittin çevrelediği hafif dekoltesinin üzerindeki kombinezonunu parçası olan ipek tülden dahi sıkıştırılarak olduğundan daha da dolgun göğüsleri varlığını belli ediyordu. Elbiseye bir noktaya kadar katlanabilse bile annesinin olduğunu düşündüğü gösterişli kolye ve küpe setinden kurtulmayı ciddi anlamda düşünüyordu.
"Belki öyle fakat elbise ve bu renk sana çok yakıştı. Şu haline bak, ne kadar hoş ve zarif bir genç kızsın."
Onu teskin etmeye çalışan dadısının sözleriyle bedenini geriye doğru devren Maddalena, yatağın üzerindeki uçlarında püsküller olan yastığı eline geçirip acıyla buruşturduğu yüzüne bastırmıştı. Onu bir daha çevresinde dahi görmek istemediği bağıran adamın gözüne hoş gözükmek için olmadığı birine bürünmüştü. Maddalena, durumunun bundan daha trajik bir hal alamayacağını düşünüyordu. Yastığının altından acıyla haykırmıştı.
"Sandrino Panzio ile karşı karşıya gelmektense kendimi şu balkondan seve seve aşağıya atarım. İstemiyorum, sözde nişanlıyla tanışmak istemiyorum."
Hala beline dayağı elleriyle sızlanmalarını izleyen Natilda, içine bıkkın bir nefes çektiğinde tekrar yatağa doğru eğilmişti. Yüzüne bastırdığı yastığı iki eliyle tutup sertçe çekmiş, kızaran yüzünü ortaya çıkardığında bu kez sert sesiyle konuşmuştu.
"Maddalena, Contessa De Benardi'nin gazabını üzerimize çekmek istemeyiz. Kalk hemen."
"Kalkmayacağım."
"Kalk dedim."
Kısa bir an dadısının yüzüne bakan Maddalena, sonunda homurdanarak yatağın üzerindee bedenini kaydırıp bacaklarını sarkıttığında ayağa kalkmıştı. Dağılmış eteklerine memnuniyetle bakarken titreyen sesiyle söylenmişti.
"En azından şu elbiseyi çıkartmama yardım et. Kendi elbiselerimden birini giymek istiyorum."
"Vakit yok."
"O halde üzerini lekeleyebileceğim bir şey bulmama yardım et. O zaman vakit ayırmak zorunda kalırız."
"Maddalena, öyle bir şey yapmayacaksın."
"Yüce İsa! Bana yardım et, dadımda zalimlerin tarafına geçmiş."
Maddalena, elbiseden kendi çabasıyla nasıl kurtulabileceğine kafa yormaya başladığında Natilda yere eğilerek pilelerini düzene sokmaya başlamıştı bile. Bunun üzerine ayağını yere vurarak başını tavana doğru kaldırıp asilik içinde parlayan yeşil gözlerini yummuştu.
Kısa bir zaman sonra Sandrino Panzio evlerinde olacaktı. Nişanlısı Sandrino Panzio! İkisi adına mühürlenmiş bir evlilik taahhüdü vardı. Maddalena ne kadar tekrar ederse etsin adamı nişanlısı olarak göremiyordu, bu düşünce onda katılarak alayla gülme isteği uyandırıyordu. Sandrino Panzio ile nişanlı olmak en açık şekilde ifade edilecek olursa; deli saçmasıydı.
Olduğu yerde sıkıntıyla ayaklarını yere vurmaya devam ederken, Natilda etekleriyle işini bitirmişti. Ayağa kalktığında ilerleyip şöminenin yanındaki küçük masaya bıraktığı kadehini eline alarak tekrar karşısına geçmişti Ona doğru uzatırken, sesindeki sert ton değişmiş endişeli bir hal almıştı.
"Önce şunu iç."
Maddalena önce şaşkınlıkla ne olduğunu sormuş, yeşil gözlerini kadehe indirmeden önce burnuna gelen tanıdık sert kokuyla yüzünü buruşturmuştu. Lucca'ya yerleştiği zamanlarda düzenli bir şekilde kullandığı iştah acıcı ve mide bulantılarını önleyen karışımı tanıması kolay olmuştu.
"Bu ne? Natilda hayır, şu an bunu içemem. Hali hazırda Sandrino Panzio'nun karışında çıkacağımı düşündükçe midem buruluyor. Akşamım yeterince zor geçecekken bir de bunun acı tadını kaldıramayacağım."
"İçeceksin, Contessa De Benardi'nin casuslarına yakalanmadan bunu odaya çıkartmak için ne çektiğimi bilmiyorsun. Roma'ya geldiğimiz günden bu yana iştahının gittikçe azaldığını fark etmediğimi düşünme. Dün öğlen hiçbir şey yemedin, akşam yemeğinde de annenle atışmış odana erken çıkmışsın, bu sabah da kahvaltıda sadece iki kaşık yulaf lapası yemişsin. Bu gidişle yine eskiye dönmekten korkuyorum."
Natilda'yı dinlerken onu rahatlatmak adına gülümseyen Maddalena ellerinden birini koluna yerleştirip, yavaşça okşamıştı.
Çocukluğunda hiçbir zaman iştahı açık bir çocuk olmamıştı. Natilda'nın dışında hiç kimsenin ona yemek yemesi için ısrar ettiğini hatırlamıyordu. Öğünlerinin büyük bir kısmını odasında tek başına yerdi. Bu durum zamanla hali hazırda az olan iştahının kapanmasına ve uzun süre yemek yemese dahi açlık hissini hissetmemesine sebep olmuştu. Büyükçe normal bir çocuğun iştahsızlığı olarak düşünülen durum, hastalığa dönüşmeye başlamıştı. Bilhassa babasının onu halasıyla Lucca'ya göndermeye karar verdiği zamanlarda durum oldukça ciddi bir hal almıştı. Ya açlık çekmemek için yer ya da yeme atağı geçirip sonrasında gizlice hepsini kusardı. Maddalena o dönemleri atlatabilmiş olmasını halasının koşulsuz sevgisine borçluydu.
"K-korkmana gerek yok, iştahım yerinde sadece canım istemiyordu."
"Acaba kimi kime anlatıyorsun, seni ben büyüttüm. Neredeyse bir buçuk gündür doğru dürüst yemek yemiyorsun. Agnesia Halan bu iştahsızlığını görseydi benim gibi kokar ve hemen önlem almak isterdi. Şimdi lütfen şunu iç."
Maddalena, Roma'ya geldiğin zamandan beri olabildiğinde annesine gözükmemeye çalışıyor, gününün çocuğunu aile evlilerinin ayrı bir köşesinde geçiriyordu. Fakat denese dahi kaçmayı başaramadığı kahvaltı ve akşam yemeklerinde annelerinin sözlü azarlamalarına maruz kalmasa da onu kasıtlı bir şekilde görmezden gelmesine rağmen sıklıkla üzerine çevirdiği katı bakışlarından kurtulamıyordu.
Natilda'ya dediği gibi iştahı yerindeydi yalnızca annesiyle aynı masada uzun süre oturmak istemiyordu. Kendisi için endişelenen dadısını üzmemek için uzattığı kadehi alarak içindekini sonuna kadar içmişti.
"Oldu mu?"
Elindeki boş kadeh alan dadısı, boştaki eliyle yanağını okşamaya başlayarak gözlerinin içine bakmıştı.
"Oldu, unutma her olursa olsun sen hep güçlü olmalısın."
Maddalena bu sözlere dudaklarını sıkıp başını sallamak dışında bir karşılık verememişti. Küçük yaşında, güçlü olmanın söylediğinden çok daha zor olduğunu öğrenmiş birisi için bu sözlerin doğruluğunu bilse dahi bazen ruhuna mal olabiliyordu.
Ağır adımlarıyla odasındaki büyük aynanın önüne geçtiğinde, Natilda'da onu takip etmişti. Yatağa uzanmadan önce üst kısmını elbisesiyle aynı renk bir fileyle toplayarak çevresine mükemmel bir örgü dolayıp alt kısmını açık bıraktığı sarı saçlarını eski haline getirmeye başlamıştı. Maddalena, en azından saçlarının kendi istediği gibi yapıldığını düşünürken açık balkonundan esen sonbahar meltemi odasına taze havayı dolduruyordu. Dadısı son olarak elbisesinin kol kısımlarındaki bağları kontrol ederken odasının kapıyı açılmıştı. İçeri ilk giren annesi Contessa olmuş, Marianna ise onu bir adım arkasında takip ediyordu.
"Güzel hazırsın. Misafirlerde gelmek üzeredir."
Annesinin bu sözlerine alışık olan Maddalena, herhangi bir cevap vermemişti. Fakat Marianna son halini gördüğü an öne çıkarak yanına gelmişti. Konuşurken başını eğmiş görüntüsünü inceliyordu.
"Maddalena, çok güzel görünüyorsun. Seni bir kere olsun şık gördüğüme sevindim. Oysa ki, sık sık rüküş görünmekte ısrar edersin."
Ablasının sevimsiz yorumlarını bastırmaya çalıştığı bir sinirle dinlemiş, göz göze geldiklerinde dudaklarını birbirine bastırarak aynı sahtelikte yüzünü buruşturarak gülümsemişti. O sırada ikisinin arasında geçenleri umursamayan Contessa, karnının üzerinde birleştirdiği ellerinin arasındaki mektubu ortaya çıkartırken korkutucu sesiyle odadaki tatlı sonbahar havasını adeta ürkütücü bir kışa çevirmişti.
"Bugün Lucca'dan senin için bir mektup geldi. Üzerinde Galeazzi mührü var."
Maddalena duyduklarıyla telaşa düşmüş, annesine doğru yönelerek elindeki mektuba uzanmıştı. Fakat Lucca'dan herhangi bir haber almasını istemeyen Contessa, elini hızla geriye çektiğinde yaptığı hamle için öfkelenmişti.
"Sana alabileceğini söylemedim."
Annesinin sesi yüksek değilse de kullandığı ton öylesine soğuktu ki Maddalena farkında olmadan irkilerek bir adım geriye çıkmıştı. Tedirgin yeşil gözlerini annesinin tuttuğu mektuba çevirdiğinde çoktan mührünün kırılıp yazılanların okuduğunun farkına varmıştı. Mektubunu okuması onu şaşırtmamışsa da Bernardo'nun kaleme aldıklarının annesini öfkelendireceğini bilmek boğazının düğümlenmesine sebep olmuştu.
"Görünüşe göre konuya benim müdahale etmem gerekecek. Yarın sabah bu mektuba bir cevap yazacağım ve sende altına imzanı atacaksın."
Elindeki parşömeni katlayarak yeniden önünde birleştirdiği elleri arasında alan annesini izlerken, konuşmak istemişti fakat sesi onu yarı yolda bırakmış, kekeleyerek soluğu kesilmişti. Karşısındaki kadının özellikle o gün kekelemesine çok daha fazla sinirleneceğini bildiği için kendine zaman tanımıştı. Bernardo'nun mektupta ne yazdığını öğrenmeliydi, yeniden konuşmayı deneyecekken annesi elini havaya kaldırarak engel olmuştu.
"Mektup mevzusu kapandı. Bu akşam tek bir hata dahi yaptığını görmeyeceğim. Gözümün hep üzerinde olduğunu sakın unutma ve ona göre davran. Asi davranışlarına asla müsamaha göstermem. Üzerini son kez kontrol edip arkamızdan aşağıya in. Sakın geç kalma."
Maddalena olduğu yerde kıpırtısıza dikilirken annesinin iri gözlerinin içindeki aşağılayıcı ifadeye dalmıştı.
İçinden geçen hisler öylesine yoğun ve karmaşıktı ki cevap vermeyi gerekli görmemiş yalnızca yeşil gözlerini ayırmadan gözlerinin içine bakmıştı. Büyütmemişse bile onu doğuran kişiydi, annesiydi. Bu kadar yakından gözlerinin içine bakarken ona kaşı hangi duyguyu beslediğinden emin olamıyordu. Nefret? Sevgi? Kalp kırıklığı? Hayatı boyunca hiçbir zaman annesinden nefret ettiğini düşünmemişti. Fakat sevgi besliyor da değildi. Karşısındaki kadın hayatının hem dışında hem de merkezinde aynı anda yer alıyordu. Bu çelişkili iki duyguyu aynı anda yaşamaksa onu tahmin ettiğinden daha çok fazla yaralıyordu.
Anlamlı bakan buğulu yeşil gözlerinden rahatsız olan Contessa, kendi gözlerini kaçırmak zorunda zorunda hissetmişti. Odadan çıkmadan önce, kenara çekilmiş Natilda'ya dönerek geç kalmamalarını tekrar hatırlatmış sonrasından aşağıdaki hazırlıkları kontrol etmek için Marianna ile ayrılmıştı.
Odasında tekrar Natilda ile yalnız kaldığında buz kesmiş bedenini yeniden kullanabileceğini hisseden Maddalena, aynanın karşısına geçmişti. Buğulanmış gözleriyle rengini kaybetmiş solgun yüzüne bakarken, parmak uçlarını boynundaki kolyenin üzerinde gezdirmişti. Kalın bir zincirin ucundaki zümrüt, ışıkta göz alıcı bir şekilde parlasa dahi görüntüden rahatsız olmuştu. Annesinin kolyesini takmak istemiyordu. Ellerini tereddütsüzce arkasına doğru götürüp kolyeyi çıkartmış ve yakınındaki masaya bırakmıştı. İki zarif zümrüttün salladığı küpeleri de kolye ile buluşturduğunda sıra parmağındaki De Benardi mührü taşıyan yüzüğe gelmişti. O yaşına kadar bir kez olsun taşımadığı aile armasını bundan sonra da taşımayacaktı.
Hala buğulu olan gözleriyle bir müddet görüntüsünü izlemiş, yanına yaklaşan Natilda'nın da onunla aynı hisleri paylaşan yüzünü yansımadan fark ettiğinde hüzünle gülümsemişti.
"Bazen güçlü olmak, çok fazla acıya sebep oluyor Natilda."
Maddalena, kısa bir süre sonra annesinin ziyafeti için uygun gördüğü De Benardi sarayının kemerlerle birbirine bağlanan mermer zeminli revakına çıkmıştı.
Yüksek tavanlı veranda geniş ve rahatlıkla elliden fazla insanıalabilecek kapasitedeydi. Güneş gökyüzünde gittikçe kaybolmaya yüz tutmuşkenher köşeye yerleştirilen meşale ve şamdanlar yanıyordu. Taş duvarlarda Kutsal kitaptan sahnelerin olduğu resimler ve üzerinde De Benardi arması işlendiği goblenler sergilenmekteydi. Üzerine kırmızı işlemeli bir örtünün serildiği büyük bir masanın üzeri envaı çeşit yemekle donatılmıştı. Dışarıdaki hava dondurucu olmamasına rağmen bahçedeki üst üste yığılı taşlardan yapılmış daire şeklinde bir açık hava şöminesi yakılmış, keskin hatlarla budanmış yeşil bitkileri ve yürüyüş yollarını mercan rengine boyuyordu.
Tek başına taş tırabzanların önünde geçmiş, gerginlikten kaskatı kesilmiş yüzüyle zeytin ağaçlarını izleyen Maddalena arkasında sohbet eden annesi ve Alfonso'nun kısık seslerini işitse dahi ne hakkında konuştuklarını anlamayacak kadar olduğu ortamdan kopmuştu. Önüne koyduğu uzun parmaklarını sıkıntıyla açıp kaparken, alt dudağını dişlerinin arasına almış an be an yaklaşan koca bir felaketin üzerine geldiğini hissediyordu. Sandrino'nun onun Cardello değil de De Benardi olduğunu öğrenmiş olup olmadığını bir türlü kestiremiyordu. İçinden umarım önceden öğrenmiştir diye geçirdiğinde başını öne eğip, içine sıkıntılı bir nefes çekmişti.
Olduğu yerde, eteklerini toplayarak kaçıp gitmemek için kendini zor tutarken, arkasındaki sarayın içinden gelen sesleri işittiğinde öne eğdiği başını panikle kaldırmıştı.
Kulağına gelen seslerin Panzio ailesine ait olan ayak sesleri olduğundan emindi. Kahyalarının kısık sesiyle birkaç söz mırıldanıp ayrılışını ve misafirlerini karşılaşmak için yüksek kemerli kapıya doğru ilerleyen ailesinin ayak seslerine kulak kesilmişti. Olduğundan daha da mağrur bir havaya bürünmüş annesi Contessa ilk konuşan kişi olmuştu.
O ana kadar tüm bedenini yoran bir gerginlikle boğuşan Maddalena, kalbinin bir anda görgüsünden çıkacak kadar büyük bir şiddetle atmaya başladığını, nefesinin hızlandığını fark etmişti. Kaç kişi olduklarını tam seçemese dahi Sandrino Panzio'nun kısık sesiyle kısa bir selam verişini duyduğunda taş tırabzanın üzerinde birleştirdiği ellerini sıkmış, bayılacağını hissetmişti.
Burada! Gerçekten burada! Hayır, hayır yüz yüze gelemeyiz.
Olduğu yerde buz kesmiş ne yapacağını bilemez halde kendi içinde paniklemeye devam ederken yanına gelmiş annesinin kolunu kavrayışıyla adeta yerinden sıçramıştı. Ezici bir güçle sıktığı parmaklarıyla onu arkasına dönmeye zorlarken insanlara gülümseyerek her şeyin yolunda olduğu izlenimi veriyordu.
Gerçekle yüzleşmekten başka çaresi kalmayan Maddalena, boğazına yerleşmiş koca bir yumruyla yutkunduğunda olduğu yerde yavaşça arkasını dönmüştü.
Lucca'daki o gece karanlık bahçede hayatından çıkan Sandrino Panzio, nişanlısı kılığına bürünmüş bir şekilde tam karşısında dikiliyordu. Şarap kırmızısı ceketinin içinde omuzları hatırladığı gibi geniş ve kaslı, boyu oldukça uzundu. Gür saçları gece ışığında küllü sarı gibi duruyordu, yakışıklı yüzü içinde bulundukları duruma meydan okur gibiydi.
Yüz yüze geldikleri ilk an denizin maviliğini andıran mavi gözleri büyümüş, çenesi kasılmış, başını katı bir tavırla hafif yana doğru eğmişti. Yüzüne uğradığı şaşkınlık karşısında derin bir tatsızlık yerleşmişti.
Nişanlandığı kızın ben olduğumu bilmiyordu!
Tedirgin yeşil gözlerini ilk anda tepkisinin ne olacağını görmek için gözlerine çevirmiş Maddalena, ifadesini gördüğünde gözlerini kaçırmıştı. Buna rağmen bakışlarını fazla uzağa çevirememişti. Ceketinin altın rengi düğmeleriyle yakasına taktığı aslan formunda bir geyik, güneş ve sarmaşıkların birleşiminden oluşan Panzio armasını incelemişti. Sabit tutmayı başaramadığı bakışları yavaş yavaş boynundan tekrar yüzüne doğru çıkmaya başladığı sırada Sandrino'nun yanında durduğunu yeni fark ettiği kadın gittikçe uzayan sessizliği bölmüştü.
"Oğlum Sandrino Panzio, sizinle tanışmaktan mutluluk duyar."
Maddalena, duyduklarıyla birlikte çenesinde bir kasın atmaya başlamış Sandrino'nun annesine çevirdiği yüzünü takip etmişti. Rosia Panzio ile ilk kez karşı karşıya gelmek tuhaf hissettirmişti. Kadının yüzünde memnuniyetini gösteren bir tebessüm olsa dahi sarsılmaz duruşunu ustalıkla muhafaza ediyordu. Soğuk bir asalete sahipti. Oğlu gibi sarışındı ve ilerlemiş yaşıyla gözleri ve alnındaki kırışıklılara rağmen oldukça dik bir duruşu vardı.
Kadının yüzüne bakakaldığını ancak sırtında bir acı hissettiğinde fark etmişti. Hala yanında duran annesi arkasından etini büktüğünde bakışlarını kadının üzerinden çekmesini söylüyordu. Belli etmeden onu izleyen kadına dudaklarını bastırıp hafifçe tebessüm ettiğinde bakışlarını üzerinden çekmişti.
"Kızımız Maddalena De Benardi de sizinle tanışmaktan mutluluk duyar."
Konuşan annesi olmasına rağmen mavi gözlerini onun yüzünden tek bir an dahi ayırmayan Sandrino Panzio, birbirlerine takdim edilmeleri gülmemek üzerine gülmemek için dudaklarını ince bir çizgi halinde germişti.
Maddalena bir an için adamın alaycı bir yorum yapacağını düşünerek, nefesini tutmuş, lütfen diyerek içinden dua etmeye başlamıştı. Lüften Lucca hakkında hiçbir şey söylemesin. Lütfen. Katlanılmaz derecede aşağılayıcı bir alaycılığa sahip olan adamın sırf onu zor durumda bırakmak için yapabileceği düşünüyordu. O durumda kendisini Cardello olarak tanıtmış olmasına mantıklı bir açıklama yapacak durumda değildi. Kekelemeden konuşabileceğinden dahi şüpheliydi.
Beklediği olmamış, Sandrino Panzio kitlenmiş çenesiyle rahatsız edici sessizliğini korumuştu. Maddalena, bir an önce yaşanılanlara karşı ne söyleyecekse artık söylemesini isterken bir şekilde olduğu yerde durup davetlilerin geri kalan kısmına gülümseyip, kısa olsa dahi konuşmayı başarabilmişti. Sandrino'nun yaşlı babası Juan Panzio destek aldığı bastonuyla karşısına geçerek tebriklerini iletmişti. Marianna'dan öğrendiğine göre üç yıl önce bir tüccarla evlenmiş olan Lavinia Virgilio ve son olarak Sandrino gibi uzun boylu geniş omuzları olan siyahlara bürünmüş güçlü bir görünüş içindeki Andreani Ludovico ile tanışmıştı.
Maddalena hala beklenti içinde bu durumun daha ne kadar devam edeceğini düşünürken Rosia Panzio, ikisinin arasındaki adeta elle tutacak kadar bariz olan gerginliğin çözüleceğini umduğu bir öneri ile annesi Contessa'ya dönmüştü.
"Madonna De Benardi, gençlerin tanışmaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum."
"Elbette, onlar artık nişanlı."
Tanışmak? Maddalena, ellerini yüzüne kapatıp, acıyla inlememek için kendini zor tutuyordu. Kendine engel olamadığında, iki adım çaprazında kalan Sandrino'ya uzun kirpiklerinin altından kaçamak bir bakış atmıştı. Adam öneriyi ortaya atan annesine bakarken köpüren siniri yüzünden belli olmasın diye büyük bir çaba sarf ediyordu. Fakat üzerine çevirdiği bakışlarını sezdiğinde yüzünü aniden ona çevirmişti. Gözleri buluştuğunda Maddalena geriye kaçmamak için tırnaklarını tüm gücüyle avuç içlerine geçirmek zorunda kalmıştı. Adamın her yanından yalın bir güç taşıyordu. Kendisini Cardello olarak tanıttığı için kızgındı fakat onu karşısında görmekten hoşlanmadığını da içgüdüsel olarak biliyordu. İnsanların nişanları hakkında konuşurken dudaklarının kenarındaki alaycı seğirme ise en az onun kadar evliliğe gönülsüz olduğunu kanıtlıyordu.
"Bahçenizdeki heykeller çok güzel görünüyor Madonna, belki sevgili kızınız Marianna da bana eşlik eder."
Elbette diye mırıldanan Marianna öne çıktığında, evli ve bir çocuk annesi olmasına rağmen hala bir genç kız kadar neşeli ve sevecen olan Lavinia Virgilio'ya eşlik etmişti.
Tüm bakışlarının üzerlerine çevrildiğinin farkında olan Maddalena ise elini öne çıkararak ona yol veren Sandrino Panzio'ya rehberlik etmek zorunda kalmıştı. Karşı karşıya geldikleri andan bu yana ona karşı hiçbir bariz bir tepkide bulunmayan adamın bir anda bahçede yürüyüş yapmaya hevesli olmasından ürkmüşse de önünde başka bir seçenek görememişti.
Huzursuz bir ruh haliyle, eteklerini zarif bir şekilde yukarı kaldırıp revaktan aşağıya indiğinde yönlerini, büyük bahçenin yürüyüş yollarına çevirmişti. Onlardan önce bahçeye çıkan Marianna ve Lavinia meşale ışıklarının aydınlattığı bakımlı gül ağaçlarının ve büyük bir heykelin olduğu sol tarafa yönelmiş, sohbet ediyorlardı. Fakat onun tüm dikkati, deri çizimleriyle attığı her sert adımda altındaki küçük taşların ezildiği yanındaki uzun boylu adamdaydı. Bir süre sessizlik içinde yürümeye devam etmişlerdi.
Yeterince uzaklaştıklarında, Sandrino mavi gözlerini üzerine çevirip alçak, suçlayıcı bir sesle konuşmuştu. Maddalena konuşmaya sert bir tavırla giriş yapması karşısında keşke bu tuhaf sessizlik hep sürüp gitseydi diye düşünmüştü.
"Maddalena De Benardi. Bu hali kulağa daha uyumlu geliyor. Eminim yalanın ortaya çıktığı için üzgünsündür."
Bir an duraksayarak adama çattığı kaşlarıyla bakan Maddalena, ona tıpkı dediği gibi güvenilmez biriymiş gibi bakan bir çift mavi gözle karşılaştığında elinde olmadan kırılmıştı. Huysuzlukla içini çekmiş, dikkat çekmemek için yeniden ona yetiştiğinde dişlerinin arasından çıkışmıştı.
"Bana yalancı diyemezsin."
"Yalancılara yalancı denir."
Adamın serinkanlı bir şekilde kendisine cevabı yapıştırışı karşısında sinirle inlemişti. Lucca'da bıraktığı aşağılayıcı bir alaycılığa varan rahatsız edici tavrı hiç değişmemiş, üstelik kaba bir hal almıştı.
"Ben yalan söylemedim. Sadece o an bunun önemli olmadığını düşünmüştüm."
"Gerçeği gizledin yani yalan söyledin. İnsan neden gerçek ailesini saklama gereği duyar ki? Merak ediyorum, bu nişan işinden haberin var mıydı? Lucca'da karşılaştığımızda ailelerimizin görüştüğünü biliyordun ve sustun mu? Biraz önceki şaşırmış halimi görebilmek için mi gerçek adını ve nişan görüşmelerini söylemedin? Umarım senin için eğlenceli olmuştur, küçük hanım."
Sandrino'nun sonu gelmeyen suçlayıcı sorularını dinlerken, bel hizasında birleştirdiği elleriyle ağır adımlarla ilerleyen Maddalena sonunda dayanamayarak histerik bir sesle gülmüştü.
"Yani diyorsun ki, Lucca'da karşına nişan görüşmelerimiz sürdüğü için çıktım. Belki sana kendimi sevdirmek istemiş bile olabilirim."
"Bu oyunların yabancı değilim."
Maddalena hırsla dudağını bükmüştü. Adamın sarı saçlarının altında yatan aklının ne kadar tuhaf senaryolara çalıştığına inanmamıştı. Normal bir düşünce yapısına sahip olmadığını düşünürken önüne düşen uzun sarı saçlarını hırsla geriye doğru savurmuştu. Ellerinden birini karşısına geçtiği Sandrino'nun üzerine doğrultup kekelemek için bir çırpıda konuşmuştu.
"Bu durumda, at arabamın önüne eşkıyaları da ben dizmiş oluyorum. Dedim ki; yolumu kesin beni canımla tehdit edin, Sandrino Panzio beyaz atıyla gelip beni kurtaracak. Kolyemi de bizzat ben dağıttım, sonra bulamadığım içinde önünde ağladım. Hepsi beni at arabana davet etmen içindi. Deliyim çünkü, hepsini ben ayarladım."
Hararetle konuşan Maddalena, sözlerinin sonuna geldiğinde nefes nefeseydi. Başını farkında olmadan Sandrino'nun çattığı kaşlarıyla ona bakan yüzüne doğru kaldırmıştı. Yanakları alev alev yanıyorken, meşale ışıklarının altında saçları yüzünü iki yanında altından bir huzme gibi parlıyordu. Yüz yüze geldiklerinde daha da sinirlenen Sandrino, cüretkar bir şekilde kızarmış yüzüne bakarken karşılık vermişti.
"Ben orasını bilemem."
Bahçeye indikleri ilk anda, birilerinin onları tartışırken görmesine dikkat eden Maddalena, kontrolünü kaybetmişti. Hala aralarında duran elini adamın göğsüne vurmaktan çekinmemişti.
"Tamam kabul, yalancıyım. De Benardi ailesinin kızı olduğumu da sırf zevkine gizledim. Hatta insanları kandırmayı, onları oyuna getirmeyi de severim. Tuhafımdır ben, sen anlayamazsın. Nereden belli biliyor musun? Senin gibi taş kafalı, duygusuz, katlanılmaz derece alaycı ve berbat bir zamparayla nişanlı olmamdan belli. Tanrı beni seninle nişanlayarak cezalandırıyor."
Maddalena sözlerinin sonuna geldiğinde aralarında duran elini bir kez daha göğsüne vurup onu kendinden uzaklaştırmak için bir hamle yapmıştı. Fakat ne olduğunu anlayamadan Sandrino Panzio, iki yüzük taşıdığı eliyle bir mengene gibi aralarındaki elini kavrayıp, sıkmıştı. Hissettiği beklenmedik acıyla dehşet içinde yerinden sıçrayıp geriye çekilmeye çalışırken zayıf bedenini kolayca kendine doğru çekmişti. Sandrino başını hafifçe eğdiğinde sarı saçlarından birkaç tutam alnına düşmüştü. Parıldayan mavi gözleri onun korku içinde açılmış yeşil gözlerinin birkaç santim ötesindeydi. Korkunç yumuşak bir sesle konuştuğunda Maddalena bir anlığına başının döndüğünü hissetmişti.
"Kendini ayrıcalıklı görme tatlım Tanrı sadece seni değil beni de senin gibi bir kızla cezalandırıyor."
Maddalena, sözlerine aldırmaz bir tavırla çenesini meydan okurcasına kaldırdığında yüzünü ekşitmişti. Adama göre oldukça açık tenli olan elini büyük elinin arasından çekmeye çalışırken bırak elimi diye çıkışmıştı. Bunun üzerine olup olmadık anlarda insanların üzerine sallama o zaman diyerek karşılık veren Sandrino, tutuşunu azıcık dahi gevşetmemişti. Aynı anda başını kısa bir an çevresinde gezdirmiş, aradığı yeri bulduğunda onu yürüyüş yollarının sağ tarafına doğru çevirmişti.
"Ne yapıyorsun?"
"Konuşmamız gereken bir nişan meselesi var."
Sandrino, kavradığı eliyle onu içerisi evden görülmeyecek kemerlerle çevrelenmiş revaklı balkona doğru çekiştirirken Maddalena, çevresinde savrulan zümrüt yeşili eteklerine takılmamaya çalışmıştı. Nişanları hakkında doğru düzgün bir konuşma yapmadan bu akşamın bitmesi gerektiğini düşünerek ona hak vermişti. Bunun için de, hiç kimsenin meraklı bakışları altında kalmadan onlara mahremiyet sağlayacak bir yere ihtiyaçları vardı. Sonrasında tartışmalarına kaldıkları yerden özgürce devam edebilirlerdi.
Yazan; Mirena Martinell
✨ ✨
İtiraf ediyorum, Andreani'yi yeniden yazabildiğim için bu bölümü ayı bir sevdim. Bilmeyenler için; kendisi Muhteşem Güzellik'in baş erkek karakterini olur 🖤 Sandrino ve Maddalena'ya dönecek olursak gördüğünüz gibi henüz bir çift olmasalar da dahi deli dolu bir enerjileri var. Ben onların tartışmalarını yazmaktan çok zevk alıyorum, umarım sizin de hoşunuza gidiyordur. Bölümü okuyan herkesten oy beliyorum, lütfen vermeden geçmeyin. Yorumlarınız da benim için çok kıymetli, hikayeye olan hevesimi büyük ölçüde artırıyor😊 Hepinize kucak dolusu sarılıyor ve You'un üçüncü sezonunu izlemek için kaçıyorum. Görüşmek üzereee.. 😇❤️
Özleyenler için;
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top